Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 (İskele Sancak) Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 7 Ağustos 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Ülke TV’ye Verdikleri Özel Mülakat, 6 Ağustos 2014, İstanbul Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT Türk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 26 Temmuz 2014, Paris Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün'e Verdikleri Özel Mülakat, 24 Temmuz 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 24 Televizyonuna Verdiği Özel Mülakat, 20 Mart 2014, Konya Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT 1 Televizyonunda Yayımlanan "Enine Boyuna” Adlı Programda Verdikleri Özel Mülakat, 2 Mart 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün’e Verdikleri Özel Mülakat, 9 Şubat 2014, Karaman Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV/CNBC-e Televizyonlarına Verdikleri Özel Mülakat, 23 Ocak 2014, Davos Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 9 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 7 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 7 Televizyonunda Yayımlanan ‘Başkent Kulisi’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 29 Aralık 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu NTV'de Yayınlanan "Yakın Plan" Programına Konuk Oldu, 12 Kasım 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 8 Kasım 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT-1 Televizyonunda Yayımlanan Enine Boyuna Programında Yaptığı Açıklamalar, 27 Ekim 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 18 Ekim 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun CNNTürk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 3 Ekim 2013, Ankara
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 7 Ocak 2014

OĞUZ HAKSEVER- İyi akşamlar, Özel Röportaja hoş geldiniz.

Geçmişte şöyle bir algı vardı: Dış politika dış politikadır, iç politikada da iç politikadır. Ama bu algı artık ortadan kalkmış durumda. İç politikayla, dış politikanın birbirine paralel, birbiriyle iç içe zaman zaman yürüdüğünü artık biliyoruz. Bu akşam ki röportaj da biraz öyle olacak. Konuğumuz Dışişleri Bakanı Profesör Doktor Ahmet Davutoğlu.

Sayın Bakan, hoş geldiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hoş bulduk teşekkür ederim.

OĞUZ HAKSEVER - Elbette dış politika deyince biraz öne onu alacağız ama, 17 Aralık süreci de odağında olacak, orta yerde olacak. Fakat çok dikkat çeken bir durum var dış politikayla ilgili olarak Bünyamin Aygün olayı. Notlarımı şöyle aldım: Kurtarmak için 3 günlük bir çatışma diye yansıdı basına veya öyle bir algı oldu. Eğer öyleyse bu bir ilk ve eğer öyleyse akla başka sorular geliyor. Bu konuda kamuoyunu nasıl aydınlatırsınız?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi her şeyden öne operasyonel detaylara girmek bundan sonraki benzer durumlar için doğru olmayabilir. Ama şunu ifade etmek isterim: Dışişleri Bakanı olmak böyle bir ülkenin, böyle köklü bir devlet geleneğini temsil etmek büyük onur. Tabi çok krizlerde yaşıyorsunuz, kritik anlardan da geçiyorsunuz fakat, 4,5 yıl içinde beni en çok sevindiren en fazla bu görevi ifa etmem dolayısıyla onurumu kat kat artıran şey herhangi bir vatandaşımızı zor şartlardan kurtardıktan sonra onunla ya da ailesiyle telefonda yaptığım görüşme. O anda bütün yorgunluğunuzu unutuyorsunuz, o anda yaptığınız göreve yepyeni bir anlam giriyor ve bunu defaatlerce yaşadık son yıllarda 10 yıl takriben 160’ı aşkın vatandaşımızı benzer şartlardan kurtardık.

OĞUZ HAKSEVER - Afganistan da var bunun içinde.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Afganistan’da, Irak’ta, Kenya’da, Somali’de birçok yerde aslında bu Türk toplum dinamizmini de gösteriyor. 2002’de 6 milyon Türk yurt dışına çıkmış, şimdi 12 milyon Türk 1 yıl içinde. Bu hareketli bir toplumun dünyanın her yerine artık biz de zaten büyükelçilikler açarak, birçok şey yaparak teşvikte ediyoruz. Çünkü insan üzerinde dururuz, Türkiye’nin bizim en büyük güç kaynağımız insan kaynağımız bunu hiç heba etmememiz lazım, bir tek insanımız bile çok kıymetli. Şimdi son güzel olay, daha öncede işte birkaç ay önce pilotlarımızı kurtarmıştır. Son Bünyamin’le ilgili daha ilk andan itibaren tabi yoğun bir şekilde bazen takip unutuldu mu diye tweetler atanlar oluyor vesaire unutmak mümkün mü? Yani onun ailesi unutmaz ama, o unutabilir ama devlet unutmaz. O andan itibaren büyük çabalar sarf edildi. MİT Müsteşarlığımız bütün birimlerimiz, bütün diğer olaylarda olduğu gibi sabırla dikkatlice. Çünkü böyle durumlarda dikkatsiz sarf edilen bir söz, dikkatsizce yapılan bir eylem, bir kurtarma operasyonu Allah muhafaza kurtaracağınız kişinin hayatını da riske edebilir şartların olgunlaşmasını beklemeniz lazım. Olayı bazen gündemden düşürmek lazım ki kaçıranların eğer niyetleri bir pazarlık ise o pazarlığın marjını düşürmek gerekiyor. O kadar çok değişik durumda o kadar çok farklı olayla karşı karşıya kalabiliyorsunuz ki sonunda ancak sonunda onun sesini duyduğunuzda evet Elhamdülillah diyebiliyorsunuz. Dün Bünyamin’le ilk konuştuğumuz da sınırımıza yakın bir yerden daha Türkiye sınırlarımıza girmemişti. O kadar samimi ve gerçekten kendisinde bütün diğer vatandaşlarımız gibi, kurtardığımız vatandaşlarımızda gördüğümüz vakar dolayısıyla kendisini, ailesini tebrik ediyorum. Hem sükûnetle beklediler hem de vakarla bu ülkenin bir vatandaşı olmanın onurunu, kurtarıldığı andan itibaren hep zikrettiler ama, sorumluluklarımızı da artırdı Bünyamin’in açıklamaları. Çünkü samimiyetle ilk anda şunu söyledi aradığımız da: Sizin bir açıklamanızı bana okudular, işte Bünyamin’i yakından takip ediyoruz, çalışıyoruz diye. O andan itibaren içimde bir rahatlık vardı bu telefon görüşmesini bekliyordum dedi. Ama bir taraftan da bir kişiyim nihayet bu kadar da önemli olmayabilirim dedi. Dedim ki, 75 milyon 1 kişidir, 1 kişi 75 milyondur. Gerçekten o anda bütün devlet mekanizmalarınızla bu işte sorumluluk addeden herkes o güzel haberi almak için çalışıyor. Bunu Allah muhafaza inşallah bir daha böyle bir olayla karşılaşmayız ama bu durumlarda vatandaşlarımızın herhalde bu olayda da görüldüğü gibi devletlerine güvenerek, devletin bütün erkânına, Cumhurbaşkanımızdan, Başbakanımızdan hepimizin bunu yakından takip ettiğimize inanarak sürdürmesi lazım. Bir taraftan Bünyamin’in kurtarılış sürecini takip ederden, diğer taraftan Ramadi’de bu çatışmalarda mahsur kalan Anbar da vatandaşlarımızın 70 vatandaşımız bir yerde hepsini tek tek isimleriyle ve Büyükelçiliğimize gönderdiğimiz talimatla hepsini takip ediyoruz yani orada da Allah muhafaza bir şey olmasın diye. Elhamdülillah devletimiz artık muktedir bir devlet, güçlü bir devlet. Hala bana muhataplarım 2011 yılında, Şubat ayında yaptığımız Libya operasyonunu söyler ve hiçbir ülkenin yapamayacağı bir şeyi 10 gün içinde 25 bin vatandaşını bir yerden, bir tek vatandaşın burnu kanamadan bile tahliye edebilme kudreti onur verici bir kudret. Bünyamin’in o güzel sözleri son olarak da bunu gazete de okudum rüyasında bizleri gördüğünü söyledi. Demek ki, bu sefer ben de empati yaparak onun yerine kendimi koyduğum da demek ki bu kadar üzerimizde büyük bir ahlaki sorumlulukta var. O vatandaşlarımızın rüyalarına mademki giriyoruz, bilsinler ki o rüyalardan da, hayatlarından da hiç çıkmayız.

OĞUZ HAKSEVER - Bu enteresan gerçekten zamanın da Birleşik Devletlerin bu tür reflekslerine özenirdik vay canına işte vatandaşına falan diye onu bir kenara koyuyorum söyleşi olduğu için oraya böyle bir girdim ama.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bir şey var ki mesela Birleşmiş Milletler dediğiniz için, çok kamuoyuna yansımadı Bünyamin tabi medya mensubu olduğu için daha bilindi ve yakında oldu. Bütün camiamıza, medya mensuplarımıza da geçmiş olsun diliyorum ailesine de. Mesela bundan birkaç ay önce Somali’de, çölün ortasında insani yardım faaliyetinde bulunan bir TİKA mensubumuz çatışmalarda yaralandı. Özel helikopterle, ambulans uçağıyla bulunduğu yerden aldık ve getirdik. Bu bir devletin bir kudretini gösterir yani karşılaştırmak istemem ama, daha önceki Türkiye içindeki afetlerde bile nasıl zor organize olabildiğimiz ama şimdi tek bir düğmeye bastığında artık otomatik olarak Sağlık Bakanlığı devreye giriyor, AFAD devreye giriyor, Dışişleri Bakanlığı koordine ediyor bir bakıyorsunuz bunun da şeylerini Elhamdülillah vatandaşımız nezdinde geri alıyoruz bu büyük onur verici bir şey.

OĞUZ HAKSEVER - Ama çatışma olayı doğru mu Sayın Bakan?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabi yani.

OĞUZ HAKSEVER - Bu nasıl oldu orada biraz ayrıntısını yani alabildiğimiz kadar biliyorum ki baştan söylenmez.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi Suriye bizim kontrolümüzde bir yer değil. Her şeyden önce bazen haksız suçlamalara muhatap oluyoruz yani işte bu Lübnanlı hacıların kaçırılması olayında da. İçeride de bazen eleştirilere muhatap oluyoruz, ama şunu herkesin bilmesi lazım: Suriye’de şu anda bir büyük savaş yürüyor ve bu savaş şu ana kadar 150 bin kişi en az kayıtlı kayıp var, bunun diğer şeylerine yaptığı belki iki mislidir. Şey için söyleyeyim bunu neyle karşı karşıya olduğumuzu da herkesin görmesi için. Ortadoğu savaşlarının tümü yani modern dönemde 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’da yaşanan savaşların tümü İran-Irak Savaşı dışında Suriye’deki son 2 yılda ölen kadar insan ölmedi yani tek tek aldığımızda. Ne 67 Savaşı’nda ne 73 Savaş’ında ne 14 yıl süren Lübnan iç savaşında bu kadar sayıda insan öldü. Bir büyük yangın var bunu şey yapan, hani tetikleyen, en tahripkâr silahlar kullanan bir rejimden de bahsediyoruz Hava Kuvvetleriyle, kimyasal silahlarla. Ve bu boşluk dolayısıyla ortaya çıkan terör gurupları da dair birçok grubun faaliyeti var dışarıdan gelen Hizbullah unsurları da dahil. Burada Türkiye her zaman Suriye halkının yanında olmaya çalıştı mülteciler politikasıyla, her şeyiyle. Dışarı da bir toprak parçası yani bu bizim de bu anlamda çok dikkatle takip etmemiz gereken. Çatışma bizimle, oradaki şeyler arasında herhangi bir grup arasında hiçbir zaman bir çatışma yaşanmadı. Ancak Hür Suriye Ordusu mensupları bir taraftan rejime karşı mücadele ediyorlar, bir taraftan El-Kaide’ye karşı mücadele ediyorlar. Bazen gazetecileri rejim kaçırmış oluyor daha önceki bir örnekte bilindiği gibi ve rejim elinde tutuyor yok diyor, ama sonra gazeteciyi tespit edebiliyoruz. Muhtemelen Beşar Kaddumi kardeşimiz de rejimin elinde veya şu anda nerede... Doğrusu bir izine şu ana kadar şey yapamadık. Bazen de bu tür kontrolsüz gruplar kaçırabiliyor. Hür Suriye Ordusu, El-Kaide’ye karşı verdiği mücadele içinde o bölgede çatışmalar şeyler tabiri caizse kurtarma faaliyetlerinde tabi bu bilgiler bizde de malum olan bilgiler ama detaylarına dediğim gibi operasyonel olarak mümkün değil, doğru da değil, çatışmalar o mahiyette bir çatışmaydı hani bizim herhangi bir birimimizin bu anlamda girdiği bir çatışma yok onu ayırt etmemiz gerekir. Hiçbir Türk yetkili, görevli bu anlamda Suriye’de veya dışarıda sınır dışında bir çatışmanın tarafı olmuş değil, onu tashih etmek ve böyle bir kanaat uyanmasına izin vermemek lazım. Ama tabi yakından takip ettiğimiz bir süreçti, Bünyamin’in sağ salim ülkeye getirilmesi için her şey yapıldı, bunu söyleyelim, detayları tabi ki...

OĞUZ HAKSEVER - Elbette elbette.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Benzer durumlarla karşılaşılıyor, şey oluyor, bu bütün vatandaşlarımızın bundan sonraki güvenlikleri için önemli.

OĞUZ HAKSEVER - İnsani durum olunca gazeteciliğin de bir yere kadar durması gerekebiliyor. Dış politikayla ilgili sorular hakikaten daha epey var ama bu aşamada 17 Aralık sürecine girersek ben Hatay’daki tır olayıyla başlama taraftarıyım. Kamuoyunda şöyle bir algı var: İşin içine MİT burada ben de varım deyince ve arama da engellenince… Demek ki, bir şey var, bu arama engellendi diye bir algı oluştu kamuoyunda. Bizimle ne kadarı paylaşırsınız Sayın Bakanım?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi şunu söyleyeyim: Aslında Bünyamin kardeşimizin olayıyla hani toplumsal algı itibariyle bir çerçeve çizmek istiyorum. Hem Türkiye Suriye’ye müdahil olmasın deniyor hem orada bir iç savaş deniyor ama bir vatandaşımızın başına bir şey geldiğinde de Türkiye Hükümet bütün gücünü kullansın ve onu kurtarsın deniyor. Etkinizin olmadığı bir coğrafya da sözünüz de geçmez, bir alanda sözünüz geçmez. Böylesine büyük bir mücadele yürüyorsa içeri de ki biz Türkiye’yi bu savaşın dışında tutmak için olağanüstü çaba sarf ettik ve sarf etmeye devam ediyoruz. En zor şartlarda rejimin işte uçağımıza dönük Cilvegözü’ndeki birçok olaylarda biz teenniyle davrandık ve ülkemizi böyle bir savaşın dışında tutmaya şu ana kadar başardık inşallah bundan sonra da nihai irademiz, Türkiye’nin hiçbir zaman hiçbir şekilde herhangi bir savaşın tarafı olmamasıdır.

Geçen İstanbul’da Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde iş adamları dostlarımızla konuştuğumuzda şunu söyledim: Bakınız Suriye’de net olarak bir savaş yürüyor, Irak’ta da düşük yoğunluklu çatışma var. Ama Elhamdülillah ülkemizde kimse böyle bir psikoloji de değil, sınır şehirlerimiz de bile hani olağanüstü bir durum ilan etme ihtiyacımız dahi olmadı hiçbir zaman. Bu bizim takip ettiğimiz bir taraftan da oradaki Suriye halkının çektiği acılara duyarlı olmak lazım, onu paylaşmak lazım. 911 kilometre sınırınız var ve bu sınır dağlık bir sınır da değil çoğu yerde, rahat geçişlerin olabileceği sınırlar. Şimdi böyle bir coğrafya da devlet ol devlettir ki her türlü tedbiri alır. Bu her türlü tedbirin içine kendi güvenliğini teminat altına alacak olan kendisine müzahir grupların karşı tarafta olsalar bile kendisine müzahir grupların istikballerini düşünme durumunda olan bir devlet sorumluluğu gerekir. Bu sorumluluğu yapmak herkesin görevi. Yani şimdi Irak’ta şu veya bu yapılar ortaya çıktı hani geçmişteki şeyi kast ederek niye biz orada etkili değiliz diye geçmişteki dönemi kast ederek soranlar, 10 sene sonra Suriye’de de etkimizin daraltılmaması önem taşıyor. O zaman biz kendi ulusal güvenliğimiz için, sınır ötesinde başlaması gereken bir güvenlik hattını bunu bir sınır çizmek anlamında demiyorum hani, Türkiye’nin güvenliğini korumak anlamında belli tedbirler alır, bu tedbirleri almak devletin asli görevidir burada da devlet tereddüt göstermez. Tabi yasal kurallar içinde, hukuk kuralları içinde devlet birimleri çalışır, herkesin de burada üzerine düşen görevi yapması gerekir. Hukuk, hukuki denetim o anlamda hepimiz buna açığız ve gizli saklı bir şey yapı yok ama, Türkiye’nin güvenliği söz konusu olduğunda ve devlet bu güvenlik sebebiyle ve dediğim gibi sınır ötesinde de Türkiye müzahir unsurlar varsa o unsurların ihtiyacını, insani yardım ihtiyacını karşılamak ve sınır güvenliğini temin etmek için tedbir almak hakkına sahiptir. Burada hepimizin dikkat etmesi gereken şey, böyle bir savaş hali sürerken Türkiye’de sanki yurt dışında zaten aylardır süren bir kampanya var radikal örgütlere destek oluyormuş gibi bir görüntüye sebep teşkil edecek tavırlardan herkesin kaçınması lazım. Açıklama yapıldı Türkmenlere yardıma gidiyordu o tır. Evet, ben de söylüyorum hiç tereddüt olmadan, aldığımız bir karar gereği ve oradaki özellikle de aylardır ciddi yiyecek ve ihtiyaç sıkıntısı Türkmen Dağı, Bayır Bucak ve diğer bölgelerdeki Türkmenlere giden bir yardım konvoydu bu. Bunun içinde gerekli hukuki prosedürlerin hepsi tamamlandı, hiçbir hukuki açık yoktur, görev verilen birim bellidir, ne yapılacağı bellidir. Niye bu kapıdan değil de, şu kapıdan çıktı sorusu?

OĞUZ HAKSEVER - Veya niçin engellendi aranması?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- İşte burada bu devlet işleyişindeki biraz sonra üzerine geleceğiz hukuk siyaset ilişkisini burada doğru tanımlamak gerekiyor. Siyaset politika geliştirir ve bu politikayı uygular bu politikayı uygularken de hesap verdiği makam millettir. Hesap verdiği diğer tabi birçok hukuk dışına çıktığı zaman herhangi bir şekilde hesap vereceği yargıda olur, Meclis’te olur her yere bu anlamda gensoru verilir, cevapları da verilir. Ama burada gerek yazışmalar, gerek yardım mahiyeti itibariyle, gerek yürütülmesi itibariyle herhangi bir hukuk dışı eylem yok. O kapıdan çıktığında şeyler yokmuş Türkmenler yokmuş gibi bir argüman. Yani bunu bilirler ki Yayladağı Kapısı doğrudan Türkmenlere açıldığı söylenen kapının kontrolü hala rejimin elinde. Yani o kapıdan çıkarak Türkmenlere yardım götürmek mümkün mü? Şu anda bizim 911 kilometrelik sınır boyunda rejimin elinde bulunan tek kapı var ve Bayır Bucak Türkmenleri burada Türkmenleri hani Araplarda, Kürtlerde onlar ihtiyaç hissettiğinde onlara da yardım gönderiyoruz. Ama burada bu yardım bizatihi bu yardım verilen talimat açıktır, yardımın mahiyeti açıktır, yazışmalar bellidir. Burada herhangi bir tereddüt göstermemek gerekir, bu konuda da zaten İçişleri Bakanımız gerekli açıklamayı yaptı.

OĞUZ HAKSEVER - O zaman biraz daha tabi gene ana bugünün gündeminin odağına yaklaşıyoruz. Buradaki o refleks sizin hukuk ve siyaset ayırımını ortaya koyduğunuz da en az ondan yana bir yapılanmanın bir uzantısı izlenimi doğduğundan mı böyle bir refleks? Yani daha şöyle söyleyeyim Sayın Başbakan’da Hatay tır olayı da bu yapılanmayla bağlantılı bir olaydır dedi, bu 17 Aralık süreciyle bağlantılı bir olaydır dedi siz bunu ne kadar geliştirirsiniz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi bakın, biz bir ortak bir gemide seyahat ediyoruz. Ben şunu söyleyeyim: Son 10 yılda bunu sadece siyasetçi kimliğiyle değil, akademisyen kimliğiyle ve yakın tarihimizle derinliğine tarihimizin de üzerinde kısmen mütevaziyen çalışmış birisi olarak da söylüyorum. Son 10 yılda Türkiye’nin biriktirdiği güç, ekonomik güç, siyasi güç, diplomatik güç, hatta kültürel güç modern dönemde 200 yıllık modern dönemde hatta daha öncesinde değişik restorasyon dönemlerinde 10 yılda elde edilen güçten çok daha fazladır. Diyelim köprü restorasyonları veya Tanzimat restorasyonları itibariyle baktığımızda değişik dönemlerde. Hatta 2. Dünya Savaşı’ndan sonra demokrasiyle restorasyon da, Dünya Savaşı’nda cumhuriyetimizde birlikte başladı bunlar hep restorasyon çabalarıdır ve toplum kendini toparlamıştır. Yani köprü restorasyonu işte Vestfalya sistemi Avrupa’da şeyi değiştirirken bir restorasyon çabasıdır. Tanzimat Napolyon Savaşları sonrası ve Fransız devrimi sonrası bir restorasyon, devletin kendini yenilemesidir.

OĞUZ HAKSEVER - En önemlisidir de pek fazla üzerinde durulmazdı.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabi dokuları şu an ki bütün devlet kurumlarımız oraya kadar gider, ilk seçim tecrübesi o zaman yaşanmıştır. Dokuları tazelenir yani gençleşir devlet restorasyonlarla. Cumhuriyet bir devletin bitip, diğer devletin kurulmasıdır ama aynı zamanda o devletin birikimi üzerine kurulması dolayısıyla gençleşmesi yeniden kendini bulmasıdır. Tek parti döneminin son dönemlerindeki statik yapının getirdiği tıkanıklar demokrasiyle 1950’de aşıldı, gençleşti. 80’de Özal’ın ekonomi de yaptığı reformlarla devlet gençleşti tabiri caizse. Ama bir taraftan da bizim kadim bir devlet geleneğimiz var oradan buraya yansıyan bir büyük birikim var. O birikime dayanacaksınız ama dokularınızı belli aralıklarla gençleştireceksiniz. Çünkü artık kadim devlet dediğimiz o Selçuklu, Osmanlı yapıları, Roma vesaire sonra modern dönem Tanzimat şimdi ise küreselleşmeyi yaşıyoruz. Doku değişiklikleri çok daha hızlı seyrediyor çünkü teknoloji hızla değişiyor. Dolayısıyla, bizim bu doku değişimlerini yaparken süre giden unsurlarla bu doku değişikliği arasında bir uyum ritmi yakalamamız lazım. Yani biraz sonra üzerine daha çok konuşuruz kadim gelenekte olan cemaat yapılarıyla, modern gelenekte olan sivil toplum yapıları şimdi ise sosyal medya haline dönüşen yapılar bunlar sadece devlette değil, toplumda da bir değişim bir birikim var. Şimdi bu çerçevede baktığımızda Türkiye ben bunu bir avantaj olarak görüyoruz dezavantaj olarak değil bazıları dezavantaj olarak görüyor. Büyük devinimler yaşayan bir ülke ve tarihin hakkını veren bir ülke varsa bugün, bir toplum varsa bu bizim toplumumuzdur. Yani çok kısa bir sürede benim çocukluğumda toplumsal devinim kırsal kesimden, şehre göçleydi bizim Konya’dan, İstanbul’a gelmemiz gibi babalarımızın nesli. Şimdi bir nesil içinde süratle bütün dünyaya hareket halinde olabilen işte çoğu zaman da bizim kurtarmak durumunda kaldığımız vatandaşlarımız var. Şimdi bu devinim uluslararası toplum devinim içinde, değişim içinde. Sosyolojik yapılar teknoloji değişiyor, Türk toplumu da değişiyor. Bizim burada yapmamız gereken şey devlet yapısıyla, bu toplumsal değişim arasındaki irtibatı kırmadan, dökmeden ama bir bütünlük halinde yeni bir çehreye kavuşturmamız. Aslında 10 yıl içinde ben oraya dönerek çok ciddi bir güç biriktirdik biz, dikkat çeken bir güç biriktirdik. Yani gayri safi milli hasılasının Türkiye’de Osmanlı döneminden bugüne kadar 10 yıl içinde 4 misli arttığı başka bir 10 yıl gösteremezsiniz 4 misli arttığı.

Dış temsilimizin işte 92 büyükelçilikten, 129’a çıktığı bütün Afrika kıtasına, Latin Amerika’ya yayıldığı bir başka dönem gösteremezsiniz yani yayılım hızı itibariyle söylüyorum. Türk insanın demin söyledim 6 milyon, 12 milyon bu kadar yayıldığı, Türk Hava Yolları’nın bu derece hareket haline geçtiği büyük bir güç biriktiriyoruz ve bu dışarıdan gözleniyor. Bir kere, bu son dönemdeki karamsar havaya - bazen sokağa indiğimizde de gördüm - kesinlikle kapılınmaması gerektiğini düşünüyorum. Çok ciddi bir restorasyon süreci içinden geçiyoruz ve her restorasyon süreci bazı direnç odaklarını harekete geçirir, bazı hevesleri de hareketlendirir. Yani Tanzimat dönemindeki birçok saray içi şeyler düşünün yani Abdülaziz döneminde saray içi, bürokrasi içi çatışmalar.
OĞUZ HAKSEVER - Meşhur intihar vakası.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Ama nihayet Tanzimat şeyi sağladı o İmparatorluğa bir 100 yıl kazandırdı. İlk cumhuriyet kurulduğunda daha hürriyet ve itilaftan gelen unsurlarla, İttihat Terakki’den gelen unsurların iç rekabetleri az mı oldu bunlar? Bunlar hep oldu bunlar elit içi çatışmalar şeklinde bazen oldu, bazen değişik formatlarda oldu. Hepimizin bir kere şunun bilincinde olmamız lazım. Bu gemi bir su alırsa bu restorasyon bir yavaşlarsa ya da bu restorasyon kıvamını kaybederse emin olun bu devinim öylesine negatif bir şekle dönüşür ki herkes bundan olumsuz anlamda nasibini alır.

OĞUZ HAKSEVER - Yani doların durumuna bakıldığında birtakım ipuçları bile hala var yani.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabi şimdi dolayısıyla meseleyi biraz da bu günlük tartışmaların dışında şöyle bir sorumlu devlet adamları, sorumlu sivil toplum yapıları, sorumlu aydınlar olarak hep beraber şöyle bir sükûnetle değerlendirmemiz lazım: Hatay meselesine oraya gelerek tekrar dönmek istiyorum bu savcı arkadaşımız böyle bir şey aldığında bunu devletin ilgili mercileriyle daha sürece varmadan konuşabilirdi. Orada daha bir şey aşamasına geçmeden çünkü hassas bir bölge bu diyelim Kayseri’yle, Konya arasında seyreden bir tır değil, belli ki olağanüstü bir durum var. Bu daha yazıya bile dökülmeden devletin kendi iç refleksleriyle çözülebilecek bir mesele olarak görülebilirdi. Ama bu böyle görülmediği gibi bir anda medyaya, Türk medyasına ve uluslararası medyaya yansıdı. Tam da yani bunu niyet ne olursa olsun burada tam da Türkiye hakkında bütün bu restorasyonun üzerinde güç biriktirmeye dayanan şeyden bir suçlu çıkartmak için neredeyse aylardır Türkiye radikal örgütlere destek sağlıyor gibi bir hiçbir temeli olmayan, açıkçası tam anlamıyla bir bühtan olan bir suçlamaya muhatap kılacak bir içeriden çıkması engellenebilirdi. Burada şu da denilebilir: Niye o savcının bundan haberi olmadı? Yani devletin kusura bakmayın güvenlikle ilgili aldığı bazı tedbirlerden bazen devletin bir bakanlığının, diğer bakanlıktan haberi olmayabiliyor. Bünyamin kardeşimizin operasyonuyla ilgili bilen 3-5 kişidir bunu veya o işin yürütülmesinden sorumlu olan kimse o bilir. Nasıl Bünyamin’in kurtarılmasını hepimiz sevindik, nasıl Suriye’deki Türkmen, Kürt, Arap kardeşimizin acılarıyla hepimiz üzülüyoruz o zaman bu devlet açık ve net bir şekilde ifade etmek istiyorum Türkiye Cumhuriyeti devleti bugün sadece 75 milyonun ümit bağladığı bir devlet olma niteliğinin çok ötesine geçmiştir beklentileri itibariyle. Bu zaman zarfında 2-3 hafta içinde beni arayan mesajlarla, değişik şeylerle yurt dışından o kadar çok arayan oldu ki Somali’den. Ya Türkiye’ye bir şey olursa bizim elimizden kim tutacak diyenler? Yani herhangi bir şekilde 17 Aralık’la ilgili Sayın Başbakanımız da söyledi biz de bu açıdan her Hükümetimizin ve AK Parti’nin bakışı itibariyle de söylüyorum, etik kaygılardan soyutlanmış bir siyaset mahiyetini de kaybeder, her şeyini kaybeder. Dolayısıyla, yolsuzluklar karşısında ne tedbir alınması gerekiyorsa bunların hepsi alınır, hukuki her süreç işletilir, yasa dışı bir işlem varsa bunun da gereği yapılır. Ama aylarca, yıllarca neredeyse bekletilen dosyalar çoğu bazıları da tam kemale tekmil edilmeden ani bir haberle o tır oradan hareket etti işte bir bilgi, burada kim zor durumda kalacak, nihayetinde ne olacak, ne elde edilecek? Ve açıklama yapıldığı zaman evet bu şu sebepledir diye kendilerine açıklama burada da hukukun bunu görebilmesi. Hukuk dışı hiçbir eylemi herhangi bir şekilde tedriç etmek mümkün değil ama, devletin bu reflekslerini de göz ardı etmek ya da devletin böyle refleksleri göstermeyeceğini söylemek bu şartlarda, bu olağanüstü şartlarda çok zor. Herhangi bir vatandaşımızın hukukuna helal gelmişse veya herhangi bir yanlış işlem yapılmışsa tabi bu ayrı bir şekilde değerlendirilir. Fakat, bu dönemde hepimizin elde ettiğimiz bu büyük kazanımları korumaya büyük özen göstermemiz lazım.

OĞUZ HAKSEVER - Peki, efendim ara vereceğiz. Bir aramız var ardından şöylesi sürecek.
(Reklam Arası)

OĞUZ HAKSEVER - Dışişleri Bakanı Profesör Doktor Ahmet Davutoğlu’yla söyleşimiz devam ediyor.

Hemen belirtelim bu söyleşinin içerisinde gündemdeki ana maddeyle Profesör Doktor Ahmet Davutoğlu’nun akademisyen yanını ve Kabine üyesi olma yanını da birlikte bulunduruyoruz, ayrıca Dışişleri Bakanı olma yanını da.

Efendim, yeniden 17 Aralık sürecine dönersek, burada siz anlattınız yolsuzluk evet, fakat algı sanki hiç bir şey olmamış gibi orada şunu bize anlatabilir misiniz: Bir yargı süreci işleyecek artık açılmış bir şey var herhalde yani öyle görünüyor. Burada kabine üyesi olarak AK Parti’nin Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi olarak ne çıkmasını beklersiniz, arzu edersiniz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi arzularımızın ötesinde bir hukuki süreç işliyor. Tabi ben kabinede yıllarca beraber çalıştığım arkadaşlarımın çalışkanlıklarını, yaptığı fedakârlıkları takdir edip hep beraber çalıştık. Ama diyelim benimle ilgili de bir iddia olmuş olsa aynen kabine üyesi arkadaşlarındaki gibi her şey araştırılsın deriz hiçbir şey ortada kalmasın. Biz ancak bu açıklıkta siyaset yaptığımız zaman siyasete bir etik muhteva demin söylediğim gibi katarız. Nitekim arkadaşlarda bunu söylediler, zaten bir kısmı hepsi hemen hemen.

OĞUZ HAKSEVER - Şifahen zaten söylediler.
DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Sayın Başbakanımıza ilk gün istifalarını sunduklarını daha sonra ifade ettiler. Daha sonra da bir kabine değişikliğiyle yeni görevlendirilen arkadaşlar oldu, bir hukuki süreçte işliyor dolayısıyla, bu hukuki sürecin neticesini beklemek lazım. Bir ön yargıyla, ön hükümle bir şeyde bulunmak o suçu artık anonimleştirmek olur, hukukun temel ilkelerine aykırıdır. Öyle bir algı oluşturmaya çalışıldı ki sanki bütün kabine üyeleri, sanki bütün Hükümet büyük bir yolsuzluk şeyi içinde Türkiye büyük bir bunalımın içinde. Biraz önceki ifadelerim de onun için o vurguyu yaptım 12 yılda 11,5 yılda şimdi bizim yaptığımız birçok devrim var. Yani bu dünyada da takdir ediyor. Sağlık devrimi efendim birçok demokratikleşme reformları vesaire dış politikada açılımlar, ekonomik reform birçok şey liradan sıfırların atılması, Avrupa Birliği süreci sayın. Ben bir tek şeyi devrimlerin özü olarak söylerim hangi alan da olursa olsun, bizim yaptığımız en temel devrim özgüven devrimidir. Yani 2001 yılında neredeyse can damarları kesilmiş, neredeyse yüzündeki bütün kan hani vardır ya hastalıklı insanın yüzüne böyle bir beyaz sarımsı bir çöküntü hali oluşur. Ayakta durması mecali kalmamış gibi görünen bir ülke yani 2001 ekonomik krizi sonrası vesaire. Şimdi böyle bir ülkeden 10 yıl içinde serpilmiş, güç oluşturmuş, bu gücü kullanabilen ve smart power diyebileceğimiz ölçüde de değişik alanlarda kendinden bahsettirebilen bir ülke. Bu buradaki yani birçok uygulama alanı var ama bütün uygulama alanlarının kesiştiği tek bir odak söyleyin deseniz bana özgüven devrimi derim. Yani millet bu Hükümet millete, milletimize tekrar özgüven sahibi olma telkinin de bulundu. Psikolojik devrim, zihniyet devriminin öncülüğüdür. Zihniyet devrimi de hukuki ve diğer devrimlerin, sosyal devrimlerin. Şimdi şu 17 Aralık’tan bu yana yapılmak istenen şey açıkçası özgüvenimizi yıkmak. Saldırı hani Hükümetimize dönük değil, toplumsal özgüvenimize dönük. O kendinden emin duran bir ülkeyi, kendinden emin duran vatandaşlar, hani Bünyamin’in dün söylediği benim gözümü yaşartan arkamda 80 milyonluk bir ülkeyi hissettim, işte böyle bir hissi yok etmek istedikleri kanaatindeyim ben. Yolsuzluklara karşı mücadelede kim engel çıkartırsa bu benimle ilgili de olsa, Sayın Başbakan’ımızın dediği gibi kendi evlatlarımızla ilgili de olsa da, önce biz o engel çıkartanlara kenara çekil deriz. Bu anlamda herhangi bir şekilde çekindiğimiz bir husus yok. Ama programdan önce de söylediğimiz gibi cennette yaşamıyoruz. İnsanoğlunun ürettiği her şey ben hep ta şeyi akademik çalışmada öğrencilerime söylerim gridir insanoğlu ne mutlak siyahtır, ne mutlak beyazdır. Beyaza yaklaştığı anlar olur, siyaha yaklaştığı anlar her birimiz her an imtihan halindeyiz, kimse de ben bu imtihandan biriyim diyemez ister savcı olsun, ister siyasetçi olsun. Nitekim biz savcıyla ilgili işte dün ve bugün çıkan şeyleri görüyorsunuz. Hukuk nedir? Hukuk, ben hukuku temel olarak da ceza hukuku olarak görmem, hukuk felsefesi olarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Ceza hukuk istenilmeyen bir şeydir aslında, hukuk felsefesi açısından bakıldığında, keşke olmasa denilen bir alandır. Oraya gitmeden bunu engellemek için adaleti güçlendirirsiniz, tahkim edersiniz. İnsanların toplumsal bilincini, vicdanını tahkim edersiniz. Ama nihayet o gri alana doğru yaklaşan insanları engellemek hukukin görevidir. Girdiği alanda da bir suç işlediğinde de bunu müeyyidesi olur ama bu hukuk kuralları içinde olur ve kişiler tek tek sorumludurlar. Siz bütün bu temel normların ötesinde 1 hafta, 10 gün içinde bütün suçları biriktirip yani bütün suçları sanki kolektif bir suç var ve bu kolektif suç artık Türkiye’de Hükümetin değiştirilmesini gerekiyor dediğinizde hukuka da, demokrasiye de ihanet edersiniz. Şeye benziyor bir anlamda hani bazı yerlerde kolektif suç tanımlarına benziyor. Hiçbir bakan arkadaş, hiç biri bizim ailemiz, etrafımız sorgulanmasın demedi, o zaman bırakalım bu hukuki süreç işlesin. Ama tutup da bir gün bu dosya, ertesi gün bir dosya hem de bir Türkiye’yi üç kritik seçim beklerken. Bunlar devreye girdiği zaman işte o zaman acaba bunun arkasında ne var sorusu en rasyonel, en soğukkanlı insanın aklına bile gelmeye başlar. Ve o zaman Allah muhafaza işte şu anda engellememiz gereken sorumluluk sahibi herkesin engellemesi gereken şeyi söylüyorum bir kriz döngüsü başlar, psikolojik kriz döngüsü. Gidiyoruz bir otorite sarsılması var vesaire. Nereden bakarsanız bakın, Türkiye’yi psikolojiye bu halkı sokmaya kimsenin hakkı yok. Hukuki süreçler işlesin kim ne hesap vermesi gerekiyorsa hepimiz verelim, bu sıfatlarımızdan soyunarak da verelim çünkü biz, nihai kertede bütün bu elbiselerden ve sıfatlardan soyunarak bir beyaz örtüyle gideceğimiz bir hesaba hazırlanarak gelmiş, bu yola çıkmış insanlarız. Ama diyelim ki, insanlar içinde bu beyazlık içinde, kefen beyazlığının içinde olamayacak, hepimiz için olabilecek imtihanlar vardır bunun da hesabını vermeye hazırız. Ama buradan hareketle bir ülkenin, bir milletin özgüveni sarsılıp, bir ülkenin kaderiyle oynanmaz.

Dışarıda kredi değerlendirmesi yapanlar şuna bakmazlar açık söyleyeyim yani rasyonel değerlendirme yaparken acaba şu yolsuzluk, bu yolsuzluk bundan daha çok şuna bakarlar: Acaba bu ülke idare edilebilir, yönetilebilir kabiliyetini kaybetti mi, etmedi mi? Bir ülkeyi felakete götürecek olan şey yönetilebilir olma kabiliyetini kaybetmesidir.

OĞUZ HAKSEVER - Yapılmak istenen de bu diyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bu yani hayır, oluşturulmak istenen algı bu. Bu Hükümeti de, bu devleti de kimse öyle bir duruma düşüremez bundan herkes emin olsun. Devlet, devlet olma görevini yerine getirdikçe kimse bu zaafı oluşturamaz. Böyle bir zaaf ortaya çıkacak diye de bir kanaat söylemiyorum, aksine oluşturulmak istenen algı bu ve bu algı bugün oluşturulmak istenmedi sadece. Aylardır, yıllardır, bazen dış politika üzerinden, bazen ekonomik politikalar üzerinden, bazen başka şeylerle suçlamalarla böyle bir algı oluşturulmak istendi bu ülke hepimizin. O savcı arkadaşlarımızın da çocuklarının kaderi bu süreçte, bizlerin kaderi de, hakimlerimizin kaderi de, entelektüellerimizin, medya mensuplarımızın hepimizin çocuklarının kaderinden bahsediyoruz. Eğer biz bu modern dönemde onun için dedim küreselleşme o büyük dönüşümü anlamadan bazı şeyleri, devinimleri anlamak zor ben onu hissediyorum. Yani Huntington “Torn Country” ifadesini kullandığında bizim ülke için 94’te yırtık ülke, parçalanmış ülke. Karşı makale kaleme aldığımda işte de esas gücümüz burada diye yazmıştım. Çünkü küreselleşmede eğer farklı niteliklere sahip insan unsurunu bir potada eğitebilip, sürdüren bir ülke yaratabilirsek, çıkartabilirsek işte o küreselleşmeyi yaşar, statik bir toplum değildir. Şimdi biz bunu yaptık biz bunu yaptık ama, bana şunu derseniz: 200 yıllık modernleşme tarihimizin en büyük kazanım nedir? Ve diğer kazanımların garantörü olan kazanım nedir derseniz onlarca kez de test edilmiş bir şey söyleyeceğim, bu milletin sandığa olan güveni, itimadı ve onu namus oy namusunu demesi. Neden biliyor musunuz? 12 Eylül olduğunda eğer millet isyan etmemişse yani millet dediğim o zaman çok zulümler yaşandı.

OĞUZ HAKSEVER - Evet, sokağa dökülmedi yani.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Nasıl olsa o sandık önüme gelecek dedi. Adnan Menderes Allah rahmet eylesin Fatin Rüştü Zorlu benim selefim. Hasan Polatkan idam edildiğinde millet sokağa dökülüp hesap sormayı düşünmedi, nasıl olsa bu sandık gelecek dedi. 28 Şubat’ta bana bir üniversite bölüm başkanı Allah rahmet eylesin bir hocamız bir şey esnasında sizin akademik kalitenize hiç diyeceğim bir şey yok, ama biz bir ekibiz ve sizin burada yaşama şansınız yok demişte yani bulunma şansız yok diyeyim yani yaşama derken hani hayat anlamında değil. Ben de tamam dürüst konuştunuz deyip çıkmıştım. O dönemlerde o şeylerde biz eğer karamsarlığa kapılmamışsak, her kapı da yüzümüze kapandığında, hanımlarımız kapılarda beklendiğinde büyük tahkirlere şeylere muhatap olduğumuzda nasıl olsa bu halkın önüne biz gideceğiz, bu halk oy kullanacak demiştim. Şimdi şunun için zikrediyorum: Bu güven yani bu garantör yani halkın zihnindeki garantör yani evet bir gün ben yanlış yapandan hesabı sorarım dediği o sandığın anlamını kaybettirsek, kaybedersek en önemli garantörü kaybedeceğiz. Şu anda algı şu: Sandıkla gelen bir iktidarın birleştirilmiş bazı dosyalar veya diğer yollar üzerinden başka yöntemlerle gidilmesi. Bu hangi yolla olursa olsun doğru değil. Şunu da demek istemiyorum: Hani biz sandıktan sandığa halka veririz hayır, ben demokrasinin bir süreç olduğuna inananlardanım her an yaşanan bir süreç ve zihinde yaşanan bir süreç yani şey de değil. Kendi çoğunuzda davranış biçiminizden, bir trafikte davranış biçiminize kadar bir kültür bu. Başka insanların seçme haklarına saygı göstermediğiniz zaman demokrasilerde şey yapamazsınız. Şimdi buradaki tehlike şu esas itibariyle Oğuz Bey: Eğer iktidar bir ülkede demokratik yollarla oluşacaksa yani oluşuyorsa halkın tercihleriyle bunun dışında, bürokrasiyle hukuk herhangi bir şekilde bir başka iletişime girmişse bürokrasinin herhangi bir kanadı işte o zaman korkmaya başlayabiliriz. Bunu Osmanlı döneminde hani hal fetvalarında görürdük, padişaha hal etmek için bürokrasinin bir kesimiyle, o zaman ki kadı, şeyhülislam yani verdiği fetvayla olurdu.

OĞUZ HAKSEVER - Abdülaziz’in meşhur bir fotoğrafı vardır sultan iri yarı da birisidir ama iki adamın önünde.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi orada dikkat edin bu bazen bürokrasi asker olabilir, bazen sivil olabilir bunun Osmanlı tarihinde çok örnekleri var, bizdeki yakın örnekleri var. 27 Mayıs ihtilalinde askerin bütünü değil Silahlı Kuvvetlerini tenzih ederiz ama, bir grup cuntacının hukuku nasıl esir aldığını ve hukuk oradaki mahkeme başkanının sizi buraya tıkanların istediği irade budur dediği bu şu demektir: Halkın yani siyasetçinin bürokrasinin bir kesimiyle, hukuk bir kesimin oluşturduğu koalisyon karşısında köşeye sıkıştırılması. Şimdi burada paralel devlet yapılanması veya şeylerde dikkat edin isim kullanmadan söylüyorum. Herhangi bir hukuki çerçeve, bürokrasinin herhangi bir kesimiyle şu veya bu diyaloğa girerek, siyaseten alanın daraltmışsa bu ister askeri bürokrasi olsun, ister sivil bürokrasi, ister şu kanattan hukuk olsun, ister öbür kanattan siyaseti de yok eder, hukuku da yok eder. O bakımdan son gelişmeler bağlamında bizim demin söylediğim bir hususa dikkatinizi çekerek şey yapıyorum biz psikolojik devrim yaptık açık konuşmak gerekirse işte özgüven devrimi. Zihniyet devrimi yaptık demokratikleşme, dış ekonomi de özgür şeyler ama, bir yerde hala eksiğimiz var. Hukuk devrimimiz yani anayasa yeni bir anayasa yapamamanın sancılarıdır bunlar. Çünkü 12 Eylül Anayasası hani her yanı dökülen bir şeyin neresini yamarsanız yamayın bu sefer denge bir yerde başka yere kayıyor. 2010 referandumu aslında daha özgürlükçü bir alan açtı ama bu sefer anayasa bir bütüncüllük içinde yazılmadığı için yargı, yürütme, yasama arasındaki eskiden olan denge bozukluğu bu sefer başka bir yere doğru kaydı. Ve bu öyle böyle insanların niyetleri ne olursa olsun güç paylaşımı üzerinde sıkıntılar doğurdu. Yapmamız gereken, bütün bunları aşıp bu restorasyonu tamamlamamız için yapılması gereken şey yamalı bir şekilde siyasi restorasyonu, anayasa restorasyonu değil bütüncül bir şekilde bakarak özgürlükçü, moderniteyi aşıp küresel bakın evrensel değerler demiyorum sadece, modernite de evrensel değer iddiasındaydı. Küreselleşmenin getirdiği yeni araçlara dayalı evrensel değerleri de barındıracak gerçek anlamda çağdaş ama kadim birikimi de, devlet birikimini de sürdüren yeni bir anayasal çerçeve.

OĞUZ HAKSEVER - Şimdi araya gitmeden önce tabi ki o zaman şöyle bir şeyi sormak lazım: Aslında bugünkü Hükümetten, iktidardan gelen demeçleri göz önüne aldığımızda 7 Şubat MİT Müsteşarı hakkında soruşturma açma girişimiyle bir ipucu belirmişti. 7 Şubat’tan bu yana 1,5-2 yıl geçti. Ama iktidarda olduğunuz süre 2002’den bu yana 12 yıl. Ne oldu görülmedi mi, başka bir şey mi vardı bu paralel yapı vesaire nasıl oldu? Sizin bakış açınıza göre böylesine günleri şimdi yaşıyoruz. Emniyette bir tasfiye var yani bine yakın rütbeli polis görev alınıyor. Maliye Bakanlığı orası burası bunu biraz kamuoyunun kanaatinin oluşması açısından bize neler söylersiniz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi tabi demin onun için zikrettim 11,5-12 yıllık bir Hükümet aslında birçok alanda büyük restorasyonlar yaptı ve düşünün beni dış politika itibariyle söylüyorum, şimdi birçok diplomat arkadaşım büyükelçimizde bunu hep olumlu bir unsur olarak zikreder. Şu anda dış politika Hükümet tarafından yapılıyor, Dışişleri Bakanlığı tarafından uygulanıyor. Ama öyle bir dönem vardı ki Türkiye’de kritik dış politika alanları şimdi onun için bazen Ana Muhalefet bunu anlayamadığı için hala devletle, Hükümeti ayırt eden bir dil kullanıyor. Eskiden diyor dış politika milliydi, çünkü o kadar statik parametreler konmuştu ki kimse onun dışına çıkamaz diye düşünüyordu. Milli dediğiniz zaman aslında olumlu bir cümle gibi ama, bir taraftan da aşılması mümkün olmayan, yeni politika geliştirmeniz mümkün olmayan bir alan yani siyaset buraya karışmasın demek bu.

OĞUZ HAKSEVER - Doğru vesayet döneminden ... çıkalım.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yani Kıbrıs politikasını değiştiremezsiniz. Bizim 10 yıllık şeyimiz şuydu 11-12 yılda gelen en büyük değişim şuydu: Eskiden bakın bunu Demirel, Adnan Menderes Allah rahmet eylesin çekti, Demirel çekti, Özal çekti çok kısa süre içinde Refah Yol Hükümetinde Erbakan Hoca hepsi rahmetli Allah rahmet eylesin çektiler. Neydi biliyor musunuz Demirel hariç Allah uzun ömür versin. Ama neydi mesele biliyor musunuz? Bu insanların hepsine şu şöylendi ya doğrudan söylendi ya da imaen söylendi. Türkiye’de devlet budur diye bilinerek yani içselleştirilmiş bir bilgi olarak bilinçaltına yerleştirildi. Türkiye’de halkın seçtiği Hükümetler yol yapar Adnan Menderes gibi, baraj yapar Sayın Demirel gibi, dış ticareti açar Sayın Özal gibi, motor veya sanayi yapar Sayın Erbakan gibi ama zinhar makroekonomik politikalara ve dış ekonomik ilişkilere girmez o ayrı bir alandır. Zinhar strateji alanına, dış politika alanın dokunmaz orada parametreler bellidir. Ordu ve güvenlik sattı mahalline girmez güvenlik politikaları, istihbarat politikalarına girmez. Şimdi 12 yıl içinde bizim daha ilk dönemlerinde bu anlayışın devamı dolayısıyla biz 2004’te Kıbrıs’ta yeni bir açılım yaptığımızda ki şu anda eğer Kıbrıs’ta hala bizim politikamız devam edebiliyorsa 2004 referandumu sebebiyledir, o zaman alınan cesur karar sebebiyledir dünyada haklılığımızı anlatabilmemiz ve Kıbrıs’ta Türk halkının kişi başına düşen milli gelirinin de 5 misli artması bu sebepledir. Ama o gün bürokrasiden bir kesim şunu diyordu medyayla anlaşarak: Genç subaylar rahatsız başlığı Kıbrıs’la ilgili atıldı o günlerde hatırlarsanız; bu alana girmeyin, girerseniz politika uygulayamazsınız.

OĞUZ HAKSEVER - Anılarda anlatıldı o olaylar, Sayın Denktaş’a, rahmetliye mesajlar.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi bizim Hükümetimiz o kesimlere şunu söyledi politikalarımızla: İktidar olmak, şerik kabul etmez. Yani, hesabı ben vereceksem politikayı ben geliştiririm. Beni kim iktidar yapmışsa hesabı da ona veririm. Bu hesap ne 27 Mayıs’ta olduğu gibi darağacında olur, ne 12 Eylül’de olduğu gibi Zincirbozan’da veya başka bir yerde olur. Bu kararlılık, Türkiye’de siyaseti normalleştirdi ve siyaset siyasetçinin yaptığı, halktan gücünü alan siyasetçinin yaptığı bir eylem haline, bir fiil haline dönüştü. Şimdi bu normalleşme kolay olmadı, çok sancılar yaşanarak oldu; Cumhuriyet mitingleri oldu, neler söylendi, Hrant Dink cinayetlerinden şeye kadar ne büyük komplolar, şeylerle karşılaşıldı. Ama biz bu şeylerin hepsinden nihayetinde ne yolla çıktık? Her bir seçimde halktan daha büyük bir destek alarak çıktık. Şimdi şu anda da ben hani paralel devlet yapılanmaları vesair…, hukuk bizi denetler, ama hukuk siyaset yapamaz. Hukuk bize hesap sorar, ama hukuk dış politikanın ne olacağına, Kürt meselesinin nasıl çözüleceğine veya başka bir alanda neyin yapılacağına karar veremez. Yürütmeyle yargı arasındaki ilişki budur. Şimdi esas sıkıntı Oslo’da başladı biliyorsunuz, Oslo süreciyle ilgili. Öyle bir hava oluştu ki o zaman, MİT’in doğası gereği yaptığı fiiller - burada geçmişte tartışıldığı için söylüyorum, tam da denk geldiği için bu Hatay meselesinde de - MİT’in doğası gereği yapması gereken şey; ülkeye güvenlik açısından zarar veren her unsura mümkünse nüfuz edip bilgi aktarmaktır. Şimdi bu nüfuz olmuş ise, siz o nüfuz eden kişileri PKK unsuru gibi mahkemeye çağırırsanız, işte orada ya devlet refleksi durması gerekir, ya devletin kendi devlet olma fonksiyonu, güvenlik fonksiyonundan vazgeçmesi gerekir. Aynı şekilde dershaneler bir eğitim politikası meselesidir, beğeniriz-beğenmeyiz, herhangi bir topluluğa karşı bir eylem olarak bunu telakki etmemek lazım. Nasıl 30-40 sene önce yoktu, şimdi olabilir, ama bu rasyonel tartışılır, bir eğitim politikası olarak tartışılır. Ne bir grubun tasfiyesi olarak görülür, ne de başka bir grubun başka bir eylemi olarak değerlendirilebilir. Bunlar politika alanlarıdır ve ancak siyaset tarafından belirlenecek yollarla. Bu şu demek değil: Sivil toplum siyaset üzerinde etki kuramaz değil, aksine siyasete gelir anlatır, lobi yapar, aktarır, her şeyi kullanabilir, bu sivil toplumun faaliyetidir. Burada en önemli şey şu, yani fark etme şey meselesi: Demokratikleştikçe biz bu alanlar açıldı. Bu alanların açılması yargı-yürütme ilişkisinde yürütmenin siyasi unsuruyla değil de bürokrasiyle yargı arasında bir paralellik kurup siyaset bu denklemin dışına itilmeye çalışıldığında işte o zaman bir başka vesayet anlayışı doğar, buna izin verilemez. Hele bu seçimden üç ay önce yapılmışsa, o zaman hani güç alınan yer seçimse bunu belirleme çabası olarak değerlendirilir. Halbuki olması gereken ve bence de güç odağımız olan husus şu: Demin söylediğimiz gibi her bir vatandaşımız bir petrol kuyusu gibidir Türkiye’de. Türkiye’nin petrol kuyusu yok, Türkiye’nin doğalgaz kaynağı yok. İngiltere’de bir uluslararası finans kuruluşunda konferans vermem istenmişti değişik finans çevrelerinin temsilcilerinin olduğu. Orada şunu sordular: Bu 10 yılda bu noktalara nasıl gelindi? Dedim ki; bize kimse büyük borçlar vermedi Avrupa’da Yunanistan’a verildiği gibi. Doğalgaz da keşfetmedik, petrol kuyusu da keşfetmedik. Ama keşfettiğimiz tek şey oldu, insan kaynağımız. Şimdi bizim bu insan kaynağımızı en iyi şekilde değerlendirmemiz lazım. Ama herkes kendi bulunduğu yerde değerli olarak, kendi bulunduğu sınırlar içinde kalarak. Adını ne koyarsak koyalım, cemaat, camia, sivil toplum hiçbir yere tehdit teşkil etmez, ta ki o sınırlar içinde bu büyük devinimin öncüsü olduğunda ki yurt dışında açılan okullara ne kadar sahip çıktığımız belli. Ama aynı şekilde siyaset de, kendi dokusunun ve doğasının gerektiği yerde gücü kullanma erkine sahip olan yegane aktördür.

OĞUZ HAKSEVER - Sayın Bakan, ara vermek durumundayım, epeyi kıpırdadım biliyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Evet, siz de devinim içindesiniz.

OĞUZ HAKSEVER - Ama RTÜK kuralları da var işin içerisinde, o nedenle biraz da yoksa kesmek istemedim o yüzden.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabii tabii.

OĞUZ HAKSEVER - Aranın ardından devam edeceğiz.

(Reklam Arası)

OĞUZ HAKSEVER - Dışişleri Bakanı Profesör Doktor Ahmet Davutoğlu’yla söyleşimiz devam ediyor.

Öyle anlaşılıyor ki, dış politika konularına umarım geliriz ama, Sayın Bakanın vurgulamaları açısından 17 Aralık sürecine siyasal ve akademisyen bakış enteresan yerlere geldi. Belki 17 Aralık’a gelmeden önce, bu kredi kuruluşlarıyla ilgili sözler sarf etmiştiniz, önce ona bir açıklık getirelim. Dediniz ki, kredi kuruluşları, ben onun sadece yolsuzluklara bakmaz diye algıladım ama, yolsuzluklara bakmaz, bir ülkenin yönetilir olup olmadığına bakar dediniz. Bu konuya biraz açıklık getiriniz, çünkü sosyal medyada bu biraz dönmeye başladı.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Teşekkür ederim. Aslında bütünü alındığında, yolsuzluklarla karşı mücadelenin ne kadar elzem olduğunu zikrettim. Zaten bir ülkede yolsuzluk varsa, ekonomik kalkınma olması çok zor, çünkü işte o yolsuzluklar üzerinden aslında kaynaklar israf edilir.

Orada kastettiğim şey şu: Her ülkede krizler yaşanabilir, ama kredi kuruluşları için en önemli şey o ülkenin idare edilebilir olma niteliği. İdare ettiğinizde o yolsuzluklarla mücadele de edebilirsiniz demektir. Ama yönetilebilir olma niteliğini kaybettiği zaman artık her yer yolsuzluk halini alır.

Yani Amerika’da daha birkaç ay önce biliyorsunuz devlet neredeyse bir ay kilit vurdu, orada yasamayla yürütme arasında bir kriz vardı bütçelendirme konusunda ve kilit vuruldu. Şimdi Türkiye’de de benim kastettiğim bu. Türkiye’de de bu yürütmeyle yargı arasında şu anda bir kriz var, bunun adını koymalıyız. Ama nasıl Amerika’da o kriz şeye yol açmadı devlet bir kuruş bile harcayamaz hale geldiği halde, Türkiye’de de bu kriz kendi doğası içinde ve anayasal çerçevede çözüme kavuşturulacaktır, bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın; ona bakar kredi. Kastettiğim o, yoksa yolsuzlukları önemsiz görme gibi bir düşüncem olmaz.

OĞUZ HAKSEVER - Sayın Bakan, bugünlerde çok konuşulan bir diğer konu yeniden yargılama olayı. Siz gerçekten Ergenekon ve Balyoz davalarında aradan geçen bu süreçte adil yargılama adına, samimi olarak soruyorum, ciddi sorunlar yaşandığına bu mahkemelerde inanıyor musunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Burada iki şeyi ayırt etmek lazım.

Hükümete karşı bir darbe girişimi ve bu çerçevede işlenen suçlara hukuki ve siyasi bir norm olarak hepinizin karşı çıkması lazım, sadece iktidar partisinin değil, muhalefetin de, herkesin de. Yani bu konuda belli somut verilere ulaşılmışsa, ortak tavır takınılmaması durumunda demokrasi yaşanamaz hale gelir. Bu bir hukuki ve siyasi normdur, bu konuda taviz verilemez, verildiğinde bedelini hepimiz öderiz geçmişte olduğu gibi. Dolayısıyla, bu konulardaki teşebbüsler veya eylem aşamasına gelmiş planlamalar konusunda herkesin ortak bir tutum takınması lazım.

Ama herhangi bir şahsın herhangi bir şahsa dönük olarak bir haksızlık yargılama usulü anlamında, uzun tutukluluk da dahil, bazı yanlış uygulamalar olmuşsa, zaten bunun önünü biz 2010 Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruyla açtık.

Yani burada şöyle iki ifrattan kaçınmak lazım; yani mademki bazı usul hataları olmuştur, böyle bir norm olarak hepimizin karşı olduğu bir suç işlenmişse veya o yönde bir çalışma yapılmışsa, bunların tümü affedilmeli veya tekrar düşünülmeli gibi bir kanaat bu sefer toplumda siyasi ve hukuki anlamda bu tür teşebbüslere ve karşı olan refleksi zayıflatır. Ama öbür tarafta mademki böyle yanlış uygulama ve usul hataları söz konusu olmuş durumlar varsa, herhangi bir başka örnek olayda ne olmuşsa, bireysel olarak kimlerin bu konuda hakları mağdur edilmişse onları tabi değerlendirmeye alabiliriz. Zaten Sayın Başbakanımız da bu çerçevede bir çalışma yapılması talimatını verdiğini ifade ettiler. Fakat burada bütününü, bütün o yanlış uygulamaları tecviz edecek, tolere edilecek bir noktaya getirmemek de şart. Darbe teşebbüsü ve eyleme geçmiş hale dönüşen her girişim doğrudan demokrasiye ve devlete karşı bir suç niteliği taşır.

OĞUZ HAKSEVER - Gerçekten biraz hızlı gitmek zorundayız ama, sormadan edemiyorum, bugün medyada şöyle bir, özellikle 17 Aralık sürecinde cemaat içinde paralel cemaat, cemaat içinde ayrı bir kuruluş. Bu arada iktidardan gelen değerlendirmelerde veya gazetecilerin yorumlarıyla bir anda cemaat, ama bir yanda da örgüt, Hükümet, iktidar bu ikisini ayırıyor dedi. Şimdi son yorumlarda basında biraz bunu hatırlattı. Ne dersiniz, siz böyle bir kanaat?..

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Çok teorik kaçmayacaksa yine baştaki şeye atıfta bulunacağım.

Çok büyük dinamik bir devinim yaşayan bir toplumuz. Ben onu hatta bir başka konuşmamda 11-13. yüzyıl Türkleşmesi, Selçuklu Devleti’nin kuruluş dönemine benzettim. Devlet kurulurken, devlet güçlenirken, gelişirken yükseliş dönemlerinde, sivil toplum faaliyetleri, o zaman için bu Mevlevilikti, Ahilikti, Sufi şeylerdi vesaire, şimdi için de bu modernleşmiş cemaatler, yani network itibariyle, usulü itibariyle veya sivil toplum kuruluşlardır. Devletler, yükselirken ülkeler bunlar da hareket alanı ve kapasitesi itibariyle yükselirler. Burada her ikisi de kendi alanında yükseldiği zaman ve devlet birbirini ikame etmeye kalkmadığı zaman, bu sağlıklı bir ilişkidir, sağlıklı bir gelişmedir. Ama herhangi bir şekilde ister bürokrasinin bir kesimi, isterse sivil toplumdan herhangi bir kesim, kim olursa olsun bu, devleti ikame etmeye kalktığında veya devlet içindeki bürokrasiyi rasyonel bürokrasi yapılanması, Weberyan anlamda yapılanması yerine, meritokrasiye dayalı, tamamıyla ehliyete dayalı bürokrasi niteliğinden, aidiyete dayalı bürokrasiye yöneldiği hissine kapıldığında devlet de zarar görür, o cemaat, spesifik olarak bir cemaati söylemiyorum, o sivil toplum kuruluşu da zarar görür. Çünkü sivil toplum kuruluşları ve cemaatler özgürlük alanı içinde sosyal, sivil faaliyetler yaptığı zaman güçlenirler.

Nitekim biz Hükümetimiz döneminde, ben iftiharla söylüyorum, gittiğim her yurt dışı seyahatte okullara uğradık, Başbakanımız başta olmak üzere hepimiz Türkçe Olimpiyatlarına katıldık, çünkü bunlar sivil faaliyetler ve bize güç katan faaliyetler. Herhangi bir yerde bir dışişleri bakanı benim oğlum Türk okuluna, benim kızım Türk okuluna gidiyor dediğinde ben bunu dış politikalarımızın en önemli güç odaklarından biri olarak gördüm. Ama bu dediğiniz, yani alan dışında ülke içinde şu veya bu şekilde bürokrasinin rasyonel işleyişi dışında irtibatlara dönüştüğü zaman ikame ilişkisi haline dönüşür, o zaman devlete de zarar verir, ama en büyük zararı o insan unsuruna verir.

Demin söylediğimi tekrar etmek istiyorum; bizim en büyük değerimiz insan kaynağımız, bir tek insanımızı bile heba etmemeliyiz.

Burada önemli olan, hem yapısal bir reform ihtiyacı olduğu aşikar, yani yargı, yürütme, yasama arasında ve bunun anayasal bir çerçevede yapılması artık bir zaruret, bütün bu olumsuz tecrübelerden bunu görmemiz icap eder. Öbür tarafta, var olan özgürlük alanları genişledikçe, küreselleşmenin getirdiği araçlarla, siber araçlarla da neredeyse devlet gücüne yakın güç şey yapma, yani imkanlar oluştuğunda da bunu hukuk içinde nasıl tutabileceğimizi hepimizin çaresini düşünmemiz lazım.

OĞUZ HAKSEVER - Tabi bu arada yine Başbakanın bir sözü, siz bürokraside diye tarif ettiniz, ister askeri, ister üniformalı bürokrasi olsun, bu alana girildiğinde buna müsaade edilemez dediniz. Başbakanın uluslararası komplo ve maşa dediğini de hatırlıyorum. Bu söylediklerinizle maşa kavramını yan yana koyabiliyor musunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi şunu açık söyleyeyim: Böyle sivil toplum yapılanmaları, dikkat edin mümkün olduğu kadar hani anonim olarak kullanıyorum, bugün bu cemaat olur, yarın başka bir topluluk olur. Bu devletin normal demokratik işleyişini ikame etmeden, o toplumsal enerjiyi sinerjiye dönüştürecek şekilde yürürse bu bize güç katar. Ama tam da en kırılgan olduğumuz yerlerde, yani özellikle uluslararası algı bakımından en kırılgan hale getirildiğimiz yerlerde ve zamanlarda bir toplumsal algı oluşturacak şekilde bir entegre faaliyet haline dönüştüğünü hissettiğinizde bu başkalarına hizmet eder.

Kastettiğim şey çok açık; 12 yıllık bir birikimle bir yere gelmişiz, önümüzde kritik 2 sene var, bir anda Türkiye sanki kriz türbülansına giriyor. Bu yolsuzluk iddialarıyla ilgili şeyler tek tek birbirinden ayrı olaylar bunların çoğu, değişik zamanlarda gelmiş olsa veya siyasetin de dikkatine getirmiş olsa, bir mesela var ise buna en fazla hassasiyet gösterecek olan Sayın Başbakanımızdır ve hepimiz bunun üzerine gideriz ve olayın aydınlanması için her türlü çaba gösterilir. Ama öyle bir algı var ki, her gün bu sabah acaba yargının hangi kesimiyle bürokrasinin hangi kesimi arasında bir koordinasyon ile siyasetin alanında bir operasyon yürüyecek kaygısıyla uyanılırsa, bu büyük zarar verir.

Şimdi bizim hariciyemiz çok köklü bir gelenekten geliyor. Bütün bürokrasimizde bazı bürokrasiler yeni gelişiyor. Ama bir bürokratın birinci aidiyet ilişkisi devletidir, ikinci aidiyet ilişkisi içinde bulunduğu kurumadır, sorumluluğu da asli olarak bakanadır, hükümetedir. Şimdi herhangi bir bakanın veya hükümetin yetkisi veya bir amirin bu konuda şüpheye düştüğü anda devlet işleyemez hale gelir. Dolayısıyla, son dönemde yaratılmak istenen atmosfer bu anlamda devletin sanki bürokrasinin mahiyeti değişiyor gibi bir algı oluşturdu. Halbuki bizim modernleşmemizin en temel araçlarından biri, Osmanlı bürokrasisinden modern bürokrasiye rasyonel bir bürokrasi kurarak gelişmemizdi, şimdi de küresel döneme bunu taşımamız lazım.

Ben bütün bu şeyler içinde, yansıyabilecek olumsuzlar içinde ümit var olduğum husus şu ki; toplumsal dokumuz çok sağlamdır, yani bu yukarıdan olan şeyler toplumsal tabana bir karşıtlık olarak inmeyecek ölçüde sağlamdır ve bu aidiyet karşıtlığına dönüşmeyecek bir ortak tutum var. Devlet geleneğimiz kuvvetlidir.

Ben eminim, şu anda da yine adını sivil toplum, bütün sivil toplum örgüt yapıları, ama özellikle de cemaat ve cami, o da kendi içinde mutlaka bir muhasebe yapacaktır.

Burada hepimizin yapması gereken, bütün bu süreçten yeni bir sinerjiyle daha da güçlenerek çıkmak, yoksa karşılıklı hamlelerle bu iş satranç oyununa dönüşürse, devletle bilek güreşi yapılmaz, bu devletin hele idarecileri halktan yetki almışlarsa.

OĞUZ HAKSEVER - Bunu da not ediyorum, devletle bilek güreşi yapılmaz sözünüzü.

Biraz dış politika, 3-4 dakika var ama, ne olursa olsun.

En dikkat çekici bugün temaslarınız oldu, yani telefonla da olsa bir temas trafiğiniz vardı. Burada öne çıkan algılamam doğrultusunda, yanılıyorsam siz söylersiniz, Suriye sorunu, Cenevre konferansı, İran’ın varlığı; ne dersiniz, nereye gidiyor?

Tünelin ucu demiştiniz New York’ta Deniz’le röportajınızda, Birleşmiş Milletler’den bu Suriye’de kimyasal silahlarla ilgili karar çıktığında. Burada da tünelin ucunu görüyor musunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tünelin ucunda ışık göründü ama dedim, tabi çıkış şeyi daha belirgin değil, maalesef o günden bugüne o ışık orada hala. Ama alandaki katliamlar, son olarak Halep’teki varil bombaları hepimizi dehşete düşüren olaylar. Bugün dahi biraz önce iletilen haber, bugün sadece bu olaylarda Halep’te 82 kişi vefat etti; şehit edildi diyorum ben, çünkü masum bunların çoğu.

Şimdi yapmaya çalıştığımız Cenevre-2 konferansına en hazırlıklı bir şekilde gitmek. Biliyorsunuz, geçen hafta ben Suriye’nin Ulusal Koalisyonu’yla toplandım, onları Cenevre-2’ye katılıma teşvik ettim. Çok ciddi çekinceleri var, çekincelerinin temelinde de, bir taraftan Cenevre-2’ye hazırlanılırken Suriye rejiminin olabilecek en tahripkar gücü yüksek araçlarla saldırıya devam etmeleri. O zaman şüphe uyanıyor Suriye muhalefetinde, acaba biz Cenevre-2’ye niye götürülüyoruz, bir taraftan da uluslararası toplum buna sessiz kalıyor diye. Bunu aşmak için geçen gece, önce Sayın Kerry’le konuştum, İran Dışişleri Bakanı buradayken Cumartesi günü, sonra İran Dışişleri Bakanıyla da konuştum, ama gece 11’de Sayın Kerry’le birlikte benim moderatörlüğümde 11 ülkenin dışişleri bakanıyla, temsilcisiyle bir telekonferans yaptık gece yarısı ve bu meseleleri ele aldık, bazı önemli kararlar da aldık.

İnşallah Cuma günü ben Paris’e gideceğim, orada önce bir bölge toplantısı yapacağız, 6 önemli bölge ülkesi, arkasından 12’sinde ayın, yani Pazar günü 11 ülke bir araya geleceğiz, tabiri caizse Cenevre-2’ye giderken pozisyonu aramızda konsolide edeceğiz, buraya Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Sayın Carba ve heyeti de katılacak. Sonrasında, 19’u diye planlıyoruz ama, erkene alabiliriz, Türkiye’de mülteciler konusunda Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseriyle birlikte komşu ülkelerin katıldığı bir toplantı yapacağız muhtemelen bir mülteci kampında; bu da Birleşmiş Milletler’de devam eden bir süreç, sonra Cenevre’ye gideceğiz. Yani bu hazırlıklar olağanüstü bir ivmeyle devam ediyor. Biz de bütün taraflarla, bir taraftan İran’la, Rusya’yla, diğer taraftan Suriye Dostları Çekirdek Grubu üyeleriyle temaslarımızı sürdürüyoruz, yoğun bir trafik var.

Ama dikkatimizin bir kısmı da Irak’ta, Irak’ta maalesef Ramadi ve Felluce’de yaşananlar hepimizi kaygılandırıyor. Bugün Irak Dışişleri Bakanıyla görüştüm, dün Irak Meclis Başkanıyla görüştüm, İran’la konuları ele almıştık, Amerika’yla da ele alıyoruz. Tabi gerek Irak’ta, gerek Suriye’de herhangi bir şekilde El Kaide iltisaklı grupların etkin olmalarını hem arzu etmeyiz, hem onlara karşı verilecek mücadeleyi destekleriz. Irak’la da bu noktada özellikle Amber bölgesinde Sünni aşiretlerle hükümet güçlerinin birlikte El Kaide’ye karşı verdiği mücadeleyi destekliyoruz. Ama burada dikkat edilmesi gereken husus, Sünni sivil siyasetin kesinlikle dışlanmaması, içselleştirici bir siyaset takip edilmesi ve Irak’ın bir an önce 30 Nisan’daki seçim herkesin katılabileceği bir süreçle şeffaf bir şekilde hazırlanması, bu seçime tabiri caizse yürümesi.

Dolayısıyla, dikkatlerimiz ve antenlerimiz sürekli açık 24 saat, her an bir gelişmeyle müteyakkız hale geçebiliyoruz. Ama elimizden geldiği kadar dost ve kardeş Suriye ve Irak halkının huzuru, istikrarı için çaba sarf etmeye devam edeceğiz.


OĞUZ HAKSEVER - Reji gene hop oturup hop kalkıyor ama, şu konuyu belki aydınlatmakta belki yarar var: Cenevre konferansı veya geçiş süreci Suriye’de. Çok kısa, siz tabi ki gri alanları söyleyeceksiniz Sayın Bakan, biliyorum ama, Esad’lı çözüme doğru bir meyil izlenimleri var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yok. Özellikle Suriye’nin Dostları Grubu olarak 11 ülke 2 ay kadar önce Londra’da yaptığımız toplantıda, Cenevre-2’ye gitme kararı alınan toplantıda bunu çok açık bir şekilde ifade ettiler, hep beraber ettik, kendi halkına karşı bu kadar büyük katliam, demin rakamlar verdim, 67 savaşında da bu kadar çok insan ölmedi, 73 savaşında da, yani İsrail-Arap çatışmaları. Düşmanlar, karşılıklı hasımlar arasındaki savaşta ölmediği kadar, İsrail zulmüyle ölmediği kadar Suriye’de kardeşimiz şehit edilmişse, bunun birinci derecede sorumlusu rejimse ve Beşar Esad’sa istikrarı onun sağlaması çok zor. Ama bu geçiş sürecinde Cenevre-1’de zikredildiği gibi rejim unsurları arasında eli kana bulanmamış unsurlarla terör grupları dışında kalan, bu anlamda eli kana bulanmamış muhalefet unsurları arasında bir geçiş hükümeti kurulması gerektiğini düşünüyoruz.

OĞUZ HAKSEVER - Sayın Bakan, çok teşekkür ederiz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Ben teşekkür ederim.

OĞUZ HAKSEVER - Dış politikaya da biraz aslında teğet bile geçtik ama, daha derinlemesine bakabilirdik, fakat ülke gündemi, gazetecilik refleksleri. Çok çok sağ olun efendim, yayınımıza katkılarınız için.

Görüşmek üzere, hoşça kalın.