Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 (İskele Sancak) Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 7 Ağustos 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Ülke TV’ye Verdikleri Özel Mülakat, 6 Ağustos 2014, İstanbul Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT Türk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 26 Temmuz 2014, Paris Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün'e Verdikleri Özel Mülakat, 24 Temmuz 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 24 Televizyonuna Verdiği Özel Mülakat, 20 Mart 2014, Konya Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT 1 Televizyonunda Yayımlanan "Enine Boyuna” Adlı Programda Verdikleri Özel Mülakat, 2 Mart 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün’e Verdikleri Özel Mülakat, 9 Şubat 2014, Karaman Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV/CNBC-e Televizyonlarına Verdikleri Özel Mülakat, 23 Ocak 2014, Davos Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 9 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 7 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 7 Televizyonunda Yayımlanan ‘Başkent Kulisi’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 29 Aralık 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu NTV'de Yayınlanan "Yakın Plan" Programına Konuk Oldu, 12 Kasım 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 8 Kasım 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT-1 Televizyonunda Yayımlanan Enine Boyuna Programında Yaptığı Açıklamalar, 27 Ekim 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 18 Ekim 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun CNNTürk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 3 Ekim 2013, Ankara
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 7 Televizyonunda Yayımlanan ‘Başkent Kulisi’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 29 Aralık 2013

MEHMET ACET- Ankara’dan hepinize iyi Pazar’lar diliyorum, Başkent Kulisi’ne hoş geldiniz.

Bu hafta Dışişleri Bakanlığı konutundayız ve konuğumuz Başkent Kulisi’nde Sayın Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı, güncel gelişmeleri konuşacağız, 17 Aralık ve sonrasında olup bitenleri Sayın Davutoğlu’yla konuşacağız.

Efendim, çok teşekkür ediyoruz bizi ağırladığınız için ve programımıza katıldığınız için öncelikle.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Ben de çok teşekkür ediyorum.

Hoş geldiniz, şeref verdiniz.

MEHMET ACET- Sağ olun.

Şimdi tabi olağanüstü bir dönemden geçiyor Türkiye, 17 Aralık bir kırılma anı oldu belki bu anlamda, sonrasında başka şeyler de oldu.

Ben öncelikle, insanlar da en çok bunu merak ediyor, siz bu 10-12 gün içerisinde çıkan fotoğrafı nasıl analiz ediyorsunuz? Yani bu nedir, nasıl okumak gerekiyor bu olup bitenleri?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabi biz de fotoğrafın içinde aktörler olduğumuz için bu fotoğrafın analizinde söylenecek çok şey var; gerek devlet-sivil toplum ilişkisi, cemaat ilişkisi, herhangi bir cemaat değil, genel olarak cemaati kastediyorum, gerek siyaset-bürokrasi ilişkisi, gerek yargı-yürütme ilişkisi bağlamında. Ama bir an bu resmin içinde bir aktör, bir şekilde bu resmin parçası olan bir kişi olmak niteliğinden çıkıp soğukkanlı bir şekilde baktığımızda dahi, çok sağlam analizler yapmamız gerektiğini düşünüyorum; 12 günlük mesele değil sadece bu, bir süreç.

Şimdi biraz soğukkanlı bakıp değerlendirdiğimizde, aslında belli bir siyasi güç kullanımına dayalı siyasal yapılarla, toplum adına güç kullanımına dayalı siyasal yapılarla ve bunun meşruiyet ilişkisiyle sosyal aidiyet bilinci geliştirmeye dönük geleneksel cemaat ya da modern sivil toplum yapıları arasındaki ilişki bağlamında son derece kritik bir aşamadayız.

Her şeyden önce şunu bilmemiz lazım: Türk toplumu dinamik bir değişim yaşıyor. Bu dinamik değişim içinde ve son 10 yıldaki gelişmelere baktığımızda da bu değişim bir yükseliş trendi gösteren bir toplumsal değişim. Şimdi böyle bir durumda bazı taşların yerine oturmamış olması doğal karşılanabilir. Ama bu aktörlerin birbirini ikame etme veya bir aktörün diğeri ile kendini özdeşleştirme çabası çok büyük zararlar verir aksi olursa.

Bu çerçevede -şimdilerde medeniyet harmanı diye bir kitap çalışmam var- baktığımızda, mesela 11-13’üncü yüzyılda Anadolu’nun Türkleşmesi, İslamlaşması döneminde Selçuklu Devleti bir siyasi güç olarak bu topraklarda doğarken, aslında onlarca tasavvuf, cemaat, hatta sosyal yapıyı örgütleyen Ahilik gibi sosyal örgütler de doğdu ve Ahilik bütün toplumsal hayatın ekonomik temelini oluşturdu. Ama Ahilik kendisini devletle mutlak anlamda özdeşleştirme cihetine gitmedi. Herkes yerini bildiği, yapısını doğru analiz ettiği zaman, ilmi ekoller ve buna dayalı ilmi hareketlilikler, sosyal ekoller ve buna dayalı sosyal hareketlilikler ve siyasal hareketlilikler arasında bir tamamlayıcılık ilişkisi kurulduğu zaman büyük medeniyet canlanmalarına, sıçramalarına zemin teşkil eder. Ama bu yapılar arasındaki ilişkiler doğru oturmamışsa, bu sefer iç çatışmalara, enerjiyi içeride tüketmeye yönelik yapılar olur. Bu, 14-16’ncı yüzyıllar arasında Katolikliğin yükselmesi ve İspanyol, Portekiz yayılması esnasında da yaşanmıştır Cizvitlerle İspanyol hanedanı arasında veya İspanyol Devleti arasında veya Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluş aşamasında Protestanların Amerikan kıtasına aktardıkları dini kültürle siyasi yapı arasındaki ilişkiler de çok konuşulmuştur.

Şimdi aslında şudur esas itibarıyla: Son 10 yıl içinde Türkiye belki bir yüzyıla neredeyse yansıyacak şekilde ve önümüzdeki bir yüzyılı da belirleyecek şekilde büyük bir dinamizm, büyük bir canlanma yaşıyor, bunu görmemiz lazım.

Bir kere, ben bütün bu süreçte hiçbir zaman toplumumuzun herhangi bir şekilde ümitsizliğe kapılmasını doğru bulmuyorum. Geleceğimize dönük olarak karanlık tablolar çizmek tam da eğer art niyetli çevreler varsa onların yapmak istediği, arzu ettiği bir şeydir.

Şimdi yapılması gereken, bütün bu tarihi örnekleri soğukkanlılıkla değerlendirdikten sonra yapılması gereken, bu dinamizm içinde herkesin kendi konumunu ve yerini doğru tanımlayarak bu konum ve yerde faaliyetlerini yürütmesi, bunun ötesine taşan hareketlerle sadece diğer mekanizmaları tehlikeye atması değil, bütün bir toplumsal dinamizmi iç enerji tüketen bir kaosa yöneltmesi herkes için büyük tehlikedir. Devlet devletliğini bilecek, sivil toplum sivil toplumluluğunu…

Cemaat yapıları dikkat ederseniz Türkiye’deki biraz da daha önceki tekil laiklik anlayışı dolayısıyla tanımlamakta da zorluk çekiliyor, yani tekke, zaviyeler ve diğer bu tür dini yapılanmaların…

MEHMET ACET- Hizmet deniyor, camia deniyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tanımlamakta da zorluk çekiyoruz. Aslında tanımı da doğru koyup herkesin kendi alanında en doğru şeyi yapmasını sağlayacak bir sağlıklı değişimi, sağlıklı dönüşümün başlangıcı olarak da bunu değerlendirebiliriz.

Ama bu sosyolojide bir ayrım vardır.

Birisi Gemeinschaft cemaat vari örgütlenmeler, aidiyet bilincine ve bir gönüllülük esasına dayalı organik yapılardır, kurallardan daha çok gönül beraberliği önem taşır.

Bir de Gesellschaft dediğimiz daha cemiyet vari eski tabirle örgütler ki, devlet bunun en müşekkel yapısıdır. Bu ise, rasyonel prensiplere, kesin işleyen mekanik kurallara, mekanik derken duygudan arınmış anlamında demiyorum, aksine son 10 yılda devlet yapısının ne kadar büyük bir aşkla bütün dünyada bir küresel güç oluşturmak için harekete geçirildiğine herkes şahit. Ama burada bir rasyonellik, bir aklilik var, olması lazım.

Bu ikisi arasındaki ayrımı doğru anlamaz ve devletin rasyonel bürokrasisi, rasyonel işlemesi, ehliyet temelinde işlemesi gereken bürokrasisiyle cemaat vari yapıların gönüllük esası arasında çok yanlış bir irtibat kurulursa, bu cemaat vari yapılara da zarar verir, devlete de zarar verir.

Siyaset her zaman karşıtlık üretmeye dayalı bir şeydir her modern demokraside. Modern demokrasilerde bu devletin meşruiyetinin tek kaynağı vardır, halktan aldığı yetki, başka kimseden yetki almaz. Şimdi diğer geleneksel yapıları örnek verdim, sosyolojik anlamda da bugünkü modern devlet yapısında siyasi erk ancak halktan aldığı yetkiyle kullanılır. Ve bunun da objektif kuralları var, seçimleri var, denetim mekanizmaları var, bu güç sınırsız kullanılan bir şey değil. Bunun dışında herhangi bir aktörün, ister bürokrasiden gelen, geçmişteki askeri vesayet kurmak isteyenler anlamında, ister dışarından gelen; yani 28 Şubat’ın da 5 tane hatırlarsanız sivil toplum örgütü neredeyse devletin nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda açıklamalar yapıyordu, gerekse dini yapılar açısından, bu meşruiyet temelinden test edilmeden, yani halkın önüne çıkıp da test edilmeden devletin gücünü, erkini kullanmak düşüncesi olduğu andan itibaren, bu hangisi olursa olsun, ister yargı, ister yürütme, ister yasama, bir müddet sonra en çok kendisine zarar veren sonuçlar doğurur.

Yani tabii ki sivil toplum siyasetin gidişine etkide bulunabilir, ama bunu açık, deklaretif ve tanımlanmış şekilde yapar. Yani bir tavsiyede bulunabilir, protesto edebilir gerekiyorsa, eleştirebilir, destek beyan edebilir, yapılar kurarak gelip yasamaya etkide bulunur kendisine zarar veren bir şeyse, ama bunu açık yapar. Çok güzel yerel yönetim örnekleri var oralarda, halk konseyleri şeklinde, danışma meclisleri gibi, sivil toplumla yerel yönetim bir araya gelip konuşuyor, bizde de, merkezi yönetimde de bu tür yapılar var. Burada bir yönetişim kurulabilir, ama bu deklaretif olur, açık olur, beyan edilmiş ve tanımlanmış olur.

Böyle beyan edilmemiş ve tanımlanmamış bir ilişki üzerine spekülasyonlar yapılmaya başlandığında, emin olunuz, devlet sürekliliği devam eden bir şeydir, en çok zararı sivil toplum görür ve şüphe uyanmaya başlar. Bürokraside kime niçin, nasıl ve hangi yollarla itaat ve sadakat gösteriliyor sorusu doğar.

Cemaatlerin tarihte derin ve olumlu izler bıraktığı dönemler, karşıtlık üretmediği dönemlerdir, aksine, herkese doğruyu, hakkı tavsiye ettiği dönemlerdir. Onun için, bizim tarihimizde de, modern dönemde de sivil toplumların bu fonksiyonu yerine getirdiklerinde görünmeyen gönüllü, organik bir denetim mekanizması oluştururlar. Ama görünür ve sanki çift otorite varmış gibi bir yapı doğduğunda, bu ne surette olursa olsun devletin sürekli işleyişine de zarar verir. Ama asıl zararı çok olumlu etkiler yapabilecek olan ve toplumun genelini kuşatacak olan cemaat vari yapılanmalara, burada tek bir cemaati kastetmiyorum, bütün bu cemaat vari yapılanmalara ve sivil toplum yapılanmalarına zarar verir.

Siyaset karşıtlık üretir doğası gereği. Siz bir politika teklif edeceksiniz, diğer parti diğer politikayı teklif edecek ve o farklılıktan bir sinerji doğacağı ümit edilir, bu yanlış gidiyorsa alternatifini halk seçer. Ama cemaatler karşıtlık ürettiklerinde sosyal çatlamalara, sosyal karşıtlıklara yol açar ki bu bir kaos doğurur. Herkesi kuşatan bir dil gerekir. Karşıya kimseyi almayan, kesinlikle de devleti ikame eden bir görüntü veya devletle özdeşleşen bir görüntü cemaat yapılarına en büyük zararı verir.

Hatta, şirketle, bir ekonomik yapıyla özdeşleşmesi dahi doğru değil. Yani Gesellschaft dediğimiz o daha rasyonel işleyen şirket yapıları çıkar esasına dayanır. Halbuki bu cemaat yapıları, şimdi Ahiliği düşünün, Mevleviliği düşünün, olumlu örneklerden hareketle söylüyorum, eğer onlar toplumun harcını karmamış olsalardı, Allah aşkına bu topraklarda bizim medeniyetimiz yükselişe geçebilir miydi? Bir medeniyet yükselişe sadece siyasi güçle geçmez, ama siyasi güç olmadan hiç geçmez.

Ben 15 yıl kadar önce bir makale yazmıştım medeniyetin yükselmesinde 3 prototip diye. Emir, yani siyasetçi, devlet adamı; tacir, yani iş adamı ve alim, yani ilim adamı. Bunlar arasındaki ilişki çok önemlidir. Burada alimin pozisyonunu biraz daha genişletip bu sosyal yapıları koyun. Burada bu ilişkilerin çok iyi tanımlanması lazım. Tüccarla emirin çok yakın ilişkiye geçmesi işte yolsuzluk benzeri sonuçlar doğurur. Yani ben siyasi ve ekonomik elit anlamında söylüyorum burada. İlmiye veya sosyal yapılarla siyasetin iç içe geçip birbirini ikame etmesi karşıtlıklar doğurabilir, özgürlük ortamını olumsuz yönde etkileyebilir. O zaman yapılması gereken her şeyi, zaten adalet de kadim kültürde böyledir, her şeyi olması gereken doğru yere, doğru bir şekilde konumlandırmaktır, adalet budur.

Belki bütün bu tartışmalardan olumlu bir sonuç beklemek; ki ben her şeye olumlu bakarım. Her kriz özellikle medeniyetlerin yükseliş dönemlerinde, toplumların yükseliş dönemlerinde bir şanstır. O şansı şimdi hepimizin soğukkanlı şekilde değerlendirip doğru yere koymamız lazım. Yanlış olanı da tanımlarken kendi aidiyet şeyimizle hareket edip yanlışa sahip çıkmak değil, aksine o yanlışın nasıl düzeltilebileceği ve doğru yere bütün bu yapıların nasıl oturtulacağı konusunda iyi bir muhasebe, istişare, tartışma yapmamızda fayda var; bugünlerde tam bunu yapmak lazım. Ama önce iç muhasebe, yani herkesin kendi iç muhasebesini yapması lazım, o iç muhasebeyi yaptığımız zaman doğru adımlar atılır, o zaman taşlar yerine oturur ve bu son 10 yıllık birikim heba edilmez.

MEHMET ACET- Şimdi teorik bir çerçeve çizdiniz aslında bütün bu yaşadığımız olup bitenlerin arka planında neler olup biteceğine. Ama bu çizdiğiniz teorik çerçeveden biraz da güncele gelelim istiyorum ben.

Şimdi baktığımız zaman, 17 Aralık’ta, sonra bir de 25 Aralık’ta çok enteresan şeyler yaşadık. Şunu merak ediyorum: Yani salt bir yargılama faaliyeti olarak mı görünüyor burada?.. Yani işte rüşvet, yolsuzluk, bir taraftan böyle bir tablo, böyle bir tartışma. Ama öbür boyutuyla da siyaseti dizayn etme, siyaset mühendisliği yapma, siyasi iktidarı hedef alma, bu tartışma da yapılıyor. Şimdi siz güncel kısmını nasıl okudunuz, nasıl değerlendirdiniz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi aslında güncel kısmını nasıl okuduğumla ilgili ipuçlarını vermeye çalıştım.

Modern toplumda yargı, yürütme, yasama arasındaki çizgiler bellidir, bu işin nasıl yürümesi gerektiği konusunda kurallar da oturmuştur. Ancak maalesef son 12 gün içinde yaşadığımız şeyler bütün bu kuralları yok sayan ve bu kuralların ötesinde zamanlama itibarıyla da demin söylediğim şekilde devletin işleyişiyle ilgili bir başka iddiayı ya da yaklaşımı ortaya koyan tavırlar; bunu bir kere görmemiz lazım.

AK Parti iktidarlarının son 10 yıl içinde Sayın Başbakanımızın ve Hükümette şu ana kadar görev alan 57 arkadaşın herhalde hepsine tek tek sorsanız, şimdi bana sormuş olduğunuzu varsayarak söylüyorum, dünyanın en büyük ahlaksızlığı, siyaseti en çok yozlaştıran şey yolsuzluktur. Yolsuzlukları herhangi bir şekilde tecviz etmemiz, doğru görmemiz -demin onun için ekonomik elitle siyasi elit arasındaki ayrımını hep sormaya çalıştım- söz konusu olamaz. Bunu Başbakanımız defaatle, daha AK Parti iktidarı kurulduğunda 3-Y diyerek ve yolsuzluğu başa koyarak yola çıktı.

Bu kadar büyük ekonomik birikim 10 yıl içinde yolsuzluklar olan devlet beytülmalini, eski tabirle, şimdiki tabirle devlet hazinesini, tüyü bitmemiş yetimin diye tanımlamadığımız devlet birikimini öyle veya böyle şuraya, buraya kanalize eden bir yaklaşım sergilenmiş olsa, Türkiye’nin bu birikimi sağlaması mümkün olur mu?

Bizim petrol kuyularımız olmuş olsaydı, doğalgaz kaynaklarımız veya bir yerlerden bize çok boş paralar, yani karşılıksız paralar verilmiş olsaydı, hadi bu gelen paralardan bir yere bir şey aktarıldı da buna rağmen ülke gelişti denilebilirdi. Türkiye kendi kaynağını kendi üreten, çalışkan bir milletin alın teriyle yükselebilecek bir ülke.

10 yıl içinde gayrisafi milli hasıla 4 misli büyümüşse, hangi kriteri alırsanız alın, Merkez Bankası döviz rezervinden diğerleriyle, bu kaynak nereden geldi? Niye 90’lı yıllarda bu kaynak üretilemedi? Millet aynı millet, devlet aynı devlet, niye o zaman bu kaynak üretilmedi? Yine millet çalışkandı, aynı millet. Yani biz başka yerden uzmanlar ithal etmedik, ne bileyim büyük beyinler ithal etmedik 10 yıl içinde.

90’lı yıllarda üretilemeyen kaynak 2000’li yıllarda nasıl üretildi. Objektif bir karşılığı var bunun. Nereden üretildi? Milletin alın teriyle verdiği vergilerden üretildi. Bu vergiler eğer gerçekten, tabiri caizse, ben bu tür tabirleri kullanmaktan hoşlanmıyorum, ama hortumlanma diye bir şey olmuşsa olsa, Allah aşkına bu kaynak bu büyümeyi getirebilir miydi?

O zaman objektif olarak herkes, iç muhasebe dedim ya, bugün Hükümeti bu eleştiriyi yürütenler de ne olur yatmadan önce, hani başka dini kavramlar kullanmak yerine, bir kere de iç muhasebe kavramını da kullansınlar. 10 yıl içinde Türkiye nereden nereye geldi, bunu Hizmet Hareketi ya da Cemaat diye tanımladığımız dostlar veya çevreler için de söylüyorum, bir muhasebe yapsınlar ya da sabah seher vakti bir muhasebe yapsınlar. 12 yıl önceki Türkiye’yi bugünkü Türkiye’yle karşılaştırsınlar ve ellerini önce vicdanlarına koysunlar ve düşünsünler, Allah aşkına özgürlükler anlamında nereden nereye gelindi, ekonomik kalkınma anlamında nereden nereye gelindi?

Ben dün Van’daydım, Van sokaklarında herkesle temas kurdum ve…

MEHMET ACET- Nasıl okumuş toplum bunu?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bir kere, Hükümetimize olağanüstü bir güven var. Eğer diyelim 2001 yılında o günün 3’lü koalisyonuna yolsuzluklar üzerinden böyle bir güven ortamı olabilir miydi millette? Olağanüstü bir güven var ve herkes 10 yıllık birikimle değerlendiriyor.

Yani şöyle bir şeye benziyor bu: Buzdağının üstünde, görünmeyen bir buzdağı var, üstünde biriktiği karda da bir kirlenme olduğunu söylüyorsunuz, ama o buzdağını herkes görüyor, 10 yıl içinde neler başarıldığını görüyor ve millet bunu derinden hissediyor.

Bir taraftan Türkiye’nin, beni ilgilendirdiği için, diplomasi yönünde bütün dünyada bilinirliği konusunda olağanüstü kadirşinas şeyler aldım Van’da, çözüm süreciyle ilgili büyük beklentiler, büyük ümitler aldım.

Herkes şunu duymak istiyordu: Bu 12 gün içinde yaşadığımız herhalde geçici bir rüya değil mi diyor dönüp bana, Sayın Bakan, bu geçici bir şey değil mi diyor. Biz devamını istiyoruz diyor bütün bu başarıların, çözüm sürecinin devamını istiyoruz diyor, onurlu bir şekilde dünyada başımızı dik tutan politikaların devamını istiyoruz diyor. Şimdi bunu ben bir siyasetçi olarak söylemiyorum, bir sosyolog olarak dün gözlemlediğim tabloyu söylüyorum.

Eğer yolsuzluklar bu Hükümete yapışıp kalan bir şey olsaydı halkta bu psikolojik ortam olmazdı, Başbakanımız gittiği her yerde böylesine büyük coşkuyla karşılanmazdı. Çünkü halk şunu görüyor: Acaba bu 10 yıllık birikimi kaybedersek ne olur diye düşünüyor.

Diyelim ki bir yanlış var, o yanlışın tabi ki tasfiyesini herkes ister, en çok biz isteriz. Ve yanlışlık yaptığı iddia edilen arkadaşların her biri de çıktılar, her türlü hesap sormaya açığız dediler. Nihayet yetki kullanan hesap sorulmaya da hazır olması lazım.

MEHMET ACET- İstifa da, yani daha doğrusu görevden de…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- İstifa ettiler arkadaşlar, istifa etmek suretiyle de bunu gösterdiler. Eğer yolsuzluklarla ilgili bir hesap sorulması gereken bir konu varsa, zaten Sayın Başbakanımız bu haberi aldığı gün, aldığımız gün sabahleyin biz Sayın Başkanımızla Şeb-i Arus’a gidiyorduk uçakta, çok net bir tavrı vardı, bugün de aynı net tavrı var.

MEHMET ACET- Ne dedi o zaman?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabi o özel görüşmeler olduğu için çok detayına girmek istemem ama, oradaki psikolojik ortamı söyleyeyim. Bir yanlışı kim yaparsa yapsın, daha sonra da zikrettiği için daha rahat söyleyebilirim, kardeşimiz olsa bile bunu sorarız.

Ama eğer bize karşı bir operasyon varsa; ki o boyutuna işin tabi ki geleceğiz, bu iktidarın Türkiye’deki yaptığı başaralar konusunda birçok hasım çevrelerin oluştuğuna da inanıyorum. Ve maalesef bu son gelişmelerle meselenin bir yolsuzluk boyutunu çoktan aşıp, bir savcının bildiri dağıtırken ki yüz ifadesine de yansıyan bir intikam boyutuna dönüştüğünü görüyorsunuz. Dünyanın en soğukkanlı olması gereken insanları savcılardır. Soruşturma bitene kadar o dosyayı kendilerine emanet edilen bir büyük mahrem gibi muhafaza eder, basınla ve herhangi bir yerle paylaşmaz ilgili otoriteler dışında, yani otoriten kastım yargı sistemi içindekiler dışında.

Yani sadece hazine ya da milletin vergileri bize emanet edilmiyor, yani Hükümete, yargıya da milletin, devletin namusu emanet ediliyor, yani adalet emanet ediliyor. Adaletin olmadığı yerde devlet olmaz.

Beni çok etkileyen bir risale vardı ve doktora tezimde yoğun olarak kullandım, her yerde de örnek olarak verdim, El Hazini’nin Kitab-ül Mizan-ül Hak diye, muhteşem bir şeydir. Bütün meselesi terazinin, bu bildiğimiz su terazisinin mekanizmasını anlatmak, çizimlerle onu anlatıyor, nasıl işler? Onun için de hep bilim tarihi kitaplarında yer alan bir risaledir. Ben ilk defa onu siyaset felsefesinde kullandım tezimde. Çünkü girişinde bir adalet felsefesi yapar ve kainattaki, bütün bu evrendeki dengeyi ve adaleti anlatır, bunun arkasındaki gücü, Allahü Teala’yı anlatır. Sonra o kainattaki adaletin sürmesi için sosyal adalete girer, adaletin ne olduğunu anlatır, sonra teraziyi.

Kastettiği şey şudur: Eğer sende bu adalet felsefesi yoksa, bu iç vicdanında bir teraziyi kurmamışsan, evredeki adaleti anlamışsan, o terazi tutan eli bağlantılı bir odak olarak kalp yoksa, zihin yoksa, ama en önemlisi vicdan yoksa, o adalet terazisinin hiçbir anlamı yok.

Adalet bir mekanizma değildir, adalet öncelikle mahşeri vicdanı yansıtan bir iç düzen arayışının şeyidir ve sosyal yansıması var. Şimdi adalet terazisini tutan elin her türlü histen, intikam duygusundan, her türlü siyasi düşünceden arınması lazım, sadece ve sadece bu adalet terazisiyle ulaşılan sonucun toplumun bir sonraki aşamasındaki huzuruna ve düzenine katkı yapması düşünülür.

Adaletin, yani ben ceza hukukunu o bakımdan, yani esas itibarıyla hukuk felsefesi önemli, ceza hukuku o felsefeye dayandığı zaman esas taşır. Nihayetinde insanları cezalandırmak değildir hedef olan. Hedef olan, alınan kararla bir sonraki dönemde bir daha o hataların yapılmamasını sağlamaktır.

Şimdi ise ne oluyor biliyorsunuz musunuz savcının bu tutumuyla, daha insanlarla ilgili cezai durum ortaya çıkmadan cezaya hükmederek, toplumsal bir psikoloji oluşturarak bir sonraki aşamayı planlamak gibi bir siyaset sonucu ortaya çıkıyor. Bu, adalete vurulabilecek en büyük darbedir. Hangi dönemde olursa olsun, 12 Eylül döneminin adaletinin de bu vardır… Herkesten birer kişi asmanın mantığı ne? Bir sonraki dönemle ilgili bir dizayn yapmak. Benzeri yaparsanız bu sonucu doğurur. Halbuki bir sonraki dönemde bu anlayış Türkiye’de terörün, Diyarbakır Cezaevi’ndeki yanlış uygulama terörün tırmanması sonucunu doğurdu. Adalet temelde pozitif anlamda bir adalet felsefesi içerdiği zaman işlevi anlam taşır.

Şimdi ben bilmiyorum, bu savcı arkadaşımızı tanımıyorum. Ama şeye benzettim kendi içinde, birkaç kere bize ilim hayatında olmuştu, Türkiye için bir şey var, işte Ermeni kampanyası şu bu, bir bildiri yazın ve cübbelerinizi giyin, dışarıda okuyun. Benim görevim bildiri yazıp, cübbe giyip, dışarıda okumak değil. Benim görevim, o teze karşı tez üretmek, sen benden bunu iste. Ama sokağa dökülen bir tartışmayı bildiri üslubuyla bir profesörün yapması ilime ihanettir diyordum. Ve herkes, cümle alem de bilir ki, dünyanın her yerinde bu milletle ilgili tezleri akademik hayatta da her zaman savundum. Ama benim görevim bildiri okumak değil dedim birçok kere.

MEHMET ACET- 2007 sürecinde görmüştük onları.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- 1999-2000 yıllarında da katıldığım onlarca uluslararası konferansta.

Türkiye içinde ben üniversiteye sokulmazken, açık söyleyeyim, iki üniversite beni yaklaşımım dolayısıyla o 28 Şubat şartlarında kendi üniversitelerimiz kapısını bize kapatmışken, ben yurt dışına gittiğim her yerde bu aziz milleti ve bu ülkeyi bize o dışlamanın yapıldığı dönemlerde bu devleti savundum. Ama ben bildiri okumam, bildiri okumak ilim adamına yakışmadığı gibi, bildiri okumak savcıya hiç yakışmaz. İlim adamının ilmi yozlaştırması ne kadar beyinleri, zihinleri yok ederse, bir savcının bildiri okuyarak adalet aramaya kalkışması vicdanları yok eder.

Taşları yerine oturtmak lazım, savcı savcılığı bilecek, yargı yargının o adalet temelli büyük ve derin anlayışının sahibi olarak her zaman toplum vicdanını esas alacak, siyaset de, ki içinde bulunduğum için şimdi siyaset perspektifinden söylüyorum, objektif mekanizmalar içinde her zaman hukuki denetime açık olacak. Yolsuzluklara karşı en çetin mücadeleyi yine içimizde muhasebe ederek nerede varsa üzerine giderek yapmak zorundayız ahlaki olarak. Yoksa ahlaktan soyutlanmış bir siyaset ile milletin ve Allah’ın huzuruna varmaktan Allah’a sınırım. Bu hepimiz için böyledir.

Eğer yanlışlık varsa, ola ki insan doğası… Biz melekler dünyasında yaşamıyoruz. İslam’ın Hıristiyanlıktan bir farkı da şudur, cenneti yeryüzüne getirmek gibi bir iddiamız yok. Biliriz insanoğlunun ahsen-i takvim ile en güzel şekilde yaratıldığını, ama esfele safilin olabilecek şekilde de bir nefse, bir enaniyete sahip olabildiğini biliyoruz ve bazen bunun örneklerini de görebiliyoruz etrafımızda; her yerde ama bu, sadece siyasette değil, toplum hayatinda da, ilmi hayatta.

Ama esas, ki Bediüzzaman’ın burada çok önemli referansları var, esasta işin asli olarak ne olduğu önemlidir. Eğer uygulamada hatalar varsa, o esas yok edilemez. 10 yıl içinde bu milletin nasıl büyük bir özgüven kazandığı, bu Hizmet Hareketi de dahil olmaz üzere dünya sathında sivil toplumumuzun, bırakın Türkiye sathını, 28 Şubat’ta Türkiye içinde ezilen sivil toplumun bizim dönemde dünyanın her yerinde nasıl seyyal bir hareketlilik içinde, insani yardım kuruluşları şeklinde, insan hakları örgütleri şeklinde, eğitim kurumları şeklinde dünyanın her yerine nasıl yayıldıkları ve bu yayılmanın arkasında nasıl güçlü bir siyasi otorite olduğu... Tek bir sivil toplum kuruluşu, bu Hizmet Harekatı mensubu olur, başka hareket, dünyanın neresinde bir meseleyle karşılaşsa bana doğrudan ulaşırlar ve onları kurtaracak bir devlet gücünü devreye sokarız.

Dün Van’a giderken bir Konyalı sivil toplum kuruluşu temsilcisi geldi, Sayın Bakanım, teşekkür için geldim tekrar dedi. Nairobi’de hatırlarsanız bayramdan bir gün önce hava alanında tutulmuşlardı, doğrudan bana tweet yazdı, biz doğrudan müdahale ettik, ya sınır dışı edilip, ya gözaltına alınacakken 2 saat içinde ülkeye sokuldu. Ben o tweet geldiğinde, bu şu cemaate mi mensup, bu sivil topluma mı mensup, Hükümetimizin yanında mı, karşısında mı diye düşünmedim. Devreye bütünüyle gücümüzü soktuk ve bunu elde ettik.

Evvelsi gün Greenpeace dolayısıyla Gizem Hanım bırakıldı, işte geldi, telefonla uçaktan iner inmez konuştum. Başkonsolosum baştan itibaren takip etti. İdeolojik olarak ne düşünür, Hükümetimize taraftar mıdır, bu mudur? Bu tartışmaları yapmayız biz.

Devlet, bütün vatandaşını kucakladığı zaman devlettir. Devlet, bu tür sosyal hareketliliklerin önünü açtığı zaman devlettir.

28 Şubat döneminde bir dernekten diğer derneğe gidemeyenler, acaba bu sabah şu dershanemi, okulumu kim ve ne şekilde basıp gelip kontrol edecek korkusuyla gece yatıp, ertesi güne bir sürü tedbir düşünenler şu 10 yılın kıymetini bilmiyorlarsa ve asli olanı, yani bu 10 yılda elde edilen o büyük birikimi göz ardı edip…

Varsa yanlışlıklar; ki bu yanlışlıklar ancak ve ancak özellikle yolsuzlukla ilgiliyse, objektif bir soruşturma ve hukuki süreçten sonra tanımlanabilir, öncesinden hüküm konamaz, öncesinden insanlar toplum vicdanında mahkum edilemez. Şimdi bunu bir sağlarsak, bütün bu yaşadığımız olumsuzluklar eğer böyle bir iç muhasebenin önünü açarsa, emin olun buradan büyük bir bereket çıkar.

Zaten ben dış politikada da bunu benimsediğim için bazıları bu kadar kriz arasında nasıl hala bu dinamizm içinde hareket ediyorsunuz, tebessüm yüzünüzden eksik olmuyor diyor. Çünkü ben şunu biliyorum: Böyle dinamik dönemlerde, yükseliş dönemlerinde krizler olacak. Krizlerin olmadığı bir dünya tahayyül edersek, o zaman gidin bir an önce ya cennete ulaşmaya çalışın ya da çok uzak bir adada Robinson Crusoe gibi veya şimdiki istikrarlı İskandinav ülkelerindeki şeyler gibi oralarda siyaset yapın.

Onun için 11-13’üncü yüzyıl diyorum, orada atılan doğru tohumlar 16’ncı yüzyıl Osmanlı’sını kurdu ve 400-500 yıl sürecek bir devlet geleneği kurdu. Şimdi atılacak doğru adımlar, doğru tohumlar, emin olun bütün bu kriz süreci içerisinde atılacak doğru adımlar, doğru tohumlar önümüzdeki birkaç yüzyılı şekillendirecek.

MEHMET ACET- Hataları görmek, sorunları görmek için kriz dönemleri bir fırsat sunuyor aslında.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Her kriz bir fırsat oluşturur, ama doğru refleks verdiğiniz zaman, doğru refleks… Yani Hükümetimiz ve istifa eden arkadaşlarımız, yok biz haklıyız, Sayın Başbakanımız hukuki süreçleri kabul etmiyoruz demiş olsa yanlış olurdu, çok açık söylüyorum, benimle ilgili olsa da yanlış olur. Ama ne yaptılar? İstifa ettiler ve her biri dedi ki, her türlü hesaba açığım dedi. Sayın Başbakanımız ne dedi? Kardeşim olsa devletin malına dönük bir yanlışı olanı affetmem dedi.

Eğer böyle bir savunma refleksi içinde davranılmış olsaydı siyaset de hata yapardı. Ama bu hukuki süreçler açıkken, yürüyebileceksen, Türkiye’nin; ki onu daha detaylı da konuşmamız gerekir. Türkiye’nin son 10 yıldır elde ettiği birikimi bir anda heba edip 12 yıl öncesinin ekonomik kriz yaşayan, dünyadaki iddiasını kaybetmiş, siyasi meşruiyetini halktan değil de şu veya bu çevrelerden alan ve içerideki meşruiyetten daha çok dışarıda meşruiyet arayan ve bir-iki dış ziyaret yaptığında iktidara gelebileceğini zanneden, 37 yıl sonra dış ziyaret yapmaya meraklı olanları içine koyarak söylüyorum bunu, bu yolla olmaz.

MEHMET ACET- Bir ara verelim efendim, izninizle.

Dönüşte şu soruyu da soracağım size: Yani bu yürüyen soruşturma süreci içerisinde işte dış mihraklar, Türkiye’nin büyümesini istemeyen şer odakları bunları yapıyor gibi bir söylem de kullanılıyor hem Sayın Başbakan, hem de hükümet üyeleri tarafından. Bu nedir, bu dış mihraklar, bu şer güçleri vesaire? Bu süreci örtbas etmek için mi böyle bir söyleme sarılıyor Sayın Başbakan gibi sorular da var, bunları size yöneltmek istiyorum.

Kısa bir reklam arası veriyoruz, dönüşte birlikteyiz efendim.

(Reklam Arası)

MEHMET ACET- Evet tekrar birlikteyiz, Dışişleri Bakanlığı konutundayız Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Başkent Kulisi’nde konuğumuz.

Şimdi efendim araya girmeden önce anonsunu yaptığım soruyu yöneltmek istiyorum. 17 Aralık’ta böyle bir operasyon başlayınca Sayın Başbakan başta olmak üzere, Hükümet üyeleri, AK Partililer şu enstrümanı kullandılar yani bunun arkasında dış güçler var, dış mihraklar var. Türkiye’nin büyümesini istemeyen şer odakları var. Bu söylem tedavüle sokulunca işte yine Hükümet bunu ört bas etmek için meseleyi saptırıyor, başka bir yere kanalize etmeye çalışıyor gibi bir karşı eleştiri geldi. Yani bu işin arkasında siz Dışişleri Bakanısınız sizden daha iyi bilecek kimse de yoktur herhalde? Dış mihrak nedir, mesela Amerika var mıdır bu işlerin arkasında, başka güçler mi vardır ne diyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi bir kere devletleri aktörler olarak ve dış dünyayı bir bütün olarak tümüyle birbiriyle aynı kılmamak lazım. Yani devletler değil sadece Dışişleri dendiği zaman birçok çıkar grupları, uluslararası lobi grupları, çevreler, medya ekonomik güç aktörleri vesaire girer yani devletler diye sadece düşünmemek veya yönetimler diye hatta devletler içinde de farklı unsurlar olabilir yani çok çeşitli bir dünya içindeyiz. Aslında bu verilen tepki biz 1 yıllık bir iktidar değiliz. 2 yıllık da değil 12 yıllık iktidarda elde edilen birçok tecrübeler var, ilk defa da yaşamıyoruz bu krizi. Dün bana Van’da biraz kaygılı bir şekilde elimi tutanlar oldu, Sayın Bakanım nereye gidiyoruz diye? Dedim ki, 12 yıl içinde öyle badirelerden, bazen sizin hesabınız haberiniz bile olmadan geçtik ki bu badireden geçeceğimiz, bu badireyi de atlatacağımız konusunda hiçbir şüpheniz olmasın. Çünkü, 12 yıl içinde yaşadığımız en büyük kriz bu değildi.

MEHMET ACET- Öyle mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- 12 yıl içindeki yaşadığımız krizlerden bunu farklı kılan belki toplumsal tabanda AK Partiye geçmişte ortak oy vererek de şey yapan kesimlerin kendi içlerinde vicdani bir kaygı taşımaları. Onun için bu tartışmaları kesinlikle toplumsal tabana indirmemek lazım. Kesinlikle benzer duygular içinde şimdiye kadar hareket etmiş insanlar arasında fitne girmesine izin vermemek lazım. Öyle aileler var ki, bütünüyle hem AK Partiye oy vermiş hem şu veya bu cemaate, şu veya bu sivil toplum kuruluşuna gönül vermiş. Bazen bir eş bir tarafta oluyor bir cemaatte bir eş bir sivil toplum kuruluşunda oluyor ama gidip yine AK Partiye oy veriyor. Bu siyasi oy verme trendiyle, toplumsal taban içindeki o iç harmoniye kesinlikle karıştırmamak lazım birbirine. Bütün vatandaşlarımız bizim için azizdir. Kim ne derse desin biz herkesin bu milletin geleceği, bu devletin bekası için dua ettiğini biliyoruz. Kim ne derse desin biz bütün bu halkın bu bekayı teminat altına alacağını düşündüğü bugünkü Hükümet için dua ettiğini biliyoruz, Başbakanımız için dua ettiğini biliyoruz dün Van’da bunu çok açık gördüm. Ümitvar olmak isteyenler halkın bu derin vicdanına doğru yönelsinler orada bir güçlü bir sığınak var. Ama 12 yıl içinde sizin sorduğunuz soruya uluslararası çevreler itibariyle söyleyeyim bakınız ben Başdanışmandım 1 Mart dönemi yaşandı. O dönemde önümüze öyle istihbaratlar gelmişti ki, şu yönde karar çıkarsa bu parti kesinlikle ikiye bölünür o zaman tezkereye olumlu yönde çıkarsak daha yeni bir parti ve içeride de çok eskiden beri gelen güçlü bir damar var yabancı müdahaleye karşı böyle bir şey olursa kendi içinde bölünür, olmazda hayır derse uluslararası baskı altında kalır çünkü, o gün, bugünler gibi başımızı dik tutabileceğimiz kadar Hazinemizin, ekonomimizin güçlü olduğu günler değil. 1 milyar doları acaba IMF’den alabilecek miyiz, alamayacak mıyız diye düşündüğümüz günler şimdi rahatlıkla insani yardım için dışarıya kullanabildiğimiz 1 milyar doları. O günlerde alacağınız kararlar ilgili bu spekülatif ve istihbari önümüze gelen dosyalar var. Şöyle derlerse bölünecekler, böyle yaparlarsa ayakta duramayacaklar. Bizim ayakta durmamızdan o günlerde 2003’ün ilk aylarında kimler korkuyorsa, kimler bu vicdana ve bu tarihi bilince sahip olan bir kadronun başarılı olmasından çekiniyorsalar bugünde çekiniyorlar.

MEHMET ACET- Aynı ekip, aynı kesimler, aynı lobiler.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yani kimlerse bir kısmı zamanla Türkiye’nin gücüne ikna oldular ve tavır değiştirdiler. Bir kısmı zamanla Türkiye’nin gücünden daha da çok korktular, daha da şiddetli tarafa geçtiler. 2004 Kıbrıs müzakereleri olduğunda yine elimizde o zaman ben Başdanışmandım ama Sayın Başbakanımız, Sayın Cumhurbaşkanımız Dışişleri Bakanı olarak nelerle karşılaştığımızı biz biliyoruz. Vatan hainliğiyle dolaylı ve açık suçlamalarda dahil o günlerde de birçok bazı şeylerin genç subaylar rahatsız vesaire birçok şeylerin gündeme getirilmesi. İçeride o günlerde kimler rahatsızsa ve onların arkasında kimler var ise Kıbrıs üzerinden bizim Hükümetimizi sarsmaya çalışan 2004’de bugün de var onlar, biz onları biliyoruz. Sonra 2005’te geçen gün Hanım eski şeyleri karıştırırken ben maalesef vaktim olmadığı için çok not alamıyorum ama hislenmişim 2005 ABD ziyaretinde birkaç kelime yazmışım onu getirdi gösterdi tam etrafı toplarken.

MEHMET ACET- Şiir mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yok yani bir analiz veya bir yorum şey üzerine o günkü psikolojiye baktım okuyunca aynı şey var. O günlerde Amerika’ya gittim işte meşhur bu Felluce olayları falan tamam artık AK Parti iktidarının Amerika nezdinde de itibari neler yazılmış. 2006 Hamas lideri Halit Meşal geldiğinde yine rahatsız olanlar oldu daha sonra bunu bir güç olarak görenler hani bir diplomatik manevra için alan olarak görenler o zaman neler yazdılar. 2009’da Davos olduğunda bize kaç günlük ömür biçiyorlardı Sayın Başbakanımıza? Bakın sır şurada: Ben 12 yılın bizim karşı karşıya kaldığımız meydan okumaları, krizlerini düşündüğümde ve bir cümle çıkarıp alın ki olayı da tanımlasın, Türkiye’yi de yeni psikolojisini tanımlasın diye sorsalar Sayın Başbakanımızın İstanbul Atatürk Havalimanına gece 3’te Davos’tan geldiğimizde sarf ettiği orada kullandığı bir cümledir. “Bundan sonra biz şu veya bu olursa başka ülkeler ne düşünür bize karşı düşünmeyeceğiz. Başka ülkeler Türkiye ne düşünüyor diye düşünecekler.”

Bu 12 yıl içinde ben dış politika itibariyle söylüyorum, kuvvetli ekonomimiz olmasaydı bu dış politikayı yürütemezdik, halktan meşruiyet almasaydık geçmişte her dış politika kararı için dışarıdan icazet bekleyenlerde olduğu gibi biz de kendi kararımızı alamazdık. Dış politikamızın iki temeli var, halkın meşruiyeti ve halktan gelen destek ve dua bir de ekonomimizin sağlam temeller üzerinde olması. Bu dış politika 12 yıl içindeki dış politika da her karar Türkiye patentlidir, Ankara patentlidir bunun getirdiği rahatsızlık var. Bazen şu ülkeyi rahatsız edebiliyorsunuz veya şu yönetimi veya şu çevreyi bazen şu veya bu çevreyi ama sürekli bu krizleri biz göre göre hangi çevrelerin tabiri caizse damarına basıldığında ne tepkiler verdiğini bile bile bu yorumu yaparken sadece bugünkü eldeki bazı veriler üzerinden değil, bu temelde yapıyoruz. Yine aynı şekilde dış politika bu etkinlikte olmamış olsaydı kriz alanlarında yeni coğrafyalara açılmasaydı ekonomimiz nefes alamazdı. Dış politikada böylesine onurlu bir duruş olmasaydı haklın meşruiyeti bu kadar güçlü olmazdı, halkın meşruiyet desteği bunlar birbirini destekliyor. Bakınız parti kapatma davası olduğunda 2008 Şubat’ı.

MEHMET ACET- Mart’ta.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yani o süreç başladı işte Başbakanımız İspanya konuşması sonrasında ben Başdanışmanım o zaman çok iyi hatırlıyorum. Çok önemli bir ülkenin büyükelçisi ve bir grup büyükelçi aslında bir görüşme esnasında geldiler hatırlayacaksınız Şubat’ta, Mart’ta başladı bu süreç biz Mayıs’ta 17 Mayıs’tı zannediyorum bir taraftan Suriye İsrail görüşmelerini, dolaylı görüşmelerini İstanbul’da başlattık, bir taraftan da Lübnan Cumhurbaşkanlığını krizi çözmek üzere harekete geçtik ve çözümü aynı gün ilan ettik eş zamanlı olarak biri İstanbul’da, biri Doha’da ikisinde de Türkiye başat rol oynuyordu. Arkasında diplomasimiz daha da büyük aktivite kazanınca bu büyükelçiler bir görüşmede samimi şekilde şunu dile getirdiler: Yahu biz parti kapatma davası olunca sizin içeri çekileceğinizi düşündük, kendi içinize döneceğinizi dış politika çıtasını o kadar yükselttiniz ki o günlerde Sarkozy bile bunu kabul etmek durumunda kalmıştı. Dış politika çıtanızı o kadar yükselttiniz ki, bu büyük şaşkınlık ve hayranlık doğurdu kimse beklemiyordu Suriye, İsrail dolaylı görüşmelerini yapacağınızı. O görüşmeleri o güne kadar Sayın Başbakanımızın yürüttüğü üst üste görüşmeler dışında fiilen alt yapısını kuran biri olarak söylüyorum çok az kişi biliyordu yaptığımız çalışmayı. Ama niye bunu zikrediyorum şunun için: O karamsar ortamı yıkan şey Türkiye’nin dış politika çıtasını böylesine yükseltmiş olmasıdır. Ve aynı dönemde Kuzey Irak Bölgesel Yönetimiyle girdiğimiz ilişki de teröre karşı attığımız bir hamleydi o da o günlerde yükselen teröre karşı bugünde onun neticelerini hep beraber alıyoruz hem çözüm süreci hem Irak’ta enerji politikaları konusundaki etkinliğimiz bağlamında.

Perspektifiniz uzun dönemli olacak ve bir krize girdiğinizde veya krize sizi sokmaya çalıştıklarında benim 12 yılda öğrendiğim şey bu. Akademik hayatta bunu yapardım 2-3 tane kitabı çalışmayı aynı anda yürütür çıtayı yükseğe alarak kendimi zorlardım. Siyasette de bunu görüyorum. Bazen bizim çok iddialı ya da bizi hayalperest gibi görenlerin anlayamadığı da bu. Krizin sizi yönetmesine izin vermeyeceksiniz, kriz girdabına sokmayacaksınız ne ülkeyi her şeyden önce de kendinizi. Yapacağınız şey krizin üstüne çıkmak çıtayı daha yukarı çekerek daha üstte bir pazarlık varsa daha üstte bir pazarlığa, stratejik planlama varsa daha üstte bir stratejik planlamaya yönelmek. O dönemde AK Partiye dönük kapatma davası açıldığında dış aktörler de vardı bunu isteyen, iç aktörler de vardı. Nedir AK Parti’nin o zaman kapatılma şeyini o karamsar tabloyu şey yapan iki unsur söyleyeyim size bir AK Parti dışında hiçbir siyasi parti Türkiye’nin bütünün de siyaset yapamıyordu dolayısıyla hala öyledir. Dolayısıyla, 2007 seçimlerinden sonra açık bir şekilde ortaya çıktı ki AK Parti diyelim ki kapatıldı, yerine aynı misyonda bir parti kurulmadıkça Türkiye’nin bütününü kuşatacak bir siyaset mümkün değil. Dün ben Van’daydım iki parti var orada. Sordum diğer partiler nerede, nerede Türkiye’nin Ana Muhalefet Partisi? Yok. Girse yüzde 1-2-3 deniyor o da çok zorlanarak. Diğer parti muhalefet partisi MHP yok. İzmir’e geldiğinizde de iki parti mücadele ediyor bu sefer de CHP’yle, AK Parti. Elhamdülillah Konya’da kimseyle mücadele etmeden de neticeyi AK Parti birçok şehirde şimdi tablo bu vazgeçilmez bir parti.

İkincisi de, kurulan dengelerle Ortadoğu’da ve dünyada Türkiye öylesine vazgeçilmez bir yere geldi ki. Şimdi bu örnekleri niye verdim biliyor musunuz? Açın bu kriz dönemlerinde kapatma davası bugünden daha küçük bir kriz değil. Açın bu kriz döneminde yazılanları kimler Türkiye’de siyasi istikrarı istememişlerse, kimler Türkiye nereye giderse gitsin yeter ki Tayyip Erdoğan’dan ve bu Hükümetten kurtulalım demişlerse, kimler Türkiye’nin yükselen gücünden korkmuşsa, kimler Türkiye’nin gücünün kendi manevra alanlarını daralttığını düşünmüşlerse son 1 yıldır, son 6 aydır Gezi’den sonra bazen Suriye’yi bahane ederek, bazen başka olayları bahane ederek ama son birkaç ayda da Sayın Başbakanımıza, MİT Müsteşarımıza bazen bendenize dönük yürütülen o yoğun kampanyanın arkasındaki sebep budur. Artık bazı şeyleri açık ve net görmek lazım.

MEHMET ACET- Burada da aynı şey mi var peki?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Burada kafa karıştıran husus böyle bir tablo içinde görmek istemediğimiz, böyle bir tablo içinde görmeyi hayal etmeyi bile düşünmediğimiz, zihnimizden bile geçirmediğimiz bazı dostlarımızın bunun içinde oluyor gibi görünmeleri.

MEHMET ACET- O hesapların içinde bir rol alıyor gibi bir izlenim doğuyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bu izlenim halbuki Türkçe Olimpiyatlarını düşünün ne kadar büyük bir şevkle ben hepsine katılmışımdır, ödül almışımdır. Sayın Başbakanımız, Hükümetimizin neredeyse bütün üyeleri, bütün Türkçe Olimpiyatlarında bu harekete teşekkürler etti. Benim hiçbir yurt dışı gezim yok ki, oradaki okullarımızı ziyaret etmemiş olayım. Ve şundan insan üzülüyor gerçekten iç muhasebe dedim ya kendime bizi de muhasebe nerede hata yaptık varsa bir hata biz de bakalım biz melek değiliz. Siyaset hele hele siyaset günlük kararlar aldığınız, içinde hata içerebilecek şeylerdir. Ama şöyle bir şey gelmesi sanki bu Hükümetin bir hareketi durdurmak ve engellemek için çaba sarf ettiği gibi bir görüntü verilmesi beni çok yaralıyor Dışişleri Bakanı olarak. Bu arkadaşlarımız en iyi şekilde bilirler ki her yerde gittiğimde bu okullarımızı, oradaki vatandaşlarımız başka cemaatler ya da başka hatta ideolojik olarak bize karşı olanlar okul kurmuş olsaydı onları da ziyaret ederdim bu benim Dışişleri Bakanı olarak görevim. Ama şu çok yıkıcı: Afrika açılımını başlattık son 4 yıl içinde 35 büyükelçilik açtık Afrika’da. O büyükelçilik açtığımız ülkelerin çoğunda okullarımız da var. Ne dendi biliyor musunuz o zaman? Bugün bize Ergenekon veya 28 Şubat mantığıyla saldıranlar ve bazı muhalefet partilerinin sözcüleri siz bunları açıyorsunuz burada büyükelçilikleri çünkü, orada Cemaate hizmet etmek istiyorsunuz, onun projesinin bir parçası olarak açıyorsunuz diye itham ettiler. Halbuki demin söylediğim gibi örneklerini verdiğim gibi tarihten devletler büyürken, etkileri genişlerken aynen bizim 11-13. Yüzyıl 16. Yüzyıla kadar giden ta Ahmet Yesevi Hazretlerinin, erenlerin, Anadolu’yu, Rumeli’yi harmanlaması ile başlayan Ahi Evranların ve diğer büyük erenlerin ve o şeyi o siyasi yükselişi beslemesi gibi veya diğer Batı’dan örnekler verdim bu doğaldı, yükselen devlet halkını da mobilize eder, vizeleri onun için kaldırdık. Bu doğallığı bir siyasi projeye yani hizmetin okullarını destekleme projesine yansıtan şimdi adlarını vermek istemiyorum gazetelerin ama siz bilirsiniz 28 Şubat ve Ergenekon mantığıyla hangi gazetelerin bize saldırdığını.

MEHMET ACET- Yani o kapatma davasına girmişti Sayın Gül’ün yurt dışında okullarla ilgili yazdığı yazı.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabi Sayın Cumhurbaşkanı o zamanda yakın dönemi de kast ederek söylüyorum Afrika şimdi aynı gazetelerle, aynı frekans boyunda yayın yapılması beni yaralıyor Dışişleri Bakanı olarak söylüyorum bunu. O gün bu Afrika açılımını siz bu hizmetlerin gündeminin parçası olarak yapıyorsunuz diyen yayın organlarıyla, aynı çizgide dönüp de bu Hükümeti hizmeti durdurmaya çalışıyor frekansında yayın yapıldığı zaman işte o zaman yüreğimi yaralıyor. Yani taş atılması yerine gül atılması gibi veya Bayezid-i Bestami’ye bu şekilde atılan gülün en güzeli olsa da dostu ve yüreğimizi yaralıyor ve biz dua ediyoruz inşallah ferasetle bütün bu 10 yılda yaptıklarımız görülür ve dostlarımız, kardeşlerimiz bir iç muhasebe yaparlar. Şimdi örnek bile vermek istemiyorum hangi ülkede okullar ve okulların oturduğu arsalarla ilgili kriz çıktı da biz devreye girdik? Bunların isimleri şimdi tek tek gözümün önünden geçiyor. Kimler gelip yardımcı olsanız da bu güzel hizmet durmasa dese. Son olarak Konyalı aynen şimdi Van’a gittiğimiz gibi Konyalı bütün iş adamlarıyla uçağa binip Yemen’de bir okulumuzun açılışına gittim, ortak hisle gittik ve düşünmedim de hiçbir zamanda zihnimin ucundan geçmedi ama, Yemen’e giden orada da ifade ettim Yemen’e giden askerlerimizin ruhaniyetine yapılan en büyük hizmet olarak gördüm oraya okulumuzun açılmasını. Şimdi biz mi bütün bu hizmetlerin önünde engeliz? Şimdi bunu şöyle ayırt etmek için giriyorum yani bunu dış komplonun içine koyuyor değilim, ama içerideki görüş ayrılıklarımız, eğer dışarıda ve içeride Türkiye’nin yükselmesinden rahatsız olanları memnun edecek ölçüye çıkmışsa ve hislerimize kapılıp bu arkadaki bu güç iş birliğini görmeyip bu samimi gayretler içindeki arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin, emeklerini buna hamleden sonuçlar doğurmasına izin verirsek bunu vebali büyük olur.

MEHMET ACET- Peki, ama efendim şimdi bu dış güçler, şer odaklar evet AK Parti’nin hazzetmeyen, sevmeyen, nefret eden pek çok lobi var, değişik kesimler var, dünyanın her tarafında var bu ve Türkiye’de ne zaman bir krizle baş başa kalsa bunu hep bir fırsat bilip bir kampanyaya dönüştüren çevrelerde gördük şimdi de onu yapıyorlar. Ama yani bu kesimlerin bu meseledeki dahli nedir yani o yüzden biraz acaba Hükümet bu işi mecrağından saptırıyor mu diye?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yok ona daha spesifik gireyim o zaman. Birinci dahli psikolojiktir, algı oluşturmadır algı oluşturma. Dışarıda Türkiye’ye dönük Sayın Başbakanımıza, Hükümetimize hepimize dönüp bir psikolojik operasyonla son 1 yıldır özellikle, ama son 2 yıldan başlayan son 1 yılda yoğunlaşan İngilizce demonize denilen hani şeytanlaştırma veya kötüleştirme öyle bir tip prototip oluşturuyorsunuz ki düşünün benden savaş yanlısı bir Dışişleri Bakanı prototipi çıkartmaya çalıştılar yani bir karınca ezmekten kaçınıp sorunları çözmeye dayalı bir şahsiyetten bir kişiden neye dayalı çünkü Suriye’de Beşar Esad’ın o zalimin zulmüne karşı durduğumuz için. Sayın Başbakanımızdan başka bir prototip çıkarmaya çalıştılar, bütün gücünü sadece işte şimdi de olduğu gibi halkına dönüp sığınan bir insandan, sığınarak çözmeye çalışan oradan güç alan bir insandan bir diktatör tiplemesi çıkartmaya çalıştılar. MİT Müsteşarımızdan böyle gizli operasyon yapan karanlıklar prensi gibi bir tip çıkartmaya çalıştılar. MİT’in de Milli İstihbarat Teşkilatımızın kendi içinde en büyük reformu ve etkinliği artırdığı bir dönemde bunu yaptılar. Bunu yapanlar Türkiye’yi istihbarat alanı olarak kullanmak isteyen ama Türk istihbaratının da PKK’ya karşı mücadele dışında hiçbir istihbari alanda olmasını istemeyenler. Dış politikada bunu bize karşı yapanlar Türkiye sadece kendi çevresindeki alışılmış kronik krizlerle ilgilensin Kıbrıs gibi, Ermeni sorunu gibi vesaire ve kendisinden beklenilen bir büyük operasyon varsa küçük bir rolü üstlensin tekrar eskiden 90’lı yılların onlar açısından güzel Türkiye’si bizim açımızdan statik Türkiye’si, eski Türkiye dediğimiz. Yani Somali’de Büyükelçiliğimiz niye olsun, niye orada açıyorsun? Somali’ye bir uluslararası operasyon yapılsın o sırada da bir Türk general orada o operasyonu meşru kılan bir aktör olarak dursun. Şimdi ayırımı fark ediyorsunuz herhalde yani 90’lı yıllarda büyük dış politika başarısı gibi yansıtılan.

MEHMET ACET- Olan buydu Kosova’da, Somali’de.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hayır, Somali’de bütün operasyon planlanmış başına bir Türk general hizmettir ben ona karşı çıktığım için söylemiyorum ama şimdi Somali politikamıza bakın Somali’nin her şehrinde, her köyünde bir Türkiye hizmeti var. Tek büyükelçilik biziz, orada şehirlerin yollarını temizleyen biziz, insanların yaralarını saran biziz işte iki Türkiye arasındaki dış politika farkı bu. Birinde operasyonu biri planlıyor şuraya size lütfen bir yer veriyor bazen onu da vermiyor sadece asker istiyor, şimdi ise planı biz yapıyoruz. Emin olun 15 gün içinde bunu gözlerim yaşararak söylüyorum, 15 gün içinde Türkiye’nin elini uzattığı her yerden, her coğrafyadan tanıdığımız dostlar arayıp aman size bir şey olursa bize kim sahip çıkacak diye ağlayan oldu telefonda. Somali’de bu tabi Somali’den, Myanmar’dan. Pakistan’da zaten Başbakanımız ondan da kısa bir süre önce ben gittim. Nerede dostumuz varsa aman Türkiye’ye bir şey olursa diye yüreği titriyor ve başka kanallardan dolaylı kanallardan aldığımız haberler ama doğru birinci kaynaktan aldığımız haberlerde bizimle şöyle, böyle hesabı olanlar da diğerlerine dost olanlara diyorlar ki, gördünüz dostunuzu bakınız yakında dostunuz olmayacak. Bu tehdidi söyleyen bizimle sıkıntısı olan liderin bu tehdidi söylediği şahıs doğrudan baha bunu aktardı. Herkes dostunu düşmanını bilmeli, bu milletin dostları vardır ve bu dostlar hem kadimdir dostluklar da kadimdir ve ebedidir. Bazı düşmanlarımız da vardır, hasımlarımız düşman demeyeyim ben Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde bir konuşma yaptığımda bir Ermeni parlamenter Türk-Ermeni ilişkileri üzerinden biraz suçlayıcı bir ifade kullandı. Onun üzerine dedim ki, bizim dünyada iki kategori ülke var dış politikamızda. Bir dostlar, bir de potansiyel dostlar siz ikinci kategoridesiniz, inşallah bir gün birinci kategoriye geçersiniz biz bunu arzu ediyoruz. Bizim düşman diye algımız yok ama bir zulüm, bir haksızlık varsa yaptığımız siyasetin bu siyasetin dayandığı ahlaki temellerin adına, asırlarca derinliği giden kültürümüzün adına ona karşı çıkarız. Bizi İsrail politikası dolayısıyla eleştirenlerin gizli açık eleştirenlerin şimdi içerideki bir iç politika meselesi dershaneler hep aramızda tartışabileceğimiz eğitim politikası konusudur. Bütün bir hesabı onun üzerine yazdığınız zaman bunu vicdan kabul etmez.

Düşünün bu yayın organları şimdi zikredeceğim çarpıcı bir misal olarak bu spectrum yayın organlarıdır şu gruba ait olandan bu gruba ait olana kadar gider herkes tahmin edebilir. Yurt dışında da farklı spectrumda yine geniş bir koalisyonun yansıttığı bir şey. Hem Türkiye’yi İran yanlısı göstermek Hükümetimizi, Başbakanımızı, beni ya da MİT Müsteşarımızı hem de Türkiye’nin Suriye’de Esad’a karşı verdiği mücadeleyi eleştirmek hiçbir aklın almayacağı bir şeydir. Yani biz MİT Müsteşarımızla ilgili bir yazıda bu ifade edilmişti hem Suriye’de muhalefete destek vermekle suçlanıyor hem de İran yanlısı olmakla. Bu yazan kişi bilir ki Suriye rejiminin en büyük destekçisi İran. Peki, nasıl İran’ın bir oyununun parçası oluyoruz da aynı zamanda Suriye’de İran’ın destek verdiği rejime karşı mücadele edenleri destekliyoruz. Bugün Türkiye içinde de bakın bu yayın organlarının çizgisinde en sert eleştiriler maalesef bu dostlarımızdan geliyor Suriye politikamızla ilgili, ama aynı zamanda da İran’la yakın olma suçlaması da bu çevrelerden geldi. Şimdi bunun bir şeyi var mı bir mantıki tutarlılığı var mı? Baktığımız zaman o zaman dışarıda da yani birinci karşılığı dediğim şey bu psikolojik olarak bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Türkiye sanki Suriye’de terör örgütlerini destekliyor, bir taraftan da İran’a hani o terör örgütlerinin savaştığı İran’la iş birliği yapıyor. Birini eğer mutlaka kötülemek isterseniz böyle çelişkili eleştiriler yöneltirsiniz. Ama eleştiri şudur: Olumlu olan yanları söyleyip, doğru olan yanları zikredip bir taraftan da şunlar yanlış demek hatta büyük çoğunluğu yanlış dedikten sonra şurası da doğru demek bu dahi eleştiriye girer. Ama dışarıda öyle bir hava estirildi ki son bir yıl içinde bu psikolojik bir zemin oluşturulmaya çalıştı. İkinci şeyi göze olaylarında gördük şimdi bu olaylarda da dış yayını takip edin aynı kalemler benzer şekilde evet artık bu maceranın sonuna geliniyor çizgisini sürdürmeye çalışıyorlar. Yani neydi bu macera olan? 10 yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin 80 yılda yaptığından çok daha fazla hizmeti yapmış olan 87 yılda üretilen gayri safi milli hasılayı dört misline çıkaran, dış ticaretiyle, büyükelçilik sayısıyla, yurt dışı temsiliyle neyi alırsanız, hangi kriteri alırsanız alın bu potansiyele ulaşmış bir şey bu bir macera değil, bu bir yolculuk kutlu bir yolculuk. Benim bir seferinde bir Türkçe Olimpiyatında söylediğim gibi tarihi bir yolculuk. Herkes yol arkadaşına bakmak durumunda kimlerle bir söylem, bir politika ya da bir strateji çerçevesinde kimlerle yan yana düştüğünü herkes hesap etmek durumunda. Ben bu hesabı her gün yapıyorum, birçok arkadaşımın yaptığını da biliyorum. Ümit ederim ki, herkes bu hesabı yapar. Dış etki dediğimiz şey sadece ki elimizde başka veriler var onları ben devlet ciddiyeti içinde böyle bir yani kamuoyuyla paylaşmayı doğru da görmem başka veriler olur her dönemde olmuştur yani bunu da yanlış görmem. Şunu da söyleyeyim: Her devlet kendi Türkiye’nin gücünü de değerlendirip pozitif yönde kullanmak ister, Türkiye’nin zaafını da değerlendirip kendi stratejisi içinde negatif yönde kullanmak ister. Bunlar reel politiğin doğal sonuçları ama bilelim ki, nihai kerte de bu ülke hepimizin. Dışarıda kim ne düşünürse düşünsün dışarıda kalır ama, evimizde yangın olduğunda o yangını en derinden hisseden biz oluruz. Bu yangını söndürmenin vakti geldi. Herkesin eğer bu kervanın yola devam etmesini istiyorsa, isteyen herkesin bir adım geri şöyle çekilip bir düşünmesi lazım.

MEHMET ACET- Bir isterseniz şöyle yapalım yani bir tekrar ara vereceğim kısa bir ara dönüşte buradan çıkış yolları aslında son cümleleriniz biraz bu minvalde oldu ama, biraz daha açalım. Başka 1-2 sorum daha da olacak size dönüşte tekrar o sorularımı da sorayım.

Tekrar bir reklam arası veriyoruz, dönüşte birlikteyiz bizden ayrılmayın efendim.

(Reklam Arası)

MEHMET ACET- Evet, tekrar birlikteyiz.

Şimdi efendim, vaktimiz de daraldı, şimdi cemaatten isimlerle konuştuğumuz zaman da diyorlar ki, AK Parti, artık Başbakan kafasına koymuş bizi bitirmek istiyor, işte fişlemeler yapıyor, yaptırıyor, bundan sonra da işte operasyonel birtakım gelişmeler de olabilir diyorlar.

Bu soruyu ben şununla birleştireyim, öyle size pas atayım, son bölümde araya da girmeyeyim: Buradan nasıl çıkılacak? Yani ciddi bir enerji kaybı, ilk bölümde de konuştuğumuz, yani bir ailede iki kardeş, birisi böyle diyor, birisi öbür türlü diyor, çok derinleşen, sosyal tabakalara yayılan bir kriz söz konusu. Bu ikisini birleştirip ben söze sözü bırakayım.

Buyurun.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Aslında tarihten örnekleri bunun için verdim, pozitif örnekleri verdim, yakın dönemden de yine pozitif ve negatif örnekleri, hani krizleri, son 10 yıl içinde yaşadıklarımızı bunun için verdim.

Bir kere, hiç birimizin ne düşünürsek düşünelim bir kriz girdabına girmemiz lazım. Yani öyle bir krizin içindeyiz ki çıkışı mümkün değil. Hayır, her krizin çıkışı mümkün, hatta her krizden büyük bir nimet ve bereketle çıkmak da mümkündür. Yeter ki, o krizin lifleri iyi çözüp, ayırıp, sonra da onların birbirini etkileme şeylerini yok edip tek tek onların üzerine giderek çözümü.

Ben dün Van’da üstat Bediüzzaman Hutbe-i Şamiye’sinden bahsettim konuşmamda. Çok kritik, şimdiki gibi de değil, yıl 1911, Trablusgarp Harbi, büyük bir saldırıyla karşı karşıya ve arkasından gelecek çok daha derin krizlerde Şam’da, bugün maalesef bazı dostlarımızın sahip çıkmamız dolayısıyla eleştirildiği o güzelim Şam’da Emevi Camii’nde hastalıklardan bahseder Bediüzzaman, birinci hastalık derki, yeise kapılmaktır, çaresi de ümitvar olmaktır.

Bizim dünyamızda yeis yok, Rabbimizin nimeti var, imtihanı var, bizim imtihanımız var, dostlarımızın imtihanı var, ama zinhar yeis yok. Bugün tam da dışarıda iyi niyetli eleştiriler dışında, içeride olanları da söylüyorum, dışarıda bizim zaafımızı isteyenler, bizim zaafa düşmemizi isteyen yeise kapılmamızı istiyorlar.

O zaman yapmamız gereken şey, herkes nefsini muhasebeye çekip, sonra arkasından da yeise kapılmayacağız, kim ne olursa olsun, çıkışın birinci ilkesi bu.

İkincisi, yine Hutbe-i Şamiye’de, sıdk sadakat, yani belli bir dürüstlük içinde her şeyi değerlendirmek.

Yine orada söylenen, meşveret, istişare, daha çok istişare, daha çok yüz yüze konuşma. Bu yüz yüze konuşmalar olabilse, onun için Sayın Başbakanımız Hoca Efendi’yi Türkiye’ye davet etmişti…

MEHMET ACET- Diyalog kanalları açık olmalı.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Diyalog kanallarının açık olması. Ama psikolojik bariyerlerle konuşmak değil de veya psikolojik bariyerler oluşturmak değil de diyalogun dürüst ve açık olması.

Şimdi eminim ben, ki tanıyorum, bugün bizi eleştirenlerin bir kısmı geçmişte talebem oldu, onları biliyorum, ruh dünyaları, psikolojileri. Halka Konya’da veya değişik şehirlerde indiğimizde ne kadar büyük bir aşk ile ve o büyük medeniyet dönüşümü içinde pozitif katkı yapacağım diye dünyanın her yerinde dolaşan dostlarımızı da biliyorum. Bunların hiçbirinin şu gün Hükümetimize yönelik bu operasyonu… Yolsuzluk operasyonu diye adlandırıldığı için başka yere kastediliyor, yolsuzluklara karşı yapılacak her türlü operasyonun içindeyiz, yanındayız, önündeyiz. Bunu da Başbakanımızın iç dünyasını bilen biri olarak söylüyorum, bizim de iç dünyamız budur. Ama bir siyaset dizayn etme yönünde yapılabilecek şeylerden bu tabanın da rahatsız olduğunu biz biliyoruz.

Ya hep, ya hiç noktasına getirmeden, ya hep, ya hiç…

MEHMET ACET- Bitirecekler falan.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Böyle bir şey nasıl düşünülebilir? Şimdi herkes elini vicdanına koysun derken bunu kastediyorum. Son 10 yıl içinde, dün bazı kanat önderleriyle beraberdim Van’da, isimlerini zikretmeyeyim, ama bir kısmı Risaleyi Nur içinden gelmiş, bir kısmı oradaki çok önemli gelenekler içinden gelmiş birçok kanaat önderini ziyaret ettim, hepsinin dediği, biz şahidiz diyorlar, biz şahidiz, 10 yıl içinde bu memlekette kazandığımız özgürlüklere biz şahidiz, 10 yıl içinde bu memleketin kat ettiği mesafeye biz şahidiz. 85 yaşında bir kanaat önderi orada elimi tutarak bunları söyledi. Söyleyin Başbakanımıza dedi, biz Allah indinde şahidiz ki, benim hayatım boyunca, 80 yıllık hayatımda bu 10 yıl içinde gördüğümüz özgürlüğü, bu 10 yıl içinde gördüğümüz muameleyi, bu 10 yıl içinde gelen her bakanın gelip bizim gönlümüzü almasını hiç görmemiştik, biz buna şahidiz dedi. Ben de, yeter ki siz buna şahit olun ve bize duacı olun, hiçbir kriz bizi korkutamaz.

Şimdi o zaman bir şekilde bizim önce ortak gönül dilimizi, sonra ortak aklımızı, sonra da ortak stratejimizi, bütün toplum olarak, sadece ortak derken Hükümet, cemaat…

Ben Hükümet ve cemaati iki ayrı kategori olarak görmüyorum, onu da söyleyeyim.

Hükümet Hükümettir ve devlet erkini sadece o kullanır, bundan da hiç kimse feragat edemez. Bugün biz kullanırız, yarın milletten başkası alırsa bu yetkiyi o kullanır. Cemaat ya da sivil toplum da sivil toplumdur. En başta o teorik çerçeveyi onun için çizdim. Herkes alanı içinde faaliyet gösterir, ama nihayetinde, toplamda bir medeniyet kurmak gibi bir idealimiz varsa, yeni bir medeniyetin önünü açmak, orada bütün bu unsurların hepsinin katkısı vardır ve orada ortak gönül dili, ortak akıl, ortak strateji yepyeni ufaklar açar. Ama bunun için, dediğim gibi hepimizin her şeyden önce kendimizi de bir muhasebeden geçirip ufka bakarken bugünkü kriz perspektifinden değil, ortak gönül dili, ortak strateji, ortak akıl perspektifinden bakabilme erdemini, meziyetini, kabiliyetini göstermesi şartıyla.

MEHMET ACET- Sayın Bakan, çok teşekkür ediyorum bize vakit ayırdığınız için, sağ olun.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Ben teşekkür ederim.

MEHMET ACET- Evet Başkent Kulisi’nde bu hafta Dışişleri Bakanlığı Konutunda Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu ağırladık, gündemdeki konuyu ele aldık.

Bizi izlediğiniz de sizler teşekkür ediyorum.

Haftaya tekrar görüşmek ümidiyle hoşça kalın.