Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 (İskele Sancak) Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 7 Ağustos 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Ülke TV’ye Verdikleri Özel Mülakat, 6 Ağustos 2014, İstanbul Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT Türk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 26 Temmuz 2014, Paris Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün'e Verdikleri Özel Mülakat, 24 Temmuz 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 24 Televizyonuna Verdiği Özel Mülakat, 20 Mart 2014, Konya Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT 1 Televizyonunda Yayımlanan "Enine Boyuna” Adlı Programda Verdikleri Özel Mülakat, 2 Mart 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün’e Verdikleri Özel Mülakat, 9 Şubat 2014, Karaman Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV/CNBC-e Televizyonlarına Verdikleri Özel Mülakat, 23 Ocak 2014, Davos Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 9 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 7 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 7 Televizyonunda Yayımlanan ‘Başkent Kulisi’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 29 Aralık 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu NTV'de Yayınlanan "Yakın Plan" Programına Konuk Oldu, 12 Kasım 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 8 Kasım 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT-1 Televizyonunda Yayımlanan Enine Boyuna Programında Yaptığı Açıklamalar, 27 Ekim 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 18 Ekim 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun CNNTürk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 3 Ekim 2013, Ankara
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu NTV'de Yayınlanan "Yakın Plan" Programına Konuk Oldu, 12 Kasım 2013, Ankara

AHMED ARPAT- Merhabalar, Yakın Plan’a hoş geldiniz. Ben Ahmed Arpat. Bu gece farklı bir saatte, farklı bir formatla karşınızdayız. Ankara’ya geldik, zira çok özel bir konuğumuz var bu gece. Türkiye’nin dış politikasını o politikanın mimarıyla konuşacağız. Ankara’da Balgat’ta Dışişleri Bakanlığı koridorları her zaman olduğu gibi yoğun. Çünkü, Türkiye dış politikasında gündem çok yoğun. Şöyle başlıkları alt alta sıralarsak: Suriye’de yaşananlar, çözüm arayışları, Irak’la ilişkiler, İran müzakereleri, İsrail’le tazminat görüşmeleri, farklı farklı başlıklar, Kıbrıs görüşmeleri. Tabii bu başlıklar arasında Irak’la ilişkiler sanki son günlerde biraz daha ön sıralara, üst sıralara çıkmış gibi. Zira iki yıldır farklı gerekçelerle soğuyan, durma noktasına gelen ilişkiler, Türkiye-Irak arasındaki ilişkiler son iki ayda ciddi anlamda bir ivme kazandı. Önce Irak Meclis Başkanı, ardından Irak Dışişleri Bakanı Ankara’ya geldi ve son olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 2 günlük bir Bağdat ziyareti gerçekleştirdi. Gerçekten bir görüşme maratonuyla geçmişti bu ziyaret. Başta Irak Başbakanı Maliki olmak üzere üst düzey çok sayıda isimle biraraya geldi Sayın Bakan. Ve o ziyareti tamamladı, dün akşam saatlerinde yurda döndü ve bugün Yakın Plan’da NTV yayınının canlı yayın konuğu.

Sayın Bakan, hoş geldiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hoş bulduk, teşekkür ederim.

AHMED ARPAT- Bu gece farklı bir format yapıyoruz demiştik. Bu programın izleyicileri bilir, genelde soruları ben sorarım. Ama bugün Ankaralı meslektaşlarımızla birlikteyiz, onlar da programa katkı yapacaklar.

Bugün Gazetesi Ankara Temsilcisi Adem Yavuz Arslan bizimle birlikte, hoş geldiniz Sayın Arslan.

NTV diplomasi muhabiri Deniz Kilislioğlu bizimle. Deniz, hoş geldin.

DENİZ KİLİSLİOĞLU- Hoş bulduk.

AHMED ARPAT- Ve Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Kartoğlu, hoş geldiniz.

MUSTAFA KARTOĞLU- Hoş bulduk, teşekkür ederim.

AHMED ARPAT- Sayın Bakan, izin verirseniz ilk soruyu ben sorayım. Hem de masayı bir şekilde ısıtmış olalım. Son zamanlarda Türkiye dış politikasına yönelik eleştirilerde sürekli bir yalnızlaşma üzerinden yorumlar, değerlendirmeler yapılıyordu. Bakıyoruz sizin programınız sürekli yoğun, daha yeni Bağdat’tan geldiniz. İlerleyen günlerde farklı farklı noktalara uçacaksınız. İngiliz Ekonomist Dergisi, Türkiye komşularla sıfır sorun politikasına geri mi dönüyor diye sormuştu. Ben de aynı soruyu sorayım mı İngilizlerle?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabii sorabilirsiniz, son derece provokatif görünümlü bir soru ama, aslında bir yanlış algılamayı da ortaya koyan bir soru. Çünkü sıfır sorun politikasını biz hiçbir zaman terk etmedik. Yalnız bu politikaya dönük eleştiriler yapanlar bu politikayı bir kere statik yorumladıkları için hayata düşüyorlar. Yani, sanki öyle bir nokta var ki bu noktada Türkiye sıfır sorun politikasını terk ettiği için bazı sıkıntılar yaşandı, sanki bu politika statik bir politika. Hayır, bu bir dinamik politika ilkesidir. Her an hayatın kendisi içinde sorunlar çıkabilir. Sıfır sorun ilkesi bir irade beyanıdır. Bu irade beyanı şudur esasta: Biz komşularımızla en yoğun ilişkiler içine girerek onlarla sorunlarımızı minimize edip mümkün olduğu ölçüde sıfır sorun ilkesine yaklaşarak kendi etrafımızda bir barış, istikrar havzası oluşturmak istiyoruz ve onun ötesinde komşularımızla entegre olmak istiyoruz. Siz bu yolda yürürken tabii ki önünüze engeller çıkar. Hiç hesap etmediğiniz bazı hendeklerle karşılaşırsınız, birileri önünüze tuzak kurabilir. Ama sizde o irade güçlü bir şekilde varsa, bunları adım adım aşmayı da bilirsiniz ve bunu bir dinamik süreç olarak görürsünüz. Hiçbir zaman hayatta bu anlamda meydan okumalar, yüzleşmeler bitmez. Ama çok açık bir şekilde ve yine iddialı bir şekilde söylüyorum; Türkiye, komşularıyla sıfır sorun ilkesinden hiçbir zaman geçmedi ki veya kendisinden kaynaklanan hiçbir, ikili ilişkilerden dahi kaynaklanan sorunlar yaşanmadı. Şimdi mesela son 1 aylık dış politika tempomuza bir bakalım, 1 aylık perspektifi sadece komşularla ilişkiler bağlamında vermek istiyorum. Üç komşu ülkeyle yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyi yaptık ve yapıyoruz; Ukrayna’yla, yarın Azerbaycan’la yapacağız, gelecek hafta da, yani 10 gün sonra da Rusya’yla yapacağız. İki komşu ülkenin Dışişleri Bakanı Türkiye’ye geldi ve ben oraya gittim ve gideceğim. Irak Dışişleri Bakanı bizdeydi, ben dün Irak’taydım. İran Dışişleri Bakanı Türkiye’ye geldi, ben de inşallah iki hafta sonra 26 Kasım’da İran’a gideceğim. Romanya Başbakanı Marmaray için buradaydı. Bulgaristan Dışişleri Bakanı iki hafta önce buradaydı. Yani, bir aylık tempo içinde görüşmediğimiz, temas yapmadığımız neredeyse hiçbir ülke yok. Gürcistan’ın da 17 Kasım yeni Cumhurbaşkanı törenine maalesef benim 17 Kasım’da Myanmar’da olmam gerektiği için, Myanmar’dan Amerika’ya geçmem gerektiği için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız katılacak.

Bu arada Kıbrıs müzakerelerinden bahsetmemiz gerekir, daha geçtiğimiz iki hafta önce yine Kıbrıs Dışişleri Bakanımız buradaydı ve Kıbrıs’la ilgili yoğun, Stefan Füle geldi ve Kıbrıs da içinde olmak üzere Avrupa Birliği ilişkilerini konuştuk. Çevremizdeki herkesle bu anlamda dinamik bir şekilde beraber oluyoruz. Tabii sorunlarla karşılaşacağız, ama bu sorunları aşma irademiz hep var. Ama birileri Türk dış politikasını içeride muhalefet, dışarıda da bazı çevreler Türkiye’nin takip ettiği bu komşu ülkelerle entegrasyon politikasından son derece rahatsız oldukları için, bu ilke de Türk dış politikasının en sembolik değeri yüksek ilkesi olduğu için bu ilkeye dönük tabiri caizse bir kara propaganda işletmeye çalıştılar. Bunun arkasında Suriye ile ilgili konular vardı, Suriye üzerinden de Irak ve İran’la gerilim yaşandığı iddiaları ileri sürüldü. Halbuki Suriye ile ilgili husus, Türkiye-Suriye ilişkileriyle ilgili bir konu değil. Suriye, bütün insanlığın problemidir şu anda, sorun ise komşularla sıfır sorun ilkesiyle hiç ilişkisi olmayan, bütün insanlıkla sorunu olan bir rejimin ürettiği bir sorun. Şimdi eğer Suriye ile sorununuz olmayacaksa insanlıkla sorununuz olacak, böyle bir noktaya geldiğimiz için bütün çabalarımıza rağmen Suriye rejimi insanlıkla ilgili bu şeyi, insanlık suçu işlemeye devam ettiği için bir tercih yapmak durumunda kaldık. Bu da, değerler hiyerarşisi bağlamında hiçbir şey adalet değerinden daha önemli değil. Bu anlamda Suriye dışında statik, yani kriz yaşadığımız bir konu yok veya üzerinde çalışmak konusunda sıkıntı yaşadığımız ilişki biçimi yok. O bakımdan komşularla sıfır sorun ilkesi hiçbir zaman terk edilmedi. Karşılaşılan engelleri adım adım aşarak inşallah Türkiye’nin çevresinde güçlü bir kuşak oluşturmak için yoğun bir çaba içinde olmaya devam edeceğiz.

AHMED ARPAT- Peki, geniş bir perspektiften baktık dış politikaya. Dilerseniz yavaş yavaş ara başlıklara geçelim. … burada, onunla başlayalım dilerseniz.

ADEM YAVUZ ARSLAN- Ermenistan meselesi, bir ara protokoller imzalandı, çok pozitif hava esiyordu, ama yine askıya alındı ve uzunca zamandır oradan bir ses gelmiyordu. Gerçi birtakım hareketlenmeler var, perde arkası biraz canlı gibi. Yakın zamanda Ermenistan meselesinde en azından Türkiye’nin elini de rahatlatacak birtakım somut gelişmeler bekleyebilir miyiz? Sanki birtakım sinyaller alıyoruz bu konuda.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bu konuda da bizim daha 2005 yılında Sayın Başbakanımızın Meclis’te yaptığı konuşma ve daha sonra muhalefetin de destekleyerek yapılan deklarasyonla biliyorsunuz ortak tarih komisyonu oluşturma hususunda başlatılan hamle arkasından yeni bir süreç başlatmıştı ve bu da aslında bizim güçlü irademizi ortaya koyan bir tutum. Ama üç ayağı var bu meselenin. Bir, Türkiye-Ermenistan ilişkileri iki komşu ülke olarak. İki, Ermenistan-Azerbaycan ilişkileri yine iki komşu ülke olarak. Bir de; Türk-Ermeni ilişkileri, yani diasporayı da kapsayan daha geniş kapsamlı tarih algısı üzerinden Türkiye’ye dönük bir kampanya haline dönüştürülen çalışmalarla ilgili. Bu üç ayağın da birbirine paralel ve sağlıklı bir şekilde yürümesi gerekiyor. Biz onun için hatırlayacaksınız bir taraftan Türkiye-Ermenistan protokollerini imzalarken, diğer taraftan da Azerbaycan’la Ermenistan arasındaki sorunların aşılması için ciddi bir çaba içine girdik. Minsk üçlüsüyle çalışmalar yürütüldü. Türk-Ermeni ilişkileri bağlamında da diaspora kavramını neredeyse radikal şekilde değiştiren açıklamalar da yaptık. Benim geçen sene Büyükelçiler Konferansında tam da Fransa’da yasa konuşulurken, bizim için düşman diaspora yok, bütün Anadolu’dan göçenler bizim diasporamızdır, onlarla ilişki kurmaya özen göstereceğiz dedik. Ve birçok yerde de bu konuda Türkiye iyi niyetini gösteren adımlar attı. Ama nihayetinde bu üç ayağın birlikte yürümesi gerekiyor. Türkiye ile Azerbaycan ilişkileri son dönemde bizim açımızdan ki yarın üçüncü yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyini yapacağız, sadece Türkiye-Azerbaycan iki dost, kardeş ülke olarak ve bir millet-iki devlet ilkesi içinde çalışan ülkeler olarak ikili ilişkilerin ötesinde de sonuçlar doğurabilecek enerji politikasında son derece stratejik adımlar attık enerji ve ulaştırmada. Bakü-Tiflis-Ceyhan, Bakü-Tiflis-Erzurum, Bakü-Tiflis-Kars. Fakat bunları destekleyen en önemli hamle TANAP projesiyle gündeme geldi. Yani Azerbaycan’la ilişkilerimiz tam bir, demin söylediğim ifadeyle söylüyorum, bir entegrasyon ilişkisi, birbirleriyle her şeyi bütünleşik bir şekilde çözen bir ilişki. Onun için yarın da 7 anlaşma imzalayacağız. Her görüşmede yeni projelerle bu ilişkileri takviye ediyoruz. Azerbaycan, bölgenin yükselen bir gücü haline geliyor, müreffeh, yükselen. Bakü’ye her gittiğimizde olağanüstü bir değişim görüyoruz. Şimdi aslında Kafkasya’da barışın tesis edilmesi için uygun şartlar oluşmaya başladı. Ermenistan’da seçimler yapıldı, Azerbaycan’da seçimler yapıldı. Seçimi kazanan iki lider var yenilenerek kazanan. Dolayısıyla, bu anlamda bütün bu ayaklarda bir yeni hareketlenme için çaba sarf ediyoruz. Sayın Aliyev’le bugün gerek Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Başbakanımız görüştü, ben ayrıca ziyaretinde bulundum. Sayın Elmar Memmedyarov’la ayrıca görüştük. Yarın da Sayın Başbakanımızla oturup tekrar bu konuları değerlendireceğiz. İstiyoruz ki bu ayaklar birbirine paralel şekilde hareket etsin. Çünkü, çok tecrübe ettik, bunlardan herhangi birisi aksadığında kapsamlı bir barış süreci işleyemeyebiliyor, bir yerde aksıyor. Bunları birbirini destekleyen üç ayrı kulvar olarak, birbirini destekleyen, birbiriyle illa ve mutlaka tam bir bağımlılık içinde olmasa da birbirini destekleyen kulvarlar olarak işletme kararlılığımız var. Bu konuda Minsk üçlüsü ile benim Dışişleri Bakanlarıyla tek tek konuşmalarımda ve teknik düzeyde yaptığımız çalışmalar da var, yani Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Fransa’yla. Bu görüşmeler çerçevesinde zaten gelecek hafta ben Amerika Birleşik Devletleri’nde yine bu konuları diğer birçok konu gibi Kafkasya barışı konusunu da ele alacağız. Daha sonra da Rusya’da Sayın Başbakanımızla, Sayın Putin’le, Sayın Lavrov’la biraraya gelip bunları bütün bölge konularıyla birlikte ele alacağız. Diyebilirim ki bir momentum için uygun şartlar var. Güçlenerek çıkmış liderler seçimlerden ve artık bir çözüm iradesinin ortaya çıkmaya başladığı bir durum, bir yeni momentum, bir ivme var, bunu değerlendirmeye çalışıyoruz. İstişare ede ede, yavaş yavaş, ama sağlıklı bir süreç içinde bütün bu ilişkileri sağlam bir zemine oturtacak bir çaba yürüteceğiz.

ADEM YAVUZ ARSLAN- Bir zamanlama, bir takvim periyodu var mı beklenti anlamında?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Birtakım zihnimizde hani bir tabii sağlıklı bir işleyiş için bazı zamanlandırmalar var, ancak daha bu bütün taraflarla görüşerek, olgunlaşarak ilerleyecek bir süreç. Türkiye ile Azerbaycan’ın aynı perspektiften bakması önemli. Ermenistan’ın bu perspektif içinde Kafkasya barışı çerçevesinde bir anlamda kendi sıkıntılarından çıkması önemli. Amerika’nın, Rusya’nın, Fransa’nın eşbaşkanlar olarak devreye girmesi önemli. Bunları şimdi yürüyen istişareler biraz önümüzü açan ve biraz daha sonra atılacak adımlara zemin teşkil edecek bir süreç oluşturmaya çalışıyoruz.

DENİZ KİLİSLİOĞLU- Burada bir araya girmek istiyorum. Azerbaycan’la Türkiye’nin ortak bir bakışı olmalı konusunda, 2009’da da bunu gördük aslında, 2009’da protokoller hayata geçtiği zaman Azerbaycan’a rağmen birtakım adımlar atılamayacağını da somut olarak görmüştük. Ben burada Azerbaycan’ın tutumunu merak ediyorum. Çünkü, 2009’da bir öneri var, bir formül vardı, iki reyondan çekilmesi durumunda İsrail’in gibi bir formül.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Ermenistan’ın.

DENİZ KİLİSLİOĞLU- Ermenistan’ın, çok özür diliyorum.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- İsrail hep işgalci bilindiği için herhalde.

DENİZ KİLİSLİOĞLU- Ermenistan bir adım atarsa, belki ilişkilerde, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde bir yol alınabilir önerisi, bir formülü vardı. Şu anda hala Türkiye için o formül gündemde midir, bir bunu sormak istiyorum?

Bir de, Azerbaycan buna nasıl bakıyor, bugün çünkü Aliyev’in çok dikkat çeken bir ifadesi vardı, işgal edilen topraklar var, bu adaletsizlikle barışmak mümkün değil diyor. Dolayısıyla, Azerbaycan nerede duruyor, ikna olacak gibi mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi 2009’da da Azerbaycan’a rağmen adım atılamayacağı gibi bir kavram kullandığın için söylüyorum, o zaman da aslında bütün bu adımlarda sürekli istişare içinde olduk. Şimdi Türkiye ve Azerbaycan bütün bu sürece ve Kafkasya’daki gelişmelere hep aynı perspektiften bakıyor ve birçok Kafkasya ölçekli projenin de birlikte içindeyiz, omuz omuzayız. Yani, sadece ekonomi ve enerji projeleri değil, Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan üçlü Dışişleri Bakanları mekanizmasını geçen sene başlattık. Türkiye-İran-Azerbaycan üçlü mekanizması işliyor. Ve şimdi Türkiye-Azerbaycan-Kazakistan üçlü mekanizmasını başlatıyoruz. Türkiye-Azerbaycan-Türkmenistan olarak da bir enerji zirvesi yapıldı biliyorsunuz Sayın Başbakanımızın katılımıyla. Dolayısıyla, Türkiye ile Azerbaycan’ı omurga gibi eksene alan çok sayıda üçlü, dörtlü işleyişler var. O bakımdan Türkiye ile Azerbaycan’ın bütün bu olaylara aynı perspektiften bakması çok önemli. Hem duygusal olarak zaten böyle bir alt yapı var, ama stratejik olarak da aynı perspektiften bakabilmek önemli.

Dediğiniz konular da içinde olmak üzere her şeyi, olabilecek her yaratıcı fikri değerlendirerek bir sonraki adımı planlamaya çalışıyoruz. Yani, sizin dediğiniz formüller de içinde olmak üzere birçok değişik çalışmaların birlikte yürütülmesi kanaatindeyiz. Eğer Türkiye ile Azerbaycan bu konuda çalışmalarını bu şekilde devam ettirip diğer ülkelerle istişare ede ede yol alırsa ki böyle olacak, ben eminim önümüzde daha ümitvar olabileceğimiz gelişmeler yaşanabilir. Nihayet bu 20 seneyi tamamlamış bir kriz, donmuş bir kriz. Donmuş bir krizin buzlarını kırıp şey yapmak, buzdolabından çıkardığınız herhangi bir şeyi düşünün belli bir ısıtma döneminden geçirmeniz gerekir. Burada da bu donmuş krizi maalesef Minsk üçlüsü istenilen düzeyde çözecek aşamaya gelmedi. Bizim şimdiki kanaatimiz, adım adım giden süreçler nihai hedefe ulaşmada çok daha sağlıklı olabilir. Bunun için bu donmuş krizi şimdi buzdolabından çıkarıp öncelikle karşılıklı güven ortamı oluşturacak adımlarla yavaş yavaş bir çözüme doğru götürme iradesinin oluşması lazım. Psikolojik boyut burada önemli. Ermenistan’ın bizlere olan güvensizliğini aşmak da gerekiyor. Ama aynı şekilde Azerbaycan’ın haklı taleplerini de göz ardı etmeden, Azeri kamuoyunu hiçbir şekilde göz ardı etmeyen ve o kamuoyunun beklentilerini, topraklarının yüzde 20’si işgal altında olan bir kamuoyunun beklentilerini de gözeten bir yeni çığır açmak lazım. Şu anda yürüttüğümüz görüşmeler, bunu aşmaya dönük çabalar olarak değerlendirilmesi lazım.

MUSTAFA KARTOĞLU- Anladığımız kadarıyla Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi aslında sadece iki ülkeyi değil Azerbaycan’ı da ilgilendiriyor ve işgal altındaki topraklar da bir şekilde bu sürecin bir parçası daha önce olduğu gibi.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabii tabii, hep öyle oldu. Ama bunları önemli olan bu tür birbirine eklemlenmiş sorunlarda önemli olan bunları belli eylem planlarıyla, takvimlendirmeyle birbiriyle olumsuz yönde etkileşen değil, olumlu yönde birbirini tetikleyen bir sürece dönüştürmek. Geçmişte hep bunlar olumsuz yönde etkilendi. Yani, biri diğerini olumsuz yönde etkileyen süreçler olarak ortaya çıktı. Şimdi biz bunu tersine çevirerek yeni bir momentumla olumlu bir domino etkisi yapacak bir süreç işletmek istiyoruz.

MUSTAFA KARTOĞLU- Bunu muhtemelen Sayın Aliyev’le de paylaşmışsınızdır, yani en azından sürece bakış açısı anlamında, bu konuda da bir ortak düşünce var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Zaten son dönem Türkiye-Azerbaycan, tabii hep dikkatler Suriye’ye, Ortadoğu’ya yöneldiği için bazen gözden kaçıyor, Türkiye-Azerbaycan diplomasi takvimine, işleyişine bakarsanız bunu görürsünüz. Haziran ayında ben Azerbaycan’daydım, Temmuz ayında Azerbaycan’daydım, Ağustos ayında Cumhurbaşkanımızla gittim, Eylül ayında New York’ta görüştük. Ekim ayında, Ekim ayı seçim ayıydı Azerbaycan’da, Ekim ayında da tekrar temas kurduk, şimdi de Kasım ayında Sayın Aliyev burada. Hani bu ikili ilişkilerimiz, bir Türk Dışişleri Bakanının sık ziyareti Azerbaycan’a doğaldır, ama bu sıklıkta bir ziyaret varsa bunu da tahmin etmeniz gerekir ki yoğun bir diplomatik çaba da sürüyor demektir.

DENİZ KİLİSLİOĞLU- Peki, Ermenistan’la bu süreçte bir temas oldu mu herhangi bir düzeyde?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Amerika’yla, Rusya’yla ve diğer ülkelerle, tabii Fransa’yla temaslarımız oldu. Ama Ermenistan ile doğrudan bir temasımız olmadı. Ama Ermenistan aynı zamanda şimdi Karadeniz Ekonomik İşbirliği Dönem Başkanlığı var, Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı var, o çerçevede Büyükelçilerimizin, yani temsilcilerimizin Ermenistan’a gitmeleri de söz konusu oldu tabii Avrupa Konseyi toplantısı bağlamında özellikle.

AHMED ARPAT- Konuklarımızın bu konuda farklı bir sorusu yoksa Irak ziyaretinize geçmek isterim. 2 yıldır karşılıklı sert açıklamalarla, sert ithamlarla durma noktasına gelen bir ilişki söz konusuydu Ankara-Bağdat hattında. Son 2 aydır farklı bir görüntü, tablo var. Siz Iraklı mevkidaşınızla yaptığınız basın toplantısında son 2 aylık takvimlendirilmiş karşılıklı ziyaretlerle eylem planını başarıyla bugünlere taşıdık demiştiniz. O eylem planı ne, onu sorayım?

Bir de; 2 ay öncesine göre Türkiye-Irak ilişkileri neredeydi, bugün neredeyiz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Aslında 2 ayın da ötesinde bu senenin Mart ayında Cumhurbaşkanı Vekili Sayın Huzai ile Arap Ligi zirvesi marjında Katar’da bir görüşmemiz oldu. O görüşmeyle başlatılabilir, yani son 2 aylık bir tempo değil sadece. Tabii kamuoyu son 2 ayı daha çok fark etti. Dikkat ederseniz o görüşmede karşılıklı olarak söylemlere dikkat etme konusunda bir prensip kararına vardık ta Mart ayında. Ondan sonra Türk-Irak ilişkilerindeki söyleme bakarsanız, ciddi bir karşılıklı suçlamanın ya da şeyin olmadığını görürsünüz. Şimdi bunu rahat söyleyebilirim, çünkü o zaman daha bu yeni başlayan bir şey olduğu için açıklanmamıştı. Kamuoyu son dönemdeki hareketliliği görüyor. Halbuki geçen Mart ayından itibaren söylemde bir yumuşa iki taraf için de vardı ve bir şekilde olayları takip etme iradesi vardı daha geçen senekinden farklı.

Bu dönemde bir başka iki olay birden yaşandı. Şimdi çok çabuk gelişen bir süreç gibi görünüyor. Bizim Huzai ile görüşmemiz sonrasında da teknik bazı görüşmeler de yapıldı müsteşarlarımız düzeyinde, değişik düzeylerde. Bu arada iki süreç birden yaşandı. Sayın Maliki’nin Sayın Barzani ile görüşmesi. Yani, bizim Irak’la ilişkilerimiz ikili ilişkiler yüzünden sıkıntıya girmedi sadece, Irak içindeki gruplar arasındaki ilişkilerde yaşanan sıkıntılar bize yansıdı. Daha sonra Sayın Maliki ile Sayın Nuceyfi, yani Şii-Kürt, Şii-Sünni ilişkilerinde yumuşamalar yaşandı, o yumuşama şartları olgunlaştırdı. 2 ay önce başlayan Sayın Nuceyfi’nin getirdiği mesajla Sayın Maliki’nin ilişkilerin normalleşmesi konusundaki Irak Hükümetinin güçlü iradesinin bize yansıtması, Sayın Nuceyfi’nin de yani bu anlamda Irak Meclis Başkanı olarak ve Sünnileri bir anlamda sistem içinde temsil eden en üst makam olarak bu konudaki güveninin ve olumlu bakışının da tesiri bunda var tabii. Bir anlamda bütün Iraklı taraflar arasında bu yumuşama yaşanırken Türkiye’den bütün taraflardaki beklenti, Türkiye’nin bu yumuşamaya katkıda bulunması. Çünkü, Türkiye’nin böyle bir katkısıyla bu yumuşamanın daha da ileri düzeylerde ortak adımlara yöneleceği kanaati bize herkes tarafından beyan edildi.

Biz burada herhangi bir taraf tutmuyoruz. Ancak Irak’ta herkesi kuşatan, herkesi içine alan bir hükümet yapılanmasının olması, Irak’ın istikrarı için gerekli, Irak’ın istikrarı da bölge istikrarı için gerekli. O zaman Sayın Nuceyfi’nin bu mesajı üzerine Sayın Başbakanımızla üçümüzün yaptığı görüşmede bu gündeme geldikten sonra biz tamam madem ki Irak’ta yeni bir ortam var, bu konuda da Türkiye elinden gelen her şeyi yapar. Tam bu süreçte 30 Nisan’la ilgili, yani Irak’ın genel seçimleriyle ilgili bir mutabakat da sağlanma süreci başladı. Şimdi burada herkesin Irak içinde taraflara yakın olan, bütün taraflara yakın olan herkesin bu süreci desteklemesi lazım, Irak’a muhabbet duyan herkesin. Dolayısıyla biz bu eylem planı dediğimiz şeyi o zaman takvimlendirdik ve Sayın Nuceyfi Sayın Maliki ile görüştü, arkasından Hoşyar Zebari’nin Türkiye gezisini planlama söz konusu oldu. Benim gidişim ve sonra Maliki’nin gelişi. Daha sonra Birleşmiş Millletler’de Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Huzai’yle, Sayın Hoşyar Zebari’yle yaptığımız görüşme sonrasında ben Hoşyar Zebari’yle tekrar Cenevre’de görüştüm ve önce Dışişleri Komisyon Başkanımızın gidişi, arkasından Irak Dışişleri Bakanının gelişi, sonra benim gidişim. Ve ben özellikle de rica ettim; Ekim ayında sen gel ki ben Muharrem ayında Irak’ta olmak istiyorum ve mutlaka Kerbela ve Necef’e gitmek istiyorum dedim. Sağ olsun Dışişleri Komisyon Başkanımız Volkan Bozkır’ın gidişinden üç gün sonra Sayın Hoşyar Zebari geldi ve sizi bekliyoruz mesajını getirdi. Benim gitmem sonrasında da Sayın Nuceyfi’ye cevaben iadeyi ziyaret anlamında 26 Kasım’da Sayın Meclis Başkanımızın gidişi, sonra da Aralık ayı başında YDSK dediğimiz Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyinin teknik komitesinin bir anlamda toplanması ve Aralık sonunda ve Ocak başında orada Muharrem Erbain 40 gün sonrası, yani 24 Aralık’ta bitiyor, ondan sonraki bir vakitte de Sayın Maliki’nin ziyareti. Bu bir anlamda karşılıklı ikili ilişkiler ziyaret ritmi muhtevayı da dokumaya başladı, psikolojik bariyerler süratle aşıldı. Yani çok kısa bir sürede, işte arkadaşlar da oradaydı, hiçbir Iraklı yetkili bize herhangi bir şekilde bırakın olumsuz davranmayı veya bir imada bulunmayı, eskisinden çok daha büyük bir muhabbette her yerde karşılandık, kucaklaştık. Çünkü bu nihayet ülkeler arasında bazen bu tür devlet adamları arasında her zaman, özellikle de çok muhabbet varsa, küçük bazı şeyler bir sitem ortamı doğurabiliyor ve zamanla bir psikolojik bariyer oluşturabiliyor. Kimin haklı-kimin haksız olduğunun ötesinde sonuçlar doğabiliyor. Ama esas itibariyle bizimle Irak arasındaki bir sıkıntıdan daha çok, Irak içinde yaşanan sıkıntıların yansıması şeklindeydi. Biz bunları aştık ve bu konuda da özellikle de Sayın Maliki’yle yaptığımız görüşme olağanüstü pozitif geçti, kendisi de çok büyük bir muhabbetle karşıladı, kucaklaştık. Ve dosyaları da çok samimi bir şekilde birbirimizle paylaştık. Eminim, ben de tam bir güven hissiyle ayrıldım, o da o güven hissini duymuştur. Sayın Başbakanımızdan kendisine selam ve kardeşlik mesajlarını ilettim, o da Sayın Başbakanımıza selam ve kardeşlik mesajlarını iletmemi istedi. Sayın Başbakanımızla da biraz önce birlikteydik, bu intibalarımı da paylaştım. Dün gece yarısı ki çok geç vakitte gelmiştik biliyorsunuz. Ama Sayın Maliki ile ilişkiler ötesinde yani hükümetler arası YDSK toplanması da dahil olmak üzere ve burada üç kritik alanda hemen adımlar atılması yönünde karara vardık; ulaştırma… Marmaray’ın yapılması bile Iraklı kardeşlerimizi öylesine heyecanlandırmış ki oradaki konuşmalarımızda mesela bu bir tarihi hamlenin herkesi nasıl aynı anda heyecanlandırdığının güzel bir misali. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın Aliyev bugün Marmaray’la biz de Avrupa’ya, yani Londra’ya… Bakü-Tiflis-Kars’ın devamı Marmaray. Iraklılar da konuşurken, ben de tarihi biraz hatırlattım, onlar da Berlin-Bağdat hattı diye, ilk demiryolu oraya döşendi biliyorsunuz. Şimdi Basra’dan İstanbul’a, oradan Londra’ya kadar bir hat ve bundan büyük bir heyecan duyuyorlar. Bizim ulaştırma projelerini süratle devreye sokmamız lazım. Hem demiryolu, karayolu bağlamında da Habur’da 20 kilometreye varan kuyruklar oluşuyor. Şimdi hemen Hoşyar Zebari döner dönmez, ki biz müteşekkiriz, kendilerine teşekkür ettim, Sayın Maliki’nin onayıyla ikinci kapıya Aktepe ve üçüncü köprüye Habur’da izin çıktı, şimdi onların inşaatına hemen başlayacağız. Beş kapı daha açmak istiyoruz Habur’da, daha önce şeye bağlanmış olan Ovaköy de dahil olmak üzere. Bunlar için süratle şeylere başlayacağız.

Ayrıca tabii Suriye’deki çatışmalar dolayısıyla özellikle ulaştırma koridorları bağlamında bizim Körfeze en kolay iniş yolumuz Irak üzerinden. O noktada YDSK’da eminim en fazla üzerinde duracağım hususlardan biri bu olacak. Yine enerji projeleri ki Kuzey Irak Bölgesel Yönetimiyle enerji konusunda geldiğimiz işbirliği düzeyi belli. Biz Merkezi Hükümeti dışlayarak bunları yapmadık, aksine Irak’ın anayasal ve yasal çerçevesinde ne gerekiyorsa o prensipleri gözeterek bu anlaşmaları ele aldık. Ama Irak Merkezi Hükümetiyle daha önce de mutabık kaldığımız Basra’dan Türkiye üzerinden Avrupa’ya enerji aktarımı, güneyden güney-kuzey koridoru şeklinde enerji aktarımı konusunda da son derece pozitif bir momentum var. Bunları birbirine rakip, birbirine alternatif görmemek lazım. Ticaret ve yatırım alanında, işte bazı firmalarımızla da, ben orada işçilerimizle de buluştum, büyük bir yeniden yapılanma ihtiyacı var, bütün şehirlerin yeniden yapılanması ihtiyacı var. Bunlar YDSK’da konuşulacak hükümetler arası ilişki bağlamında, iki başbakan tarafından ele alınacak bütün bakanlarla.

Ama onun dışında Irak’ta seçimlerin suhuletle yapılabilmesi ve Iraklı bütün kesimlerle iyi ilişkiler içinde bulunulması bağlamında da dün ben bir taraftan resmi olarak Sayın Maliki’yle, Sayın Zebari’yle ve Sayın Huzai’yle görüştükten sonra Başbakan Yardımcısı olarak Sayın Salih Mutlak’la, -Sayın Nuceyfi Brüksel’deydi, onunla telefonla görüştük, teşekkür ettim çabaları dolayısıyla- Sünni kesimin önemli bir siyasi lideri görüştük. Sayın Ammar El Hakim’le görüştük ki son seçimlerde büyük başarı kazanmış olan Meclisi Ala’nın hem dini, hem siyasi lideri durumunda. Zaten çok yakın hukukumuz olan, şahsen de çok birbirimizi sevdiğimiz, muhabbet duyduğumuz bir dostumuzdu. Türkmen kardeşlerimize, bütün değişik siyasi partiler içindeki Türkmenlerle gece saat 10’da Büyükelçiliğimizde biraraya geldik. Türkmenlerin hakları, Kerkük’ün statüsü ve diğer konuları istişare ettik. Ertesi gün tabii Ayetullah Sistani ki sadece Irak’la ilgili değil bölgede Sünni-Şii gerilimini düşürmek bakımından olağanüstü öneme sahip büyük bir devlet adamı, ilim adamı, siyasi meselelere mesafeli yaklaşsa da söylediği her sözle Irak içinde barışı teşvik eden, Sünni-Şii gerilimi azaltmaya çalışan önemli bir dini lider, mütefekkir. Sonra Mukteda El Sadr’la görüştük. Mukteda El Sadr da Irak’ın en önemli siyasi gruplarından birinin ve çok köklü bir aileden gelen bir lider, yine onunla da eski dostluklarımız var, Türkiye’de ağırlamıştık, Tahran’da görüşmüştük, Lübnan’da görüşmüştük daha önce. Şimdi bütün bu gruplarla ilişkilerimizin tekrar tahkim edilmesi, Irak’ın suhuletle seçimlere gitmesi, seçim sonrasında da nasıl bir yapılanma olursa olsun Irak halkının iradesi olarak Türkiye tarafından büyük bir kabulle muhatap kılınacaktır. Kerbela ve Necef’de Irak’taki siyasi yapı dolayısıyla valilerin ve vilayet meclisi başkanlarının neredeyse yarı federal bir sistem var Irak’ta, olağanüstü yetkileri var. Orada da hem Kerbela’nın, hem Necef’in valileriyle, vilayet meclisi üyeleriyle uzun toplantılar yaptık. Bundan sonra da hatta Kerbela Valisi basın önünde Türkiye burada bir Başkonsolosluk açmalı diye talepte bulundu. Biz de bunu düşünmekte olduğumuzu Necef ya da Kerbela’da ifade ettik. Dolayısıyla şu anda bütün alanda bu noktada geçmiş durulganlığı bir kenara bırakın olağanüstü bir heyecanla yeni bir dönem başlatma arzusu var, biz de elimizden geleni yapacağız Irak’ın istikrarı için. Bu gezinin en önemli sonuçlarından biri veya üzerinde hala çalışmak durumunda olduğumuz bütün özellikle Şii liderlerle görüşmelerde Suriye bağlamında çıkartılmak istenen Sünni-Şii mezhep çatışmasına karşı Türk ve Iraklı yetkililerin birlikte davranması, Türkiye ilmiye ile Iraklı ilmiyenin de birlikte davranması. Onun için Diyanet İşleri Başkan Yardımcımızla birlikteydik. Ayrıca, Azamiye ve Kazımiye gibi Bağdat’ta iki önemli birisi Sünniler için İmam Azam’ın türbesinin olduğu, diğeri de İmam Musa Kazım’ın türbesinin olduğu ve iki imamın aslında onun torununun da birlikte olduğu şeyleri ziyarette de Sünnilerin lideri İyad Samarai ile dini lider anlamında Sünni Vakfın Başkanı. Şii Vakfın Başkanı ki o da çok değerli bir dostumuzdur Şeyh Haydari ile görüşmeler yaptık. Bu temaslarla da ortak bir şekilde bu Sünni-Şii gerilimini azaltmak için nasıl birlikte oluruz bunları detaylı konuştuk. Dolayısıyla Türkiye-Irak ilişkisi ikili ilişkilerin ötesinde de özel bir anlam taşıyor.

AHMED ARPAT- O anlamı konuşmaya devam edelim, zira buradaki gazeteci meslektaşlarımız da sizinle birlikte o ziyaretteydi. Özellikle o iki ziyaret Necef ve Kerbela, verilen sembolik mesajların konuşulması gerekiyor.

Kısa bir araya gideceğiz, 4 dakikalık bir ara, aranın ardından Sayın Davutoğlu’yla konuşmaya devam ediyoruz.

(Reklam Arası)

AHMED ARPAT- Yakın Plan’da özel bir konuğumuz var, Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu konuğumuz. Gazeteci meslektaşlarımızla birlikte programı yapıyoruz. Deniz Kilislioğlu, sizinle başlayalım bu bölüme. Irak ziyaretinde kalmıştık, buyurun.

DENİZ KİLİSLİOĞLU- Ben tabi şunu merak ediyorum: İki tarafta belli ki geçmişe değil, geleceğe bakmaya odaklanmış durumda bu çok anlaşılabilir bir şey, Irak Dışişleri Bakanı da aynı şeyi söylüyor. Ama bu adımlar atılmaya başladığı zaman Maliki’nin Nuceyfi’yle gönderdiği mesaj, ben görüşmeye hazırım mesajından sonra aklımıza gelen iki soru var Maliki neden şimdi bu adımı atıyor ve niye bu adımı atıyor dolayısıyla şunu sormak istiyorum: Sizin analiziniz nedir? Maliki yaklaşan seçimlerle ilgili olarak bir manevra mı yapıyor, yoksa Suriye’nin bir yansıması olarak Irak’ın istikrarını etkileyecek kaygısını gördü ve bölge ülkeleriyle iş birliği mi yapmak istiyor ya da belki İran’daki dengeleri gözeterek İran’da yeni bir yönetim var, Ruhani’nin mesajları var bu çerçevenin dışında kalmak mı istemiyor, Maliki neden bu adımı şimdi atıyor ne oldu da atıyor?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Aslında bu soruya biraz da açıklık getirmek için bunu 2 aylık değil 6-7 aylık bir geçmişi olduğunu ifade etmeye çalıştım. Hani yavaş yavaş ilmik ilmik işlenen süreçlerdir bunlar netice alıncaya kadar kamuoyunu fark etmez ama netice alınmaya başlandığında görülmeye başlar. Dolayısıyla, bir anlık bir değişim değil de, bir süreç içinde ulaşılan bir sonuç. Bu dediğiniz faktörlerin hepsi etkili olmuş olabilir, hepsinde etkisi aslında söz konusu doğrusu ama, bunları tek bir sebebe irca etmek doğru değil. Ben başka daha farklı bir şekilde bunu size söyleyeyim, aslında Türkiye, Irak ilişkilerinin doğalı buydu. Son o 2012 Ocak’ından 2013 Mart’ına kadar yaşanan bu 15 aylık şey bir parantezdi. Yani biraz konjonktürel şartların, Suriye’deki gelişmelerin, Irak içindeki gelişmelerin ve Arap Baharının getirdiği heyecanın, ivmenin getirdiği risklerin birçok Irak içinde ve çevresindeki faktörlerin rol oynadığı bir parantezdi. Yani bu esastı da bir noktaya gelindi değil o parantez kapatılma iradesi iki tarafta da yavaş yavaş teşekkül etti ve 6-7 aydır bizim tarafımızda tek bir açıklama göremezsiniz olumsuz anlamda, karşı tarafta da. Tek tük Huzai’yle Katar’da vardığımız mutabakattan haberdar olmayan kesimin yaptığı açıklamalar resmi yetkililerce dile getirilen şeyler değil. Dolayısıyla, şimdi ki zamanlamanın bu şeye gelmesinin sebebi o zeminin hazırlanmış olmasındandı. Yaklaşan seçimlerin tabi bütün sadece Maliki değil, bütün taraflar için önemi vardı. Hepsi bir araya gelerek belli riskleri biz de görüyorduk. Hepsi bir arada bir noktaya bir olgunluğa ulaştı. Yoksa bunu tek bir sebebe şu sebeple ani bir değişiklik veya bir faydacı yaklaşımla seçim yaklaştığı için bu tavır alınıyor diye de düşünmemek lazım.

DENİZ KİLİSLİOĞLU- Samimiyet görüyorsunuz o zaman

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Evet, samimi özellikle Sayın Maliki’yle yaptığımız görüşmede son derece samimi hani konjonktürel şeyi aşan bir samimi hava vardı hep eskiden de öyleydi. O parantezi kapattık eski halden daha da samimi bir niteliğe dönüştü diyebilirim. Hepsiyle zaten ilişkilerimiz sürdü. Sıkıntı Irak’ın bütün siyasi kesimleriyle değildi yani Sayın Maliki’yle birtakım yanlış anlaşılmalar diyecek şeyler söyleyebiliriz.

AHMED ARPAT- Sayın Bakanım, 15 aylık parantez dediniz o parantezi açmayı gerektiren gerekçeler ortadan kalktı mı peki?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Nasıl yani?

AHMED ARPAT- Yani işte iki ülke arasındaki sorunlar yolu soğutan ilişki konusunda.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şunu söyleyeyim: Biz yine başta komşularla sıfır sorun ilkesini bu dinamik bir süreçtir her an dikkat etmeniz, dikkat göstermeniz gereken süreçlerdir bunlar komşular arasında. Ev içinde aile içinde bile ilişkileri dikkat etme ihtiyacı var hani bir sorunlar tümüyle aşılıp bir noktaya gelinmiyor ama beyaz sayfa, yeni bir dönem ifadeleri bazı ana sorunların aşıldığını gösterir ve şunu da gösterir: Ufak tefek sorunlarla karşılaşsak da aramızda öyle bir diyalog açıklığı var ki bu sorunları birlikte aşabiliriz kanaati hakimdi. O kanaat varsa, o psikolojik güven varsa sorunlar çıktığında oturulur, konuşulur ve o sorunlar aşılır. Türkiye’yle Azerbaycan ki iki kardeş ülke TANAP projesinin oluşması esnasında birçok teknik sorunlar çıktı fakat nihayet güçlü irade olunca her sorun aşılıyor. O güçlü irade Irak’ta ve Türkiye’de vardı konjonktürel şartlarda dediğim gibi o geçici dönem parantezle kapatıldı şimdi aynı güçlü irade yine var ve eminim örnek bir ilişki biçimi olarak da devam edecek.

ADEM YAVUZ ARSLAN- Sayın Bakanım, şunu sorayım: Özellikle son dönemde Türkiye’ye yönelik, AK Parti politikalarına yönelik bir eleştiri olarak mezhepsel bir yaklaşım sergilendiği ve dış politikanın bu çerçeveden şekillendiği gibi eleştiriler var. Ama son Irak seyahatine bakarsak çok bariz bir Şiilerle temas, Şiilerle fotoğraf verme ve özellikle kutsal mekanlar çünkü çok sık Türkiye’den siyasilerin hele Dışişleri Bakanı seviyesinde çok gidilmeyen yerlerdi oralar. Buralardaki kabul de aynı şekilde çok dikkat çekildi yani Türkiye’ye yönelik ve size yönelik çok ciddi bir hüsnükabul de vardı. Bu açıdan bakarsak ve siz orada şunu söylemiştiniz: Yeni bir sayfa açtık. Bu yeni sayfada ne yazacak yani Türkiye, Irak politikasını revize mi etti daha Şii kartını mı açıyor, Şiilerle daha sıkı iletişimde mi olacak? Bunda Amerika’nın İran ve Şii ekseninde yeni politikalar belirlediği gibi yorumlar var Amerikan medyasında bunun da bir etkisi var mı? Yani bu Şii kartı ya da Şii vurgusu ne anlama geliyor?
DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Biz bir kere hiçbir mezhep ya da etnik grup için veya ülke için kart ifadesini kullanmadık, psikolojik olarak da böyle hiç düşünmeyiz Adem Bey yani Şii kartı, Sünni kartı elimde olsun Şii kartı, Kürt kartı birileri bunu bir satranç oyunu gibi görüp bir çıkar çatışması oyunu gibi görüp bunu düşünebilir ama.

MUSTAFA KARTOĞLU- Bu karttan hareketle biraz poker gibi herhalde anlaşılıyor dışarıda.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hele hele Şiilik, Sünnilik gibi Hıristiyanlık gibi, Hıristiyan kartı da diyebilirdiniz belli bir topluluk için kutsiyet ifade eden şeyleri biz kart gibi görmedik hiçbir zaman ve şunu son dönemde Türkiye’nin bölgede artan etkisini tabiri caizse engellemeye çalışan çevreler dışarıda, içeri de AK Parti’nin ısrarla ve istikrarla gösterdiği uluslararası ve bölgesel etkinliği eleştirmeye çalışanlar, bu paradigmayı sarsmaya çalışanlar mezhepçilik diye olmayan bir şeyi bize yakıştırmaya çalıştılar. Aynı çevrelerin bakın şimdi gözümün önünden yazarlar geçiyor, gözümün önünden siyasi liderler geçiyor daha 4 sene önce Türkiye’nin yani Tahran Anlaşmasını imzaladığında yani eğer bir Şii, Sünni yakınlaşması söz konusuysa zirvesi Türkiye’nin bütün riskleri alarak Tahran Anlaşmasını imzalaması. Şimdi Cenevre’de yapılan görüşmeler de bizim Tahran Anlaşmasının parametreleri üzerinde yürüyor. O anlaşmayı imzalayıp Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde kendi attığı imzaya sadakatle Sayın Başbakanımızın talimatıyla Büyükelçimiz ret oyu kullandığında yaptırımlara Hükümetimizin kararlı tutumunu göstererek. Bugün bizi mezhepçilikle suçlayanların bakın yazarları şimdi tek tek sayabilirim. Basın anlamında söylemiyorum bunu, muhalif liderleri de sayabilirim, dışarıdaki çevreleri. Bugün bizi mezhepçilikle eleştiren bazı şimdi gazete adları vermek istemiyorum dışarıdan da çevrelerin o günlerde Türkiye’nin İran gibi korsan devlet ifadeleri falan kullanıldığı için böyle bir anlaşma yapmasının Batı’dan kopmak anlamına geldiğini, Suriye’yle vizeleri kaldırdığımızda ki o da Nusayri bir, Beşar Esad’ın Nusayriliği bugün keşfedilmedi o zaman da öyleydi. İran’ın Şii olduğu bu gün keşfedilmedi. O günlerde Türkiye’nin İran, Suriye ve Irak’la yürüttüğü yakınlaşma politikalarını Batı’dan kopuş olarak değerlendirip eleştiren çevrelerle bugün İran, Suriye bağlamında İran ve Irak’la iniş çıkışlı yaşanan gerilimi bir mezhepçilik olarak değerlendiren çevreler aynı. Şimdi o zaman bu çevrelerin iyi niyetinden bahsetmek mümkün değil çok açık ve net söylüyorum.

Bu çevreler Türkiye’nin Brezilya’yla birlikte Tahran anlaşmasına imza atmasıyla bir anda P-5 tekelinde görülen daimi 5 ülkenin tekelinde görülen bir uluslararası sorunun iki önemli küresel aktör Brezilya ve Türkiye tarafından çözülmesini bir anlamda içine yediremeyenler şimdi de Türkiye’nin Arap Baharı üzerinden ve özellikle de Filistin ve diğer meseleler üzerinden bölgede artan olağanüstü yetkisini kabullenemedikleri için bu sefer mezhepçilik diye bir şey ileri sürdüler. Allah aşkına hangi mezhepçilik bizim açımızdan bir kriter ki, İran’la bütün dünyayı karşımıza alacak şekilde yani uluslararası toplumu o anlaşmayı yaptık ve hayır oyu kullandık. Hangi mezhepçilik vardı ki biz de Beşar Esad şeye zulmedene kadar kendi halkına zulüm edip ki bugün Kılıçdaroğlu’nu dinleyince grupta gerçekten demek ki, hiçbir şey öğrenilmiyor siyasette. Bazıları öğrenmeme veya görmeme gibi bir hastalığa sahip. Kimyasal silah kullanan birinden bahsediyoruz ve kendisinin heyet göndermesi neredeyse pozitif bir şey olarak değerlendiriyor. Böyle bir zulüm karşısında tepki göstermemiz mezhepçilik olarak yansıtılmaya çalışıldı. Yani Türkiye’nin tam da sıfır sorun ilkesi bütün komşularla mezhep ve etnik temelli şeyin ötesinde ilişkiler kurması bu paradigmayı sarmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin istiyorlar ki, Türkiye eski paradigmaya dönsün, eski paradigma kötü olduğu için şey için söylemiyorum. Yani Bosna’da da 90 yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri mazlumun yanında yer aldı biz de bugün onu yapıyoruz ama, eski paradigmadan kastım şu: Tek tek dış politika sorunları ile uğraşmaya dönmek, Türkiye’nin entegre bir stratejiyle kendi etrafında bir barış halkası oluşturma çabasının önüne geçmek. Dolayısıyla, mezhepçiliğin bize tutacak bir tarafı yok. İşte hepiniz oradaydınız on binlerce insanın içinden geçtik mübalağasız değil mi? Bütün Şiiler bütün kitleleriyle oradaydı sadece Iraklılar değil, sadece Kerbalılar, Necefliler değil orada bize sarılan İran’dan gelen Şiiler vardı, Tebriz’den gelen Azeriler vardı, Hindistan’dan gelen Şiiler vardı. Bir tekinde bize dönük olumsuz bir şey gördünüz mü? Bir tek Şii dönüp de bir tepki mi gösterdi? Aksine ne büyük bir muhabbetle sarıldığını bir keresinde gözlüğüm neredeyse kırılmak durumunda kaldı o muhabbetle sarılan Şii kardeşlerimizin arasında. Çünkü biliyorlar ki, bizim onlara dönüp de hiçbir dışlayıcı tutumumuz olmadı.

MUSTAFA KARTOĞLU- O Şiilerin çoğunun elinde de o törenler için kullandıkları kılıçlar, kamalar vardı.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabi kılıçlar onların arasından yürüdük yani şeylerle kitlenin içinden yürürken hep beraber kılıçların o merasimin içinde kullanılan şeylerin içinden yürüdük. Bir tekinde bir surat asıklığı görmediniz ne kadar büyük bir muhabbetle karşılandık bu onların büyüklüğü, bu bizim onlarla olan tarihi beraberliğimizin büyüklüğü. Türkiye’de oturan birileri şöyle zannediyor: Şiiler, Türkiye’den nefret ediyor veya Sayın Başbakanımız bendenizden işte Suriye politikası dolayısıyla tepkileri var. Hayır, ben geçen sene bakınız yani bunu bir şey olarak hani sadece Irak’a özgü olmadığını göstermek için söylüyorum Kabil’den geçen sene Haziran ayında yine Suriye’yle ilgili sıkıntılar yaşarken yolda Meşet üzerinden geçeceğimiz söylendi ve bir yerde durup yakıt ikmali yapmamız lazımdı. Dedim Meşet’in üzerinde Meşet’te yapalım İmam Rıza’nın üzerinden uçarken durup selam vermemek olmaz indik gece 12’de İmam Rıza ya ki en büyük kutsal mekanlarındandır Şiiliğin. Gittik bütün türbe ve çevre Şiilerle doluydu aynı şekilde bağırlarına bastılar. Lübnan’a gittiğimiz de hiçbir Şii’nin herhangi bir şekilde bize bir tepki gösterdiğini görmedik. Çünkü biliyorlar ki, çok şartlandırılmış ya da özel olarak bu propagandalardan etkilenmiş küçük bir kesim hariç Türkiye’nin Suriye politikasının biz mezhep temeline dayanmadığını biliyorlar. Beşar Esad’la geçmişte bu kadar yakın dost olmamız buna en büyük delildir, Beşar Esad 2012’de Nusayri olmadı. Dolayısıyla bu konuda Türkiye’nin üzerine yapışacak hiçbir şey yoktur. Ayrıca biz Türkiye Cumhuriyeti devleti ikinci büyük Nusayri devleti Suriye’den sonra en çok önemli Şii, Alevi cemaatimiz var zaten ziyarette de bunlara dikkat ettiğimizi gördünüz bizim bu anlamda vatandaşlarımız arasındaki eşitlik bağlamında da bir fark gözetmemiz mümkün değil, bölgedeki kardeşlik bağlarımız itibariyle de mümkün değil. Necef ve Kerbela bu anlamda bir Şii için, bir Alevi için, bir Nusayri için ne ifade ediyorsa gördüğünüz gibi oradaki heyecanımızdan, aşkımızdan, muhabbetimizden bize bir Sünni içinde aynı şeyi ifade eder çünkü, Hazreti Ali, Hazreti Hüseyin ve bütün o Ehlibeyt imamları hepimizin manevi büyükleridir Hazreti Hüseyin’in yolunda bir adım gidebilmek hepimize bir şeref ve onurdur. Bunu da orada görüyorlar o aşkı biz de gördükleri için bunun bir mezhepçi tutumla bağdaşmayacağını görüyorlar. Şunu da son olarak zikredeyim: Necef Valisine sordum şu ana kadar Necef’e ve Kerbela’ya gelen Dışişleri Bakanları kim oldu? İran Dışişleri Bakanı bu sene gelmiş bir de ben. Yani böyle bir şey de yok ayrım olmadığını da göstermek için zikrettiler ve mümkün olsa ben her Muharrem’i Necef’te, Kerbela’da o kardeşlerimizle geçirmek isterim.

DENİZ KİLİSLİOĞLU- Olaylar üzerinden örnek verdiniz ama, algı yönetimi de önemli bir nokta. Zaman zaman neden bu tarz bir algı çıkıyor ortaya diye kendinizi sorguluyor musunuz?

ADEM YAVUZ ARSLAN- Ya da bağlantılı olarak şunu sormak lazım: Mesela orada yaptığınız basın toplantılarında bütün gelip bu gruplarla görüştünüz Sünnilerle, Şiilerle değişik kesimlerle özellikle basın üzerinde bu minvalde çok soruya şahit olduk. Yani işte Türkiye radikal unsurları destekliyor, Türkiye mezhepsel yaklaşıyor. Yine dönüp dolaşıp El-Kaide önümüze defalarca düştü yani özellikle bakın üzerinde ya da hani mesela sokakta böyle bir tepkiyle karşılaşmadınız ama basın üzerinde böyle bir algı var ve tüm medyada da bu yansıdı. Yani bu algı üretilmiş bir algı mı yoksa sokakta olmayan tepki neden medya da ya da siyasette var?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Evet, bu çok doğru bir tespit. Eskiden beri bizim toplumumuzda olan bir şey de var, Arap toplumlarında da var. Elit ile halk arasındaki algı yabancılaşması var tabiri caizse. Elit kendi içinde çok daha kapalı devre çalışıyor ve o kendi kültürünü, kendi algısını, kendi ön yargılarını üretiyor, kendi içinde de tüketiyor. Düşünününüz Türkiye’de hani 28 Şubat şartlarında üretilen algıları düşünün. Daha seçimlerden çok kısa bir süre önce Başbakanımız için muhtar bile olamaz diye elit onu konuşuyordu ama, halk arasında da nasıl bir muhabbet olduğunu herkes gözlüyordu. Bunun gibi Türkiye örneğinde yaşadığımız bu şeyler gibi Arap toplumlarında da bu var. Evet üretilmiş bir algı var bunu tespit etmemiz lazım yani özellikle son dönemde Batı’da belli kesimlerde belli, yayın organlarında sürekli olarak bu algı üretilmeye çalışılıyor bütün açıklamalarımıza, bütün çabalarımıza rağmen Suriye politikası etrafında bir şüphe oluşturmaya çalışılıyor. Ama bu meselenin Suriye’yle ilgili olduğu kanaatinde değilim sadece. Bunu Türkiye’ye transfer edenlerde AK Partinin ancak ve ancak böyle bir krizle böyle bir çatışma ortamıyla kan kaybedebileceğini. AK Partiye şimdiye kadar Hükümetlere dış politika prim sağlayan, Türkiye’nin profili yükseldiği için prim üreten bir alandı. Bu prim üreten alanı risk üreten bir alan haline dönüştürebilmenin en kestirme yollarından biri itham ve ilzam etme yoluyla bu algıyı üretmeye çalışmaktı. Bu Arap toplumu içinde geçerli buna dönük en yoğun propagandaların Mısır’da aldığımız ilkeli tutumdan sonra yaygınlaştığına dikkatinizi çekerim Arap medyası itibariyle söylüyorum. O zamana kadar Türkiye’yi övenler bir anda farklı sesler çıkarmaya başladılar. Ama bizim Mısır’daki tutumumuzda, Suriye’deki tutumuz gibi aynı ilkeye dayanıyordu. Birinin Sünni ağırlıklı, birinin Nusayri ağırlıklı olması farklı değil. Burada yalnız biz de kendi yani sorgulama dediğiniz şeyi yaptığınız, geliştirdiğiniz politikalar itibariyle her zaman öz eleştiriye açığız, kendimizi tartışırız, konuşuruz keşke şu şöyle değil de, böyle olsaydı dediğimiz anlar olabilir, değerlendiririz bu eleştiri de öz eleştiridir hiç birimiz mükemmel ve hatasız unvanına sahip böyle bir iddiada da bulunamayız bu büyük bir kibirdir bu peygamberlere bile ismet sıfatı ancak onlara aittir ki onlarda bu dünyevi işlerde şey gözetirler hani her an rasyonel kararlar alırlar.

Öz eleştirinin en şey noktası maalesef bizim dış politikamızda geldiğimiz profile, ulaştığımızı profili destekleyecek bir uluslararası kamuoyu diplomasimiz olmadı, olamadı. Kamu Diplomasi Koordinatörlüğü kurduk birçok yeni adım attık ama hala bir açık var ve eskiye göre 5 sene öncesine göre yani Kamu Diplomasi Koordinatörlüğü kurulmadan önceki şeyleri çok iyi bir yerdeyiz. Ama hala Gezi olaylarında ve birçok yerde de bunu gördük bir algı Türkiye’ye karşı bir algı üretildiğinde bunu counter argümanını, karşı argümanı, karşı algısını oluşturacak güçlü bir uluslararası medyamız yok. Yani bunu devletin medyası anlamında söylemiyorum, mesela kaç Arap kanalı var şu veya bu tesirle BBC Arapça kanalı var, Fransızların Arapça kanalı var, Rusların Arapça kanalı var İranlıların çok sayı da var onlarla kıyas edildiğinde bizim TRT Arabic yani Türkiye daha yeni bir proje kendi elemanlarını üretecek. Bu medya etkinliğinde dış politika etkinliğindeki aldığımız mesafe hızında gidemedik bunu bir kendi iç sorgulamamız itibariyle yapmamız gereken bir durum. Ama bunda da özgür medya anlamında herkes eleştiri getirebilir, herkes bizi desteklemek durumunda değil ama, Türk medyasının da daha bu noktada alacağı çok mesafe var bunu da görmek algı dediğiniz için bir medya eleştirisi getirmek anlamında demiyorum da, algıyı medya ürettiği için söylüyorum.

DENİZ KİLİSLİOĞLU- Onu yönlendiremez misiniz? Yani baskı kurmak anlamında söylemiyorum ama, devletler bunu yönlendirebiliyor orada bir eksiklik var.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- İşte orada eksik onu söylüyorum yani orada eksik var şimdi Irak’ta 60 kanal var 60 kanal. Şimdi bu 60 kanal sürekli bir düşünceye üretmeye başladığında bir algıyı sizin bir Arapça kanalınızla o algıyı değiştirme şansınız olmayabiliyor. Arap dünyasında şu anda bir kanal patlaması var, bir iletişim patlaması var o yüzden artık Arap dünyası tek bir yerden yönetilemez hale geldi çünkü büyük bir iletişim patlaması yaşanıyor. Bizim açımızdan ise açık söylemek gerekirse, maalesef çok detay bir yabancı gazetede çıkan asparagas bir haber, yönlendirilmiş bir haber çok açık bir şekilde biz de karşılık bulabiliyor. Bunun birçok şeyi var... Şimdi internette çok fazla. Öyle haber üretiyor ki siz hayretler içinde kalıyorsunuz. Ben hatırlıyorum bir keresinde Başdanışmanım, Ankara’dayım. Bir İsrail internet sitesi bir haber üretti, ben güya uçakla İsrail’e doğru gitmişim orada bir Filistinli liderle görüşmek için İsrail uçakları havalanmış, ben Berlin’e inmek zorunda kalmışım. Bu haber üretildi, bu haber doğruymuş gibi akşama kadar sorulara muhatap olduk. Ben Ankara’dayım beni görüyor hala bu soruya muhatap olunabiliyor yani bizim süzgeçlerimiz de dışarıda üretilen asparagas haberlere veya yönlendirilmiş haberlere asparagas daha görünür oluyor ama yönlendirilmiş haber şeyin içine sızdırılıyor, yediriliyor. Sayın Hakan Fidan’la ilgili üretilen haberin düşünün bir haberde olunmaz bir iki çelişki var kimse bu çelişki üzerine düşünmüyor da haberin diğer detayları üzerine bir insanın hem Suriye’de, İran yanlısı rejime karşı savaşan tarafları desteklemesi hem de İran yanlısı olması arasındaki bu çelişkili iki yorum bir haberde yer alıyor ama bu haber Türkiye’de karşılık bulabiliyor, bir anda gündem ona göre şekilleniyor dolayısıyla, hepimizin bu konuda uyanık olması lazım. Nihayet itibari zedelenmek istenen ülke bizim ülkemiz veya itibarı yükselmekte olan ülke bizim ülkemiz hepimiz bu hassasiyeti göstermemiz gerekiyor.

ADEM YAVUZ ARSLAN- Madem söz medyadan açıldı çok kısa bağlantılı bir soru sorabilir miyim takip açısından? Şimdi Batı basınında her gün bir Türkiye, El-Kaide ilişkisi, Türkiye’nin geçiş üssü olması, Türkiye’nin silah temin ettiği ki bu konular yer alıyor ve bu haberler aslında bakılırsa öyle çok masabaşı gibi değil. Mesela bugün The Guardian’da vardı çok sayıda Türk’le hikayeleri yazılmış yani Türkiye’den kalkmış savaşmaya gitmiş tipler. İşte birkaç gün önce CNN International vardı Türkiye sınırından geçerken görüntülenen insanlar var, tabi bunun uluslararası boyutu da var. Bu açıdan baktığımız zaman bir geriye dönüp hani özeleştiri de yapıyoruz dediğiniz zaman acaba Türkiye burada bugün yapmaması gereken bazı şeyleri yapmış olabilir mi, sınır güvenliği açısından ya da başka konuda?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Özeleştiri derken nerede eksik bıraktığı hayır, Türkiye, Suriye krizinde ileri de Türkiye’yi ve bizi tarih önünde veya hani Suriye halkı önünde yanlış bir konumda tutacak hiçbir adım atmamıştır, atmaz da. El-Kaide eğer kullanılmışsa ki, kullanıldı rejim tarafından kullanılması çok daha rejim ve Ebu Gureyb’den kaçanlar birçok başka faktörlerle izah edilebilir çok daha fazla zemini olan bir durumdur.

ADEM YAVUZ ARSLAN- Yani rejim kendisine karşı savaşacak insanları mı sahaya sürdü?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hayır, şu anlamda rejimin geçmişte bu unsurlarla ilişkisi olması anlamında Türkiye’nin hiçbir zaman El-Kaide’yle veya benzer gruplarla şöyle veya böyle hiçbir ilişkisi olmamıştır, geçmişinde de olmamıştır yani Suriye krizinden öncede olmamıştır, bugünde olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Ama Suriye rejiminin bu unsurlarla ilişkisi var dün de Sayın Maliki’ye çok dostane bir üslupla şeyi söyledim kendisi dört sene önce Suriye’yle, Irak arasında gerilim yaşandığında ben ara bulmak için gittim, gittiğim zaman Sayın Maliki BAAS rejimi, Suriye’deki BAAS rejimi El-Kaide unsurlarını, terör unsurlarını Irak’a gönderiyor deyip bazı belgeler vermişti bana. Ben o belgeleri ve isimleri Beşar Esad’a götürmüştüm, sonra Beşar Esad’dan aldığım cevabı da Maliki’ye götürdüm ve bu ihtimaller yok diyor Suriye yönetimi diye de onu ikna etmeye çalıştım o iki tarafı bir araya getirebilmek açısından. Dün kendisine söyledim, siz haklıymışsınız dedim. Kendi halkına bunu yapan birisi, başka bir ülkeye karşı her şeyi yapabilir ve o belgeler hala mevcuttur Suriye rejiminin El-Kaide’yle ve Irak’ta terör yapan gruplarla ilgili, 2009’da terör yapan gruplarla ilgili isimler, kamplar bunların hepsi mevcut. Bu Suriye rejiminin kendisini meşru kılabilmek için bir terör mevcudiyetini gösterebilmek açısından önemli. Başka yerlerden Ebu Gureyb baskını arkasından bu radikal grupların arttığını görürseniz Ebu Gureyb’den kaçan yüzlerce militanın Suriye’ye geçtiğini görürsünüz. Türkiye’yi niye birileri bütün bunlar varken ve başka birçok izahatı bunun varken Türkiye üzerine yoğunlaştırmaya çalışmalarının sebebi, Türkiye’ye dönük bir kara propaganda, bir algı oluşturma çabası. Ve biz bütün ülkelere şunu söylüyoruz özellikle Batılı ülkelere: Herhangi bir şekilde sizden bu şekilde yola radikal gruplara katılmak için yola çıkan, çıkma niyeti olanlar varsa durdurun, yok Türkiye’ye geliyorlarsa bize bilgilerini, isimlerini verin. Bize verdikleri cevap şu bu çok önemli:

ADEM YAVUZ ARSLAN- Bu yönde bir istihbarat geldi mi hiç?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bazı istihbaratlar geliyor ama verdikleri genel cevap şu: Biz demokratik bir ülkeyiz hiçbir kişi hakkında böyle bir gerekçeyle tutuklama yapamayız veya engelleme yapamayız veya size isim veremeyiz bazı ülkeler bunu söyledi. Peki, Türkiye antidemokratik bir ülke mi? Hiç hakkında bilgi sahibi olmadığımız birisi Türkiye’ye girmek istediğinde elimizde bir istihbarat verisi yoksa 34 milyon turist gelen bir ülke hangi kritere göre bunları ayırt edebilecek? Bir demokratik ve açık bir toplumuz o yüzden bazı Batı basın mensupları Türkiye’de tek tek ferdi olaylardan hareketle yorum yapmak için birtakım röportajlar yapıyorlar. Başka yerlerde bu imkanı bulamadıkları için aslında işin görülmeyen buzdağının arka planına inemiyorlar. Türkiye’de yapılan bu tür röportajlar Türkiye’de yapıldığı iddia edilen varsa arkasında takip ediyoruz. Hiçbir şekilde Türkiye hiçbir radikal grupla ilişkisi olmamıştır terör grubuyla özellikle de El-Kaide ve benzeri yapılarla bundan sonra da olmaz. Yani bu Türkiye’nin ilkesel olarak en büyük tehdit bize yönelir öyle bir durumda.

AHMED ARPAT- Sayın Bakan, süreyi de iyi kullanmak adına araya gideceğim aranın ardından bir diğer önemli başlık var Barzani’nin ziyareti. Ama öncesinde mutlaka bizi izleyenlerin aklına takılmıştır işte Türkiye’nin, Suriye’de savaşan bazı gruplara destek verdiği iddiası Batı’da sık sık dile getirilen. Bu en son Adana’da ele geçen bir tır vardı içinde roket başlığı, roket rampası ele geçirilmişti bu konuyla ilgili bir.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Rampa falan değil sonra açıklama yaptı Emniyet Müdürlüğü onlarda bazı şey parçalar yani bir kere bu operasyon dahi Türkiye’nin iyi niyetini ve kararlılığını gösteren bir operasyondur. Ancak bunları böyle sanki büyük roket başlıkları gibi veya şey gibi yansıtmada doğru değil zaten o konuda Emniyet Genel Müdürlüğümüz açıklama yaptı ama kim ne yaparsa yapsın şimdi şöyle düşünün: Ben bunu bir kez Amerikalı muhataplarımıza da söyledim Amerikan-Meksika sınırını bilir misiniz? Yani oradan kaç bin insanın bütün alınan tedbirlere rağmen geçebildiğini neler ne tedbirler aldı Amerikan yönetimi. Peki, oradan uyuşturucu kaçakçılığı engellenebildi mi, silah kaçakçılığı engellenebildi mi? Yani hangi ülke var ki bu veya İtalya’ya, Afrika’dan gelen kaçak insanlar engellenebildi mi? Bu kolay bir şey değil 911 kilometreden bahsediyoruz şöyle bir kanaat yanlış: Ki Türkiye Türk Silahlı Kuvvetleri düşünün öbür tarafta bir iç savaş yürüyor buna rağmen yine de Türkiye’nin istikrarı, sınır vilayetlerimizin istikrarı bu anlamda etkilenmiyor kolay bir şey değil, Türk Silahlı Kuvvetleri olağanüstü tedbirler alıyor. Emniyet güçlerimiz, istihbaratımız Türkiye’ye dönük riskleri minimize ediyor ama hangi ülke işte söylüyorum Amerika Birleşik Devletleri, Meksika sınırında yaşanan kaçakçılıkları, engellenemeyen durumları bir göz önüne alın ve bu dünyanın birçok ülkesi için geçerlidir. O bakımdan kolay bir meseleyle karşı karşıya olduğumuz sanılmasın. Bu dönemde Türkiye’nin istikrarını korumak için gece-gündüz çalışan istihbarat birimlerimize, güvenlik birimlerimize de haksızlık edilmemesi lazım. Aynı şekilde 2,5 yıldır herhangi bir gece yok ki bizim uykumuz bölünmemiş olsun ya gelen bir istihbaratla ya da bir başka şeyle. Bu ülkenin büyük çoğunluğunun halkın rahat bir uyku uyuyabilmesi için uykusuz kalan onlarca, yüzlerce, binlerce sınırdaki askerimizden şeye kadar görev yapan görevlilerimiz var. Bu bütün bunları almak tedbirleri almakla birlikte bazen dediğim gibi kontrol edilemeyen şeyler gelişmeler olabilir o zaman da siz gerekli müeyyideyi uygularsınız işte Adana’da veya başka yerde olduğu gibi.

AHMED ARPAT- Peki, kısa bir araya gidelim aranın ardından Barzani Diyarbakır’a gelecek o konuyu konuşalım önemli. Kısa bir aradan sonra devam ediyoruz.

(Reklam Arası)

AHMED ARPAT- Yakın Plan’a devam ediyoruz. Özel bir konuğumuz var, Sayın Davutoğlu bu gece Yakın Plan’ın konuğu. Dış politikayı konuşuyoruz. Son bölüm, konuşacak çok konu var, sorulacak çok soru.

Sayın Kartoğlu, sizinle başlayalım buyurun.

MUSTAFA KARTOĞLU- Ben aslında bir şey atlanmasın diye tekrar bir önceki bölüme dönmek istiyorum. Sayın Bakan da Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve muhalefetin diyelim genelde eleştirilerinden söz ediyordu. Yani dışarıdaki algının Türkiye’ye çabuk geldiğinden ya da o muhalefet üzerinde dillendirildiğini söylüyordu. Kemal Kılıçdaroğlu da uzun süredir hem Türkiye’nin doğusuna gidememekle suçlanıyordu, daha sonra da yurt dışında bir yerlere gidemediğiyle suçlandı. Fakat son dönemde Bağdat’a, Suriye’ye bir heyet gönderdi, kendisi Bağdat’a gitti. Şimdi son seyahati için Sayın Bakanı bizim izimizden gidiyorlar diye bir eleştirisi var. Ama zaman zaman eleştirilerinde de biraz dozu kaçırıyor anladığım kadarıyla. Yine bugün öyle bir sert konuşma yaptı, onunla ilgili ne söylemek istersiniz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi doğrusu Sayın Kılıçdaroğlu ile ilgili çok fazla ek bir şey söyleme ihtiyacı hissetmiyorum. Şöyle: Bir, üslup bozukluğu var. İki; formasyon eksikliği var, yani birikim, müktesebat anlamında. Üslup bozukluğu zaten gözüküyor, yani o yüzden de iki kere bu üslubu sebebiyle Türk adaleti onu tazminata mahkum etti 11 bin lira civarında zannediyorum, ben de onları söz verdiğim gibi Suriyeli yetimlere harcayacağım inşallah tahsili yaptığımızda. Ama bu üslup bozukluğu zaten yakışmıyor, bir ana muhalefet partisi liderine yakışmıyor.

Bunun ötesinde ise benim gördüğüm bir husus var; dikkat ederseniz Sayın Kılıçdaroğlu bazı şeyleri ezberliyor. Konjonktür değişsin, atmosfer değişsin, ne değişirse değişsin ezberlediği şeyleri tekrar etmeyi siyaset zannediyor. Mesela çok sık kullandılar, bir sabah kalktık Suriye’ye düşman olduk diyor. O bir sabah dediği süre içinde 10 ay geçmiş. Yani 10 ay, Türkiye her şeyi yapmış, elinden gelen her şeyi göstermiş ve biz bunu yaparken de kendisi eleştirmiş. Sonra bunu öyle bir ezberliyor ki bizim eğitim hayatı içinde gördüğümüz bazı öğrenciler vardır, konteks ne olursa olsun, ne sorarsanız sorun aynı şeyi döner anlatır. Çünkü o alanın dışına çıkmaktan korkar, özgüveni yoktur. O alanın dışına bir çıkarsa, ezberinin bir dışına çıkarsa suya düşmüş gibi olacak, boşlukta hissedecek kendini. O yüzden o alanın dışına çıkmaktan korktuğu için aynı şeyi tekrar ediyor. Bakın bir sene önce benimle ilgili yaptığı bir konuşmayı alın, bugün alın; aynı şeyler tekrar ediliyor, aynı şeyler tekrar ediliyor. Bu, dediğim gibi bir özgüven eksikliğinden kaynaklanıyor. Bağırmayı haklı olmak zannediyor, hakaret etmeyi tartışmak zannediyor.

Allah aşkına benim Kılıçdaroğlu’nun ayak izinden gittiğimi iddia etmek herhalde kimsenin zaten kabul edeceği bir şey değil de ben en büyük zillet addederim bunu. Benim ayak izlerimin arkasından sadece izlemekle bile yetişebileceğini zannetmiyorum. Ama düşünün, Irak’a gitti, yola çıkarken Kerkük’e, Necef’e, Kerbela’ya gideceğim dedi. Bize kanaat sordular Dışişleri Bakanlığı olarak. Biz güvenlik raporunu, bana verdikleri raporun aynısını ona verdik. Hayır gideceğiz diye bu verdiğimiz güvenlikle ilgili değerlendirmeyi, yani Müsteşar Yardımcımızın yaptığı değerlendirmeyi basına sızdırdı. Yani kahramanca dedi ki; ben Kerkük’ü de, Necef’e de, Kerbela’ya da gideceğim, aslında Hükümet benim gitmemi istemiyor, -düşünün ayak izleri bu mu acaba- engellemek istiyor ama ben gideceğim. Ne oldu? Bağdat’a gitti, Kerkük’e de gidemedi, Necef’e de gidemedi, Kerbela’ya da gidemedi. Şu denebilir: Peki siz niye gittiniz? Evet, aynı şeyler benim önüme de geldi. Geçen sene Kerkük’e gittiğimde de geldi bu güvenlik raporları. Bu sene Kerbela ve Necef’e gideceğim zaman da benim görevli arkadaşlarım, diplomatlarım efendim şu şu güvenlik riskleri var dedi. Ben de onlara, geçen sene Kerkük’te söylediğim şeyi, aynı şeyi söyledim; bunu getirmek sizin göreviniz. Ama bir Muharrem ayında Irak’a inmiş bir Türk Dışişleri Bakanı olarak Necef’e ve Kerbela’ya gidip Şii kardeşlerimle kucaklaşmak, oradaki Şii ilmiyesiyle buluşmak benim görevim ve gittim. Evet bu bir risk, siyaset bir risk alma şeyi. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı ise, aldığı kararı sürekli tekzip ederek ve ondan geri dönerek bunu siyaset olarak addediyor. Suriye’ye heyet gönderdim demesi, bugün okurken hayretler içinde kaldım, yani bununla övünmek nasıl bir şey biliyor musunuz? Kimyasal silahlarla halkını öldürmüş birinin ayağına heyet göndermeyi marifet zannediyor. Yani Cumhuriyet Halk Partili vicdan sahibi kardeşlerime gerçekten buradan seslenmek istiyorum. O bana hakaret ediyor, ama ben Cumhuriyet Halk Partili vicdan sahibi kardeşlerime onu havale ediyorum, bu övünülecek bir şey midir? Türkiye’de Beşar Esad rejiminin sözcülüğünü yapmak övünülecek bir şey midir? Bırakın bizim onun ayak izlerini takip etmemizi, bizim ayak izlerimizi fark edemez bile, nereye gittiğimizi ve ne gayeyle. Ama en önemlisi ve en üzüntü verici olanı; tabii hala bütün şeylerimize rağmen, çağrılarımıza ve mahkeme kararlarına rağmen hala aynı hakaretli üslubu benimsemesi ve bunu siyaset zannetmesi.

ADEM YAVUZ ARSLAN- Hemen PYD’yle ilgili bugünkü gelişmeyi sormak istiyorum, Barzani’ye geçeceğiz ama…

AHMED ARPAT- Barzani’ye geçeceğiz, bu da önemli, doğru doğru.

ADEM YAVUZ ARSLAN- Bağlantılı çünkü iki konu.

PYD bugün haberlere göre batı Kürdistan geçici yönetimini ilan etti ve önü açık bir süreçten bahsediyor Kürt kaynaklar. Tabii bunun Türkiye’ye bakan tarafından iki tane önemli noktası var bence. Birincisi, Salih Müslim’le sizin yaptığınız görüşmeler ki basına daha önce yansıdı. Türkiye’nin iki temel talebi vardı. Muhalefet içerisinde kalın ve özerklik süreciyle ilgili hani yeni bir parlamento oluşuncaya kadar bu konuda adım atmayın. Türkiye’nin temel tezlerinin dışarıda kaldığı gibi bir sonuç ortaya çıktı bu durumda. Suriye’nin kuzeyinde kurulan özel yönetim hem Türkiye’deki çözüm sürecini nasıl etkiler, hem de Suriye’nin geleceğini nasıl etkiler? Ve Barzani’yle arasının da bozuk olduğunu düşünürsek Suriye’deki PYD Yönetiminin, bu bölgesel dengeler için ne anlam ifade eder?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bir kere böyle bir özerk yönetim, tek taraflı ilan edilerek hayata geçirilecek bir uygulama değil.

ADEM YAVUZ ARSLAN- Ama fiili bir durum var.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Fiili durum şu anda Suriye’nin her yerinde var. Yani bazı yerlerde bazı gruplar hakim, bazı yerlerde rejim hakim. Ama özerk yönetim iddiası veya böyle bir yönetimin meşruiyetini iddia etmek mümkün değil. Maalesef, PYD son derece ikircikli bir tutum takındı. Salih Müslim’le arkadaşlarımız burada görüştüler. Üç konuda biz onları ilkeli davranmaya davet ettik. Bir; rejimle aranıza mesafe koyun. Eğer Kürt kimliği ve Kürt halkının güvenliği sizin için önemliyse, Saddam gibi kimyasal silah kullanmış olan bir insanla aranıza mesafe koyun. Halkına zulmeden biriyle yan yana durmayın. Kürt halkının, bırakın Kürtlerin haklarını kimliklerini dahi vermekten imtina eden, sıradan vatandaşlık kimliği vermeyen birinin yanında durmayın, tercihiniz net olsun. İkincisi; muhalefet içinde yer alın. Onun için de muhalefetle aralarında görüşmeler yapmak için zemin de oluşturmaya çalıştık. Üçüncüsü; de facto diğer yerlerde de benzer tepkiler doğurarak Suriye’yi bölecek de facto yönetim ilanlarından kaçının. Başta bunlara olumlu tepkiler verdiler. Hele hele Suriye rejimine karşı uluslararası bir müeyyide uygulanacağı intibaı doğduğu günlerde rejimle aralarına mesafe koymaya çalıştılar veya bunu göstermeye gayret ettiler. Ama son derece opportünist bir tutumla bu müeyyide ihtimali kalkınca da rejimle temas arayışına tekrar girdiler veya rejimin boşalttığı alanlarda etki kurmaya çalıştılar. Biraz orada muhalefetle rejim arasında bir dengeyi gözeten bir tutum takındılar. Şimdi yine aynı şeyi söylüyoruz. Türkiye olarak biz Suriye’de hiçbir etnik ya da mezhebi grubun karşısında ya da yanında değiliz. Ama halkına baskı uygulayan rejimin karşısındayız, Suriye halkını meşru temsilcilerinin de yanındayız. Nitekim Suriye Ulusal Koalisyonu şu anda İstanbul’da da çalışmalarını sürdürüyor Suriye Ulusal Koalisyonu Meclisi Cenevre hazırlıkları bağlamında. Ve Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile aralarında bir mutabakat sağlandı. Suriye Kürt Ulusal Konseyi, Suriye muhalefeti içinde yer alacak. Ve PYD’nin yaptığı en vahim hata; kontrolü altındaki bölgelerde bulunan diğer Kürt muhalifleri de eziyorlar, diğer Kürtlere yönelik de büyük baskı yapıyorlar. O derece ki gerek Kuzey Irak’taki Bölgesel Yönetime, gerek bize oradaki Kürtlerden çok yoğun şikayetler geliyor rejimle birlikte Kürt halkını baskı altında tuttuğu yönünde. Ümit ederiz ki bu tutumlarını değiştirirler. Ümit ederiz ki rejimle aralarına mesafe koyarlar. Suriye muhalefeti içinde yer alırlar. Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da hiçbir grup arasında fark gözetmeden Suriye’nin geleceğinde herkesin hak ettiği yeri alması yönünde katkıda bulunuruz.

AHMED ARPAT- Sayın Bakan, son 5 dakika artık. Barzani’nin ziyareti, nasıl değerlendiriyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Aslında bu önemli bir ziyaret, yani Sayın Barzani daha önce Ankara’ya geldi, İstanbul’a geldi. Şimdi de son derece güzel bir vesileyle hem açılışlar, hem de toplu bir düğüne katılmak üzere Diyarbakır’a geliyor. Bir kere şunu ifade etmek isterim: Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir bütündür. Aslında bu ziyaret büyük bir özgüvenin işaretidir. Sayın Başbakanımızın daveti etmesi de bu özgüvenin yansımadır. Onun gelmesi de, aramızdaki güven ilişkisinin bir yansımadır. Kim ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Edirne’si ile Hakkari’si arasında, İstanbul ile Diyarbakır arasında bir fark gözetirse, aslında birliğe beraberliğe en büyük psikolojik tahribatı o yapar. Yani birisi Ankara’ya geldiğinde tehdit değil veya bir yanlış değil, İstanbul’a geldiğinde tehdit değil de Diyarbakır’a geldiğinde tehdit diye düşünmeye başlarsanız kendiniz zihninizle ülkenizi bölersiniz. Onun için bu bizim kendimize duyduğumuz bir güvenin yansıması. Sayın Barzani Türkiye’nin dostu olarak şu anda da ilişkilerimizin geliştiği önemli bir Iraklı lider olarak Türkiye’nin herhangi bir yerine gelir, önemli olan geldiğinde verdiği mesajdır, önemli olan Türkiye’yle olan ilişkilerine verdiği önemdir. Bu gelişin tabi sembolik bir değeri var, işte dediğim gibi son derece güzel bir vesileyle. O bakımdan biz bunu bugün grup toplantılarında bazı muhalif partilerin dile getirdiği gibi herhangi bir şekilde bir tehdit ya da yanlış bir tavır olarak değil, aksine Türkiye’nin ulaştığı özgüveni yansıtan bir tavırdır hem de Kuzey Irak’taki Kürt kardeşlerimize dönük de önemli bir mesaj içermektedir. Şöyle düşünün ve ben bu netlikte ve bu açıklıkta değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum: Bir Boşnak lider Türkiye’ye gelip Boşnak bir ırkların yoğun olduğu bir yerde Yenibosna’da ya da Bayrampaşa’da bir düğüne katıldığında biz bunu bir tehdit olarak algılar mıyız? Hayır. Boşnaklar bizim nüfusumuzun en asli unsurlarıdır. Bir Arnavut lider gelip de Türkiye’de Arnavutların yoğun olduğu bir yerde konuştuğunda, onlarla kaynaştığında aksine Sayın Başbakanımız Kosova’ya gittiğinde ne büyük bir muhabbetle karşılandı aynı muhabbeti Erbil’de de gördü bundan emin olunuz. Dolayısıyla bizim için bu halkı içinde bulunan her kesimin yurt dışındaki temsilcileri akrabalarımızdır, kardeşlerimizdir. Onların bize ziyaretinden bir kötülük görmeyiz, bizim oraya ziyaretimiz ise onlarla aramızdaki köprüleri güçlendirir. Sayın Başbakanımızın Kosova’da, Bosna’da, Erbil’de, Saraybosna’da, Üsküp’te, Priştine’de, Prizren’de gördüğü muhabbeti Erbil’de görmesi, aslında bu kültürel bağlarımızın gücünü ortaya koyar ya da Kırım’da görmesi. Aynı şekilde onların Türkiye’ye gelip burada kendileriyle yakın akrabalık ilişkileri olan bölgelerde oradaki vatandaşlarımızla kucaklaşmaları da bizim için bir iftihar meselesidir. Bundan hiçbir şekilde gocunmamak, hiçbir şekilde bunu anormal görmemek lazım. Bu Türk iç siyasetinin ve dış siyasetinin doğru bir seyir içerisinde normalleştiğini ve Türkiye’nin kendine güveninin arttığını gösteren bir gelişmedir.

AHMED ARPAT- Sayın Bakan, programı kapatacağım ama, çözüm sürecine ilişkin katkısı da ne olacaktır diye bir sorayım, bir-iki cümleyle belki…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi şunu görmemiz lazım: Türkiye aynı işte Balkanlar’daki 90’lı yıllardaki gelişme, değişim nasıl oralardaki, Bulgaristan’daki soydaşlarımız, Kosova’daki, Bosna’daki kardeşlerimiz, tarihdaşlarımızla aramızda yeni bir ilişki biçimi kurmuştur. Ortadoğu’daki değişmeler de Irak’taki, Suriye’deki tarihdaşlarımız da, bu tabiri ben Diyarbakır’da çözüm sürecini anlatırken Diyarbakır Üniversitesinde yaptığım konuşmada zikrettim. Bunlar bizim tarihdaşlarımız, bütün bu unsurlar. Onlarla kurduğumuz her gönül bağı bizi içeride de rahatlatır. Dolayısıyla Ortadoğu’da taşlar yerinden oynarken, yatay olarak topluluklar birbiriyle ilişkiye geçerken, olumsuz anlamda geçerken bazı yerlerde, yani Lübnanlı Şiiler Suriye’deki Nusayrilere, Lübnanlı Sünniler Suriye’deki Sünnilere çatışma için karşılıklı cephelerde bulunurken bu olumsuz bir şeydir. Aksini yapmak ise, onlar arasında yatay dostluk ilişkisi kurmak ise ülkelerin iç istikrarını olumlu yönde etkiler. Şu anda bu anlamda Türkiye sınırları dışında bulunan Kürtlerin Türkiye’deki çözüm sürecine olumlu katkıda bulunmaları Türkiye’nin iç istikrarına katkı yapar. Türkiye’nin de sınır ötesindeki Kürtlerle, aynen sınır ötesindeki diğer topluluklarımızda olduğu gibi Balkanlar’da, Kafkaslarda kurduğu her dostluk ilişkisi, içerideki onların akrabası olan kesimlerde rahatlık doğurur. Biz kendi vatandaşlarımız arasında nasıl bir ayrım gözetmiyorsak şu veya bu etnik mezhebi gerekçeyle, bu vatandaşlarımızın sınır ötesindeki akrabalarıyla da hiçbir ayrım gözetmeden, hiçbir psikolojik engel görmeden aynı dostluğu kurarız, bu bize güç katar. Kimsenin de Sayın Barzani’nin ziyaretinden olumsuz bir sonuç çıkacağı beklentisi olmasın. Hoş geldiler, sefa geldiler. Nasıl Başbakanımız Erbil’e gitmişse, nasıl ben Kerkük’e gitmişsem ve orada Türkmen kardeşlerimizle, Kürt kardeşlerimizle, Arap kardeşlerimizle kucaklaşmışsam, nasıl Balkanlar’da bunu yapıyorsak ve oralarda nasıl muhabbetle karşılanıyor isek, oradan gelen kardeşlerimizin etnik ve mezhebi kökeni ne olursa olsun hepsini muhabbetle bağrımıza basarız.

AHMED ARPAT- Peki, konuklarımıza çok teşekkür ediyorum.

Sayın Davutoğlu, çok çok teşekkür ederim katkılarız için.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Ben teşekkür ederim.

AHMED ARPAT- Yakın Plan’ın bu gecelik sonuna geldik. Özel bir konuğumuz vardı, Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nu ağırladık.

Bu gecelik programı kapıyoruz, yarın görüşmek üzere hoşça kalın.