Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 (İskele Sancak) Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 7 Ağustos 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Ülke TV’ye Verdikleri Özel Mülakat, 6 Ağustos 2014, İstanbul Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT Türk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 26 Temmuz 2014, Paris Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün'e Verdikleri Özel Mülakat, 24 Temmuz 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 24 Televizyonuna Verdiği Özel Mülakat, 20 Mart 2014, Konya Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT 1 Televizyonunda Yayımlanan "Enine Boyuna” Adlı Programda Verdikleri Özel Mülakat, 2 Mart 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün’e Verdikleri Özel Mülakat, 9 Şubat 2014, Karaman Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV/CNBC-e Televizyonlarına Verdikleri Özel Mülakat, 23 Ocak 2014, Davos Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 9 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 7 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 7 Televizyonunda Yayımlanan ‘Başkent Kulisi’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 29 Aralık 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu NTV'de Yayınlanan "Yakın Plan" Programına Konuk Oldu, 12 Kasım 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 8 Kasım 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT-1 Televizyonunda Yayımlanan Enine Boyuna Programında Yaptığı Açıklamalar, 27 Ekim 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 18 Ekim 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun CNNTürk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 3 Ekim 2013, Ankara
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 9 Ocak 2014

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Ankara’dan iyi akşamlar efendim. 24’te özel bir röportaj yapacağız, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu konuğumuz.

Sayın Bakanım, hoş geldiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hoş bulduk, teşekkür ederim.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Kartoğlu’yla birlikte size sorularımız olacak.

Bugün Anadolu Ajansı Editör Masasına konuktunuz ve oradaki kimi açıklamalarınız flaş olarak düştü. Onlardan bir tanesini sormak istiyorum, çünkü çok çarpıcı. Daha önce katil tabirini kullandığı Esad rejiminin, IŞİD’in Suriye’deki uygulamaları nedeniyle artık ehveni şer konuma geldiğini söylediniz, yazıldı, Hürriyet’te de var, internet sitelerinde de. Suriye politikamızda değişiklik mi var?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hayır, söz konusu değil. Doğrusu bazen açıklamalarımızdan sonra medyaya yansımalarını görünce çok meşhur Kur’an-ı Kerim ayetlerinde de…

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Öncesi okunmadı.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Öncesini söylemeden bazen yanlış hükümler çıkarma gibi konuşmanın bütününe bakıldığında ne dediğim çok açıktır. Bazı çevreler, özellikle El Kaide tehdidi üzerinden Beşar Esad’ı ehveni şer gibi göstermek istiyorlar. Yani, arada Suriye halkı büyük bir zulüm görüyor, büyük bir baskı görüyor, ama bu baskıyı 150 bin Suriyeli kardeşimizin ölümünden sorumlu bir rejimin baskısını örtbas edebilmek için, bunu göstermemek için El Kaide gibi bir başka tehdidi, IŞİD tehdidini gündemde tutarak ikisi arasında kıyaslarla bir ehveni şer görüntüsü vermeye çalışıyorlar. Bizim için Suriye halkına bu derece büyük zulüm yapan Esad rejimi de Suriye halkının ve Suriye muhalefetiyle mücadele eden ve rejimle hiçbir mücadele sergilemeden bir terör estiren El Kaide bağlantılı terör gruplarının da Suriye’nin geleceğinde yeri yoktur. Hiçbirisi diğerine göre ehveni şer olarak gösterilemez, kastettiğimiz şey bu. Birileri bunu göstermek istiyorlar. Gerçekten de son dönemde yapılan yayınlara, uluslar arası medyaya yansıyan şeylere baktığınızda yansımalara, haberlere, oluşturulmak istenen atmosfere, madem terör tehdidi var bari Beşar Esad kalsın gibi…

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Ehveni şer gösterilmek istenen Esad.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- İstenen var. Biz ehveni şer görüyoruz diye bir ifade yok benim söylediklerimden, nasıl böyle bir şey çıkartılıyor konuşmanın arkasından anlamıyorum. Türkiye’nin politikası değişmemiştir. Suriye halkına karşı, kendi halkına karşı böylesine büyük bir zulüm uygulamış olan, yüzbinlerce insanın ölümünden, milyonlarca insanın mülteci durumuna düşmesinden, yine milyonlarca insanın sakat kalmasından, öksüz-yetim kalmasından sorumlu bir rejim herhangi bir şekilde bunda sorumluluk payı olanlar ehveni şer gösterilebilir mi? Burada uluslar arası medya üzerinden yapılmak istenen bir operasyona ben dikkatleri çekmek istedim. Ve son dönemdeki gelişmelere baktığınızda, aslında tablo çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Suriye ordusu ve muhalefet unsurları bir taraftan rejimle savaşıyorlar, bir taraftan IŞİD’le savaşıyorlar. Ama IŞİD’in rejimle savaştığı ya da rejimin IŞİD’le savaştığı gözükmüyor. Burada da benim kastettiğim şey şuydu: Demek ki biri diğerine meşruiyet sağlıyor. Yani, El Kaide bağlantılı grupların varlığı rejime bir meşruiyet oluşturma imkanı veriyor rejim açısından onlar var diye. Rejimin baskıları da, zulmü de El Kaide bağlantılı gruplara bir alan açıyor. Halbuki Suriye’nin geleceğinde bu ikisinin de yeri yoktur, bizim yaklaşımımız bu. Maalesef bu yorumları yapanlar şunu görmüyorlar: Her fırsatta Esad rejimini meşru göstermeye veya temiz çıkarmaya çalışan bir kesim var, Türkiye’de de var bu, uluslar arası camiada da var. Modern dönemde, son 100 yıl içinde Birinci Dünya Savaşından sonra Ortadoğu’da yapılan savaşları alt alta yazın, İran-Irak Savaşı hariç hiçbirinde Suriye’de son 2,5 yılda ölen, yaralanan, mülteci durumuna düşen insan kadar ölmedi, yaralanmadı, mülteci durumuna düşmedi. Buna 1967 Savaşı da dahildir, 73 Savaşı da dahildir, Lübnan iç savaşı da dahildir. Böyle bir tablo varken bunun sorumlusu kim diye sormayanlar ve sorumluyu sürekli başka yerlerde arama çabası içinde olanlar aslında bu zulmü örtmeye çalışıyorlar. Özellikle de bu ifadelerden sanki Türkiye’nin pozisyonu mu değişiyor ya da bizim kanaatimiz mi değişiyor, sanki Türkiye’de de böyle bir çaba varmış gibi bir sonuç çıkarmak mümkün değil. Türkçe bilen herkes kastettiğimiz şeyi anlar. Bazen de yalnız çok acele çekilen tweet’lere de dayanıyor, kötü niyet olmasa bile işte şu kadar karaktere sığan bir mesaj gönderme telaşı bir anda onun öncesinde ve sonrasında, işte namaza yaklaşmayın ayetinde demin örneğini verdiğim gibi, öncesini ve sonrasını okumadan sadece o tweet’e sığacak ifade birbirine gönderildiğinde bir yanlış anlama doğuyor. Ama bizim 2011 yılından bu yana politikamız net ve açıktır, belli ilkelere dayanır. Bu ilkeler çerçevesinde de Suriye halkı kendi meşru yönetimini kurana kadar Türkiye’nin tutumunda bir değişiklik olmaz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bu sözünü ettiğimiz

MUSTAFA KARTOĞLU- Bu sözünü ettiğimiz bir algı yaratılmaya çalışılıyor, bu Türkiye’de de yapılıyor dediniz. Şimdi tam da bu noktada Türkiye’de Türkiye’yi El Kaide’yle yan yana gösterilmeye çalışıldığı birtakım durumlar söz konusu. En son tır olayında da buna benzer bir şey yaşadık. Oraya giden tırın El Kaide’ye yardım götürdüğü, hatta onunla bağlantılandırılmaya çalışılan bir yardım örgütü tarafından organize edildiği vesaire söylendi. Ve yine sosyal medya üzerinden de, ama daha sonra başka yerlere de haber oldu bu sosyal medya üzerine yürümesine rağmen. Burada da benzer bir şeyi mi görüyoruz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Kesinlikle, hiç tereddüdünüz olmasın.

MUSTAFA KARTOĞLU- Bununla birlikte bir şeyi daha hatırlatayım ben. Türkçeyle İngilizce aynı anlamda karşımıza çıkmıyor. Türkiye’de de İngilizce gazetelerin bazılarında Başbakan Erdoğan’ın kalabalıklara hitap ederken “Mücahit Erdoğan” ifadeleri kullanılıyor ve o “cihadist Erdoğan” olarak İngilizce haberlere yansıdığı zaman İngilizce okuyup anlayan ülkelerde ya da toplumlarda cihadist eşittir El Kaide, o da eşittir Tayyip Erdoğan’ın seslendiği kitle, zaten bir de önümüzde tır olayları gibi başka mevzular da var, bunların hepsi birleşiyor. Bu algıyla nasıl mücadele etmeyi düşünüyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bunların hepsi bir psikolojik operasyon, açık söylüyorum. Son iki yıldır Türkiye’ye dönük Ortadoğu’da Arap Baharıyla birlikte Türkiye’nin savunduğu değerlerin, bu değerler nedir? Özgür ve açık seçimler, adil seçimler, şeffaflık, hesap sorulabilirlik, demokratik yapılar, özgürlük-güvenlik dengesi; bütün bu değerler etrafında Ortadoğu’da büyük bir dönüşüm yaşanıyordu. Türkiye’nin bu dönüşümle birlikte, savunduğu değerlerle birlikte bölgede başat aktör, bunda da bizim irademizle herhangi bir yere bir dominant figür olarak gelme, herhangi bir tahakküm düşüncemiz olmaksızın Türkiye’nin oluşturduğu bizim açımızdan ve Arap halkları açısından güzel örnek. Ama bu halkların uyanışından korkan kesimler tarafından da kötü örnek olan Türkiye; yani demokrasisiyle, ekonomik kalkınmasıyla, aktif dış politikasıyla, ülke onurunu yücelten bir örnek bazıları için de kötü bir örnekti, yani Arap halklarının uyanışı bağlamında. Onun için de Türkiye imajının karalanması, kötülenmesi, Türkiye’deki başarı hikayesinin, 10 yılda gerçekleşen başarı hikayesinin ters-düz edilmesi çabası hep olageldi. Bunları bazen dış kamuoyunda işte belli gruplar, neocon’lar, şu veya bu çevrelere yakın ya da Avrupa’da bazı oryantalist kesimler İslam dünyasının hep kötülüklerle anılması, hep şiddetle, terörle anılmasını bir zihniyet meselesi olarak bir şartlanmışlık içinde bakan çevreler tarafından Türkiye’nin barışçıl yollarla ve halkın demokratik altyapısını toplumun güçlendire güçlendire 11 yıl halktan tekrar tekrar onay alarak büyük bir başarı hikayesi yazması, bütün oryantalist teorileri, psikolojileri yerle bir etti. Ve Ortadoğu üzerinde daha önce oynanmak isteyen bazı oyunları da bir anlamda boşa çıkaracak sonuçlar doğurdu.

Şimdi bu yaklaşım, Türkiye’deki bu başarı hikayesini algı operasyonlarıyla değiştirmeye çalışıyor. Türkiye, Müslüman toplumlara örnek bir demokratikleşme süreci yaşarken aksine Türkiye’yi şiddetle ve terörle irtibatlandıracak psikolojik operasyonlar yapılıyor. Suriye meselesinde 100 yıl sonra bu tarihi yazacak olanlar, hatta 20 yıl sonra, hatta 10 yıl sonra şartlar normalleştiğinde yazacak olanlar, Türkiye’nin tarihin en onurlu insan hakları ve mülteciler politikasını takip ederek 700 bin Suriyeliyi nasıl ağırladığını yazacaklar. Ama ki önümüzdeki hafta bir konteyner kentte Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiseri Antonıo Guterres’le Irak, Lübnan ve Ürdün bakanlarıyla birlikte bir toplantı yapacağız Cenevre’deki başlattığımız sürecin devamı. Bütün mülteci ve insan hakları örgütleri Türkiye ile ilgili olağanüstü övgüler ve uyguladığımız politika sonucunda büyük iltifatlar sergiliyorlar. Bütün raporlarda Türkiye’nin mülteci politikası övülüyor. Bu insan hakları ve mülteciler konusundaki bu imaj, bu algı örtbas edilerek, Türkiye’nin radikal örgütlere destek sağlayan bir ülke görüntüsü oluşturulmaya çalışılıyor.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Hatta bununla ilgili olarak uluslar arası mahkemelerde ileride yargılanacağına dair bile işte teoriler yahut da…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Onları söyleyenler yargılanacaklar. 150 bin, Birleşmiş Milletler’in dün açıklanan raporu var artık ölüleri sayamıyoruz diye. Ölülerin sayılamadığı, kim niye sayılamıyor? Halep’e varil bombası yağdıran ve yüzlerce kadını-çocuğu, varil bombası basite alınmasın, böyle hani varille atılan primitif bomba değil. Varil bombası, attığı zaman bütün çevredeki her şeyi tahrip eden ve insanlığa karşı suç telakki edilen bir bomba. Çünkü, fırlattığı şeylerle çoluk-çocuk herkesi öldürüyor. Varil bombalarıyla bir rejim saldıracak, bir rejim kimyasal silah kullanacak, yüzbinlerce insan ölecek ve Türkiye’dekiler sadece Türkiye’deki bazı çevreler ve uluslar arası toplum sadece Erdoğan Hükümeti başarısız olsun, Türk Başbakanı işte biraz önce söylediğiniz gibi cihadist -o tabire de açıklık getireceğim- anılsın diye böyle bir zulme gözlerini yumacaklar. Bunların hepsi tabii tarih tarafından da kaydediliyor ve Suriye halkı da bunları hiç unutmayacak. Bu anlamda gerek tırla ilgili oluşturulan hava, gerekse uluslar arası medyaya pompalanmak istenen ve maalesef Türkiye içinden de bazı kesimlerin destek verdiği bu kampanya her şeyden önce Türkiye’nin bu başarı hikayesini karartarak Ortadoğu halklarını harekete geçiren bu güzel örneği başka bir yere çekme çabası.

Bunun en çarpıcı saptırmalarından birisi; bahsettiğiniz gibi heyecana gelerek, oradaki hissiyat içinde ve Türk halkının mücahit kavramına verdiği anlamı da düşünerek Sayın Başbakanımızla ilgili bir slogan atılıyor. Unutulmasın ki Kıbrıs’taki direnişi yapanların adı da Mücahit’ti. Benim gerçekten bir Müslüman olarak da, bir entelektüel olarak da son dönemde neoryantalistlerin yaptığı zihniyet operasyonunun en can alıcı kavramlarından biri, yani insanı üzen şeylerden biri cihat kavramı üzerinde yapan operasyondur. Tekrar söylüyorum; bu bir neoryantalist bir tavırdır. Şimdi hem İstiklal Harbimizi başlatan ve her zaman söyleyeceğiz, Hint Müslümanlarını bir anda kollarındaki bilezikleri dahi, kulaklarındaki küpeleri dahi kadınların madem ki Türk kardeşlerimiz sıkıntıdadır, madem ki bir cihat fetvası yayınlanmıştır Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, yani o zaman İstiklal Harbimiz esnasında, bunu vermek bizim için artık bir dini vecibedir diye o yardımları gönderirken ya da Kıbrıs’ta direniş yaparken kullanılan “Mücahit” kavramı içindeki cihat kavramı unutulacak, bir özgürlük mücadelesi, bir onur mücadelesi olarak cihat, ayrıca nefse karşı mücadele, insanın kendi nefsine karşı olan ahlaki mücadelesinin de adı cihattır, cihadı ekber olarak tanımlanmıştır, daha büyük cihat olarak, insanın ahlaki olgunlaşması. Böyle bir kavram, özellikle 11 Eylül etkisiyle de bu özünü kaybederek terörle özdeşleştirilmeye çalışıldı. Bir kere şimdi bizim bu özdeşleştirmeyi reddetmemiz lazım. Bu özdeşleştirme bizim kabul edeceğimiz bir şey değil. Benim bir yardımcım vardı, trajikomik bir anekdottur. Şimdi Prag’dan Saraybosna’ya atadığımız Büyükelçimiz Cihat Bey, benim danışmanımdı, 11 Eylül’den sonra New York’a görev için gittiğinde karşılayan arkadaşları ona seslerini duyurmak için cihat diye bağırıyor. Bir anda aradaki herkes yere yatıyor bir savaş deklarasyonu gibi. Bu kavram kirletildi maalesef. Ve bu kirletilmesi hani belli çevrelerin İslam karşıtı, İslamofobik çevrelerin bu kavramı kirletmeye çalışmasını anlarız da, Türkiye’de bu kültür içinde yetişmiş ve her Hint Müslümanıyla karşılaştığında Anadolu’dan cihat fetvası gelince İstiklal Harbimize yardım ettiniz diye onlara övgüyle, iltifatla, kadirşinaslıkla bakan çevrelerin bu cihat kavramının böyle kirletilmesini kendi gazetelerinde kullanmasını anlamak mümkün değildir. Hele bunu İngilizceye çevirip, cihadist diye çevirip Sayın Başbakanımızı başka bir kodla anılmasına sebep olmak, hiçbir ahlaki temeli olmayan, saldırgan bir tutumdur açık söylüyorum. Bir haçlı zihniyetidir veya neoryantalist zihniyetin yansımasıdır; kimse buna tolerans gösteremez. Cihadist kavramının Batıda ne anlama getirildiğini, bu kavramın nasıl kirletildiğini bileceksiniz ve o derece önemli bir kavram İslam kültürü içinde kendi nefsine karşı olan ahlaki mücadeleyi de içeren bir kavramın böylesine kirletilmesine isyan etmeyeceksiniz, orada saf bazı aşkla, bir saygıyla bu kavrama önem vermiş bazı kesimlerin mücahit diye Başbakanımıza bir tanımlamada bulunmalarını cihadist diye çevirip terörle cihadı yan yana getirmeye çalışacaksınız; bunun ne eleştiri boyutu vardır, bunun ne iyi niyet boyutu vardır. Bu açık bir şekilde sadece Sayın Başbakanımıza değil İslam medeniyetine, kültürüne, inancına dönük saldırgan bir tutumdur, bunu açıkça ifade etmek lazım, İslamofobik bir tutumdur. Bırakın bunu İslamofobik çevreler yapsın, bırakın bunu İslam kültürüne, medeniyetine zaten düşman olan o ırkçı çevreler yapsın, ama siz yapmayın. Ne kadar ihtilaf edilirse edilsin, biz bu kavramların kirletilmesine izin verirsek terör terördür. Terörün İslam’la ve İslami bir kavramla dolaylı olarak, ima ile bile özdeşleştirilmeye çalışılması bir tuzaktır. Bu tuzağa bizim düşmememiz lazım. Terör örgütü nedir? El Kaide mi? Adını koyalım. Nasıl Batıdaki terör örgütlerine Hristiyan terör örgütü demiyoruz.

Bir kere böyle bir bizim Almanya’da 9 vatandaşımız biliyorsunuz şehit edildi, ben şehit diyorum, çünkü kimlikleri dolayısıyla öldürüldüler, Müslüman ve Türk kimliği dolayısıyla. Dönerci cinayeti dediler, o dediler, bu dediler. Ben Dışişleri Bakanı olduğum dönemdeki en uzun yurt dışı kalışım Almanya’dadır, 6 gün kaldım ve tek tek bulundukları şehirlerde, bulundukları evlerde bu ailelerin yakınlarını ziyaret ettim ve hepsini saatlerce dinledim. Bir Yunanlı da öldürülmüştü Türk görüntüsü var diye. Sonra bir Alman yetkiliyle oturduk, bu konulardan birinci derecede sorumlu, 2 saate yakın karşılıklı konuştuk. Ben esas itibariyle rahatsız olduğumuz hususun sadece vatandaşlarımızın bu şekilde katledilmeleri değil, bu cinayetler sonrasında güvenlik görevlilerinin bunu bir ırkçı cinayet gibi görmeyi hiç düşünmemeleri, aksine birisinin hanımını acaba dostun mu vardı da beraber öldürdün, öbürünün kızına birini uyuşturucu ticareti mi yapıyor diye hep Türkleri itham ederek. Bunları anlattık, konuştuk dostça. Sonunda ayrılırken, bu konuda tedbir alınsın, bu bir zihniyet problemi, Türklerin uyuşturucu kaçakçısı, gayriahlaki işler yapan, o-bu olabileceği düşünülüyor da, bir Alman’ın ırkçı olabileceği akla gelmiyor, bu zihniyeti önce bir arındırmak lazım. Türklerin oğlunun babasını, hanımın babasını veya kardeşini öldürebileceği düşünülüyor da bu niye akla gelmiyor, dostane sohbet ettik. Kalkarken bu Alman yetkili dostumuz, dedi ki; merak etmeyin Sayın Bakan, İslam terörüyle nasıl mücadele ediyorsak, bunlarla da mücadele edeceğiz dedi. Tekrar oturdum, dedim ki ben hiçbir şey anlatamamışım size dedim, hiçbir şey anlatamamışım. Ben buraya 9 tane masum insanın acısıyla geldim, yüreğim yanıyordu, ailelerini dinledim, nasıl ithamlar altında gözaltında tutulduklarını gördüm. Gözyaşı içinde beni babamı öldürmekle suçladılar diyen kızı dinleyerek geldim. Ama ağzımdan bir kez Alman terörü çıkmadı, Hristiyan terörü çıkmadı, Katolik terörü çıkmadı. Çünkü ben bunları hiçbir şekilde özdeşleştirmem bu etnik ve dini gruplarla ve Katolikliğe, Hristiyanlığa saygım dolayısıyla, Almanya’ya saygım dolayısıyla. Terör terördür, ama etnik ve mezhebi tanımlama olmaz dedim. Peki, ne demek istersiniz? Neyse adı onu koyun. Baader-Mainhof Çetesi veya başka şeyler, terör örgütleri nasıl ona Alman, Hristiyan terörü dememişseniz, buraya da Müslüman terörü demeyeceksiniz. Müslümanların saygı duyduğu kavramlara saygı duyacaksınız. Deyin, El Kaide deyin, örgütün adı neyse onu söyleyin. Ama bütün Müslümanları ilzam edecek bir şey söylemeyin. Şimdi hani bunu bile ben bir kültürü tanımamakla mazur görebilirim bu tavrı. Ama bu kültür içinden gelen kişileri terörist iması vererek Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına cihadist tabirini kullanıp hem Başbakanımıza, hem de cihat kavramına hakaret etmelerini, bir suç unsuru gibi göstermelerini kabul etmek mümkün değil. İşte burada yolların, zihniyetlerin farklılaştığı bir yer geliyor. Eleştiri, siyasi eleştiri olur, her türlü eleştiriye hazırız, tabii ki de bu konularda politikalarımız her kesim tarafından eleştirilebilir. Ama bir psikolojik operasyon halinde eleştirilere dönüştüğünde, bu Hükümet düşsün de, bu Başbakanın ya da bu Hükümetin şu üyelerinin itibarları uluslar arası alanda zedelensin de Türkiye’nin de itibarı bununla birlikte zedelenirse de zarar yok denirse, işte o zaman hem bu ülkeye zarar veririz, hem içinde bulunduğumuz bu coğrafyaya ve bize ümit bağlayan bütün bir çevre coğrafyalara zarar veririz. Bunu herkesin göz önüne alarak davranması lazım.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Sayın Bakanım, Suriye konusunda aslında çok sorulacak şey var ama, toparlayarak cevap verebileceğinizin şu soruyu sormak istiyorum: Zaman Esad’ın işine mi yaradı, yani şu andaki pozisyona baktığım zaman çok fazla değişik haberler geliyor. Ama toplamda muhalifler bundan belli bir süre önceki güçlerinin sanki gerisinde gibi hani coğrafi olarak çatışmaların olduğu yerlere de bakıldığı zaman. Ve uluslar arası toplumun hala pozisyonunun çok değiştirmediğini de görüyoruz, bakalım Cenevre’de ne olacak? Siz bugün baktığınız zaman Esat yönetiminin eskisine göre daha şiddet kullanmakla birlikte daha güçlü yerini koruduğunu mu düşünüyorsunuz, yoksa sürekli yıpranan ve geriye doğru gitmeye devam eden bir yönetim mi var?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi aslında beni doğrusu çok şaşırtan bir algı operasyonu da burada yapıldı. Düşünün bir tarafta yüzbinlerce askeri olan, kimyasal silahı olan, uçakları olan, tankları olan, topları olan, düzenli ordusu olan, Scud füzeleri olan ve bunların hepsini üç senedir kullanmış olan bir devlet aygıtı var. Diğer tarafta, bunlar karşısında uluslar arası hiçbir yardım almayan, ordudan kaçıp giden generaller, hani ordudan ayrılan generaller ki bir tanesiyle dün görüştüğüm Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Fayez Amro’dur, bir Suriye generali, Hür Suriye Ordusundadır şimdi. Onların profesyonel şeyi dışında hepsi Suriye halkının sıradan insanları olan, yani esnafı…

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Askerlik yapmış insanlardan bahsetmiyoruz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yapmış değil. Bunlar var bir tarafta. Ve bu rejim üç yıldır Suriye’nin yüzde 70’ini kontrol edemiyor. Şam’ın belli bölgelerine hakim. Şam’ın da çevre varoşlarını hala Muaddamiye’yi, Doğu Guta’yı bütün kimyasal silahlara rağmen kontrol altına alabilmiş değil, Halep’in neredeyse yüzde 30’unu kontrol edebiliyor, yüzde 70’ini kaybetmiş, kırsal kesimin tümünü kaybetmiş. Rakka’yı, Deyrezzor’u tamamıyla neredeyse kaybetmiş, belli şehirlerin merkezlerinde tutunabiliyor. Böyle bir rejim başarılı addediliyor, niye düşmedi diye soruluyor ve bu başarı gibi gösteriliyor. Bütün bu baskılar karşısında yılmayan bir halk, teslim alınamayan bir halk, çoluğunu çocuğunuz, kızını, evladını kaybetmesine rağmen hala onuru için ayakta duran bir halk yenilmiş addediliyor. Bunu anlamak mümkün değil. Gerçekten şuna benziyor bu: 94 senesinde Bosna’ya bakıp ya bu Radovan Karadziç başarılı galiba, 93 senesinde, hala orada askerleri bulunuyor demeye benziyor. Yani, bir kere başarılı olmak veya olmamak nihai kertede bir soru değil, haklı olup-olmamayı niye sormuyoruz, zalim olup-olmamayı niye sormuyoruz. Bazen insan vicdanını isyan ettiren bir şey bu. Madem ki Esad hala Şam’da oturuyor, güçlü ve başarılı. Hayır, Radovan Karadziç’te Belgrat’ta oturuyordu. Bütün o katliamları yapan Hitler de Berlin’de oturuyordu. Saddam da Halepçe’yi yaparken Bağdat’ta oturuyordu. Teslim mi olundu onlara, onların iradelerine saygı mı duyuldu? Hadi diyelim bir başarı ölçü kalmaksa, bütün bu araçları kullanmasına rağmen ülkesini kontrol edemeyen birinden bahsediyoruz. Öyle de bir hava estiriliyor ki, efendim bu rejim giderse kaos gelir. Ya bu rejim zaten kontrol edebiliyor mu ki Suriye’yi veya kontrol edebilecek mi? Bakınız kaç darbe yedi muhalefet ve Suriye halkı. Önce hava saldırıları başladığında hava saldırılarını durduran bir Birleşmiş Milletler kararı çıkartılacak dendi, çıkmadı. Havadan bombardıman, yani Miloseviç’i, Radovan Karadziç’in yapmadığı şeyleri yapıyor şu anda Suriye Rejimi. Sonra kimyasal silahta müeyyide uygulanacak dendi, o da yapılmadı. Bütün gücüyle yükleniyor rejim ve bazı ülkelerden aldığı askeri teknolojiyi yenileyerek de yükleniyor, bir netice alamıyor. Peki şu denilebilir: Bu tarafta da yabancı savaşçılar var, zaten muhalefet bir de onlarla mücadele ediyor son aylarda. Suriye rejimi yetmedi, yine bu mücadelede olağanüstü tecrübe birikimine ve örgütlenme kapasitesine sahip Hizbullah da onbinlerce savaşçısıyla girdi. Buna rağmen Suriye halkı teslim alınamadı, burada başarılı olan kim? Bütün bu araçlarla Suriye halkını sindiremeyen rejim mi başarılı? Bütün bu saldırılar karşısında hala Halep’in yüzde 70’ini kontrol eden, Rakka’yı, Deyrezzor’u kontrol eden, kırsal alanın yüzde 60’ını, 70’ini kontrol eden Suriye muhalefeti mi başarılı? Yani, bu ölçüleri nereye koyduğunuza bağlı. Gerçekten ben hicap duyuyorum, bazı aydınların dahi Beşar Esad’ın kalıyor olmasından, güç üzerinden bir haklılık, hatta memnuniyetle yazı kaleme almalarını hicapla karşılıyorum. Emin olunuz, bu yazıların çoğunda gizliden gizliye şu var: Beşar Esad kalırsa Tayyip Erdoğan, Davutoğlu, bu Hükümetin zaafı olarak görüleceği için onun kalmasını isteyen kesimler var, insanı üzen de bu. Bu yazarlara, bu dostlarımıza gidip acaba herhangi bir mülteci kampında bir Suriyeli yetimin başını okşadın mı diye sormak lazım. Orada babasını ve annesini kaybetmiş de gelen çocukların durumlarını sormak lazım. Bunlar bizim ülkemizdeler. Hangi Suriyeli yetimin başını okşadınız ve onlardır bu tarihi yazacak olanlar.

MUSTAFA KARTOĞLU- Bu bölüm için vakit varsa çok kısa bir soru sorayım.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Yok, ben de tam onu söyleyecektim. Kısa bir ara verelim hemen, ondan sonra birazdan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla söyleşimize devam edeceğiz.

(Reklam Arası)

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- 24 Özel’de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla birlikteyiz. Mustafa Kartoğlu tam bir soru sormak üzereydi Mustafa.

MUSTAFA KARTOĞLU- Aslında biraz bağlantı olacak belki iki soru birden de sorabilirim. Asıl az önceki konu birinci bölümdeki konunun gelişimi açısından sormak istemiştim. Türkiye’nin evet dışarıdan 11 yıllık istikrarını bozmaya yönelik girişimleri olabilir çünkü Mısır ortada, Suriye ortada sonuçta Suriye’nin bozmadığı Suriye’deki durumun ilişkileri bozmadığı bir ülke olsaydı Suriye 10 yıl önceki ya da 5 yıl önceki 3 yıl önceki Suriye olsaydı demokratikleşseydi herhalde Mısır’da belki böyle olmayacaktı, belki Irak’ta böyle olmayacaktı çünkü etraftaki istikrar onları da etkiliyor. Burada bir istikrarsız alanı yaratmak ya da Türkiye’yi istikrarsızlığa doğru sürüklemek birtakım uluslararası dengeler için gerekli olabilir, bu anlaşılabilir bir şey. Ben Türkiye’deki bazı söylemlerin örtüşmesinin nedeni anlayamıyorum siz onu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani bu El-Kaide benzerliğini onlar kullanabilirler ama biz de kullanılması, biz de karşılık bulmasının sebebi nedir?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Aslında Arap Baharı ile başlayan süreç doğrusu barışçıl bir süreç olarak ve soğukkanlı bir zeminde seyretmiş olsaydı herkesin kazanacağı bir yeni tablo doğuracaktı. Biz her zaman ben Mısır’daki gelişmeler sonrasında da bütün muhataplarımla şunu paylaştım: Soğuk savaş yapıları dağılıyor, bu yapılar yerine yeni yapılar ihdas etmek lazım. Bu yeni yapılarda biz ihdas edecek değiliz her ülke kendisi ihdas edecek ama bir yenilenmeye ihtiyaç var. Yani şu anda bölgede hatta dünyada kendisini reforme edemeyen her sistem 5 sene, 10 sene içinde eskiyor. Eskiden 100 yıl da bir gereken reformlar şimdi 10 yılda bir gerekir hale geldi dolayısıyla, her toplumun böyle bir iş muhasebeye ihtiyacı var. Arap Baharı böyle bir iç muhasebenin doğal patlaması şeklinde ortaya çıktı, bizim kanaatimiz buydu hala ben buna. Ama daha sonra maalesef hem statükonun devam etmesini isteyen çevreler hem de bu hareketin bir yeni reform dönemini önünü açmasından çekinen çevreler kaosu veya eski yapıların geri dönüşünü tercih eder tutum takındı. Şimdi burada önemli olan yeni bir meşruiyet zeminini sağlamak. Bizim samimi kanaatimiz şudur Türkiye için de geçerlidir, bölge içinde: Uzun dönemli istikrar ancak yönetimle, halk arasında bir rıza ilişkisi olduğu zaman yaşanıyor. Yani bu rıza ilişkisini hani bir salt oy ilişkisi anlamında görmüyorum her ülkenin kendi sistemi olabilir ama rıza ilişkisi sarsıldığında bir mutabakat rıza ilişkisi sarsıldığında bir müddet sonra büyük siyasi, sosyal çalkantılar doğuyor. Bu rıza ilişkisinin en doğrudan göstergesi de demokratik yöntemler, seçimler. Yani demokratik meşruiyetle sağlanan istikrar kalıcı istikrar oluyor. Ama otoriter yapılarla sağlanan istikrar her an tepkilerle sarsılabilecek kırılgan bir istikrar oluyor. Halbuki bu dönemde bazı çevreler bizimle farklı düşünen bazı çevrelerin ve aramızda ki görüş farkı biz halkı ile rıza ilişkisini geliştirmiş yönetimlere dayalı, uzun dönemli bir meşruiyet ve istikrar dönemi arzu ediyoruz bölgede. Bunun da ancak bu rıza ilişkisiyle gerçekleşeceğini düşünüyoruz. Bazı çevreler ise kısa dönemli krizden kaçabilmek için, Müslüman halkların zaten otoriter rejimlerle ancak idare edilebileceğine inanan çevrelerde otoriter istikrarı, otoriterliğe dayalı istikrarı öne çıkartıyorlar işte farklılaşan yer burada. Gönül isterdi ki Türkiye, Suriye çok iyiyken, bizim orada, ekonomik, sosyal, siyasi reformları teşvik etmek için, Suriye yönetimine büyük kredi açtığımız dönemlerde 2003’den, 2011’e kadar istenen reformlar sağlansaydı bugün Suriye bu kaosu yaşayan bir ülke değil, belki Arap ülkelerine örnek teşkil eden bir süreci, bir yeni dönemi başlatan ülke durumunda olabilirdi.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Ama tersine Arap Baharını tıkayan bir odak haline dönüştü.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabi. Çok açıktır eğer Suriye’de rejimin bu çok sert tutumuna ve baskısına uluslararası toplum göz yummasaydı ve Suriye’de de bir geçiş dönemi mesela 2012’de bütün ülkelerde yaşanan seçimler gibi Suriye’de de bir seçim yaşanmış olsaydı herkesin katılabildiği Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da, Yemen’de olduğu gibi. Mısır’da bir darbe ortaya çıkmayabilirdi. Suriye’deki rejimin bütün bu baskıcı yöntemlerle ayakta kalmış olması ve uluslararası toplumun buna sessiz kalması diğer ülkelerdeki otoriter eğilimlere yeni bir alan açtı, demokratik eğilimlerinde alanını daralttı. Onun için 2012’deki seçimler ve reform dönemi sonrası 2013’te darbeler ve geri dönüşler yaşanmaya başladı. Mısır’daki müdahale de, darbede Suriye’deki rejimin çok memnun olduğu, Suriye’deki rejimin önünü açan bir sonuç doğurdu. Yani artık o özgürlük dalgası, demokrasi dalgası yerine otoriter eğilimleri doğruyordu. Ama bu şey bitmiş bir süreç değil, ben hep şu kıyası yapıyorum: 89’da Berlin duvarı yıkıldığında büyük ümitler doğmuştu bütün Doğu Avrupa’da, Balkanlar da. Ama 92’de Bosna Savaşı patlak verdi 95’e kadar büyük acılar yaşandı. Sonra Kosova Savaşı patlak verdi, yine büyük acılar yaşandı bir 10 yıllık geçiş süreci çok kanlı dönemler yaşandı. Kaldı ki, orada büyük maddi kaynaklar sağlayan Avrupa Birliği fonları vardı, ekonomik kalkınma ve dönüş. Demokrasinin finansmanı mümkündü bir de NATO devreye girip bir güvenlik ortamı oluşturmuştu. Ortadoğu’da bunlarda olmadığı halde, böyle bir destekte olmayınca tabi bazı bir iniş çıkışlı süreçler yaşandı ama nihayette acılı, sancılı bir dönem önümüzdeki yıllarda da sürecek. Bunun sürmesini arzu etmeyiz, bunu engellemek için ne gerekiyorsa yaparız. Onun için son dönemde İran’la samimi bir şekilde bölgedeki mezhep çatışmalarını engellemek üzere ne yapabiliriz diye konuşuyoruz. Onun için Rusya’yla, Amerika’yla, P5 ülkeleriyle bu akan kan nasıl durdurulur diye yoğun bir çaba içindeyiz. Ama bu sancılı dönemler başka yerlerde de yaşansa sancılı dönemlerin sonunda bölgeye kalıcı istikrarı getirecek olan yeni bir reform zihniyetinin siyasal kültüre hakim olması ve insan haklarını, özgürlüklere dayalı ve tamamıyla rıza ilişkisini güçlendiren yeni siyasal yapıların geliştirilmesidir.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Burada tabi sürprizlerde oldu örneğin, Mısır bence başka bir sürprize yol açtı. Suriye’de işte Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler Suriye’de demokrasiden yanayken birden bire Mısır’da destekler pozisyona geçtiler. Ama hadi diyelim ki onlar kendi otoriter yönetimlerine ilişkin sorun yaşıyor, Batı’nın tutumu çok şaşırtıcıydı. O zaman da şu da akla geliyor ister istemez buradan Türkiye’yle ilgili bir konuya geçmek istiyorum. Şu son zamanlarda çok soruluyor belki aslında ta Gezi olaylarından beri de soruluyor. Amerika Birleşik Devletleri’yle ilişkilerimizde büyük bir kırılmamı yaşandı yani Suriye politikasına müttefik gibi görünüyorduk ama sözlerini tutmadılar. Kuzey Irak’ta ilişkilerimizle ilgili bazı şeyler oluyor. Geçtiğimiz ay Sayın Büyükelçiyle ilgili çok sert bir açıklamalar geldi, gitti ama sonunda şimdi bir sessizlik var. Çok net olarak şunu söyleyebilir misiniz? Amerika Birleşik Devletleri’yle, Türkiye arasında ciddi bir kırılmanın yaşandığı bir dönemde miyiz, yoksa bu olağan rutinde devam eden bir ilişki mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hayır, kesinlikle böyle değil. Çünkü daha önceki dönemlere de bunu yansıtabiliriz yani soğuk savaş döneminde dahi Türk-Amerikan ilişkilerinde hep böyle uçlar arasında yorumlar yapılmıştır. Hani Kıbrıs dolayısıyla ambargoların yaşandığı dönemlerde yaşandı 12 Eylül’den sonra Yunanistan’ın NATO’ya geri dönüşünde yaşanan ilişkilerde.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- 27 Mayıs’ta da var her yerde var.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bunlar hep inişler, çıkışlar yaşandı ama Türk, Amerikan ilişkileri en kurumsallaşmış ve en yoğun görüşmelerin her dönemde sürdüğü ilişkilerdir ve belki de bu ilişkilerin size çok açık net olarak söylemek isterim, en yoğun temaslar ve istişarelerle yürütüldüğü dönem son 10 yıldır hatta son 4-5 yıldır. Yani Obama dönemi sonrası itibariyle söylüyorum. Sayın Obama’yla sanki bir şey mi var, bu yönetimde bir problem mi var diye bir soru gelmesin anlamında söylüyorum.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Evet, özellikle son görüşmede bir sorun mu çıktı yani son ziyarette Başbakan’ın ziyaretinde?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bakınız 1 Mart öncesinde ve 1 Mart sonrasında Türk, Amerikan ilişkileri bitti AK Parti Amerika yönetimiyle ilişkileri düzeltemez dendi, sonra rasyonel bir şekilde ilişkiler düzeldi o zaman Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül şimdi Sayın Cumhurbaşkanımızın Amerika seyahati oldu daha sonra. Dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell Türkiye’ye geldi, biz mukabil ziyarette bulunduk nihayet belli rasyonel tavırlar içinde her iki ülkenin de birbirine ihtiyacı var, rayına oturdu. Sonra hatırlayacaksınız Edelman’ın Sayın Başbakanımızın Felluce’deki bir camideki katliam sonrasında gösterdiği tepki dolayısıyla bir randevu alamaması vesaireyle 2005’te bir kriz mi yaşanıyor dendi. 2006’da Hamas’ın ziyaretiyle aynı yorumlar yapıldı. 2008’de işte Gürcistan Savaşı esnasında acaba Türkiye, Rusya’yla, Amerika arasına sıkışacak mı, Amerika ilişkileri nereye gidiyor yorumları Sayın Başbakanımızın o zaman ben de Baş Danışmanı birlikte onun heyetin de yaptığımız Moskova ve Tiflis ziyaretleri oldu. Hep böyle iyi çevreler nasılsa bir sıkı kriz, Davos sonrası benzer bir kriz, Mavi Marmara sonrası benzer bir kriz. Ama dikkat edildiğinde bunlar tabi görüş ayrılıkların kimi zaman müttefik ülkeler arasında olabileceğini gösteren örneklerdir ama, hiçbir zaman Türk, Amerikan ilişkileri rasyonel zemininden, kurumsal zemininden kopmadı ve hiçbir zaman da istişare ve koordinasyon aksamadı, hiçbir zaman aksamadı.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Bu ara biraz fazla mı üst üste geldi hani işte Mavi Marmara’sı, Suriye’si, Irak’ı işte elçiyle ilgili kriz derken biraz fazla mı oldu?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hayır aksine düşününüz şimdi Mavi Marmara’dan sonra ve Türkiye’nin bizim Hükümet olarak işte Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptırımlara, İran’a yaptırımlara hayır dememizden sonra büyük kriz beklenti.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Siz söyledikçe ben hatırlıyorum şimdi Çin’de var, İran dediğiniz ülkeler var.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabi yani ama hiçbir zaman düşününüz Sayın Başbakanımız ve Sayın Obama arasında en yakın ilişkiler bütün bu süreçler içinde kuruldu ve dünyada en sık görüştüğüm 5 lider diye Sayın Obama bahsetti. Bu sene Mayıs ayında 15 Mayıs’ta biz Washington’a gittiğimiz de olabilecek en iyi protokolle...

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Herkes o görüşmeden şüpheleniyor biliyor musunuz yani orada mı bir şey oldu gibi?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hayır, öyle bir şey söz konusu değil, son derece samimi seyreden son derece verimli görüşmelerdi. Ve şu anda da düşünün ben geçen hafta Sayın Kerry’le üç kere görüştüm bir hafta içinde. Bir 90’lı yılları düşünün hani Türk, Amerikan ilişkilerinin iyi olduğu varsayılan dönemlerdi. Türk Başbakanıyla, Amerikan Cumhurbaşkanı kaç telefon görüşmesi yapmıştır, kaç kez karşılıklı ziyaret yapmışlardır? Sayın Ecevit’in birçok kısa süren o meşhur resimli bir ziyareti vardır. Clinton’un bir gelişi vardır 10 yılı söylüyorum ondan önce o da yok maalesef o sıklıkta da yok. Amerikan Dışişleri Bakanı’nın Türkiye’ye gelmesi 90’lı yıllarda ... zannediyorum bir ziyareti var onun dışında neredeyse yok. 2002’den bu yana her sene düzenli olarak neredeyse karşılıklı ziyaretlerin yapıldığı bu yılın içinde John Kerry’i Türkiye’ye 3 kez resmi ziyaret yaptı, üç kez bir yıl içinde. 90’lı yıllarda toplam 10 yılda böyle bir ziyaret olmadı. Belki de Türk Amerikan ilişkilerinin iyi seyretmesine en çok ihtiyaç hissedilen dönemdeyiz. Suriye konusunda yoğun bir koordinasyon istişare içindeyiz. Geçen Cumartesi günü bakınız hani hep böyle Türkiye’nin ilişkileri hep böyle görülmek istendi İran’la krizimiz var, Amerika’yla krizimiz var öyle bir hava estirmeye çalıştı. Aynı gün İran Dışişleri Bakanı Türkiye’deydi Cumartesi günü.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Bütün dış politikamızın çöktüğünün iddia edildiği haftadan bahsediyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabi yani İran Dışişleri Bakanı Türkiye’deydi ve çok annesini kaybetmiş olmasını Allah rahmet eylesin. Ağır bir nezle, gripten yataktan kalkarak gelmiş olmasına rağmen gece yarılarına kadar süren görüşmeler yaptık. O günün sabahı onun ziyareti öncesi John Kerry’le uzun bir telefon görüşmesi yaptık. Birlikte mutabık kaldığımız şekilde İran Dışişleri Bakanından ayrıldıktan sonra da saat 11:30’da 11 ülkenin dışişleri bakanıyla tele konferans yaptık benim moderatörlüğümde hani girişim bizden geldiği için. Şimdi bunların hepsi Türkiye ölçeğinde bir ülkenin ve bu coğrafyada bu problemle uğraşmak durumunda olan bir ülkenin sürdürmek durumunda olduğu yakın ilişkilerdi ve birbirine alternatifte değildir. Türk Amerikan ilişkileri son dönemde iddia edilenin aksine yakın bir istişari zeminde sürekli bir koordinasyon içinde yürüyor. Ama Amerika için de bazı çevrelerin Türk, Amerikan ilişkilerinin daha doğrusu Türk ve Amerikan Hükümetlerinin yönetimlerinin arasının bozulmasını isteyen Amerika içinde de çevreler var, Türkiye içinde de çevreler var. Bunu abartarak bir kriz oluşturmak isteyen çevrelerde var. Görüş ayrılıklarımız olabilir Mısır’da ilkesel baz da değilse bile tepki veya şey bazda tutum bazında bazı farklarımız olur, olmuştur veya Suriye’de olmuştur ama hiçbir zaman istişari ilişkimiz olmamıştır ve hiçbir zaman da özellikle Suriye bağlamında söylüyorum bu konuya daha çok girildiği için Türkiye’yle Amerika’nın birlikte istişare ederek çizdikleri Suriye vizyonun da büyük bir farklılaşma ortaya çıkmamıştır. Sayın Obama’nın, Sayın Başbakanımızı özellikle Türkiye, İsrail bağlamında özür konusunda ne kadar gayret sarf ettiğini hepimiz biliyoruz ve şimdi de tazminat müzakereleri de sürüyor. O konular bütün bu alanlarda yakın bir ilişki var, bir istişare ilişkisi var bu konuda da arada bir kopukluk olduğunu, büyük bir kriz yaşandığını iddia etmek mümkün değil ama şunu da herkes bilecek: Türk dış politikası Ankara patentlidir ve kimi zaman bu en yakın ülkeler, en yakın müttefiklerimizle aramızda görüş ayrılıklarına sebebiyette verebilir, en yakın dost ve komşu ülkeleri İran gibi onlarla da görüş ayrılığına sebebiyet verebilir. Biz Türkiye’nin çıkarları ve savunduğumuz ilkeleri çerçevesinde dış politika yürütürüz. Bu görüş ayrılıklarını da şu anda çok özetle söylemek gerekirse bu görüş ayrılıkları da dahil olmak üzere ne benim, ne Sayın Kerry arasında ne Sayın Başbakanımız, ne Sayın Obama arasında hiçbir zaman bir iletişim kopukluğu olmadığı gibi, görüş ayrılıklarımızı da rahatlıkla konuşulabildiği zeminler hep olmuştur. Şimdi yarın ben Paris’e gidiyorum önce bölge ülkeleri bir araya geleceğiz, Pazar günü de bütün Sayın Kerry’nin de katıldığı hepimizin katıldığı 11 ülke arasında Cenevre öncesinde bir koordinasyon toplantısı yapacağız, pozisyonumuzu konsolide edeceğiz. Yani bu nokta da herhangi şey düzeyinde teknik düzeyde de sürekli müsteşarlarımız arasında, büyükelçiliklerimiz arasında çok yakın istişari ilişki sürüyor.

MUSTAFA KARTOĞLU- Büyükelçilik konu oradan açılmışken söyleyeceğim Amerika’da da büyükelçi değişti Paris ve Londra’da değişti. Bu değişikliği nasıl anlamalıyız çünkü üç önemli başkent?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi son derece doğal değişiklikler bunlar herhangi bir olayla ve herhangi bir arkadaşın performansıyla o anlamda ilgili değil. Biz de bir yaz kararnamesi vardır daha büyük bir kararname, bir kış kararnamesi vardır. O yaz kararnamesine girmeyen Başkentlerle ilgilidir daha küçük olabiliyor bu. Paris Büyükelçimiz zaten emekli oluyor Tahsin Bey. Amerika’daki Washington Büyükelçimiz Namık Bey 4 yılını tamamladı. Londra’daki Büyükelçimizde Ünal Bey onun da 4 yılı büyük ölçüde tamamlandı ve bir şekilde bu kararname o daha seyri içinde ortaya çıktı özel bir anlam yüklememek lazım. Biz Dışişleri camiası olarak diyeyim önümüzdeki hafta da büyükelçiler konferansı yapacağız. Bütün büyükelçilerimiz yeni atananlar, eskiler hep beraber bir araya geleceğiz. Bütün bu Türk dış politikasının yoğun gündemini, neredeyse dünya gündemi olan hususları istişare edeceğiz. Burada tabi dikkat çekici olması açısından değil ama bir hususu da vurgulamak isterim. Öyle bir bazen yorumlar yapıldığı da gündeme geliyor Sayın Sinirlioğlu’nun Ankara’da kalmasıyla ilgili. Ben böyle Sayın Sinirlioğlu’nun Başdanışmanlık döneminden beri de tanırım. Dış politikamızdaki bu yeni paradigmayı, yeni zihniyeti hem benimsemiş hem de birlikte bunun için çok çaba sarf ettiğim bir mesai arkadaşımızdır. Ankara’da bu derece yoğun bir gündemle birlikte çok çetin krizlerin içinden geçtik, bu anlamda çok tecrübeli bir büyükelçimizdir. Biz kendisinden ben de şahsen talep ettim kalmasını. Çünkü bütün bu gündemleri yakinen takip eden ve bu süreçleri teknik olarak yürüten bir mesai arkadaşımız olarak kalmasını bu açıdan tercih ettik. Gerçekten bugün çok uyum içinde çalışan bir Dışişleri Bakanlığı üst kadrosu vardır. Hepsi müsteşar yardımcılarımız da yeni atandı hepsi bulundukları yerlerde ya vizyoner açılımlar yapmış Çin’den gelen büyükelçimiz gibi Murat Bey. Ya bir kriz içinde çok başarılı kriz yönetimleri sergilemiş Libya’dan gelen Ali Kemal Bey gibi. Ya bulunduğu ülkeyle ilgili ilişkilerde çok ciddi katkılar yapmış Ahmet Muhtar Bey gibi Riyad’dan ve birçok arkadaş yani hepsini tek tek zikretmek istemem. Bu kararname öncesinde zaten müsteşar yardımcılıklarında da ciddi bir yenilenme oldu, bunlar hep bir görev devir teslimi. Bütün arkadaşlarımız görev bilincini en iyi şekilde yerlerini getiriyorlar, getirdiler, getirmekteler. Önemli olan Türkiye’nin bu büyük meydan okumalarla karşı karşıya kaldığı, uluslararası sistemin büyük değişimler geçirdiği bir dönemde en etkin hariciye kadrosunu dinamik bir şekilde vazife başında tutmak, görevlendirmek. Bir yorum daha birçok gazete de gördüm Abdurrahman Bilgiç Bey’le ilgili şu tabir ne kadar rahatsız edicidir gerçekten basınımızın buna özen göstermesi lazım. Bunların hepsi bizim çok kıymetli insan kaynaklarımız, değerlerimizdir. Bir MİT’çi Londra’ya atandı diyor. Şimdi bir kere Abdurrahman Bey’in baksa özgeçmişine Tokyo’dan Milli İstihbarat Teşkilatında Sayın Fidan’ın talebi üzerine tam o geçiş döneminde diplomasiyle, istihbaratı biraz daha şeye katmak, bu dönüşümü gerçekleştirmek için talep edildi, orada görev aldı. Ayrıca MİT’çi ne demektir yani? Halbuki birçok şey de öyle bile olsa bir İngiltere dahi birçok ülkede bu geçişler zaten oluyor. Çünkü kritik dönemlerde değişik tecrübeye sahip arkadaşların görevlendirilmesi söz konusu olur.

Sayın Serdar Kılıç ben Lübnan’da çok kriz döneminde mükemmel bir diplomasi yürüttü kriz esnasında birlikte de çalıştık. Sonra Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterimiz oldu devletin en üst kurullarımızdan. Sonra Tokyo’da görev yaptı Washington’da. Bunlar son derece doğal, hepsinde tek ölçümüz vardır açık söyleyeyim ehliyet ehliyet ehliyet. Ehliyet ve dinamizm. Mademki biz hani Dışişlerinde Bakan olduğum ilk gün söylediğim artık haddi diplomasi yoktur, sattı diplomasi vardır satı ise bütün dünyadır. Bütün büyükelçilerimizin 24 saat dinamik bir görev yürütmesini arzu ediyoruz. Ekonomisiyle, kültürel etkisiyle Türkiye’nin. Ve bugün böyle bir kadro aslında benzer bir dış politika yükünü bizim 200 diplomat ekibimizle yürütülen işi başka ülkeler 80 bin, 10 bin kişiyle yapıyor. İnşallah çok daha zenginleşmesi gerekecek, çok daha çeşitlenmesi gerekecek Dışişleri kadrolarımızın. Ama bu çok geleneği sağlam ve insan kaynağı bu anlamda kaliteli bir kadromuz var ben hepsiyle gurur duyuyorum ve inşallah önümüzdeki dönemde de çok daha genç, dinamik büyükelçilerimiz her yerde görev yapmaya devam edecekler.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Sayın Bakanım, son 15 dakikamız ama soracak çok sorumuz kaldı o yüzden biraz daha hızlı gidelim. Biraz önce Kartoğlu’nun sorusuna cevap verirken söylediniz İsrail’le Mavi Marmara ... yönelik sorunun geldiği aşama ne yani çünkü özür dilendi, tazminat konusunda da anlaşma oldu hani o Mavi Marmara’dan kaynaklanan kriz bitiyor mu?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi daha tazminat konusunda nihai anlaşma olmadı ama görüşmeler bir uzlaşıcı bir mahiyette yürüyor.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Yok hem basit aslında çözülebilir...

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yok o da önemli yani nihayet bu...

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Yok bizim için basit değil hani onların en kolay karşılayabileceği şey olduğunu düşündüğüm için.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Öyle değil yani tabi orada normaldir yani bir misal teşkil etmesinden tutunda, birçok kaygıları herkesin olabilir. Onları ama bu nihayet bizim için önemli olan orada kaybettiğimiz canlarımızın, kardeşlerimizin haklarını korumaktır. Bu çerçeve de müzakereler yürüyor, dediğim gibi son dönemde uzlaşma konusunda tavırlar da olumlu yönde bir seyir var. Üçüncü olarak da tabi Filistin’e dönük olarak hem Gazze’ye dönük olarak kısıtlamaların ve yardımların önündeki engellerin kaldırılması. Bu noktada da aslında Mısır’daki değişim sonrasında Gazze’deki insani durum gittikçe kötüleşti. Elektrikler yok, en temel ihtiyaçlar yok, tüneller tümüyle o ihtiyaçların karşılandığı kanallar yok edildi. Dolayısıyla böyle bir dönemde Gazze’ye, Batı Şeria’ya bizim insani yardım elimizi uzatabileceğimiz bir konjonktürün doğması çok önemli. Bu hangi yolla olursa biz o yolla bunu yapmaya kararlıyız, bu çerçevede de görüşmelerimiz yine sürüyor. Türkiye’nin Gazze ve Batı Şeria’ya yardım kanallarını açacak ve bu kısıtlamaların kalkmasının önünü açacak bir formül gelişmesi halinde Türkiye İsrail ilişkilerinin normalleşmesi ve üç şartın yerine gelmesi bağlamında söz konusu olacaktır. Bu konuda iyi niyetli olarak müzakereleri sürdürüyoruz, gelişmeleri takip edeceğiz.

MUSTAFA KARTOĞLU- Biraz da bilmiyorum vaktimiz azaldı iç politikaya aslında Türkiye’nin içine bakalım istiyorum. Siz zaman zaman bu konulara da girdiniz daha önce ama, bir dünyada meydan okumalarla karşı karşıyaydı dediniz Türkiye ama Hükümette aynı zamanda içeri de bir meydan okumayla karşı karşıya en azından Hükümet var olan durumu böyle okuyor ve böyle değerlendiriyor. İkisi arasında bir paralellik kuruyor musunuz bir. İki, daha öncesinde yaptığımız bir röportajda da bu tip sosyal çatlamalara neden olabilecek girişimlerin sonuçlanmasına yönelik önerileriniz vardı, bazı ilkeler etrafında bunları atlatabiliriz demiştiniz bir de o konuya değinmenizi rica edeceğim.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Biraz önceki soruda vurguladığım gibi içeride de biz geçmişte yani son 10 yıl içinde birçok kriz yaşadık. Yani Türk toplumu dinamik bir toplum, haraketli bir toplum. Dolayısıyla, bir şekilde o hareketlilik içinde herkesin kendine biçtiği hareket tarzında bazen çatışmalar yaşanabiliyor ama, önemli olan bu hareketten bir sinerji doğurmak. Yani statik toplumlarda kriz olmaz ama, büyük bir enerji de doğmaz. Dinamik toplumlarda bizim gibi yani genç nüfus, çok merkezi coğrafya, çok değişken ve süratle değişen bir sosyo kültür mobilizasyonu yani 50’li, 60’lı yıllarda kırsal kesimden, şehirlere göç vardı, Almanya’ya göç vardı, şimdi bütün dünyaya neredeyse göç var ve bütün dünya da Türkiye’ye akıyor. 2002’de yurt dışına çıkan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 6 milyondu, şimdi 2012’de 12 milyon. Bize gelen 12 milyondu, şimdi 34 milyon böylesi haraketli bir toplumdan bahsediyoruz.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Yıllık rakamlar değil mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bu rakamlar tabi tabi. Bu haraketli toplumun enerjisini doğru kullanması lazım. Enerjiyi doğru kullanmanın çerçevesi de herkesin hani Eflatun’dan beri kabul edilen şey adalet kavramı hak ettiği şeyi doğru yere koymaktır, her şeyin doğruca yerinde olmasıdır. Bu bizim Farabi’yle Medinetü'l Fâzıla’da yer almıştır. İslam kültürü Osmanlı şeyine de siyasi kültürüne de yerleşmiştir. Herkes yerini doğru tespit ederse ve doğru yerde bulunursa bu tür çatışmaların önüne geçilir. Geçmişte asker, siyaset ilişkisinde bu doğru yerde konumlanma, doğru yerde bulunma ve o sınırların belirlenmemesi dolayısıyla biz çok büyük acılar yaşadık. Üç kıymetli insanımızı yani Başbakan Adnan Menderes’i ve işte Dışişleri Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan’ı kaybettik, 4 tane de doğrudan dolaylı askeri müdahalenin acılarını yaşadık. Çünkü taşlar yerinde değildi, siyaset, siyaset alanında değildi. Askeri kesim bürokrasi diyeyim asker ve sivil bürokrasi doğru yerde değildi. Son 10 yıldır biz bu taşları doğru yere oturtmaya çalışıyoruz, demokratik reformlarla doğru yere oturtmaya çalışıyoruz. Herkes doğru yerde ve bu anlamda da örnek bir seyir takip etti. Gerçekten bunda hem Hükümetimizin demokratikleşme yönünde attığı adımlar hem Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de kendi içinde doğru bir tanımlamaya geçmesini dikkat edin son dönemde böyle bir tartışma Türk siyaset gündeminden düştü. Şimdi sivil toplum, bürokrasi siyaset ilişkisinde de bu geleneksel anlamda cemaatler olur, modern anlamda sivil toplum odalar, iş dünyası veya başka dernekler veya geleneksel anlamda cemaatler olur. Onlarla bürokrasi arasındaki ilişkiler siyaset aleyhine gelişmeye başladığında yine bir siyasetin alan daralması olur ya da bürokrasi siyaseti değil de o siyasi demokratik kültür içinde Hükümete olan itaat ve fonksiyonellik ilişkisini başka kaynaklara yönelttiğinde o devlet idare edilemez hale gelir. Geçmişte bürokrasiyle, iş dünyası arasında sivil toplum arasında kurulan ilişkilerin nasıl büyük bir yozlaşmaya yol açtığını hepimiz biliyoruz. Burada taşların doğru yerde olması halinde, bu başta söylediğimiz o büyük devinim Türkiye’nin bütün dünyada yükselişine yol açan başarı hikayesi artarak devam eder. Burada da son günlerdeki tartışmalar bağlamında söylüyorum; yargı-yürütme-yasama arasındaki ilişkilerin doğru tanımlanması ve herkesin kendi alanında kendi fonksiyonunu icra etmesi lazım. Benim burada gördüğüm temel eksikliğimiz 12 yıl içinde, son 3-4 yıl içinde maalesef gerçekleştiremedik, eğer Anayasa reformunu yapmış olsaydık, aslında bu tartışmaların çoğu ortaya çıkmadan problem absorbe edilebilirdi. Fakat Anayasa reformu yapılmayınca yargıyla yürütme arasındaki ilişkileri tanımlamakta sıkıntılar doğurmaya başladı ve nitekim bu sıkıntılar öyle veya böyle yargının ya da yürütmenin alanını tanımlamakta karşılıklı bir yetki çatışmasına yol açtı. Şimdi bu taşı doğru yere oturtmamız lazım. Her şeyden önce herkesin şunu bilmesi lazım: Türkiye’de, demokratik bir ülkede meşruiyetin kaynağı halktır. Bu meşruiyetin kaynağını halktan almasının da ölçüsü seçimlerdir, halkın iradesinin siyasi alana yansımasıdır. Buradan aldığınız gücü kullanırsınız, başka hiçbir yerden aldığınız güç meşru bir güç olmaz. Meşruiyetin kaynağı o. Ve meşru bir şekilde iktidara gelen bir yapı da bürokrasi açısından rasyonel, modern bürokratik kültür açısından bu meşru iktidara tabidir. Yargı buradaki herhangi bir anayasal ya da yasal sapmayı tabii ki denetler, ama bürokrasinin herhangi bir kesimiyle biraraya gelerek meşru iktidarı gücünü daraltacak bir eylem içine giremez.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Giremez diyorsunuz ama, 17 Aralık gibi bir işte yargı darbesi olarak da tanımlanan bir operasyonla neredeyse işte Hükümete yönelik bir siyasi bir kompozisyona doğru gittiği…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Giremez diyorum, normu koyuyorum. Girdiği zaman herkesi yerine getirecek, doğru yere oturtacak bütün bu ilişkileri yeni bir reform ihtiyacı doğar, onu da yapmak için Hükümetimiz kararlıdır ve bu daha büyük bir anayasa reformunun, bir sistem reformunun da önünü açacağını ümit ediyorum, özgürlükçü. Şimdi telefon dinlemelerinden başlayabilirsiniz, vatandaşın temel bazı çok temel haklarını ve mahremiyet haklarını yok edecek düzeye gelmişse bunun bir tanıma oturtulması gerekir. Buradan başlayarak birçok yanlış giden hususun doğru yere oturtulmasına da bir fırsat teşkil eder. Yürütmenin bu konudaki ben bir kez daha vurgulamıştım, devletin alanı, devletin işleyişiyle ilgili yapıda herhangi bir zaaf gösterdiğinizde işte o zaman kaos başlar. Şu anda hepimizin yapması gereken, böyle bir zaaf görüntüsünün oluşmasına izin vermemek. Türkiye’de meşru bir iktidar meşru bir güç kullanmaktadır ve bu iktidarın en başından Sayın Başbakanımız olmak üzere her vesileyle her türlü yolsuzluğa karşı olduğunu ifade etmiştir ve her türlü denetime de açık olduğumuzu. Ama bunun ötesine taşıyacak şekilde meşru iktidara dönük bahsettiğiniz 17 Aralık’ta, daha sonraki adımlarla neredeyse her gün bir kriz havası varmışçasına hamleler yapılması seçimlerden çok kısa bir süre önce, bunun da sadece sıradan bir yargı eylemi olduğunu iddia etmek de mümkün değil. O zaman taşları yerine oturtmanın vakti gelmiştir; yürütme yürütmedir, yargı yargıdır, sivil toplum sivil toplumdur. Cemaat veya bu tür geleneksel yapılar da yine kendi alanlarında kaldıklarında ve o hizmetleri yaptıklarında toplumsal sinerjiye katkı yapacak yapılardır. Ama alanların dışına çıktıklarında herhangi bir şekilde ülkedeki normal demokratik siyasetin işleyişine müdahil duruma geldiklerinde de en fazla kendileri zarar görür. Burada artık herkesin soğukkanlı bir şekilde kendi iç muhasebesini yapması veya gerekli adımları atması lazım. Biz Hükümet olarak bunu zaten yapıyoruz ve bu anlamda da önümüzdeki dönemde demokratikleşme de dahil olmak üzere birçok kalıcı adımın atılacağını herkes görecek, ama kimse hayal ve rüya görmesin. Dış basında yapılan bazı yorumları da biliyorum. İçeride kapalı kapılar ardında yapılan yorumlar da bize geliyor. Hiç kimse Türkiye’de bir yönetim zaafı olacağı rüyasını görmesin. Biz bu iktidarı halkın ana sütü kadar helal oylarıyla, destekleriyle aldık, sonra da onun destek ve dualarıyla devam ettiriyoruz. O destek sürdükçe Türkiye’de herhangi bir şekilde bir zaaf ortaya çıkmasına kesinlikle izin vermeyiz.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Yurt dışındaki muhataplarınızla siz çok görüştüğünüz için hani dışarıdan da algıyı görüyorsunuz, çünkü bir kısım işte yurt dışındaki çıkan yayınlarda biraz önce söylediğiniz, eleştirdiğiniz şeyleri destekleyen yahut da böyleymiş gibi göstermek isteyenler de var. Ama bir yandan da siz doğrudan somut muhataplarınızla görüşüyorsunuz. Onların Türkiye’ye bakışı bu konuda bir değişikliğe uğradı mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Açık söylemek gerekirse şu ana kadar çok sayıda dışişleri bakanıyla dış politika alanında konuştuk, hiçbirisi de Türkiye’deki gelişmelerle ilgili olumsuz bir intiba verecek ne bir yorumda, ne bir yaklaşımda bulundular bizim ikili görüşmelerimizde. Zaten bu kimsenin haddi de değildir açık söyleyeyim. Hatta ben bu demokratik toplumlarda yaşanır olaylardır. Gezi olayları esnasında bize ne tür eleştiriler yöneltildi, aynı günlerde Frankfurt’taki gösterilere yapılan müdahale göz ardı edildi. Şimdilerde Hamburg’da ne kadar güvenli bölge diye bir bölge ihdas ediliyor, hatta bazı polis sendikaları artık ateşli silah kullanım hakkı verilsin gibi aşırı taleplerde bulundukları bir konjonktür... Demokratik toplumlarda her zaman bu tür şeyler yaşanır. Ama bu Almanya’da ya da Avrupa’da yaşandığında normaldir de Türkiye’de yaşandığında büyük bir siyasal krizdir ve Hükümet gitmelidir diye birisi bir sonuca varırsa veya böyle bir intiba verirse ona biz haddini bildiririz. Aynı şekilde böyle bir şey olmadı, oldu anlamında söylemiyorum ama, herhangi birisi Türkiye’de bu yaşanan olaylarla ilgili bir yorumla, bir Hükümet krizi varmış görüntüsü verirse ona da aynı cevabı veririz. Yani, çok dostane görüşmeler içinde bunlar konuşulduğunda kesinlikle böyle bir karşılık anlamında söylemiyorum, daha 2-3 ay önce biliyorsunuz Amerika’da Kongre ile Yönetim arasındaki ihtilaf sebebiyle devlet fiilen işlemez hale geldi, devlet kapatıldı, yani fiilen kepenk kapattı devlet, kimse de Amerika çöktü falan demedi, çünkü Amerika Birleşik Devletleri’nin sistemine bir güven vardı.

Türkiye’de şu anda da yargı ve yürütme arasında böyle ir diyelim bir kriz şeyi var, bir yetki çatışması var. Biz devleti kapatmış, devletin işleyişi durmuş değil, devlet işliyor. Bir yetki çatışması varsa, nedir? O yetki çatışmasını giderecek düzenleme yasama organında yapılır, yetkiler yeniden tanımlanır ve yola devam edilir. Burada nasıl herhangi bir Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı devlet kepenk kapattı, tabir buydu çünkü, kapattı diye Amerika Birleşik Devletleri’nin sistemine güvenine sarsması, nasıl orada bir yönetim değişikliği gibi hayal, rüya görenler olmadı, kimse Sayın Obama’nın meşruiyetini tartışmadı. Burada da bir yetki çatışması varsa yapacağımız öncelikli şey, kendimize güveneceğiz, böyle bir yetki çatışmasını biz aşacağız.

Açma yolu nedir? Yasama ile bu yetki çatışmasını giderecek tedbirleri almaktır, insan haklarını genişletecek, yetki çatışmasını giderecek tedbirleri almaktadır. Bu konuda da Hükümetimizin zaten yürütmekte olduğu bir çalışma var, Adalet Bakanımız da dün medyaya geniş şekilde bunu açıkladı. Bu ilk adımdır ama, arkasından daha geniş çaplı demokratikleşme adımları gelecek. Hiçbir şekilde vatandaşlarımızın artık 2-3 kişinin aldığı kararla bütün mahrem hayatının incelenmesi, tahkik edilmesi, telefon dinlemeleriyle insanların neredeyse telefonla konuşamaz hale getirilmesinin önüne geçmek gerekir. Ben bunu Hükümetin bir üyesi olarak değil, vatandaş olarak da söylüyorum.

İnsanların özel hayatları mahremdir, bu mahremiyete saygı göstermediğimiz zaman, eğer bir ülkede 10 binlerce insan dinlenir hale gelmişse veya bir sistem tümüyle neredeyse çok kolay izinlerle bu yapılırsa, birinin buna da dur demesi lazım, insan hakları adına dur demesi lazım.

O zaman bütün bunları, bazen küçük depremler hani büyük şeyleri, taşların yerine oturmasını da sağlar, bazen daha büyük sarsıntıları engeller, bu tür krizler aslında yeteri ders alındığında sisteminin kendisini yenilemesini sağlar. Şimdi biz bu sistemi yenileceğiz, önce bu krizi aşmak üzere yenilenecek, sonra da inşallah kapsamlı ve özgürlükçü ilkesel bir anayasa reformuyla bu yenilenmeyi taçlandırmamız lazım. O zaman göreceksiniz ki, bu krizlerin hepsinden daha sağlam çıkmışız.

Bu çerçevede de karşıtlıklar ilişkisi üzerinden bakmamak lazım. Ben hep olaya bir sistem, bir mimari gibi, hani bir binada bir şeyler yanlışsa, ufak sarsıntılar … yeni bir mimariyle o binaya bakmak lazım. Şimdi bizim devlet sistemimiz bu anlamda, zaten 10 yıldır reformlarla takviye ettiğimiz sütunlarımızı daha da takviye etmemiz, demokrasimizi güçlendirmemiz ve alınacak her türlü tedbiri alarak ülkede bir zaaf görüntüsü vermek isteyenlere de fırsat mememiz lazım. Bu konuda ben herhangi bir şekilde karamsarlığa kapılmanın doğru olmadığı, aksine kendimize güveneceğiz, bu krizi kendi sistemimiz içinde aşacak yolları, yöntemleri bulacağız, hiçbir zaman meşruiyet krizi doğurmayacağız, kimsenin meşruiyet krizi çıkarmasına ve Türkiye’yi bu anlamda zaafa götürmesine veya böyle algı oluşturulmasına fırsat vermeyeceğiz. Göreceksiniz, Türkiye bu krizden de daha öncekilerden olduğu gibi çok daha sağlam bir şekilde çıkacak ve 2023 için koyduğumuz hedeflere aynı kararlılıkla bir an bile tereddüt göstermeden yürüyeceğiz.

O zaman, taşlar yerine oturduğunda çok sağlıklı işlevler görmüş olan bütün cemaat yapıları da, bütün sivil toplum yapıları da kendi faaliyet alanları içinde özgürlük içinde her türlü çalışmayı yapacaklar. Ama bürokrasi bürokrasiliğini, yargı yargılığını, yürütme yürütmeliğini ve devlet devletliğini bilecek.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Mustafa Kartoğlu, süremiz bitti, çok teşekkür ediyoruz.

Sayın Bakanım, yarın Paris’e gidiyorsunuz. Sadece bir cümlelik hakkım var, onu da risk alarak soruyorum. Aynı zamanda geçen yıl Paris’te 3 PKK’lı kadın yöneticinin öldürülmesinin yıldönümü bugün. O açıdan Paris’teki görüşmenizde bugüne kadar Fransa çok yardımcı oluyor mu? Karanlık bir cinayetmiş gibi kaldı, çünkü çözüm sürecine yönelik de bir hücum olarak algılanmıştı o zaman biliyorsunuz. Birkaç cümleyle...

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şunu söyleyeyim biraz önceki soruyla da irtibatlandırarak aslında: Türkiye’nin ve Türkiye’deki bütün kesimlerin hiçbir geri adım atmaması gereken ve hiçbir konuda tereddüde düşmemesi gereken hususlardan biri de çözüm sürecidir. Zaten bu kriz ortamının yaratılması biraz da çözüm süreciyle ilgili yeni bir kaos ortamını yaratmayla ilgili olduğu kanaatini taşıyorum doğrusu.

O zaman, çözüm sürecini baltalayacak her eylem, geçen seneki bu eylem de dahil olmak üzere ortaya çıkarılmalı ve Türkiye’de oluşan toplumsal barışı zedeleyecek her konuda da toplum olarak birlikte tavır gösterebilmeliyiz.

Biz geçen sene bu cinayetler yaşandığı ilk anda birçok kişi bunu Türkiye Cumhuriyeti Devleti mi yaptırdı falan gibi yorumlar yaptı. İlk anda, daha ilk gün ben açıklama yaparak, hiçbir zaman Türkiye’nin herhangi bir şekilde bu eylemin içinde olmadığını, aksine suçlular kimse bir an önce bulunması için Fransa’yla her türlü işbirliğine hazır olduğumuzu söyledim, onlar da açıkçası bu işbirliğini sürdürdüler.

Ümit ederiz ki, bu cinayet aydınlanır ve sorumlular aslında kimse o sorumlular çözüm sürecini de istemeyenler onlardır.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Çok teşekkür ederim efendim.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Ben teşekkür ederim.

YAŞAR TAŞKIN KOÇ- Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Kartoğlu’yla birlikte konuk ettik.

Birazdan Arda Zentürk size hem günün, hem de yarının önemli başlıklarını canlı olarak anlatacak.

İyi akşamlar.