Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 (İskele Sancak) Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 7 Ağustos 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Ülke TV’ye Verdikleri Özel Mülakat, 6 Ağustos 2014, İstanbul Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT Türk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 26 Temmuz 2014, Paris Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün'e Verdikleri Özel Mülakat, 24 Temmuz 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 24 Televizyonuna Verdiği Özel Mülakat, 20 Mart 2014, Konya Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT 1 Televizyonunda Yayımlanan "Enine Boyuna” Adlı Programda Verdikleri Özel Mülakat, 2 Mart 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün’e Verdikleri Özel Mülakat, 9 Şubat 2014, Karaman Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV/CNBC-e Televizyonlarına Verdikleri Özel Mülakat, 23 Ocak 2014, Davos Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 9 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 7 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 7 Televizyonunda Yayımlanan ‘Başkent Kulisi’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 29 Aralık 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu NTV'de Yayınlanan "Yakın Plan" Programına Konuk Oldu, 12 Kasım 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 8 Kasım 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT-1 Televizyonunda Yayımlanan Enine Boyuna Programında Yaptığı Açıklamalar, 27 Ekim 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 18 Ekim 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun CNNTürk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 3 Ekim 2013, Ankara
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Ülke TV’ye Verdikleri Özel Mülakat, 6 Ağustos 2014, İstanbul

TURGAY GÜLER - Herkese iyi akşamlar, Sıra Dışı’na hoş geldiniz.

Sıra Dışı’nda bu gece çok önemli bir konuğum var: Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu. Efendim, siz de hoş geldiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Hoş bulduk.

TURGAY GÜLER - Son dakika gelişmesiydi, akşam saatlerinde gündeme düştü. Türkiye Gazze’ye yönelik bir hava koridoru açma noktasında bir adım daha attı. Bunun tüm detaylarını konuşacağız. Ne oluyor, nasıl olacak, bunları konuşacağız. IŞİD’in ilerlemesi devam ediyor, sürüyor. Erbil’e kadar dayandı. Orada ne oluyor, onu konuşacağız. Musul Başkonsolosu ve çalışanlarının kaçırılması, rehineler meselesi var. Orada son durum nedir, onu konuşacağız. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini konuşacağız. Hiç şüphesiz 11 Ağustos günü AK Parti’nin yeni şekli nasıl olacak, onu da konuşacağız.

Bir kez daha hoş geldiniz diyorum.

Seyircilerimizle de paylaşalım. Aslında biz yoğun programınız nedeniyle bu programı 2 gün önceye aldık. Bu programı sizinle Cuma günü yapmayı planlıyorduk. Sezon finalimizi sizle gerçekleştirecektik. Evet, yarın ve öbür gün programlarımız var, ama sezon finali tadında bir program arzuladık. Geçtiğimiz yıl Başbakan Sayın Erdoğan’la bir sezon finali gerçekleştirmiştik. Denk düştü, bu yıl da sizinle gerçekleştiriyoruz. Hal böyle olunca şöyle espriler gündeme geldi: Zannediyorum espriyi anlamışsınızdır.

İlginç bir tesadüf, tevafuk, ne derseniz, 11 Ağustos sonrası şöyle sormak daha anlamlı olacak zannediyorum: Şayet bu görev, yani başbakanlık görevi size verilirse tavrınız ne olur?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Şimdi doğrusu böyle bir soruyla gireceğimizi düşünmemiştim ama…

TURGAY GÜLER - Sıra Dışı olduğu için.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Tabii Sıra Dışı olduğu için beklenecek şeyler. Eğer dün ve bugünkü programımı mümkün olsa da bilinen ve bilinmeyen yönleriyle görmüş olsaydınız, şu anda herhangi bir başka gündemle ilgilenmemin mümkün olmadığını fark ederdiniz. Bir taraftan Gazze’de ateşkes sonrası insani yardımların koordinasyonu için yoğun bir çaba içindeyiz. Dün Gazze’de müzakerelerin alacağı seyir ile ilgili Sayın Halid Meşal’le ve Sayın Mahmud Abbas’la görüştük.

Diğer taraftan Irak’ta neredeyse saat saat, dakika dakika takip etmemiz gereken gelişmeler yaşanıyor. Bir gece önce Sayın Mesut Barzani’yle başta Yezidilerin Sincar Dağları’nda çektiği sıkıntılar olmak üzere detaylı bir şekilde güvenlik ve insani yardımlarla ilgili olarak neler yapılması gerektiği hususunu ele almıştık. Bugün hem Gazze’ye, hem de Kuzey Irak’a dönük olarak yapılmakta olan insani yardımların koordinasyonuyla ilgili TİKA, Kızılay, AFAD, Yurtdışı Türkler ve birçok kurumun katıldığı bir koordinasyon toplantısı yaptık. Bunları zikretme sebebim herhalde anlaşılıyor.

Libya Özel Temsilcisi dün buradaydı. Trablus’ta çatışmalar devam ediyor. Türkiye de Libya’nın bir sonraki uluslararası toplantısına ev sahipliği yapacak. Onu ve Libya’dan gelen birçok heyeti ağırladık.

Musul’dan gelen yerel heyetlerle görüştük.

Bugün Kerkük Vilayet Meclisi Başkanı Sayın Hasan Turan buradaydı, onunla görüştük.

Şimdi sabahtan gece yarısına kadar, bundan sonra da devam edecek.

TURGAY GÜLER - Hiç şüphesiz biz, Türkiye, hatta dünya sizin bu kadar yoğun çalıştığınızı biliyor, görüyoruz. Sizin gündeminizde bunların dışında başka bir şey yok, buna da kabul. Benim sorum zaten şöyleydi…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU – Başka konular da var. Bir taraftan yoğun bir telefonla dış temas trafiği devam ederken ve ilk ateşkes için gece yarılarına kadar konuşurken, diğer taraftan da Sayın Başbakanımızın cumhurbaşkanlığı adaylığı için Konya’da 31 ilçede 9 merkezde toplandık. 31 ilçeyi kapsayan toplantılar yaptık. Şu anda hepimizin önceliği 10 Ağustos Pazar günü. Bir de üstümüzde hepimizin günlük yapmak zorunda olduğu, ertesi güne, hatta bir sonraki saate dahi ertelemeyeceğimiz çok önemli görevler var.

Şimdi bir taraftan üzerinizde tarihi bir sorumlulukla yürütmek zorunda olduğunuz acil bir gündem varken, diğer taraftan da Sayın Başbakanımızın Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanmamız ve buna kilitlenmemiz gerekirken bir sonrasını düşünmek için zihnimizde de, vaktimizde de ayrı bir yer ayırmak, bölüm ayırmak doğru değil diye düşünüyorum doğrusu.

TURGAY GÜLER - Peki, anladım ben bunu.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Sonrası, her zaman söyledim, Cenab-ı Hakk, Mevlam görevim neyler, ne eylerse güzel eyler. Biz sonrasını hesap ederek bir siyasi mücadele yürütmüyoruz. Sonrasını hesap ettiğimiz tek şey, ülkemizin stratejik planlamasıdır. Bunun için her türlü hesabı yaparız, ama şahsımızla ilgili bir hesap için de bu kadar yoğun gündem içinde bulunmayı doğru görmem doğrusu.

TURGAY GÜLER - Konya’da miting var değil mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Konya’da inşallah Cumartesi günü…

TURGAY GÜLER - Şimdi son 5 ayda, 30 Mart ve bu Cuma zannediyorum, Konya mitingi son 5 aydaki iki Konya mitingi.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Üçüncü bu.

TURGAY GÜLER - Üçüncü mü?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Bir Sayın Başbakanımızın sesi kısılıp gelemediği, bir de sonra söz verdiği için gelip yine muhteşem bir kalabalığa teşekkür için geldiği, yani seçim sonrasında bir daha geldiği…

TURGAY GÜLER - Yok, sizin ikinci mitinginiz, onu söylüyorum.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Ben ikincisinde de vardım tabii. Bu üçüncüsü.

TURGAY GÜLER - Şimdi o başka bir duyguyla yapılmış mitingdi, değil mi? Yani Başbakanın sesi kısılmış, Konya’da o gün mitingi var ve siz görevlendirildiniz. Size düştü bu iş.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU – Evet. Bir gün öncesi gece yarısına kadar bu karar verilmemişti. Ancak Başbakanımızın o zaman ses telleriyle ilgili durum herkesin malumu. Bir üzücü olay da, maalesef aynı gün bizdeki bu dinleme olayı. Devlete sızmış bazı unsurların dinleme olayıyla bir gün önce karşılaşmıştık, Sayın Başbakanımızla onu istişare ederken sesiyle ilgili durum da söz konusu olduğunda bu görev bize tevdi eğildi. Kayseri’de de biliyorsunuz Taner Bey konuştu. Dolayısıyla ertesi gün o görev üstümüzde kaldı.

Prensip kararı olarak şöyle bir şey yapmıştık: Başbakanımız katılmayı öylesine gönülden arzu ediyor ki, son ana kadar duyurmayalım dedik. Prensipte böyle olsa bile gece geç vakitte, belki yarın, iyi olurum diye düşündü. Kitle psikolojisi itibarıyla da, benim hitap etme psikolojim itibarıyla da aslında benim için son ana kadar belli olmayan, çok özel bir durumdu. O kitle Başbakanımızı beklerken bizlerin hitap etmesi özel bir sorumluluk getiriyor. Hakkını vermek gerekiyor.

TURGAY GÜLER - Epey de başarılı bulunmuştunuz.

Şimdi iki soru üst üste gelince, işte Başbakanın sesi kısıldı, siz Konya’da kürsüye çıktınız. Bunun da cevabı şudur herhalde: “Benim memleketim olduğu için.”

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU – Tabii. Orada o görevi doğal olarak benim üstlenmem gerekirdi. Hakkını da vermeye çalıştık.

Ben gençliğimden itibaren, ki biz gençliklerde forumlarda konuşurduk, bir hitap etme zarureti bizim gençliğimiz için olmazsa olmazdı. Bunun için özel alıştırma yapmak zorundaydık. Ben hatırlıyorum, lise sonda, o zaman bizim lisede çok sert tartışmalar yürürdü. Müzakereler, münazaralar... Bir keresinde Sirkeci’den başlayıp bir arkadaşımla Yeşilköy’e kadar, yaklaşık 15 kilometreye yakındır, Bahçelievler’e kadar…

TURGAY GÜLER - Trenle.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Hayır, yürüyerek, sahilde. O bir konu ortaya atar, irticali ben konuşurdum. Ben bir konu ortaya atar, irticali o cevap verirdi. Dolayısıyla, her an her tartışma hazır olmak bizim neslin özelliğiydi. O günlerde ideolojik olarak sınıflarda ders yerine karşılıklı felsefi tartışmalar yapardık.

Bütün bunların yaşandığı bir dönemden gelmiş bir nesil olarak, akademik hayatta da ben öğrencilerime hep şunu ifade ettim: Bir ilim adamı Babil Kulesi’nde yaşamaz. Halkıyla birlikte, halkla birlikte yaşamak durumundadır. Akademisyen olarak bir üniversite amfisinde hitap edebilmenin üslubuyla köy kahvesine gittiğinizde ya da bir gün icap ettiğinde kitlesel ortalaması toplumun vasatını temsil eden bir topluluğa hitap etmek durumunda kaldığınızda da ikisini de yapabilmelisiniz.

Açıkçası kendime üslup olarak hep İmamı Gazali’yi örnek alırdım. Tehafüt'ül Felasife’sindeki o felsefi derinlik ancak belli elitin anlayabileceği derinliktir. Ancak İhya-u Ulumiddin’in belli bölümleri her cemaat, her topluluk, her akşam sohbetine oturan aile arasında okunabilecek metinlerdir. Şimdi bir zihin bunun ikisini de bir arada yapabildiği zaman, hem bir ilmi ekol olarak bir çizgi oluşturur, hem de sosyal bir taban olarak bir sosyal kültür zemini oluşturur.

Aslında hitabet bağlamında akademisyenlikle siyaset arasında, böyle bir ilişki olması gerekir. Yani siz akademik bir üslubu meydanlarda kullanamazsınız, ama meydanlardaki üslubu da akademik bir tartışmaya yansıtamazsınız. Bir televizyon konuşmasındaki üslubunuzla bir parti salon toplantısındaki üslubunuzun farklı olması gerekir. Bu üslup ayarlamaları tamamıyla yaşanılan pratikle ilgilidir. Ben şöyle yapayım diyerek olmaz. O, doğal bir süreç içinde geliştirilen bir beceridir ya da yetenektir.

TURGAY GÜLER - Madem üslup dedik, o halde hazır söz buradan açılmışken, Cumhurbaşkanlığı seçimleri dedik, miting dedik, meydan dedik… Ekmeleddin İhsanoğlu Ramazan ayında sizin niye sesiniz çıkmıyor dendiğinde “Oruçluyum, Ramazan’dan sonra ben de bağıracağım.” demişti. Ancak günler bitiyor…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Oruç söz orucu değil. Bizde söz orucu yoktur. Yemek orucu, su orucu bilirim de, söz orucu başka yerlerde olur. O oruca da Ekmel Bey hiç riayet etmedi.

TURGAY GÜLER - “Ramazan’dan sonra sesim çıkacak”, dedi. Sesi çıkmadı.

Ekmel Bey değerlendirmenizi alalım mı? Mesela o Cumhurbaşkanlığı seçimini özelde dış politika üzerinden, bu tür argümanlar üzerinden götürmeyi tercih etti. Bunu görüyoruz. Argümanını fazlaca yabancı dil bilmesi ya da İslam dünyasını tanıyor olması üzerinden götürdü. Sizi de dış politikada başarısız bularak, Cumhurbaşkanlığı seçimi noktasında sizin üzerinden bir mücadele veriyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Onun için de doğrusu cevap vermek zorunda kaldım. Açıkçası Ekmeleddin Bey’le herhangi bir polemiğe girmek düşüncesinde değildik. Hatta aday olduğunda Sayın Başbakanımızla istişare ettiğimizde de gerek olmadıkça bir polemiğe girmeyelim kararındaydık. Ancak o kadar sığ, o kadar basit ve o kadar olayları saptıran, tipik bir Kılıçdaroğlu tavrı gösterdi ki, cevap vermek zorunluluk haline geldi.

Bu arada dille ilgili şunu da söyleyeyim: 10 dil bilebilirsiniz. 20 dil bilebilirsiniz. Bu övünülecek bir şey değil. Önemli olan gönül dilini bilebilmek, insanlarla dürüst bir iletişim kurabilmek.

Şimdi 12 yıl birlikte çalıştığınız bir ekibi o 12 yıl içinde eğer Ortadoğu’yu, dünyayı çok iyi biliyor idiyseniz ve samimi idiyseniz, neden şimdiye kadar hiç uyarmadınız? Ekmeleddin Bey bana desin ki, “Sayın Bakan, sizi şu vakit aradım, Suriye politikanızın yanlış olduğunu söyledim, şurada şunu yapsak diye tavsiyede bulundum, ama siz dinlemediğiniz.” dediği bir tek olay hatırlatırsa, ben bugün söylediklerini kaale alabilirim.

Ancak siz 10 yıl boyunca size her türlü desteği vermiş, cumhurbaşkanı adayı olana kadar hep dış politikayı övmüşseniz, Başbakanımızın yüzüne karşı ve bana karşı her türlü riyakarane tutumu takınmışsanız, bizim dış ilişkilerimiz konusunda olmadık handikaplara sebebiyet vermişseniz, ki bunları hatırlatırken bile bazen hicap duyuyorum, Ekmeleddin Beyin bazı tutumları şu anda en iyi olduğu iddia ettiği ülkeyle bizim aramızı neredeyse bozma noktasına getirmiştir. Kendisi bunu çok iyi bilir. Siz bunları yaptıktan sonra bir gün bir makam için bütün bu müktesebatı yok sayıp, sanki 10 yıldır bizimle siyasi mücadele vermiş bir partinin genel başkanı gibi karşımıza geçip yalan söylerseniz… Yalan açık, bunu ifade ediyorum.

Benim Birleşmiş Milletler’de bulunmama tesadüfi diyor. Nerede tesadüfi? Yalan söylüyor. Çok iyi biliyor.

TURGAY GÜLER - Kendisi orada mıydı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Hayır, yoktu.

TURGAY GÜLER - Bir Alp’ler mevzusu oldu, herhalde Alp’lere…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - O ayrı bir konudur. Ben şu soruyu sordum ama: “Neredeydin, Filistin Devlet olarak ilan edildiğinde sen neredeydin?” Ben şunu, bunu ima ederek sormadım. Çıksın, “Benim daha önemli bir işim vardı.” desin. İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterinin daha önemli bir işi olamaz.

Bütün bunları, riyakârane bir ilişki sürdürdüğünü, şimdi orada anlıyoruz. Sayın Başbakanımızı da, bizi de üzen bu.

Bir de sanki çok nezih bir üslubu varmış gibi, çok alttan alan, olgun bir tavır sergiliyormuş gibi tutum takınmak… Çok suni bunlar. Dürüstlük şunu gerektir: Ya bizimle ilişki içindeyken, bizim memurumuz olarak; açık söylüyorum, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesinin, yani İslam dünyası ülkelerinin liderlerinin oluşturduğu zirvenin ve İslam ülkesi dışişleri bakanlarının konseyinin memurudur, biz karar alırız, o uygular. Hani bizim cahil Kılıçdaroğlu Başkanı diyor… Sanki o karar alacak, biz uygulayacağız. Hayır. Biz karar alırız, Genel Sekreter uygular. Bu süreçte bir tane teklif getirdim desin…

TURGAY GÜLER - Şimdi şu soru haksız mı olur: Niye tuttunuz o zaman?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Seçildikten sonra, 57 ülkenin temsilcisidir, bizim onu görevden alma gibi bir durumumuz yok.

Herkesin olumlu, olumsuz yönleri olur. Ancak dil meselesine geleceğim: Önemli olan gönül dilidir. Sekiz sene İslam dünyasında çalıştıktan sonra Myanmarlının zihninde İhsanoğlu diye bir isim yoksa ama Erdoğan ya da Davutoğlu varsa; Gazze sokaklarında İhsanoğlu ismi bir şey çağrıştırmıyorsa, ama Türkiye’nin liderleri akıllara geliyorsa İhsanoğlu’nun ben nerede eksik yaptım diye bir muhasebe yapması lazım.

Bir buçuk sene uğraşıp bizzat ben ilk gidişimde Myanmar Cumhurbaşkanıyla konuşarak Myanmar’dan İslam İşbirliği Teşkilatı için randevu aldım.

Videolar olduğu için rahat söylüyorum. Gittik, toplanan binlerce Myanmarlı, beni daha önce tanıdıkları için kucaklarına basıyorlar, bağırlarına basıyorlar. Ancak hitap edilmesi gerekiyor. İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri, ben, Cibuti Dışişleri Bakanı ve 7 ülkenin daha dışişleri bakanları ve temsilcileri dizildik. İhsanoğlu megafonla İngilizce “Susun, yoksa gideriz” diyor. Çünkü orada büyük bir gürültü, büyük bir kitlesel izdiham var. Bakın, aradaki dil farkı bu. 

TURGAY GÜLER – “Susun, konuşmam, yoksa gideriz.”

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Yani birkaç kere susun diye İngilizce söylüyor ama. Bakın, İngilizce söylüyor. Belki İngilizce bildiklerini düşünür olabilir, bunda bir yanlışlık yok. Ancak, aradaki farkı göstermek için söyleyeceğim: Bir, iki, üç, dört, beş, sonunda kitle bir şey de anlamıyor. Megafonda ses çok alçak çıkıyor. Hâlbuki önünde binlerce kitle var. En sonunda dayanamadım. Bir kez yüksek sesle ve megafon olmadan, “Esselamu aleykum” dedim. Binlerce insan tek bir ağızdan aleykum selam dedi. Hala bir uğultu vardı. İkinci selamı verdiğimde o uğultu daha da azaldı. Hep beraber yedi kez selam verdim ve aldım. Yedinci selamda hep beraber ayağa kalkıp, on binlerce kişiden arkaya doğru yayılarak “Aleykum selam” dediler. Onun üzerine Myanmar yetkileri artık gidelim dediler.

Oradaki insanla İngilizce konuşmazsın. İngilizce bilsen de, Çince bilsen de, Almanca bilsen de, gönül dilin yoksa iletişim kuramazsın. O insanlarla bir tek selamla o iletişimi kurduk. Yedi kez o selamı tekrar ettiğimde biz ve onlar neredeyse tek bir organik bir bütünlük haline dönüşmüştük. Tehdit yok. “Susun, susmazsanız konuşmayacağım, gideceğim” yok. Elinde onun megafonu, benim tek sesim.

Bunu kendimi öne çıkarmak için söylemiyorum. Ancak önemli olan dil bilmek değil, yürekten konuşmak. İhsanoğlu yürekten konuşmuyor. Eminim bize karşı yaptığı haksızlığı yüreğine bir kez sorsa yüreği itiraf eder, ama diline gelmiyor. Yüreği itiraf eder diyorum, çünkü onda öyle veya böyle rahmetli İhsan Efendi’nin yüreği var diye hala ümit ediyorum. Ancak seninle beraber Genel Sekreter seçimi için Afrika’da dolaştığımız İhsanoğlu… Bizim senin için ne çabalar sarf ettiğimizi bilen İhsanoğlu… O reform faaliyetinde başdanışman olarak gece-gündüz beraber çalıştığımız İhsanoğlu… Her türlü baskıya rağmen seni Genel Sekreter olarak tutuğumuz İhsanoğlu… Başbakanımızın her yerde önce çıkardığı, Cumhurbaşkanımızın öne çıkardığı İhsanoğlu… Bir gün sana bir makam teklif ediliyor ve bütün bunları bir kenara koyuyorsun ve Türkiye’de Kılıçdaroğlu’nun benimsediği üslubu benimsiyorsun.

Bir değil, üç değil, 10 dil bilsen ne yazar, ne ifade eder? Eğer gönül dilin yoksa, yürek dilin yoksa, İslam dünyası bu büyük çalkantılar içinde, ıstıraplar içindeyken, sen o sokaklara hakkıyla inememişsen, ne olur, ne ifade eder?

TURGAY GÜLER - Tarafsız kalmayı tercih ediyor.

Ekmeleddin İhsanoğlu’yla beraber Myanmar’daydınız, orada insanlar toplanmıştı. Birden fazla dil bilen Ekmeleddin Bey İngilizce orada toplanan insanları susturmaya çalışırken, en sonunda “Susmazsanız bak gideriz” diye de tehdit içeren bir ifade kullanmıştı. Ancak buna rağmen başaramamıştı demiştiniz. Bunun üzerine siz kürsüye çıktınız, işte o görüntüler.

TURGAY GÜLER - Evet, o görüntüler etkileyici, evrensel bir çağrı, bir mesaj bir selamdır aslında.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Mesele İngilizce veya Fransızca bilmek değil de, o kitlenin duymak istediğini hissedip duyurmak. Bu bizim iç siyasetimiz için de böyle, yani halkın dilini konuşmak siyaset için en önemli şarttır.

TURGAY GÜLER - Ekmeleddin Bey meselesine burada biraz ara verelim isterseniz, tekrar dönebiliriz.

Şimdi Gazze bir numaralı gündem maddemiz. IŞİD’in elindeki rehineler yine önemli ilk sıradaki gündem maddemiz. Sorular bu yönde geliyor, ne olacak bu rehineler deniyor.

Bu arada, IŞİD Erbil’e doğru ilerliyor. Türkiye’nin IŞİD’in faaliyetlerine, o terör örgütünün faaliyetlerine yönelik birtakım çalışmalarını da bu rehineler maalesef herhalde güçleştiriyor. Öyle midir?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Bir kez kamu düzeni bozulduğunda sonunun nereye gideceğini kimse tespit edemez. Her şeyden önce Irak’ta ve Suriye’de kamu düzenini bozan şartları doğru okumak gerek. Maalesef her iki ülkede de yöneticiler son derece basiretsiz politikalarla, halkla kendileri arasına, geniş kitlelerle kendileri arasına öylesine duvarlar ördüler. Özellikle Suriye’de büyük bir baskı ve zulüm oldu. Daha önce Irak’ta 2003 savaşından sonra yaşananlar, mezhep çatışmaları ve arkasından gelen Maliki yönetiminin yine mezhepçi tutumları öyle bir büyük boşluk doğurdu ki, bu boşluk içinden IŞİD doğdu. Yani şöyle bir kanaat vardır, yanlış bir kanaat: Sanki IŞİD Suriye’de doğdu da Irak’a gitti. Hayır. IŞİD’in ilk adı olan Irak İslam Devleti El-Kaide bağlantılı olarak Irak’ta ortaya çıktı. Zaten başkanı da El Bağdadi Iraklıdır. Irak’ta doğan bir tepkinin sonucunda daha sonra Suriye’de kamu düzeni bozulunca Bağdadi oraya geçti.

Bu izahatı şunun için yapıyorum: IŞİD’in çıkış şartlarını Türkiye’ye fatura etmek gibi içeride son derece ihanet ölçüsüne varan, dışarıda ise Türkiye’yi karalama anlamında bir kampanyaya dönüşen yaklaşımlar var.

Bu şartlarda yatay olarak Akdeniz’den Irak’ın doğu sınırına kadar olan alanda büyük bir boşluk doğdu. Bu boşluğu değerlendiren ve Irak’ta doğmuş olan, Irak şartlarında ortaya çıkmış olan bir yapı Suriye’de etki kurdu, tekrar geriye döndü. Bu yapıyla mücadele edenlere bakıldığında, önce Özgür Suriye Ordusu mücadele etti. Ne Irak yönetimi mücadele etti, ne Suriye yönetimi mücadele etti, rejim mücadele etti. Özgür Suriye Ordusu mücadele etti ve çatışmalar Özgür Suriye ordusuyla IŞİD arasında ve kısmen PYD arasında çıktı. Uzun bir süre PYD ile IŞİD de çatışmadı. IŞİD’le rejim de çatışmadı. Hepsi birden Özgür Suriye Ordusuna saldırdılar. Çünkü Özgür Suriye Ordusu, yani halk iradesinden kaynaklanan ve halkın tepkisini yansıtan bir yapı, Suriye Ulusal Koalisyonu ve alandaki temsilcileri IŞİD benzeri oluşumları engelleyebilecek tek yapıydı. Irak’ta da IŞİD benzeri oluşumları engelleyecek tek yapı Sünni siyasetçilerin Musul’dan, Anbar’dan, Selahattin’den Bağdat’a giderek siyaset yapma imkanlarıydı. Bağdat’ta da maalesef yine mezhepçi bir yaklaşımla bu siyasetçiler devre dışına itilince, bizim bütün uyarılarımıza rağmen, Irak’ta da Sünni kesim sistemden dışlandıkları düşüncesiyle radikalize oldular. Bu şartlarda birçok tepki hareketi IŞİD çatısı altında iş görmeye, faaliyet yapmaya başladı. Bu arka planı bilmediğiniz zaman sanki IŞİD son bir iki sene içinde çıktığı düşünülebilir. Son adı Irak Şam İslam Devleti olarak yakın dönemde, geçen sene 2013’te çıktı. Ancak Irak İslam Devleti adıyla doğuş şartları 2003’tür. Bütün bu aktörler burada ciddi sorumluluk sahibidir.

TURGAY GÜLER - Özür dilerim. Dışişleri IŞİD konusunda daha rasyonel, daha realist, daha somut değerlendirmeler yapar, bu doğrudur. Ancak bizler olaya şöyle bakıyoruz: Arkasında bir konsorsiyumun olduğunu, birtakım ülkeler tarafından desteklendiğini, bir proje olduğunu, elini kolunu sallayarak bu şekilde orayı işgal et, burayı işgal et, bu hareketinin pek de normal şartlarda mümkün olamayacağını, ama bir hamisinin olduğunu düşünüyoruz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Tabii, bunlar da var. Unutmamak lazım ki, Bağdadi Irak hapishanelerinde uzun yıllar kaldı. Kim, niçin, neden serbest bıraktı; bunu sormak gerekir. Yani uzun yıllar Amerika Irak’ta etkiliyken Irak hapishanelerinde kaldı. Suriye ve Irak hapishaneleri, IŞİD oluştuğu yerler. Yabancı savaşçılar çok sonra gelmedir. Esas IŞİD’i oluşturan iki ana okul, merkez, ne derseniz deyin, biri Irak hapishaneleridir, biri Suriye hapishaneleridir. Suriye hapishanelerinden salıverilen ve eskiden beri de El-Kaide bağlantılı olan unsurlarla El Bağdadi gibi Irak hapishanelerinde olan unsurların birleşmesiyle ortaya çıktı bu. O anlamda 2009 yılında Maliki o zamanki terör olaylarından Suriye’yi sorumlu tutup, Esad rejimini sorumlu tutup orduyu sınıra kaydırmıştı. O zaman biz Irak’la Suriye arasında arabuluculuk yapmıştık. Maliki Esad’ı teröre destek vermekle ve o zamanki adıyla Irak İslam Devleti ve El-Kaide irtibatlı yapılara destek vermekle, hapishanelerinde eğitmekle, kamplarda eğitmekle suçlamıştı. Bu rejimlerin hepsi sabıkalı rejimler. Bu rejimlerin kendileri bu bataklığı oluşturdular ve bu anlamda da Irak’ta ve Suriye’de son dönemde rol alan bütün bu aktörler 10 yıllık birikimde böyle bir bataklığın oluşumundan sorumludurlar.

Şimdi IŞİD’in bu kadar kolay ilerlemesinin sebebi ne şu anda? Askeri güçle ilerleyemez, çünkü Amerika’nın Irak’a verdiği silahlar, o çok güçlü zırhlı altyapı Musul’da IŞİD’in eline geçti. Nasıl geçti? Birkaç saat içinde neredeyse 55 bin, 60 bin civarında Irak askeri Musul’u terk edince bütün Irak ordu malzemesi al da kullan der gibi oraya geçti. Kılıçdaroğlu’na sorsanız ya da Türkiye’deki muhalefete, bütün bunlardan Türkiye sorumludur. Onlar hem BAAS rejiminin bunları Suriye’de hapishanelerde ve kamplarda eğitmesinden sorumlu olduğunu göz ardı etmek istiyorlar, hem de bu bölgede istikrardan en fazla istifade edecek ve istikrarsızlığı hiçbir zaman istemeyecek olan Türkiye’ye bu faturayı kesmek istiyorlar. Şimdi Başkonsolosluğumuza yönelik baskın ve arkasında yaşanan olaylara baktığımızda da, aslında bütün bu etkileri görebilirsiniz.

Dün benimle ilgili gensoru verdiler. Açıkçası gerçekten üzüntü verici. Son birkaç yıl içindeki kaçıncı gensoru olduğunu ben de unuttum. Bütün bu kriz ortamından aslında bir siyasi rant toplamaya çalışıyorlar.

Utanmadan iki aydır, gerçekten bu ifadeyi hicapla kullanıyorum ama kullanmak zorundayım, “Bayramdan önce salıverilecekler, çünkü bu bütün bir senaryo. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan’a avantaj sağlamak için bir kahramanlık şovu yapacaklar. Olmadı, cumhurbaşkanlığı seçiminden önce olacak” diyorlar. Neden diyorlar bunu biliyor musunuz? Olursa bizim ailelerine bu kardeşlerimizin kavuşmasını bile sevinme imkanı tanımadan suçlayacaklar, bakın danışıklı dövüştü diye. Olmazsa, bana verdikleri gensoruyla beni yıpratacaklar.

Aslında tam da şimdi soru sorma vakti. Neden Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken bu olaylar yaşandı? Bir ülkede böyle durumların hemen sonrasında ulusal birlik olur. İran devrimi sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nde diplomatları uzun süre Tahran’da tutuldu. Uzun bir süre, neredeyse iki yıla yakın. Ancak Amerika Birleşik Devletleri’nde bu konuda bir ulusal birlik bilinci oluştu. Onlara zarar verecek hiçbir söylem geliştirilmedi. Yakın dönemde Libya’da Ürdün Diplomatı, Büyükelçisi kaçırıldı. Hiçbir Ürdün basınında onlara zarar verecek bir şey çıkmadı. Amerikan Büyükelçiliğine baskın yapıldı. Böyle durumlarda ülkelerde bir ortak akıl ve ortak vicdan harekete geçer. Bunlar bir siyasi rant için kullanılmaz.

Şimdi bilgi vermedi diyorlar. Olay olur olmaz ertesi gün ben New York’tan acilen döndüm. Aynı gün liderleri ziyaret ettiğimde bilgi verdim. Kılıçdaroğlu’na, Sebahat Tuncel’e ve Bahçeli bugün meşguldü. Onlara bilgi verdim.

TURGAY GÜLER - Çok özür diliyorum, yüz yüze geldiniz değil mi Kılıçdaroğlu’yla?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Tabii.

TURGAY GÜLER - Bu meseleyi konuştunuz ve gerekli bilgiyi verdiniz. O görüşmede ne dedi size?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Çok ilginç, Kılıçdaroğlu bugün de onu söylüyor. “Sayın Bakan geldi, haritayı açtı ve anlattı. Bırakın bunları dedim” diyor.

TURGAY GÜLER - Dedi mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Hayır canım…

TURGAY GÜLER - Bir kere bu nezaket kurullarına uymaz...

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Nezaket dışı. Baş başa yaptığımız bir görüşmede, Dışişleri Bakanlığı’ndan konuyla ilgili iki arkadaşım, iki eski büyükelçi, Faruk Loğoğlu ve Osman Korutürk vardı. Tabii ben haritayla anlatacağım. Başkonsolosluğumuz şurada, buradan alındılar buraya götürüldüler, şu anda şuradalar, konumları şu, pozisyonları bu. Objektif verileri vereceğim. Ne dememi istiyor benim? Bunları vereceğim. Bilgi vermedi ifadesinin arkasında, demek ki kendi genel başkanlarını adam yerine koymuyorlar ki bu partiler, benim bilgi vermediğimi iddia ediyorlar. Neden peki genel başkanı ilgilendirdim? Çünkü gensoru gününü de göreceğiz, genel başkanlar olmuyor orada. Birkaç tane kriz çıkarmak üzere görevlendirilmiş tabiri caizse çığırtkan oluyor. O Meclis salonunu bilgi almak saikiyle değil, daha önce gensorularda gördük, beni, AK Parti’yi, Başbakanımızı yaralamak, itibar kaybına uğratmak saikiyle bas bas bağıranlar dışında kimse olmuyor. Biz Başbakanımızla geldiğim zaman düşündük. Gerçekten bilgi istemişlerse, gerçek bilgi genel başkana verilir. Kılıçdaroğlu deseydi ki, ben 10 tane arkadaş istiyorum, bütün grubu getirseydi, bütün gruba anlatırdık. Ancak bir siyasi yıpratma aracı olarak böyle insani bir konuyu kullanırsanız bunun vebali büyüktür. 46 konsolosluk görevimiz, 3 tane de yerel personel var. O yüzden de 46 mı, 49 mu tartışılıyor. 3 tane de yerel personel var, onlar daha serbest hareket edebiliyorlar. Ancak bu kardeşlerimizin aralarında hanım da var, bebek de var. Biz her gün onların acaba ne şartlarda olduğunu düşünerek yaşıyoruz. O günden bugüne gece ve gündüz tek bir dakikamız yok ki onlardan ayrı olsun. Şimdi onlara zarar verecek bir üslubu bizden nasıl beklersiniz?

Bütün bu krizler içinde bizim vazgeçmeyeceğimiz ilk ilke, insan hayatıdır. Onların hayatına zarar verecek, riske edecek hiçbir şeyi biz yapmayız. Şimdi bizi buna zorluyorlar. “Niye şunu söylemiyorsunuz, niye şöyle demiyorsunuz?” diyorlar. Peki dediğimizde olabilecek sonuçları birlikte göğüslemeye hazır mısınız? Hayır. O sonuçlar olsun istiyorlar ve ondan sonra biz yine yıpratılalım istiyorlar.

Emin olun, eğer bugün o kardeşlerimizin güvenliğine halel getirecek bir husus olsa bütün mevkileri ve makamları terk ederiz. Hiçbir şey gözümüzde görünmez. Biz böyle bir bilinçle ve böyle bir sorumluluk duygusuyla bakarken “Cumhurbaşkanlığı seçimi için şov yapacaklar” diyor. Akıl, mantık bunu götürür mü? Allah muhafaza, peki biz öyle tuttuğumuzda bir serseri kurşun, serseri mayın onlara zarar verse bu şov neye döner? Hiçbir siyasi lider, ahlaki olarak zaten böyle bir şey zihnimizin köşesinin köşesinden geçmez de, hadi sizin ahlakınız böyle bir şeyi düşünmeye el veriyor, bizim ahlakımız yapmaya el vermez. “Bu terör örgütüyle işbirliği yapıyorlar” söylemi Kılıçdaroğlu’nun ve başkalarının akıllarına yatıyor. Demek ki kendileri bu pozisyonda olsalar böyle bir planlama yapacaklar. Peki, bunun bir mantığı var mı? Bunun getireceği risk, getireceği olumlu getiriden çok daha yüksek değil mi? Bir siyaset nasıl böyle bir riski alır?

Bunu niye yapıyorlar biliyor musunuz? Her halükarda bizim kaybetmemizi istiyorlar. Kurtulanlar gelirler ise, ki kim ne derse desin bir dakika önce kurtarma imkanı varsa bir dakika önce kurtarırız, “Bakın işte bir dizayndı bu” diyecekler. Gelmezlerse gensoruyla vuracaklar. Bu nasıl bir tutarsızlık, bu nasıl bir ahlaksızlık? Ahlaksızlıktan kastım, ahlaki, etik olmayan bir tavır. Nasıl oradaki kardeşlerimizin, canlarımızın hayatını riske edecek bir üslubu takınıyorsunuz? Nasıl kendi Hükümetinize ve kendi devletinize böyle bir şeyi reva görüyorsunuz?

Bakın, gerçekten saygıyla anıyorum. Biz 2011 Şubat’ında bu Hükümet, bu Dışişleri Bakanlığı kadrosu; 15 bin vatandaşımızı, 10 bin de yabancı ülke vatandaşını, 25 bin kişiyi 10 gün içinde Libya’dan çıkartan kadrodur.

İki pilot eşi, kahraman iki eş birkaç ay beklediler. Onlardan tek bir şey rica ettik: “Ne olur bu süre içinde bunu mümkün olduğu kadar sakin bir şekilde karşılayın”. Söz verdiler ve vakarla beklediler. Çünkü bizim zaten ona çalışmakta olduğumuzu biliyorlardı.

Bir vatandaşımız Sertaç Dikilitaş. Adanalı. Bir buçuk yıl Afganistan’da. Biz onu dağ dağ takip ettik. O güzel Anadolu insanı, Adanalı o aileye de sadece “Aman bunu gündeme getirmeyin ki rahat çalışalım” dedik. Devletlerine güvendiler ve elhamdülillah Sertaç Dikilitaş ailesine kavuştuğunda, emin olun bu vatandaşlarımız bu muhalefet liderlerinden, muhalefet temsilcilerinden çok daha bilinçle hareket ettiler. Her birine teşekkür ediyorum. Devletlerine güvendiler ve makul olanı yaptılar.

Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bana istedikleri zaman gensoru verebilirler. Bu meseleyi çözelim, her gün gensoru versinler. Her gün hesap vermeye hazırım. Ancak oradaki kardeşlerimizin bu tartışmalardan nasıl etkileneceğini düşünemiyorlar mı? Bunu hesap etmiyorlar mı? Ediyorlar, ama zarar görsünler istiyorlar. Zarar görsünler ki biz de zarar görelim. Onlara bir şey olsun ki biz yıpranalım. Bunlar emin olun bizim yıpranmamız için, bu ülkeyi yakacak kadar bir zihniyet sapmasına, bir akıl tutulmasına gidiyorlar. Bunu nasıl yaparsınız? Defaatlerce gensoru verdiniz, ben de defaatlerce çıkıp kendimi savundum. Yine verin. Bu meseleyi halledelim, o kardeşlerimiz sağ salim gelsinler, her gün gensoru verin. Ne hesap vermek gerekiyorsa… Biz hesaptan kaçmayız. Fakat burada bir iyi niyet yok. Bir basiret ve vicdani bir tutumla onları düşünen bir yok.

Tamamıyla, zamanlamaya dikkat ediniz. Gensoruyu Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce veriyor, gündeme getiriyor. O zaman onların mantığıyla sormak gerekmez mi? Demek ki siz Türkiye’de birtakım siyaset dizaynı yapmak isteyenlerle işbirliği içinde bütün bu projeleri yürütüyorsunuz. Bütün bunların arkasında onlarla işbirliğiniz var desek haksız olur mu?

TURGAY GÜLER - Bir molaya…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Güzel şey şu, en azından bunu paylaşmak isterim: Başkonsolosluk mensuplarımız sürekli olarak yakından bütün birimlerimizle, güvenlik birimlerimizle takip ediliyor. Sağlıkları, sıhhatleri konusunda elhamdülillah olumsuz bir gelişme yok. Şoförlerimizi haftalarca beklemiştik, ailelerine kavuştu. İnşallah bir gün bu kardeşlerimiz de ailelerine kavuştuğunda bizim için o gün bayram günüdür Allah’ın izniyle.

TURGAY GÜLER - Bir mola gideceğiz ama gitmeden önce şunu söyleyeyim: Bu sorumsuz muhalefet anlayışı eleştirilmeli. Hiç değilse bir fidye filmi, Hollywood yapımı bir fidye filmi izleseler işte bu tür durumlarda nasıl tavır alınması gerektiğini oradan anlayabilirler.

Mola, dönüşte buradayız.

(Reklam Arası)

TURGAY GÜLER - Evet, yeniden birlikteyiz, kaldığımız yerden devam ediyoruz. Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu stüdyo konuğumuz.

Şimdi bu son bölümde Gazze meselesine isterseniz Gazze meselesine girelim. Bugün akşam saatlerinde önemli bir gelişmeyi duyduk bu hava köprüsüyle ilgili, onun detaylarını isterseniz paylaşın bizlerle. Bu hava köprüsü yaralıları taşımak için ne durumda?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Şimdi biz Gazze’de olaylar başlamasından itibaren, daha önceki tecrübelerimizde de artık gelişmesi muhtemel olabilecek şeyleri düşündüğümüz için, çalışmalarımızı üç ana eksene oturttuk.

Birisi, bu zulmü durduracak şekilde bir uluslararası kampanya ve uluslararası bir diplomatik faaliyet içine girmek. Nitekim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırdık. İslam İşbirliği Teşkilatı’nı acil toplantıya çağırdık. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ni toplantıya çağırdık. Açıkçası şu ana kadar en önemli netice Birleşmiş Milletler İnsanları Konseyi Cenevre’den aldık. Orada Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi 5 üyesi olmadığından kabul edilen karar tasarısıyla kararlar çok daha kolay çıkabiliyor. İsrail’in savaş suçlarıyla ilgili olarak, Gazze’de işlediği savaş suçları çerçevesinde bir soruşturma yapılması karara bağlandı. Bu çok önemli bir gelişmeydi ve İsrail üzerinde olağanüstü bir etki yaptı. İslam İşbirliği Teşkilatı da gelecek hafta tekrar toplanacak. Ben de inşallah 12’sinde katılacağım.

İkinci alan, ateşkesi temin etmek üzere yoğun bir çabaya girmekti. Nihayet, ateşkes olmadan başka herhangi bir şey yapmanız zorlaşıyor ve her gün can kayıpları oluyor. Burada da Türkiye, Katar, Hamas, Amerika Birleşik Devletleri, Filistin yönetimi arasında Başkan Abbas’ın İstanbul ziyareti sonrasında çok ciddi bir mekanizma kurduk. Dikkat ederseniz ilk anda Mısır mahreçli olarak bir ateşkes teklifi oldu. Hamas bunu kabul etmedi. Niye kabul etmediğini doğru okumak gerek. Sonra bizim geliştirdiğimiz ateşkes planını Sayın Kerry taraflara sundu. Bu sefer de Filistin kabul etti, İsrail kabul etmedi. Sebebi şu, iki ateşkes arasında şöyle bir ayrım var: İsrail önü açık ve nihai kertede kendisini herhangi bir bağlayıcılığı olmayan bir ateşkes istiyor. İstediğim zaman ben vururum diyor. Vurduktan sonra işim bitti mi ateşkes ilan ederim ve yeni bir statüko oluştururum. O statüko içinde o ateşkes kalır. Tabii bu Filistin için büyük kayıp anlamına geliyor. 2012’de açılan kapıların kapanması - ki zaten kapanmıştı - iyice kapanması anlamına geliyor. 2011 anlaşmasının geçersiz olduğu anlamına geliyor. Hamas, Filistin’de öyle bir ateşkes olsun ki sürdürülebilir olsun, bir şekilde ambargo kalksın, liman açılsın, kapılar açılsın diyor. Bu iki talep arasında birinci tur ateşkesi tabii Filistin tarafı dedi. Biz bu açığı kapatmak için günlerce çalışarak iki tarafın da taleplerini göz önüne alan bir ateşkes planını sunduk. Bu da daha kapsamlı bir ateşkesti. Bunu İsrail reddetti. Türkiye’nin ne kadar etkin olduğu konusunu sorgulayanlara açısından söylüyorum, İsrail bu yolla ambargonun kalkacağını gördü ve Türkiye de bazıları olayları yakından takip etmediği için, bu planı herkesle görüşerek Türkiye, Katar, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlarıyla yaptığımız yoğun telefon diplomasisiyle hep beraber Sayın Kerry bunu sundu. O yüzden de İsrail basınında büyük bir eleştiri aldı. Çok yoğun bir eleştiri aldı.

Şimdi Paris’teki görüşmelerimizin sonrasında İsrail bunu reddedince bu sefer biz insani ateşkes planı üzerinde durmaya başladık. Geçici bir ateşkes olursa İsrail’in işine yarıyor. Çünkü yeni statüko Filistinlilere bir şey vermiyor. Kalıcı ateşkes olursa İsrail bunu kabullenemiyor. Çünkü orada ambargonun kalkması gerekiyor. O zaman biz insani ateşkes için çalışalım dedik ve yine yoğun bir tempoyla bunun üzerinde durduk. Önce 12 saatlik bir insani ateşkes sağlandı. Daha sonra İsrail bunu ihlal etti. Geçen hafta günü 3 günlük bir ateşkes sağladık. Bunun sağlanması için arkadaşlar istatistikleri getirdi. 128 telefon görüşmesi yapmışım. 40’ı Kerry’le, 50’si Katar Dışişleri Bakanı ile. Bir ay içinde Sayın Kerry’le yaptığımız telefon görüşmesinin toplamı 40. Bu belki 40 senelik Türk-Amerikan ilişkilerinde 1960’tan, 2000’e kadarki dönemde sadece Gazze için bir ay içindeki telefon trafiği toplamda bu kadar yoktur. Kerry de bir an önce olması için bu konuda ciddi çaba sarf etti. Üçlü telefon görüşmeleri, 12 kadar Halid Meşal’le, Mahmud Abbas’la görüşmeler ve nihayet geçen Cuma bu ateşkes ilan edildi. Ancak İsrailliler bu sefer bir askerlerinin kaçırıldığı iddiasıyla ateşkesi ihlal ettiler. Sonra o askerin çatışmada öldüğü ortaya çıktı. O yarım kalan ateşkes için taraflarla tekrar görüşmeler yaptık. Mısır’da heyetler bulunduğu için o heyetlerin görüşüne istinaden Mısır’ın da devreye girmesiyle 3 günlük ateşkes, dün sabah itibariyle başladı ve şu ana kadar da bir ihlal olmadı. Çünkü bir taraftan da İsrail güçleri çekilmeye başladı. Bu sağlanınca bizim için üçüncü bir alan, yani uluslararası baskı, diplomatik çabalar, ateşkesi temin etmeye dönük çabalar başladı. Üçüncü alan ise en başında insani yardım alanı.

TURGAY GÜLER - Bu araya Mısır yönetimini, Sisi’yi meşrulaştırmaya çalıştılar. Bunun üzerinden bir meşrulaştırma gayreti olduğunu zannediyorum.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Bu oldu. Oldu ama nihayet Başbakanımız en başından itibaren Sayın Abbas’a söyledi ve biz bütün taraflara söyledik. Gazze söz konusu olduğunda, Filistin söz konusunda biz başka hiçbir hesap görmeyiz. Kim kredi alırsa alsın, kim itibar alırsa alsın, kime bu fayda getirirse getirsin, biz sadece ve sadece insan kanının durması için çaba sarf ederiz. O bakımdan defaatlerce söyledik. Biz bu anlamda Mısır’la bir rekabet ilişkisi içinde değiliz. İsrail dışından Gazze’ye tek komşu ülke Mısır. Dolayısıyla, birçok yerde Mısır’ın devrede olmasından daha doğal bir durum yok. Bazı yazarlar Mısır’ın katkılarını ateşkes destek beyanımızda bulunduğumuz için daha sonra niye bunu söylenmedi diye istismar ettiler. Biz birincisinde söylemiştik. İkincisi zaten, birincinin devamıydı. Burada hiçbir zaman bir hesap içine girmedik. Filistin davası söz konusu olduğunda hiçbir başka hesabın karşılığı olmaz.

Bu üçüncü alanda, insani yardım alanında, Türkiye zaten hiçbir zaman dışarı çıkmadı. Önce TİKA, Kızılay, AFAD daha savaşın ilk günlerinde Gazze içinde alandan satın alarak gıdaları halka dağıttı. O kapı kapandığında Doğu Kudüs’te daha önce de irtibat halinde olan Filistinli tüccarlardan alarak Gazze içine gönderdik. Mesela bir gün, Halid Meşal bir telefon görüşmesinde dedi ki “Şu anda bana haber geldi, hiç mazot kalmamış. Dolayısıyla Gazze’de hastaneleri çalıştıramıyorlar. Jeneratörleri derhal bir şey yapar mısınız?” Hemen o anda Kudüs Başkonsolosluğumuza 1 milyon dolar civarında nakit transfer ettik. Kudüs Başkonsolosluğumuz bunu piyasadan satın aldı. Oradaki jeneratörler Türk mazotlarıyla çalıştı. Bunu halkımızın bilmesi gerek. Her gün böyle bir tweetle ya da bir sözle ya da bir gösteriye katılmakla mesele çözülmüyor. O andan itibaren, o mazotla Gazze hastaneleri çalıştı. Bugün bir gazetede Gazze’ye neler yapıldı diye bir yazıyı gördüm, üzüldüm. Halbuki kardeşlerimiz, vatandaşlarımız takip etseler, Türkiye’nin Gazze’ye yaptıklarının sınırı yoktur.

TURGAY GÜLER - Hamas ne diyor, Halid Meşal ne diyor bu yardımlarla ilgili?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Halid Meşal, son 12 yıldır Türkiye’nin yaptıkları ne zaman gündeme gelse sadece gözleri yaşarıyor ve teşekkür ediyor. Katar’a gittiğim zamanki son görüşmemizde neredeyse gece boyu biz ona önce bu ateşkes planını verdik. Bir taraftan da Kerry İsrail tarafına verdi. Bir de ben bunu Paris’te muhatabım Dışişleri Bakanına anlattım. Öyle bir hava içinde konuşuluyor ki Halid Meşal ne derse olur, o zaman ateşkesi kabul etsin deniyor. Halbuki İsrail’deki demokrasiden neredeyse daha yaygın bir demokrasi ve zor bir demokrasi Filistin tarafında var. Halid Meşal otoriter bir rejimin Başkanı değil. Önce kendisiyle beraber olan Hamas yöneticilerini ikna edecek, sonra Gazze içinde daha yıllardır kendisiyle yüz yüze temas kuramamış olan Gazze’deki yetkilileri ikna olacak, oradaki askeri kanat ikna olacak. Sonra bütün diğer Filistinli gruplar ikna olacak. Sadece Hamas yok Gazze’de. İslami Cihat dahil birçok grup var.

TURGAY GÜLER - Çocuğunu kaybetmiş olan anne ikna olacak, baba ikna olacak.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Anne, baba ikna olacak tabii. Şimdi Halid Meşal’in üzerindeki sorumluluğu düşünün, yoksa kolay bir şey değil. Biz o planı verdikten sonra “Biz size güveniyoruz. Siz ne derseniz deyin bizim için hayır olacağına inanıyoruz. Ancak müsaade ederseniz ben 4 saat süre verin ben içeriyle irtibat kurayım” diyor. İçeriyle irtibat dediği de öyle hemen telefonu açıp rahat konuşulabilen bir durum değil. Hem Gazze’yle irtibat kuracak, hem Beyrut’ta olan bir liderle irtibat kuracak. Zor bir süreç... Onun için telefon diplomasisi bu kadar uzun sürüyor. “Niye bu kadar çok konuşuluyor?” deniyor. Çünkü yeni bir şey gündeme geldiğinde bir daha üçlü telefon görüşmesi yapıyorsunuz.

TURGAY GÜLER - Çok özür diliyorum. Bir de “Oldu canım bombalayacaksın, yüzlerce insanı öldüreceksin. Hayır, sonra bunu kabul et. Oldu-bitti.” Böyle bir şey yok yani.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Ben daha önceki 2009 sürecinde devredeydim. O zaman Halid Meşal Şam’daydı. Bir haftamı Kahire’de ve Şam’da, Hamas yetkilileriyle gece gündüz geçirdim. Bazıları Gazze’ye davası konusunda çok kolay ahkam kesiyorlar. Bu konularda ancak bunun içinde olan, verilen emeğin ne olduğunu bilenler bilir. Bunu Halid Meşal çok iyi bildiği için, elhamdülillah ki Türkiye var diyor. Şucaiye semtine yapılan baskın sonrasında oraya gittiğimde ona anlattım. Şucaiye’nin son adının kahramanlar, cesurlar mahallesi veya semti olarak anılmasının sebebi olarak oradaki “Son Osmanlı askerinin son neferine kadar direnmesi hikayesidir” diye anlattığımda ekibiyle birlikte gözleri doldu. “Şimdi sadece onların torunları bizimle beraber” diyor. Şimdi onun hissi boyutu var, bunun diplomatik boyutu var, rasyonel olması gereken boyutu var. Bütün bu açıları hissedeceksiniz. Ancak bir an önce de ateşkesi sağlayacaksınız, rasyonel düşüneceksiniz. Bu süreç devam ederken yardımlarımız hep sürdü.

Dün de ben saat 11 civarı tekrar Halid Meşal’le konuştum. “Nasıl gidiyor ateşkes?” dedim. Çok iyi gidiyor dedi. “Gereken ihtiyaçlar var, insani yardım için taleplerimiz var.” dedi. Hemen harekete geçtik. Bütün kurumlarımıza kim neler yapabilecekse yapacak diye talimatlar gitti. Akşam Sayın Abbas’la konuştum. “Yaralıları biz almak istiyoruz” dedim. “Ben Mısır’la konuşayım” dedi. Filistin yönetimi devreye girdi. Kerry’le yaptığımız müzakerede İsrail tarafına da bizim en önemli talebimizin ateşkes olduğunda Türkiye’nin yardımlarına engel çıkartılmaması olduğunu söyledik. İsrail’in de bu konuda verdiği söz var, taahhüt var. Şimdi bugün buraya gelmeden önce bütün ilgili kurumlarımızda birkaç saat süren bir koordinasyon toplantı yaptık. O koordinasyon toplantısında önce yaralıların gelmesi için gerektiğinde ambulans uçaklardan oluşan bir hava köprüsü kurmanın çabası içindeyiz. İki tarafa da başvurduk: Mısır tarafına da, İsrail tarafına da.

TURGAY GÜLER - Sıkıntı var mı orada?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU – Var, kolay değil. Açık bir şekilde tabloyu ortaya koymak gerekirse Mısır tarafında El-Ariş yakını iki sıkıntı var.

Birincisi Gazze’nin içinden havaalanlarına intikal. Yeteri kadar kara ambulansın olup olmadığı. Çünkü bunların birçoğu tahrip edildi. Bizim için almak, getirmek ve tedavi etmek bir sorun değil. Ben Sağlık Bakanımızla konuştum. “Her şeyi çok rahat yaparız” dedi. Bugün Sağlık Bakanlığımızdan bilgi aldım. İlk aşamada 200 civarında ambulans uçağımız var.

TURGAY GÜLER - O operasyon yapılır.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Yapılır, ama burada iki husus önemli. Bir, Gazze içinden havaalanına yaralıların, bunların çoğu ağır yaralı, intikali. İki, o ülkelerin bize bu havaalanlarını açması. O ülke dediğimiz İsrail ya da Mısır. Şimdi bunların çabası içindeyiz. Açarlarsa çok kısa sürede, 3 gün içinde takriben 200’e yakın ağır yaralı durumunda olanları getirip tedavi altına alabileceğiz. İnşallah bu izin engeli aşılır. Diğer konuda da sonrası için ise bugün yine konuştuk, detaylı bir şekilde masaya yatırdık: Orada süratle bir sahra hastanesi inşa etmek, buradan tecrübeli doktorlarımızı göndermek ve orada bu yaralıları tedavi etmek. Eğer bu hava köprüsünü kuramazsak, bir engel çıkarsa süratle doktorlarımız ve Sağlık Bakanlığı ekiplerimiz oraya intikal edecekler. Orada da önemli olan yarın bitecek olan bu 72 saatlik ateşkesi tekrar uzatmak. Bu arada Kahire’de görüşmeler devam ediyor. Bunu da yakından takip ediyoruz. Ümit ederiz İsrail çekilir. Belli bir tansiyon düşmesi var. Bu ateşkesin uzaması durumunda inşallah yaralıları tedavi edeceğiz. En önemli konu, dün Sayın Abbas da onu rica etti: su ve elektrik. Şimdi elektriğe daha çok jeneratör gönderip mazot takviyesi mi yapacağız, denizden bir elektrik aktarımı mı yapacağız bunun çalışması içindeyiz. Elektrik gitmeden hastanelerin çalışması zor.

TURGAY GÜLER - Cevabı zor bir soru da şu: “Tüm bunlar İsrail’in yanına kar mı kalacak?”

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Kalmayacak, kalmıyor da. Bakın bu üç savaşı da gözleyerek değil alandan her an bilgi alarak içinde yaşadım; 2009-2012-2014. İsrail’in en fazla zayiat verdiği, uluslararası alanda en fazla yıprandığı, kendi iç siyasetinde en fazla eleştiriye maruz kalıp içeride bir travma yaşadığı savaş bu savaş oldu. İlk defa füzeler her bir şehre ulaştı. Tel Aviv havalimanı neredeyse kapandı. Uçuşlar durdu, askeri kayıplar oldu. Bu da şunu gösteriyor: Ben bunu defaatlerce ve Paris’te yapılan toplantıda da söyledim. Çok açık bir şekilde bir Dışişleri Bakanı, Hamas terör örgütü terörden vazgeçerse işler kolay olur dediğinde ona ifade ettim: “Hamas terör örgütü değil, işgal altındaki topraklarda bir ulusal kurtuluş hareketidir. O işgal bitmedikçe bugün Hamas gitse yarın başka bir isimle gelir ama Filistin onurlu bir halktır ve bu halk direnir. Hiçbir şey direnmeye kararlı bir halktan daha kuvvetli, güçlü değildir. İsraillilere söyleyin bu halkın haklarını göz ardı ederek barış bu bölgede ihdas edilemez. Filistin halkı hak ettiği her şeyi elde etmedikçe bir barış ortamı kolay kolay kurulamaz.” Yani öyle bir şey var ki, İsrail’in güvenlik ihtiyacı karşılansın. Peki, Filistinlerin güvenlik ihtiyacı nasıl karşılanacak? F-16’ları durdurabilecek misiniz? İsrail’in o en gelişmiş tanklarını durdurabilecek misiniz? İsrail’in kendini koruması için belli mekanizmaları var. Peki, Filistinlilerin kendilerini koruma hakkını kim teminat altına alacak? Artık bu sorular daha çok soruluyor. Bakın kahraman bir hanım, Varesa Hanım - ki şahsen tanırım. Daha önce de İngiltere’de çok görüşmelerimiz oldu. Hükümetin tutumu sebebiyle istifa etti. Çünkü artık Müslümanlar bu toplumlarda Yahudi diasporası kadar etkili olmasa da etkililer, sesleri çıkıyor. Pakistanlı bir hanımefendidir. Kendinden emin, özgüveni yüksek, yakın temasımız olan bir hanımdır. Her görüştüğümüzde de bunu hissedersiniz. Bir İngiliz milletvekili olarak davranır, İngiliz Bakan olarak da anılır, ama bir taraftan da bir vicdan sahibi bir insan olarak davranır. Şimdi bunların da oluşturduğu bir geniş halka var. Norveçli bir doktorun sergilediği o hissi tutum o kadar insani bir tutum ki, Müslüman, Hıristiyan hiçbir ayırım olmaksızın, etkilenmemek mümkün değil.

Çarpıcı olan şu Turgay Bey: 2002 yılıydı, ben o zaman akademik hayattayım, tam Cenin’de bu olaylar olduğunda bir uluslararası toplantı için Washington’daydım. Arka arkaya iki gösteri yapıldı, birisi İsrail’i destekleyen gösteri, diğeri de Filistin’i destekleyen gösteri. İsrail’i destekleyen gösteride neredeyse tek renk beyaz Amerikalılar ve İsrail kökenli Yahudiler vardı. Filistin gösterisinde zencisi, beyazı, Afrikalısı, Uzak Doğulusu neredeyse bütün bir küresel toplum Washington’da oradaydı. O zaman bir yazı yazdım. Bir tarafta küresel vicdan var, bir tarafta hegemonik bir güç anlayışı var. Bu, bunun karşısında ne kadar direnebilir?

2006 yılını hiç unutmamak lazım, Turgay Bey. Şimdi hatırladığımda bir asır geçmiş gibi geliyor. 2006 başında Hamas’a, Filistin’e dönük büyük baskılar var. Hamas Lideri Halid Meşal, şimdi benim bu televizyonda Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olarak görüştüm diye, rahatlıkla konuştum ve dünya da “Aman Türkiye konuşsun da bir şekilde bir ateşkesin önü açılsın” diye bize davette bulunduğu, teşvikte bulunduğu Halid Meşal’in Türkiye’ye ilk geldiği günü hatırlıyorum; nasıl bir terör estirilmişti. Başbakan görüşecek mi? O zaman Dışişleri Bakanımız Abdullah Bey’di. Görüştüğümüz yerin etrafını basın sardı. Sonra görüşmeye Başbakan Başdanışmanı olarak ben devam ettim. Ertesi gün Türkiye’de amiral gazete diye bilinen gazete ve onun genel yayın yönetmeni benim boy resmimi bastı. Bir memurum ben, başdanışmanım. Boy resmim Hamas’ın ardından da o çıktı diye şu anda da aynı muhalefeti sergileyenler, bu kara kampanyayı bize karşı sürdürenler o zaman bunu yapanlardı. Ben onun için kimlerin bize niçin karşı olduğunu biliyorum, ama halkın da niçin bizim yanımızda olduğunu biliyorum. Emin olun ondan sonra ben o güne kadar koruma istemedim. Arkadaşlar, Başbakanlık Müsteşarlığı artık hedef gösterildin dediler. Uzun süre ben bir koruma, bir polis almamaya direndim çünkü özgürlüğümüz kısıtlanıyordu. Rahat hareket etmek, rahat kitapçıya gitmek, gelmek gibi… O sırada üniversitede ders de veriyordum. Şimdi onu yapan insanlar...

TURGAY GÜLER - Kim adına yaptılar değil mi bunları?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Kim adına yaptılar? Şimdi ve o zaman da CHP bunu gündeme getirdi. “Siz bir terör örgütüyle nasıl toplanırsınız?” diye İsrail ağzıyla konuştular, Filistin ağzıyla konuşmadılar. O günden bugüne geldik. Bakın ben şimdi Başdanışman da değilim. Dışişleri Bakanıyım ve hiç kimseden çekinmedim. Kınayanın kınamasından çekinmeden, Paris’teki toplantıda dışişleri bakanına diyorum ki; “Hamas terör örgütü değildir, toprakları işgal altında olan onurlu bir halkın direnişidir.” Şimdi tabii ki bize yine saldıracaklar. Saldıran bu sebeple saldırsın, eyvallahımız yok. Biz Filistin halkının yanında olduk, olmaya devam edeceğiz. Şimdi herkes bana soruyor: “Halid Meşal’le konuştunuz mu, durum nedir?” Bizi benimseyen basında soruyor ve ilginç bir şekilde CHP milletvekilleri veya diğerleri Gazze’ye gitmek için sıraya giriyorlar. Çünkü gördüler ki bu halkın kalbine girmenin yolu Gazze’den geçiyor, Kerkük’ten geçiyor, Erbil’den geçiyor, unuttukları yerlerden geçiyor.

TURGAY GÜLER - Tarafsızlıktan geçmiyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Geçmiyor. Peki, tarafsızsınız niye gitmek istiyorsunuz? Çünkü şov yapacaklar. İşte bu samimiyetsizlik. Bu samimiyetsizlik ama biliyorum onlar gitseler, aslında gidebilirler de, ama orada gidip görecekleri gerçek şudur: Her bir dükkanın üstünde Türkiye Cumhuriyeti bayrağı, Başbakan Erdoğan’ın resmi. Çocukları çevirseler Tayyip ismi… Biraz sorsalar bizim oraya gidişimizin hatırasını anlatacaklar. O zaman görecekler ki biz bu toprakların her yerinde varız. Hem de 10 yıl gibi kısa bir sürede bu toprakların her yerine bu izi biz bıraktık. 2006’da terör suçlusu diye ilan edilen Hamas’la, Halid Meşal’le görüştüm diye şimdi niye daha çok yapmıyoruz diye soruyorlar. Elhamdülillah sorsunlar, daha çoğunu da yapalım. Ancak samimi olsunlar, İsrail ağzıyla konuşmasınlar. Eğer birisi çıkıp da bütün bu gayretimizden sonra Filistin’de dökülen kandan da Erdoğan ve Davutoğlu sorumludur diyorsa - ki Kılıçdaroğlu dedi - Ortadoğu’da dökülen kandan Erdoğan ve Davutoğlu sorumludur diyorsa ona “Senin aklın da yok, vicdanın da yok, muhakemen de yok.” denir. O dökülen kandan İsrail keskin nişancıları, F-16’ları sorumlu değil, biz sorumluyuz. Suriye’de ölen 300 bin kişiden kitle imha silahı, kimyasal silah kullanan Beşar Esad sorumlu değil; biz sorumluyuz, öyle mi? Irak’ta Sünnileri sistemin dışına atan ve o sebeple IŞİD’in önünü açan Maliki mezhepçi değil biz mezhepçiyiz, öyle mi? Bunlar akıl alacak şeyler değil.

2006 yılında o olaylar olduğunda Lübnan’da savaş vardı ve Hizbullah’ın devrede olduğu o savaşta da biz şu an onların Şii diye gördüğü kesimlerle, Suriye rejimiyle de, İran’la dayanışma içindeydik. Lübnan’daki direnişi de destekledik, Onlar o zaman Sünni miydi? Değil. Biz bu topraklarda kendi onuru için mücadele edenin yanında oluruz, ama zulüm edenin de karşısında oluruz. Zor bir yoldur bu kolay bir yol değil. Kolayı tercih edebilirdik. Oturduğumuz yerden nutuklar atıp, kınama mesajları yayınlayıp bekleyebilirdik. Beklemedik. Aldığımız mesafe, toplumun değişimi aslında bana gurur veriyor.

TURGAY GÜLER - Belki de Türkiye’nin son yıllardaki dış politikası açısından en zorlu dönem. Siz İsrail’le mücadele edeceksiniz, ama içeride sözcüleri var. Bir de dönüp onlarla mücadele edeceksiniz. Siz Suriye’de Esad’la mücadele edeceksiniz, sonra döneceksiniz içeride bir de sözcüleriyle mücadele edeceksiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Sözcüleri eskisi gibi değil. 2006 yılında bu gazete benim haberimi basmıştı. Ertesi gün bir diplomatla bir oteldeydim. Sabah kahvaltısı ediyorum. O zaman beni herkes tanımıyordu. Gazeteyi getirdiler. Garson bir anda o gazetedeki resmi gördü. Bir de bana baktı. Ne diyeceğini şaşırdı. Sanki şaibeli bir adama servis yapıyor gibiydi. Ben, o olduğunda Başbakan Başdanışmanıydım. O zamanlar karşı çıkanlar belliydi. Şimdi ise çok karıştı bunlar, çok karıştı.

TURGAY GÜLER - Belki de karışmadı su yüzüne çıktı.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU – Doğru, çok doğru söylüyorsunuz. Herkes gerçek niyetleriyle su yüzüne çıktı. Maskeleri çıkardılar. Amerika’da İsrail lobisiyle iş tutanlar, Türkiye’de iyi niyetli halkı da istismar ederek belli yerlere gelenler, bu çevrelerin paralelci yapının bizleri nasıl aynı anda hem İran’cı hem de El-Kaide taraftarı göstermeye çalıştıkları bütün yönleriyle ortaya çıkıyor. Filistin konusunda nasıl bir dil kullandıkları açık. Kimlerle iş birliği yaptıkları açık. Şimdi bu anlamda 2006’dan bu yana saflar billurlaştı. Öyle bir şey var ki, Esad rejimine karşı verdiğimiz mücadele açıkken ve İran’ın Esad rejimine verdiği destek açıkken bizi İran'cılıkla suçlayanlar bugünlerde o gazetelerde birinde şunlar sorumludur diye yazıyorlar. İçlerinde İran adına bizi eleştirenler de var. Öyle bir geniş koalisyon tabiri caizse bu Filistin karşıtı cephede oluştu ki, İran o perspektiften bakarak bizi eleştirenler de öbür perspektiften bakarak bizi eleştirenler de bir anda bakıyorsunuz, aynı isim listesinde buluşabiliyor.

TURGAY GÜLER - Bu 28 Şubat söylemine oradan devam ediyorlar. İşte İran'cı vesaire böyle torbaları çıkardılar sandıklardan. Eski Türkiye’nin torbalarını tuttuklarını onun içine atıyorlar.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Bizi bununla itham eden gazetede bütün primini İslamcılıkla yapmış olan bir yazar bizi “Niye İran’la iş birliği yapmıyorsunuz?” diye eleştirdi. Bunun tutarlı bir tarafı olur mu? Suriye’deki kardeşlerimiz katledilirken zalimle yan yana duracaksın. Bu kardeşlerimizin içinde Nusayri de var, Sünni de var, Şii de var, Hıristiyan da var. Komşu olmak hasebiyle, aynı kaderi paylaşan kardeşler olarak Kürt de var, Arap da var, Türkmen de var. O 300 bin insanın hepsi Sünni değil. O kadar saflar billurlaştı ki...

TURGAY GÜLER - Hatırlatma amacıyla araya giriyorum. Eski Türkiye’de Hizbullah terör örgütü, kötüydü hatırlıyorsunuz. Bu yeni Türkiye yolunda hizbul şeytan ifadesi CHP’yi rahatsız etti. Övgüler dizdiler. Hatırlıyorsunuzdur zannediyorum.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU – Tabii. Bunu söyledim diye de ertesi gün bir gazete beni cihadist diye tanımladı. Yine bu çevrelerin gazetesi İngilizce olarak “Cihadistleri savundu” dedi. Halbuki Diyanet İşleri Başkanımızın ve İslam dünyasının Şii, Sünni seçkin ulemalarının huzurunda İslam Ulemalar Birliği’nin toplantısında kavramlarımız kirletiyor dedim. Cihat kavramı İslam medeniyetine özgü bir kavramdır. En deruni ifadesini nefisle cihatta bulur. Onun için bu kavramları yozlaştırmayalım. Yozlaşmasına izin vermeyelim. Ancak aynı zamanda cihat, onur için mücadele etmektir. Özgürlük için mücadele etmenin de adıdır dedim. Ertesi gün gazete İngilizce nüshasında bütün konuşmayı bizi sırf bazı kategorilerle aynı yere koymak için cihadist diye tanımladı. Maalesef bütün bu kavramlarımızı yeniden inşa etmemiz lazım. Kim ne derse desin o kavramlara da bozulmasına, yozlaşmasına izin vermeyerek sahip çıkmak lazım. Bugün hem IŞİD ve benzeri yapılar hem bu kavramları yerle bir ediyorlar, hem de aşırı Şii unsurlar sadece kutsalı kendilerine hasrederek, o kutsal dışındaki kutsalı önemsemiyor. Halbuki bunlar bizim kutsalımız. O bakımdan aslında İslam dünyasında yeni bir zihniyet uyanmasına ihtiyaç var.

TURGAY GÜLER - Şimdi süremiz doldu. Birkaç cümleyle rica edeceğim sizden: Bu cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili yurt dışındaki kullanılan oylar üzerinden bir tartışma var. Az oldu, çok oldu. Bununla ilgili değerlendirmenizi de birkaç cümleyle alırsam.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Gerçekten ben bundan üzüntü duyuyorum. Dün Sayın Başbakanımız da izah etti. Yurt dışında 2 milyon 715 bin civarında seçmenimiz var. Çok büyük çabalar sarf ettik. Emin olun bu benim Dışişleri Bakanlığı döneminde belki de en fazla emek verdiğim ve en fazla da gurur duyduğum süreçlerden biriydi. Çünkü vatandaşlarımız “Biz ne zaman oy kullanacağız?” diye hep sorardı. Bu imkanı sağladık. Ancak, Hükümetin bu kararlılığı ve diplomatik çabaları sonucunda muhatap ülkeleri ikna etmesinin ötesinde Yüksek Seçim Kurulu seçimleri yürütür. Burada valiler seçime ne ölçüde müdahil olabilirlerse büyükelçilikler de o kadar imkan sağlar. Ancak nihai kertede Yüksek Seçim Kurulu süreçleri, yöntemleri tayin eder. Burada randevu sistemine geçilmek istendi. Belki başta niyet olarak disiplinize etmek önemli diye görülebilir. Fakat biz Dışişleri Bakanlığı olarak bundan aylar önce Hükümetimizle de Bakanlar Kurulunda bunu arz ettim. Randevu sistemi vatandaşımıza uygun değil. Randevu sistemiyle insanların oy vermeye teşvik edilmesi çok zor. Çünkü size şu saati verecekler, o saatte bir de bilgisayar bilgi işlem numarası veriyor o da YSK’da. Kesinlikle Dışişlerinde veya konsolosluklarda değil. Bunların hepsi YSK’nın altında. Belli bir günde randevu alamazsanız size tek tek randevu veriyorlar. Hanım bir yerde bey bir yerde olabiliyor, uzak olabiliyor. YSK, randevu sisteminde ısrar edince bari biz de iki günü tamamıyla serbest bırakalım; Cumartesi, Pazar ya da 5’den sonra gelen herkes gece 12’ye kadar oy kullanabilsin dedik. Başkonsoloslukları açık tutalım, büyükelçilikleri açık tutalım yine kullansınlar. Bunun için bakan yardımcımız - ki konsolosluk alanından geldiği için bu konularda gerçek anlamda uzmandır - Sayın Naci Koru teknik alt yapıyı da çok iyi bildiği için defaatlerce YSK’ya gitti bunu izah etmeye çalıştı. Son 1 hafta içinde dahi tekrar konuşuldu, tekrar başvuruldu. Neticede yaklaşık 2 milyon 157 bin seçmenden 230 bin civarında oy kullanıldı, yani yüzde 8,3 katılım oldu. Gümrüklerde ise 151 civarında yüzde 5,4 gibi bir oy kullanma oranı vardı. Dolayısıyla toplamda yüzde 14-15 gibi bir katılım oldu. Tabii bu istediğimiz, arzu ettiğimiz bir oran değil.

Bütün bu tecrübeden de hareketle, biz birkaç hususa önem vermiştik:

Bir; bu esnek olsun, randevu değil, herkes gelebilsin.

İki; taşınırken de oylar uçaklarla, özel kuryeyle taşınsın ki kimse şüphe beyan edemesin. Nitekim o taşınma işlemi de bütün güvenlik şartları sağlanarak temin edildi.

Burada Dışişleri Bakanlığımızın üzerine düşen herhangi bir sorumluluk yok. Biz çok açık bir şekilde herhangi bir düzenlemede her türlü tedbiri alır bu seçimi yaparız dedik. Ancak nihai takdir YSK’nindir. Yüksek Seçim Kurulu’na biz bir şey dayatamayız, sadece teklif ederiz. Nitekim teklifimiz randevu sistemi olsa dahi ekstra serbest günlerle bunu takviye edelim, bunun dışında kalanlar öyle kullansınlar idi.

Yalnız şunu da ifade edeyim: Diğer ülkelere de biz biraz baktık. Diğer ülke seçimlerinde yurt dışında kullanılan oylar da o yüksek olmuyor. Yani bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. Vatandaşlarımızın siyasal bilinçsizliğiyle de bunu ilişkilendirmemek gerek. Başka ülkelerin diasporalarının kullandığı oylar da yüzde 15-20 civarında oluyor. Yani öyle yüzde 50’lik, 60’lık katılımlar olmuyor. Çünkü o şartlar kolay sağlanabilir şartlar değil. Amerika Birleşik Devletleri’nde kaç yerde açabilir? Yani Türkiye’de oy kullanmak gibi değil.

TURGAY GÜLER - Çok teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Ben teşekkür ederim.

TURGAY GÜLER - Bu akşam bize gerçekten önemli bilgiler verdiniz. Yolunuz açık olsun.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Teşekkür ederim.

TURGAY GÜLER - Herkese iyi geceler, hoşça kalın.