Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 (İskele Sancak) Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 7 Ağustos 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Ülke TV’ye Verdikleri Özel Mülakat, 6 Ağustos 2014, İstanbul Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT Türk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 26 Temmuz 2014, Paris Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün'e Verdikleri Özel Mülakat, 24 Temmuz 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 24 Televizyonuna Verdiği Özel Mülakat, 20 Mart 2014, Konya Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT 1 Televizyonunda Yayımlanan "Enine Boyuna” Adlı Programda Verdikleri Özel Mülakat, 2 Mart 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün’e Verdikleri Özel Mülakat, 9 Şubat 2014, Karaman Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV/CNBC-e Televizyonlarına Verdikleri Özel Mülakat, 23 Ocak 2014, Davos Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 9 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 7 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 7 Televizyonunda Yayımlanan ‘Başkent Kulisi’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 29 Aralık 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu NTV'de Yayınlanan "Yakın Plan" Programına Konuk Oldu, 12 Kasım 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 8 Kasım 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT-1 Televizyonunda Yayımlanan Enine Boyuna Programında Yaptığı Açıklamalar, 27 Ekim 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 18 Ekim 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun CNNTürk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 3 Ekim 2013, Ankara
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 (İskele Sancak) Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 7 Ağustos 2014, Ankara

MEHMET ACET- Dışişleri Bakanlığı Konutunda, Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nu ağırlıyoruz. Hem dış politikada önemli gelişmeler yaşanıyor, güney sınırımızdan son günlerde çok önemli haberler geliyor o bölgeden, hem bunları konuşacağız, hem de Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili Sayın Bakana sorularımız olacak.

Efendim, hoş geldiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hoş bulduk. Siz de hoş geldiniz.

MEHMET ACET- Çok teşekkür ediyoruz yoğun temponuz arasında bize vakit ayırdığınız için. Şimdi öncelikle, … gerçekten gelen haberler orada tam bir can pazarının yaşandığını gösteriyor, ona işaret ediyor. Ne diyorsunuz, bu son bitenler, elinizde hangi bilgiler var, neler oluyor o bölgede?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Aslında son 2-3 yıldır bölgenin bütünde bir can pazarı yaşanıyor, yani bugün Irak’ta karşı karşıya kaldığımız tablo, hala Suriye’de de karşı karşıya kalmakta olduğumuz bir tablo yıllardır devam ediyor, Libya’da ve diğer bölge ülkelerinde de. Maalesef devlet yapılarının ve kamu düzeninin sarsıldığı ortamlarda ortaya çıkan çok ciddi bir güvenlik boşluğuyla karşı karşıyayız. Bu güvenlik boşluğu devletin doldurmadığı, yerine getirmediği, güvenlik ihtiyacını karşılayamadığı durumlarda birçok kontrolsüz grubun ortaya çıkmasına, radikal grubun, terör yapılarının ortaya çıkmasına yol açıyor ve bir anda herkes kendi etnik ve mezhebi temeline göre devletin sağlayamadığı güvenliği kendi imkanları içinde sağlamaya bir dönük mücadele içine giriyor. Bu çok acı bir tablo. Gerçekten bu tablonun ortaya çıkmasında bu devlet yapılarının çözülmesine izin veren, teşvik eden ya da bunu ortaya çıkaran faktörlerin tümü sorumlu.

Bugün maalesef Irak’ta karşı karşıya kaldığımız tablo - 2 aydır özellikle IŞİD’in Musul’a girmesi sonrasında ortaya çıkan tablo - bugün kuzeyde etnik temelli, mezhep temelli, dini temelli ciddi bir zulmün, bir baskının, bir insanlık trajedisinin ortaya çıkmasına yol açtı. O bakımdan, gelişmeleri çok yakından takip ediyoruz, dün ve bugün Kuzey Irak Yönetimiyle defaatlerce görüşmeler gerçekleştirdik.

Burada biz 3 boyut görüyoruz.
Bir; insani durum. İnsani durum itibarıyla maalesef Araplar, Türkmenler, Kürtler, şimdi de Yezidiler ve Hıristiyanlar çok ciddi bir insanlık trajedisiyle karşı karşıya. Özellikle son dönemde Sincar’da yaşananlardan sonra Yezidilerin Sincan Dağları’na kaçması ve IŞİD unsurlarının bunlara dönük yaptığı baskı, bizim sınırlarımızda da hissedilen sonuçlar doğuruyor. Türkiye olarak bu insani tabloyu, insani trajediyi ortadan kaldıracak şekilde müdahil olabilmek için elimizdeki bütün imkanları seferber ettik.

MEHMET ACET- Sınırlara doğru bir mülteci, sığınmacı akını var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Daha önce Suriye’de yaşadığımız tecrübelerden hareket ettiğimiz için, biz daha olaylar başladığında AFAD ekibimizi, TİKA’yı, Kızılay’ı bölgeye yönlendirdik. 2 aydır orada çalışıyorlar. Fişabur’da önce planlıyorduk, şimdi Dohuk’a kaydırdık, 20 bin kişilik bir kamp kurulması yönünde çalışmamız var. İnsani yardımlarımızın burada kamuoyunca bilinmesi çok önemli. Şu anda kesin verilere dayalı olarak söylüyorum, Irak’a dönük sistematik insani yardım kampanyası yürüten neredeyse tek ülke biziz. Yani sadece birinci ülke demiyorum, bu kadar kapsamlı bir şekilde Irak’a dönük olarak insani yardım başlatmış olan. Türkmen kardeşlerimiz Telafer’den Şii-Sünni çatışması ve arkasından IŞİD’in baskılarından kaçtıklarında onlara dönük olarak çok kısa bir sürede 100 bin paketlik gıda yardımı dışında, yüzlerce tırlık ilaç, malzeme gönderdik ve daha sonra bu yardımlar Kerkük’e, Tusurmatu, o bölgelere de gidecek şekilde artırıldı. Şimdi benzer bir ihtiyaç söz konusu olduğunda Yezidiler için de aynı yaklaşımı sergiliyoruz. Biraz önce ben Şırnak Valimizle konuştum, AFAD Başkanımızla konuştum, Yezidilerin Habur kapısının hemen öte yanında birikmeye başladıkları bilgileri geliyor. Onların orada ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tutabilmek için Kürt Bölgesel Yönetimiyle yakın bir temas halindeyiz. Yani sınırın öte yakasında toplu olarak ağırlayabileceğimiz alanlar oluşturabilmek için büyük bir faaliyet içindeyiz. Biz böyle bir şey söz konusu olduğunda - bugün yaptığımız birçok açıklamada ısrarla vurguladığımız husus - insani durum söz konusu olduğunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti geleneğimizden gelen bir yaklaşımla etnik ve mezhep ayrımı gözetmez, herkese aynı ölçüde yaklaşır, etnik olarak farklı ya da mezhebi ya da dini farklılıklara göre tanımlamaz. Yezidiler hem bizim komşularımız, hem de Türkiye’de vatandaşlarımızın akrabalarıdır, aynı muameleyi onlara da göstermeye kararlıyız.

MEHMET ACET- Sincar Dağları’na helikopterle yardım gitti, AFAD yardımları, böyle bir açıklamanız da olmuştu.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Dün bunun için biz bir koordinasyon toplantısı yaptık bütün insani yardım birimlerimizle ve bu çerçevede de Irak Yönetimine ve Kürt Bölgesel Yönetimine onlar havadan yardımlar gönderme kararı aldığı andan itibaren bu yardımları onlara aktardık, bir kısmı da dün gönderildi.

Ancak şunu da bilmek lazım ki; bu havadan atılan yardımlar, biraz önce Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanıyla da bir görüşme yaptım, süratle insani yardım…

MEHMET ACET- John Kerry.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- John Keryy’le, evet. Süratle insani yardımların ulaştırılması yönünde bütün uluslararası toplumun harekete geçmesi gerektiği konusunda konuştuk; hem Irak konusunu, hem Gazze’yi ele aldık. Tabii 3 gün önce Gazze belki daha fazla gündemdeydi ama bugün Irak’ı kapsamlı olarak ele aldık. Bu havadan atılan yardımların noktasal olarak istenilen hedeflere ulaşmasında zorluklar oluyor, yani attığınızda aşağıda hangi şartlarda ulaşacak? Özellikle su ihtiyacı havadan atılan yardımlarla karşılanması çok zor, hani katı malzemeyi atabiliyorsunuz ama, suları attığınızda parçalanıyor, dağılıyor. Şu anda oradaki Yezidi dostlarımızın, akrabalarımızın, komşularımızın, onların süratle insani yardım bağlamında suya kavuşturulması lazım, bu da güvenlik şartlarının iyileştirilmesiyle ilgili. Yani güvenlik şartları iyileşmeden öylesine büyük bir infial halinde dağlara çakmışlar ki, onların bulundukları yerde ihtiyaçlarını karşılamakta zorluklar ortaya çıkıyor.

MEHMET ACET- 50-60 bin kişi…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Sayılar muhtelif, ancak biz dediğim gibi Suriye’de nasıl oradan kaçanları önce sınırın ötesinde tutmaya çalıştık, oraya yardımlar ilettik ve orada tutmaya çalıştık, ama olmadığı zaman elimizden gelen bütün imkanlarla onlara kucak açmışsak, şimdi de Irak’ta da tabii bütün kesimlere hiçbir ayrım gözetmeden elimizden gelen yardımı yaparız.

Bugün bazı sosyal medyalarda şunu görünce ben gerçekten çok üzüldüm: Yani Yezidilere yardım ediyorsunuz, Türkmenlere niye yardım etmiyorsunuz diye tanınmış bazı yazarların medyada ifadeleri var. Bu nasıl bir ifadedir? Türkmenlere sorsanız bu ifadeden razı olurlar mı? Yezidilerle, Hıristiyanlarla, Kürtlerle, Araplarla yan yana yaşayan Türkmenler bize yardım edin de Yezidilere yardım etmeyin derler mi? Ben Türkmen kardeşlerimizi biliyorum. Bizim devlet geleneğimize uyar mı?

Şunu derlerse ki, Türkmenlere yardım edilmiyor, bu büyük bir yalandır, büyük bir iftardır, büyük bir bühtandır, açık söylüyorum. Kamuoyumuzu kimse tahrik etmesin. Irak Türkmen Cephesi Başkanı Sayın Erşad Salihi buraya geldiğinde hem içeride kendisiyle konuştum - ki olaylar olur olmaz 20 Haziran’da biz bütün Türkmen Cephesi Yönetimini burada topladık, saatlerce görüştük, ne ihtiyacınız varsa bütün imkanlarımızla emrinizdeyiz dedik, neler talep ediyorsanız hepsi. Kamuoyu önünde de sordum kendisine ben, herhangi bir şekilde bir ihtiyacınız oldu da Türkiye Cumhuriyeti Devleti karşılamadı mı? Hayır, ne talep ettiysek karşılandı dedi. Ulaşmak istediniz de bana ulaşamadınız mı? Hayır, her zaman size ulaştık dedi. Şimdi Türkmen Cephesi Başkanı bunu söylüyor, Türkmen Cephesi Başkanı alandan gelen insan, Türkiye’de birileri bu konuyu tahrik ediyor.

Hiçbir iktidar, bunu çok açık ve net söylüyorum, hiçbir iktidar döneminde Türkmen davasına bizim iktidarımız döneminde sahip çıkıldığı gibi sahip çıkılmamıştır, hiçbir iktidar döneminde. Bu partinin iktidar olduğu dönemleri de biliyoruz. Bu insanlara bunların hiçbirisi son 10 yıl içinde Kerkük’e gitme imkanına sahip oldukları halde, yani daha önce Saddam dönemiydi gidemedik falan, son 10 yıl içinde gitme imkanına sahip oldukları halde bugün bizi eleştiren bazı milletvekilleri Kerkük’e gitmemişlerdir. Bizim Türkmenlere nasıl sahip çıktığımızı bazı Milliyetçi Hareket Partili milletvekilleri çok iyi bilirler ve birçok zeminde de bunu açıkça ifade etmişlerdir Suriyeli Türkmenlere de, Iraklı Türkmenlere de, hatta onların daha farkında olmadığı, bizim Hükümetimize kadar da Türkiye Cumhuriyeti Devleti kayıtlarında hiç olmayan Lübnan’daki, Akkar’daki, Kuvaşra’daki Türkmenlere de. Biz hem yerlerini tespit ettik, Bekaa Türkmenlerinin, hem de ilk defa oraya okul yaptık, hastane yaptık. Benim Dışişleri Bakanlığım döneminde ilk Lübnan ziyaretimi özellikle o bölgelere koydum. Şimdi oradan yüzlerce öğrenciyi bu yaz Türkiye’ye getiriyoruz Türkçelerini tekrar iyileştirmek için, çünkü Türkçeyi unutmuşlar. Şimdi bunlar oturdukları yerden Türkmen davasına sahip çıktıklarını iddia ediyorlar hiçbir adam atmadan, hiçbir fiili yaklaşım içine girmeden.

Bunu şunu için zikrediyorum, kamuoyumuz şunu bilmeli: Türkiye Cumhuriyeti Devleti köklü bir anlayışa sahiptir, bize sığınan ya da bizden yardım isteyen kim olursa olsun, hangi mazlum, hangi ihtiyaç sahibi olursa olsun onun dinine, mezhebine, etnisitesine bakmayız, hepsi bizim için muhteremdir, hepsi bizim için yardım bakımından eşit ölçüde yardıma layıktır.

Geçtiğimiz bir ay boyu Türkmenlere yardım ettik, etmeye devam edeceğiz, hiçbir şey bizi Türkmen davasının dışında kalmamıza bir zemin teşkile etmez. Aynı şeklide Yezidiler baskı altında kaldığında Yezidilere yardım ederiz, Kürtler baskı altında kaldığında 90’lı yıllarda olduğu gibi Kürtlere yardım ederiz, Araplar baskı altında kaldığında Suriye’deki bazı Arap bölgelerinde olduğu gibi onlara yardım ederiz, Hıristiyanlar baskı altında kaldığında Hıristiyanlara yardım ederiz. Bizim devletimiz bu topraklarda bütün bu unsurların devleti olmuştur vaktinde, şimdi de sınırımızın ötesinde de kalsalar merhamet elimiz, şefkat elimiz ulaştığında hepsine yardım ederiz, kimse burada etnik unsurları, mezhep unsurlarını öne çıkarmasın.

MEHMET ACET- Yani içeride, dışarıda, Batıda Türkiye mezhepçilik yapıyor, Sünnicilik yapılıyor, çok yazı çıkıyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bunlar tam bir iftiradır ve devletimize karşı bir şekilde bir algı operasyonudur. Bakınız çok açık ortaya çıkıyor, Yezidiler zorda kaldıklarında hangi sınıra gidiyorlar? Hangi ülkeye kendilerini bir şekilde atmak istiyorlar? Ve o kapılar kapanıyor mu onlara?

O kadar acı ki, ben buradan bütün siyasilere seslenmek istiyorum. Ait olduğunuz ideolojiye göre davranmayın, soruları ait olduğunuz ideoloji ya da şu veya bu etnik ve mezhebi yaklaşımlara yakınlığınızla davranmayın, o soruyu öyle sormayın. Keşke MHP milletvekilleri de arayıp sorsalar, anlatırız onlara da, ki arayanlara, soranlara anlatıyoruz, dün HDP milletvekilleri, Şırnak milletvekili Selma Hanım ile Pervin Buldan aradı Yezidilerin durumuyla ilgili, anlatım, şunları yapıyoruz,ve şunları da yapmaya da kararlıyız, teşekkür ettiler.

Şimdi gönül ister ki, HDP Türkmenleri de sorsun; anlatabiliyor muyum? Öbür tarafta MHP’liler sormasa da kamuoyuna Türkmenlere yardım edilmiyor, niye Yezidilere yardım ediyorlar da Türkmenlere yardım etmiyorlar gibi bir algı oluşturuyor. Gönül ister ki, Milliyetçi Hareket Partili milletvekilleri de Yezidileri sorsun, Kürtleri sorsun. Biz Türküz, Türkmeniz, ama onlara da yardım edin desin. Öbürküler de biz kendimizi Kürtlere, Yezidilere daha yakın hissediyoruz ama, Türkmenleri de aman ihmal etmeyin desin. O zaman biz büyüklüğümüzü gösteririz, o zaman yaptığımız işin insani bir iş olduğunu söyleyebiliriz. Onlar hep kendini yakın hisset ettiklerin grupla aidiyetlerini ölçmeye çalışıyorlar. Şuraya yardım ettiniz mi diye soruyor kendi siyasal kimliğine ya da etnik kimliğine dayalı olarak. Biz Irak değiliz, biz Suriye de değiliz, biz etnik ve mezhebi aidiyete dayalı bir devlet değiliz.

Dolayısıyla biz, Ankara’da oturan siyasiler işte bugün olduğu gibi, dün olduğu gibi kriz yönetimi toplantıları yaptığımızda, ya şu etnik gruba yardım edelim, bize yakındır, şu etnik grubu ise ihmal edelim demeyiz. Çünkü ait olduğumuz devlet geleneği bunu gerektirir.

Bugün Macaristan Büyükelçisi veda için geldi, bazı kitap çalışmaları getirdi, kendisi de iyi bir aydındır, ayrılıyor Türkiye’den. Macar milliyetçileri Osmanlı’ya sığındıklarında nasıl karşılandıkları ve nasıl Türk toplumuna intibak ettikleriyle ilgili akademik çalışmaları getirdi. Şimdi böyle bir gelenekten geliyoruz, bakmayız Hıristiyan mı, Müslüman mı, Yezidi mi, Asuri mi, Keldani mi, Sünni mi, Şii mi? Bizim geleneğimizde bu yok, kim bunu söylüyorsa yanlış yapıyor.

İki hafta önce Türkmen meselesiyle ilgili nasıl Türkmen Cephesi yetkilileriyle hemen temasa geçip elimizden geleni yaptıysak, Başkonsolosluğumuzdan diğer imkanlarla Yezidi toplumunun kimler varsa elimizden gelen katıyı… Başdanışmanken ilk defa Irak Yezidileriyle, Irak Keldanileriyle, Irak’taki Şebbek grubuyla ilk toplantıları Ankara’da ben yaptım, Başdanışmanım daha 2005-2006’da, hepsini davet ettik. Şebbekler malum Şahbeklerden gelen Kürtleştiği iddia edilen Türkmen grupları veya karma gruplar, bunlar orada o ortamda ortaya çıkmış, onlar da büyük baskı altında, onlar da kaçıyorlar Şebbekler de. Şimdi bu haritayı biz avucumuzun içi gibi biliyoruz, etnik ve mezhebi haritayı Irak’ta.

Kim gelirse gelsin yarın, dediğim gibi, Türk kamuoyu daha az tanıdığı için Şebbekleri bahis açılmadı, bir de onlar Kürt bölgesine, Erbil’e doğru kaçtılar, onlar gelseler aynı şekilde, yarı Sünni, yarı Şii bir topluluktur, yarı Türkmen, yarı Kürt karma bir topluluktur, onları da aynı şekilde bağrımıza basarız.

O bakımdan, Türkiye’nin hiçbir şekilde, hiçbir insani konuda mezhep ayrımı yaptığını kimse iddia edemez. Ama bunu…

MEHMET ACET- Bu anlamda tek kaldı herhalde Türkiye, yani Ortadoğu coğrafyasında mezhepçilik yapmayan, bütün etnik aidiyet gruplarını, mezhepleri kucaklayan. Zor olmayacak mı bundan sonrası için?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Zor. Açık söyleyeyim, bu coğrafyada ve bu devlet içinde yaşamak, yani bu devletin geleneğini sürdürmek zor.

Latife gibi aktarayım ama Muhammed İkbal şiirsel bir anlatımla bahseder, tam o Birinci Dünya Savaşı yıllarında Lahor’a bir grup Hint, o zaman Hint Müslümanlarının yanına bir grup Türk gelir, yani Türk yetkili, namaz esnasında namazı kılarlar ve çıkarlar, Cuma Namazı. Diğerleri otururlar Hintli Müslümanlar, arkadan da biraz çekiştirirler, ya bu Türkler ne çabuk namaz kıldı da çıktılar diye. İkbal de şiirsel bir ifadeyle onu anlatır, bire Hintli, garip Müslüman, Türk çıkacak ve dünyaya dağılacak, Türk’ün işi çok, Türk’ün işi zor diye bir anlatımı vardır. Şimdi…

MEHMET ACET- Acelesi var.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Acelesi var, gerçekten işimiz çok. Düşünün, dün ben Uygurlarla ilgili bir koordinasyon toplantısı yaptım, Libya heyeti karşıladım, Libya Özel Temsilcisiyle görüştüm, sonra AFAD’ı, TİKA’yı toplayıp Gazze’ye yardımı ele aldık bir başka toplantıda, o biter bitmez ikinci bölümüne geçtik, Irak’a yardımlar nasıl gidiyor, onu konuştuk. Bugün sabah burada güvenlik toplantısında Irak’tan ta Lübnan’a kadar genişleyen alanda Türkiye’ye dönük güvenlik riskleri nelerdir, bunu ele aldık.

Bu arada Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı ve diğer Dışişleri Bakanlarıyla görüşüyorum, Ukrayna’dan; mesela Kırım Müftüsü de Türkiye’ydi dün. Şimdi öyle bir (ses kayıt kesikliği) Türkiye’den öylesine beklentiler var ki ve bu beklentiler AK Parti’nin başarılı siyasi performansı dolayısıyla belki artan beklentiler ama bu beklentilerin kaynağı bu millettin tarihi, bu devletin köklü geleneği. Bugün Özbekistan Dışişleri Bakanı değerli dostum Türkiye’den geçiyordu, telefonla konuştuk, 2-3 hafta önce biliyorsunuz Özbekistan’daydık, hoş geldiniz dedim. Dedi ki, o kadar çok işiniz var ki; ben onu İstanbul’da ağırlamayı düşünüyordum, yani sadece transit geçiyor, o kadar çok işiniz var ki, yetişmek mümkün değil dedi, çünkü bütün o coğrafyalardan Afrika’ya kadar.

Ve toplumun, bizim halkımızın bilinci açık söyleyeyim ve bunu iftiharla söylüyorum, bu milletin ferdi olmakla gurur duyarak söylüyorum. Öylesine yüksek bilinçli bir halk ki, muhalefet milletvekillerinin çok daha ötesinde bir bilince sahip.

Bakınız Seydişehir’de, sizinle de bayramda Konya’daydık, Seydişehir’de yaşadığım bir olay, benim hayatımda önüme neredeyse bir ışık gibi duracak olan bir ifadedir, bir Anadolu hanımının irfanını ve bilincini yansıtan bir ifade. Seydişehir’de maalesef çok üzücü bir olay yaşadık biliyorsunuz, bir aileden 4 kişi, baba, 2 oğul, bir amca, 4 kişi suya kapıldı arife günü, vefat ettiler, çıkartıldı cenazeleri, bayram gününü yaşayamadılar tabi. Ben de taziyeye gittim, anne perişan, bütün yakınlarını kaybetmiş, tek başına kalmış. Babanın kardeşleri 2 hanım kız, onlar da ağlıyorlar. Bir tanesi şunu söyledi: Sayın Bakanım dedi, ben 2 kardeşim ve 2 yeğenimi kaybettim, şu anda hiç kardeşim kalmadı, hiç yeğenim de kalmadı, ağlıyor. Ama biz bir aileden 4 kişi kaybettik bu hale geldik, ya Gazze’de bir aileden 28 kişiyi kaybeden bir anne, baba, büyükbaba ne hissediyor? Ne oluyor Gazze’ye yardım edin dedi.

Şimdi ben Anadolu’daki bu derin bilinci gördüğümde… Bakın o anne, o teyze şeyi sormuyor, bu Gazze’dekiler Türkmen mi, Müslüman mı, Hıristiyan mı demiyor. Gördüğü resme bakıyor ve diyor ki, yardım edelim. Şimdi biz o yardım heyecanı içinde büyük bir tempoda çalışırken, birileri de Gazze’ye yardım ediyorsunuz da niye Türkmenlere yardım etmiyorsunuz gibi anlamsız ve Türkmen kardeşlerimizi de üzen bir ifade kullanabiliyor. Gitsin o Gazzelilerin elini tutsun, her biri diyecek ki, benim dedem Osmanlı askeriydi ya da Çanakkale’de şehit oldu diyecek. Nasıl biz bu coğrafyaya yabancılaşabiliriz, nasıl bu coğrafyadan kopabiliriz, nasıl bu coğrafyaya bigane kalabiliriz? Uykularımız haram olur, hayatımızın anlamı kalmaz. Biz bu tempoyu, yani ağır bir yük, tarihi bir yük omuzlarımızda ve bu tarihi yükü milletimiz çok iyi fark ediyor, ama maalesef bunu fark etmeyen siyasi tavır alışlar var.

Sırf bu kritik dönemde, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi bizi, Sayın Başbakanımızı, Hükümetimizi yıpratabilmek için her türlü iftirayı, yurt dışında Türkiye’ye dönük bir algı operasyonu oluşturmak için belli çevrelerin ürettiği, bazen de Türkiye içindeki çevrelerin üretip kamuoyuna sağladığı her türlü iftirayı kullanabiliyorlar. Bu, gerçekten Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye’yi temsil eden bir milletvekili ve bir siyasi partiye yakışmayan tutumlar. Ne soru varsa cevaplandıralım, ama bu ülkenin itibarını koruyalım ve objektif verilere dayalı olmayan hiçbir şeyi iddia etmeyelim.

MEHMET ACET- Evet, aslında biraz da girdiniz, CHP’nin bir gensoru var yeniden şahsınızla ilgili olarak. Baktım o gensorunun metnine, Musul’daki baskından sonra çelişkili açıklamalar yapmakla suçlanıyorsunuz, Meclisi bilgilendirmemekle. Şöyle bir cümle var: Terör örgütlerinin neredeyse tüm illerimizde faaliyet gösterir konuma gelmesine olanak sağlamakla suçlanıyorsunuz ve ülkemizi savaş ortamına sürüklemekle. Bu gensoru metinde bunlar geçiyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi CHP’de ve Kılıçdaroğlu başta olmak üzere bazı CHP’lilerde öyle bir şey var ki, hem Türkiye’yi etkisiz kabul ediyorlar, beni de etkisiz, Başbakanımızı da, kabul ediyorlar, hem de neredeyse Latin Amerika’da bir şey olsa, bir sarsıntı olsa bunun da sorumlusu sizsiniz diyorlar; bu o kadar çelişkili bir şey ki. Ya etkisizizdir ve bunlarda etkimiz olmadığı için eleştirilemeyiz ya da etkiliyizdir, önce onu kabul edin, sonra da eleştirilerinize biz tek tek cevap verelim. Hem dünyada ve bölgede yalnızsınız, etkisizsiniz deniyor, hem de bütün bölgedeki aksaklıkların sorumlusu olarak Hükümetimiz gösteriliyor.

Çok açık söylüyorum, ben bir akademisyen olarak da Türk siyasi tarihini takip ettim, çok kritik eşiklerde nasıl sert tartışmalar yaşandığını biliyorum. Ama bir ülkenin ana muhalefetinin bir ülkenin geçtiği bir kritik süreçte ülke itibarını zedeleyecek şekilde bu kadar ilkesiz, bu kadar saldırgan, bu kadar vicdandan yoksun bir tavır takındığına şahit olmadım.

Ben defaatlerce Meclisimizi bilgilendirdim, her konuda bilgilendirdim. Ama öyle alanlar vardır ki, o alan başladığında sizin siyasi konumunuz, ideolojiniz, ait olduğunuz parti biter, insan olma ve bir ülkenin vatandaşı olma alanı başlar, orada hepimiz ortak paydadayız.
Neden bunu zikrediyorum? Bizim için Musul Başkonsolosluğuna dönük baskın ve vatandaşlarımızın alıkonulması konusundaki tek önceliğimiz o vatandaşlarımızın can güvenliğidir.

MEHMET ACET- Bunu tehlikeye mi atıyor CHP?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabii. Allah aşkına baksınlar, daha önce benzer olaylar yaşamış, 2 yıl Amerikan diplomatları İran’da alıkonuldu, Amerika’da acaba Cumhuriyetçiler ya da Demokratlar şu veya bu partiye ait olmak dolayısıyla bunu bir siyasi polemik konusu yaptılar mı, yoksa tek bir vücut halinde birleştiler mi? Acaba tutup dönemin Dışişleri Bakanına, gel kongreye bunu anlat, hesap ver, bütün şeyi anlat diyerek oradaki yaşanan olayla ilgili konuşulmaması gereken konuları herkese açık tartışmayı talep ettiler mi? Eğer biz bilgi vermekten kaçınmış olsaydık genel başkanlara bilgi vermezdik. Sayın Başbakanımızla değerlendirdik, biz eğer bazı konuları, hassas konuları, nasıl olayın seyrettiği, nerede tutulduğu, bütün bunları kim bizden bekleyebilir ki kamuoyuna açık bir şekilde tartışalım?

Bir şoförümüz -Allah ondan razı olsun- kurtarıldıktan sonra söylediği bir söz çok dikkat çekiciydi, dedi ki, yayın yasağı bizim hayatımızı kurtardı. Çünkü yayın yasağı dolayısıyla çıkan her yayında bizim üzerimizde baskı azalıyor ya da artıyordu; baskı artıyordu yayın yasağı olmadığı dönemde. Şimdi pratiği yaşamış bir şoför bunu düşünebiliyor.

Bu 46’sı vatandaşımız, 3’ü de yerel personel, bu kardeşlerimizin, bu canlarımızın ne olacağı konusunu düşünmeden bizi yıpratmak adına bu kampanya yürütülüyor.

Amerika’dan ben döner dönmez, yani olay olduktan sonra biliyorsunuz hemen uçağa bindik geri döndük, döner dönmez ilk yaptığımız istişarede Başbakanımızla, önemli olan bilgi vermek; hani bağcı dövmek mi, üzüm yemek mi meselesi gibi. Önemli olan bilgi almaksa, biz en mahrem bilgileri Sayın Kılıçdaroğlu’na, Sayın Ertuğrul Kürkçü’ye, Sebahat Tuncel’e verdik. Devlet Bahçeli müsait, yani Ankara’da değildi, bir temsilcisini gönderdi, bütün detayı, bildiğimiz her şeyi paylaştık. Şimdi kendi istedikleri arkadaşlarını da yanlarına aldılar, sorabilecekleri her türlü soruyu sordular.

Şimdi bu bilgilendirmeden sonra bir de Mecliste bunu yapalım demenin anlamı şudur: Kamuoyu önünde bunu tartışarak sizi yıpratalım. Bizi yıpratabilirler, siyaseten bunu tercih edebilirler. Bizi yıpratmak için ellerinden geleni de yapsınlar, ellerinden geleni arkalarına koymasınlar, meydandan kaçan namerttir, yani gensorudan veya herhangi bir şeyden kaçan namerttir. Biz bu siyaset meydanına bu millet adına ve aşkına çıktık. Kimseden çekineceğimiz, korkacağımız bir şey yok. Tek söylediğimiz, biraz insani vicdanınız varsa o canlarımızı düşünün. Bizim için bayram zehir oldu, biz bayram yaşamadık, Allah şahittir ve herkes de bilir ki yaşamadık böyle bir bayram coşkusu, şevki. Gönlümüzün bir yarısı Musul’daki kardeşlerimizle, bir yarısı Gazze’de geçti ve senelerdir bu bayramlar böyle. Ama siz biraz idrakle, biraz vicdanla, onları düşünün, bizi düşünmeyin.

Ama mesele ne biliyor musunuz, bağcı dövmek. Yani ben çıkacağım, gensoruyla ilgili onlar ağızlarına geleni söyleyecekler, bize öyle şeyler söyletmek isteyecekler ki, o söylenen sözler bizim kardeşlerimizin canlarını yakacak, güvenliklerini riske edecek, onları söylemesek de yine itham edecekler. Kusura bakmasınlar, biz böyle bir niyet varsa ne o kardeşlerimizin güvenliğini riske ederiz, ne de bağımızda böyle alelusul bu şekilde bir üslupla bize dönük yapılacak muameleyi karşılıksız bırakırız. Bu dönemde gensoru vermek, şu kadar… Bakın, hangi partiye mensup olursa olsun tüm vatandaşlarımıza şu soruyu vicdanen kendilerine sormalarını istiyorum: Şu anda etrafımızdaki 7-8 ülkede kamu otoritesi yok, yani başkentte oturan otorite ülkeyi kontrol edemiyor ya da parçalanmış otoriteler var ya da belirsizlikler var. Bütün bu çevre coğrafyalarda siyasi süreçleri hiç aksamadan işleyen, mahalli seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçim, hukuk düzeni korunan, kamu düzeninde hiçbir sarsıntı yaşamayan ve ekonomik aktiviteleri hiç durmayan, artan tek ülke var, Türkiye.

Hani diyorlar ya savaşa sokuyor Türkiye’yi. Şimdi bir ülke bu şartlarda eğer kendi iç bütünlüğünü koruyorsa, çözüm süreci gibi son derece zor, netameli bir süreci işletebiliyorsa, toplumsal aidiyetini pekiştirmişse, Türkiye’nin sınırlarının ötesindeki problemleri ülkeye sokmamak için elinden gelini yapıp, ama aynı zamanda oradaki insani yardımları gerektiren ülkeyi de bağrına basabilecek etkinliği gösteriyorsa, bu ancak takdir edilir.

Yüzyıllık tarihimizde, yani Birinci Dünya Savaşından bugüne kadar gelerek söylüyorum, Balkan muhacereti ve mübadele dışında Anadolu toprakları bu kadar çok dışarıdan içeriye bir talep baskısıyla karşı karşıya kalmadı, yani gelip ben burada…

MEHMET ACET- Türkiye’ye sığınmak istiyorum.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Sığınmak. Bunun için de Uygur Türkleri de var, Bayır Bucak Türkmenleri de var, Halep Türkmenleri de var, İdlip Arap’ı da var, Haseki Kürt’ü de var, Yezidi’si de var, Hıristiyan’ı da var, Süryani’si de var, Nusayri’si de var. Şimdi niye geliyor, peki Türkiye savaşın içindeyse bu insanlar niye savaştan kaçıp Türkiye’ye geliyorlar? Eğer dedikleri gibi biz Türkiye’yi savaşa sokmuşsak, savaştan kaçan bu insanlar niye Türkiye’ye gelsin, başka yere giderler. Türkiye savaşta değil, ama bilinsin ki bütün çevremiz savaşta. Ve biz son derece dirayetli bir yönetimle bu savaşın sınırlarımızın içine girmemesi için olağanüstü bir çaba sarf ediyoruz. Hakları ve özgürlükleri koruyarak demokratikleşmeyi de artırarak bu çabayı sürdürüyoruz; büyük bir haksızlık yapıyorlar.

Yani bu gensorudaki ana amaç; muhteva zaten tutarsız ve şeydir, hiçbir karşılığı olmayan bir muhtevadır, eğer Musul Başkonsolosluğu ise bir utanç vesikasıdır. Çünkü Musul’da o kardeşlerimiz o tehdit altındayken, bizler onlar için geçe-gündüz çalışırken, kamuya açık bir şekilde bu tartışmayı sürdürmek o kardeşlerimizin canı üzerinden siyaset yapmaktır; bunu bıraksınlar. Hesapları bizimleyse bu hesaplarını her zaman görebilirler. Bu telaş niye? Bırakın bu kardeşlerimiz diğer kaçırılan vatandaşlarımız gibi ülkelerine dönsünler, sonra yine sorun. Niye şimdi pilotları sormuyorlar? Geçen sene bu vakitte nerede pilotlarımız diye bağırıyorlardı, biz çalışırken onlar pilotlarımızı istismar ediyorlardı. Pilotlarımız kurtuldu, dosya da kapandı. Bir tanesi çıkıp da Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine teşekkür ederiz dedi mi pilotlarımızın kahraman eşleri, aileleri dışında? Bir tanesi Hükümetimizin etkinliğine müteşekkiriz dedi mi?

Basın mensuplarına şimdi soruyorum; Bünyamin kardeşimiz Suriye’de kaçırıldığında her biriniz her gün bizden hesap soruyordunuz, kurtarılıp getirildiği zaman kim teşekkür etti bize? Hangi basın mensubu ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla gurur duyuyorum, çünkü kendi gazetecisine sahip çıktı dedi Bünyamin kardeşimiz dışında? Ben ona teşekkür ediyorum, son derece güzel açıklamaları oldu. Ana Muhalefet Partisi Liderinin yaklaşımından çok daha olgun, çok daha doğru, çok daha dakik yorumları Bünyamin yaptığı, pilotlarımızın eşleri yaptı, pilotlarımız yaptı. Kurtarılan vatandaşlarımızın her birinden aldığımız teşekkür bize yeter.

Ama burada gensoruda bir muhteva olarak, zaten dediğim gibi diğerleri tutarsız, karşılığı yok, savaşa sokuyormuşuz Türkiye’yi, karşılığı olmayan bir şey, savaştan kaçanları barındırıyoruz. Türkiye’de teröre zemin teşkil ediyormuş, karşılığı yok, çünkü Türkiye’de terörü yok eden Hükümet bu, yani 30 yıllık bir etnik çatışma üzerine dayalı bir terörü yok eden Hükümet bu, durduran Hükümet bu, bir barış ortamı başlatan Hükümet bizim Hükümetimiz tam da bu yıllar içinde.

Peki zamanlaması nedir? Şimdi zamanlamasını soralım, hep Musul Başkonsolosluğuyla ilgili zamanlamayı gündeme getirdiler ve dediler ki, bilerek danışıklı döğüş yapıyorlar, bayramdan önce bırakılacaklar, Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce bırakılacaklar. Bu kadar mantıktan uzak, ahlaktan uzak bir itham görmedik. Neden? Sanki Başbakanımız Cumhurbaşkanlığı seçiminde popüler hale gelmek için; buna ihtiyacı var mı Başbakanımızın, AK Parti’nin buna ihtiyacı var mı? Hani yüzde 50-yüzde 50 yürüyen bir yarış değil ki bu. Ayrıca öyle olsa bile böyle bir riski hangi lider alabilir? Bizim vicdanımız, ahlakımız buna zaten izin vermez ama onların vicdanı ve ahlakı izin verdiği için olsa mümkün mü?

Şimdi peki sizin zamanlamanızı soralım; neden bu gensoruyu şimdi veriyorsunuz tam da Meclis kapanmaya yakınken, neden? Çünkü Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili Başbakanımızı yıpratmak için oradaki kardeşlerimizin canlarını tehlikeye atıyorsunuz, cumhurbaşkanlığı sonrasında beni ve partimizi veya Hükümetimizi yıpratmak için oradaki kardeşimizin canıyla oynuyorsunuz; vatandaşlarımızın canları üzerinden siyaset yapmayın. Yapabileceğiniz pozitif bir katkı varsa onu verin, yoksa susun. Hesap soracaksa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde her zaman hesap veririz. Ben herhalde gensoru rekoru kıran Dışişleri Bakanıyım, sık sık bunlar veriyor. Genel görüşme, bilgilendirme anlamında en fazla bilgilendirmeyi yapan Dışişleri Bakanlarından biriyim. Mutlaka biz bu hesabı veririz, bundan kaçmayız. Ancak, birinci önceliğimiz oradaki kardeşlerimizin can güvenliğidir, sağ salim dönmesidir.

MEHMET ACET- İzninizle ara verelim, kısa bir reklam arası, dönüşte başka önemli konular var, Gazze konusu var, seçimleri de sizinle konuşmak istiyorum…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yalnız şunu da, bugün tekrar zikrettim ama kamuoyumuzun bilgisi için: Bize bunu itham edenlere, yani böyle bir danışıklı döğüş güya. Biz şimdi dönüp desek, siz de Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla bütün bu Başkonsolosluğa yapılan ve tutulma olayının arkasındaki bazı unsurlarla işbirlikçilerisiniz desek bu doğru olur mu? Ve bunu hak etmiyorlar mı bütün bunları dedikten sonra?

MEHMET ACET- Hükümeti zor durumda bırakmak için böyle hareket ediyorsunuz demeyiz diyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Ama onu demiş olsak bize yaptıkları ithamdan daha fazla reel bir zemine oturur.

MEHMET ACET- Peki bir ara verelim müsaadenizle, devam edeceğiz efendim. Kısa bir reklam arası, dönüşte birlikteyiz.

(Reklam Arası)

MEHMET ACET- Evet, tekrar birlikteyiz İskele Sancak özel yayınında Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu konuğumuz oluyor. Şimdi efendim, Irak’ta olup bitenleri etraflıca konuştuk aslında ama, bugün Mahmur’dan da yine bir tehdit olduğu yönünde ve o kampında boşaltıldığına dair haberler geldi. Bu doğru mu öncelikle? Birde tabi Mahmur dediğimiz yerde aslında işte 1990’larda Türkiye’deki çatışmalar nedeniyle o bölgeden ya da terörle mücadele sürecinde o bölgeden kaçan insanlar yüzde 90’nı da aslında Türkiye kökenli insanlar. Doğru mu bu Mahmur Kampı’nda da böyle bir şey var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bugün Mahmur’dan da tahliye olduğuna dair bilgiler bize de ulaştı. Bunlar büyük ölçüde zorluk ifade eden haberler. O bölgeye doğru çatışmalar yayılınca Mahmur’dan da Erbil’e doğru Kürt bölgesine doğru daha derinliğine doğru gidişler başladı.

MEHMET ACET- Bu tarafa doğru değil, o tarafa doğru.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Türkiye’ye dönük böyle bir durum yok ama her zaman söylediğimiz bir husus; biz insani durum söz konusu olduğunda gerekçesine, etnisitesine bakmaksızın veya mezhebi veya siyasi görüş ayrılıklarına bakmaksızın insani tutumuzu gösteririz. Bu anlamda kimseye de bir tehlikeden kaçıp, kapımıza gelene daha önce ne yaptın diye sormayız. Ama hukuki bir konu varsa diyelim bunların bazıları aynı zamanda vatandaşımız da oldukları için hukuki, bir suç unsuru olan eskiye dayalı bir konu varsa o ayrı bir hukuki süreçtir. Ama insani yardım bağlamında hiçbir ayırım gözetmeyiz. Bu zaten geldiğinde insanlar siz ayırımda yapamazsınız kim Mahmur’dan geldi, kim Sincar’dan geldi, kim Zummar’dan geldi, kim Dohuk’tan geldi, kim Telafer’den geldi, bu ayırımı yapmakta mümkün değil.

MEHMET ACET- Bu işler nerede duraç ak peki, bir öngörünüz var mı? Yani çizdiğiniz tablo, devlet otoritesinin kalmadığı, ciddi bir kaos ortamının yaygınlaştığı bir Ortadoğu coğrafyası bu nerede duracak, yani bir öngörünüz var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi benim daha öncede bazı çalışmalarımda vurguladığım bir husus vardı, yani akademik dönemde. Osmanlı’dan sonra ortaya çıkan jeopolitik harita, siyasi harita doğal seyir içinde çıkmadı, İngiliz ve Fransız ordularının ilerlediği yere kadar ki durumlarıyla ortaya çıktı ve arkasından da tabi bu Kuzey Afrika için İtalya ve diğerleri. Kötü örülmüş bir duvar gibi yani, hiçbir sağlam temeli yok, duvar kötü örülmüş, hep hususlar o yazılarımda, Stratejik Derinlikte de var. Bu duvardan bir taşı diğer taşları düşünmeden çekerseniz duvar tümüyle üzerinize çöker. Maalesef bugün bizim hep düşüncemiz şuydu, perspektifimiz oydu onun için komşularla sıfır sorun, entegrasyon diyorduk. Bu duvarı pozitif unsurlarla yavaş yavaş doğallaştırmak istiyorduk yani bizim AK Parti olarak Hükümetimizin ve şahsen benimde Dışişleri Bakanı olarak savunduğum felsefe buydu.

MEHMET ACET- Öldü mü bu proje?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yok ölmüş değil, onu anlatacağım. Doğal bir şekilde yani vizeleri kaldırarak, akrabalar birbirleriyle doğal olarak gidip gelsin, şimdi ki gibi Yezidiler akrabam nerede deyip Türkiye’ye doğru yönelmesinde, bize kalktığı için gelip, gitsin. Aynı şey Kürtler için, aynı şey Araplar için, Türkmenler için geçerli olsun. YDSK’larla hükümetler arası güven ortamı pekiştirilsin. Biz bütün bunları yaparken yani bu süreci bu şekilde yönetirken ve ciddi bir mesafe almışken Türkiye, Ürdün, Lübnan, Suriye arasındaki dörtlü Doğu Akdeniz ortak pazarı gibi bir çalışma içindeyken, Irak ve Suriye’yle Mezopotamya birliği projesi üzerinde çalışırken maalesef öylesine bir toplumsal çalkantıyla birlikte yükselen bir hareketlilik oldu ki, bu sefer kitleler doğal bir seyirle yani burada kitlelerin taleplerini ben yönlendirilmiş bir talep olarak görmüyorum. Yani Suriye’de halk sokağa döküldüğünde veya Mısır’da veya Libya’da veya Irak’ta başka ülkelerdeki insanların hakları talep ettiler. Yani diğer ülkelerde nasıl basın özgürlüğü varsa, bizde de olsun dediler Suriyeliler. Nasıl seçme seçilme özgürlüğü hiçbir kayıt olmadan kullanılabiliyorsa BAAS Partisi dışında partilere de izin verilsin dediler efendim vesaire vesaire. Kürtler bize de kimlik verilsin dedi Suriye’deki Kürtler. Herkes bir şey arayışında bu özgürlük ortamı biraz genişleyince. Fakat yukarıdaki liderler ve elit bunu anlamak istemedi ve tarihin akışı içinde o halklarla bütünleşerek, kendi halkıyla bütünleşerek bir yola yürümeye çabalamadı. Aksine kendi hegemonyasını koruyarak onları tehdit olarak gördü. Bugün bütün bu çatışmaların arkasında olan unsur maalesef bu. Emin olun Esad bizim tavsiyelerimizi de göz önüne alarak, bizim tavsiyemizi göz önüne almasına gerek yok, makul ve akil bir lider olarak 2011 yazında seçime gitseydi bazı temel, çokta fazla olmayan beklentileri karşılayarak, özgürlük alanlarını yavaş yavaş genişletseydi bugün Suriye örnek bir demokratikleşme yolunda ilerliyor olabilirdi. Maliki kendisine verilen olağanüstü şansı iyi değerlendirseydi, iki dönem Başbakanlık yapmak gibi, bir durumda aslında 2006’da iş başına geldi, 2010’da yenilendi şimdi tekrar 8 sene bu ülkeyi idare eden bir Başbakan şimdi hala devam etmek istiyor. Peki, ne ürettin? Bu 8 sene içinde Maliki bir mezhepçi tutumla, Sünni siyasetçileri dışlamamış olsaydı, Sünni siyasetçilerin evlerinin etrafına tanklar dizmemiş olsaydı, Kürtlerin bütçelerini kesmemiş olsaydı, herkese hak ettiğini verseydi, bugün Irak sahip olduğu doğal kaynaklarla yükselen bir güçtü. Biz hep onlara bunu tavsiye ettik, hiçbir şekilde de onları huzursuzluğa sevk edecek bir seviyeye ulaşmadık. Lübnan’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hep biz çözüm bulmak için gayret sarf ettik. Onun için Başbakanımız 2008’de cumhurbaşkanı yemin törenine onur konuğu olarak çağrıldı.

Şimdi bunu şunun için zikrediyorum hani nerede duracak diyorsunuz ya, şimdi bunu yapmayınca bu sefer geniş bir boşluk alanı doğdu. Hiçbir şey rızaya dayalı meşruiyetten daha güçlü değildir bir devlet için. Silaha dayalı meşruiyet, silaha dayalı zorla empoze edilen bir aidiyet kalıcı olamaz. Türkiye’de 12 Eylül döneminde yapılan gibi. O sebeple biz 30 yılı aşkın terörle mücadele etmek zorunda kaldık. Halbuki aidiyetin güçlendirilmesi lazım. Sayın Başbakanımızla rekabet ediyor Selahattin Demirtaş yani o anlamda rakibimiz ama onun Cumhurbaşkanı adayı olmasını ben önemli bir demokratik, demokrasimizde bir aşama olarak görürüm. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak oldu, ama mesela şu anda Irak Cumhurbaşkanlığına bir Sünni aday olamıyor çünkü Kürt olması lazım diyor. Başbakanlığa bir Kürt aday olamıyor, çünkü Başbakan’ın Şii olması lazım diye bir kanaat yerleşti. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti’nde ortak vatandaşlık paydası demokrasimizde güçlendi. Peki, bu hangi şartlarda oldu? AK Parti’nin yaptığı demokratikleşme süreçleriyle. Ve bugün bakın etrafta etnik ve mezhebi çatışma var, ama Türkiye içinde bir Cumhurbaşkanlığı kampanyası yürüyor ve bu kampanyada vatandaşlık bilinci içinde yürüyor bu kampanya. Öyle veya böyle ihtilaf ederiz, tartışırız, konuşuruz nihayet Cumhurbaşkanı seçildiğinde herkesin Cumhurbaşkanıdır Sayın Başbakanımız seçildiği zaman inşallah halk bunu takdir ettiğinde. Ama bu burada yeni bir rıza ilişkisi kurması lazım bu devletlerin kendi halklarıyla, yeni bir rıza, yeni bir sosyal sözleşme kurması lazım. Bizim çözüm süreciyle yapmaya çalıştığımız da tam buydu. Dışlayarak değil, içselleştirerek. Tahkir ederek değil, saygı göstererek. Kürtçeyi böyle konuşulması yasak bir dil gibi değil, Kürtçe benim dilim diyerek. Yani bu toprakların dili olması bakımından bundan daha doğal ne olur?

MEHMET ACET- Bilhassa Türkiye modelinin Ortadoğu’da yaygınlaşmasıyla rızaya dayalı bir düzen olabilir.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Zaten Türkiye’nin bu başarı hikayesi kitlelerde bu beklentileri uyardı. Türkiye yapabiliyorsa niye biz yapmayalım diye talepler uyandı. Peki, şimdi bizi eleştirenlere şunu söylüyorum: Niye taraf oldunuz? Şimdi biz başta idarecilerle beraber çalışarak bu yapısal değişimi pozitif yönde kurmaya çalıştık, ama olmayınca büyük zulümler yaşanınca nasıl şimdi diyelim IŞİD’le efendim diğerleri arasında tarafsız olunabilir ya da Maliki’yle diğerleri yani mezhepçi politikalarla diğerleri arasında tarafsız olunabilir? Ortaya büyük bir jeopolitik boşluk alanı doğdu, o boşluk alanını radikal örgütler, uluslararası terör örgütleri doldur. Şunu da bir kez daha ifade etmek isterim: Bugün söyledim herkes konuyu kendi perspektifinden alıyor. Tekrar söylüyorum, Türkiye’nin hiçbir şekilde, herhangi bir uluslararası terör yapılanmasıyla adının yan yana yazılması söz konusu edilemez, kabul edilemez bu ihanetin ötesinde bir tavırdır. Biz hiçbir zaman radikalizmi teröre geçit vermedik. Bundan en büyük zararı gördük, buna geçit vermedik.

MEHMET ACET- Bunu da bir algı operasyonu olarak mı görüyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabii kesinlikle. Bununla ilgili defaatlerce açıklama yaptık, her seferinde tekrar tekrar bu konu gündeme getiriliyor. Defaatlerce açıklama yaptık, daha bu konu gündemde değilken bir sene önce, iki sene önce benim yaptığım açıklamalar var, çok açık bir şekilde bakılmalı. Ama eğer terör ve radikal grupların yayılması engellenmek isteniyorsa önce yapılacak şey o unsurların kitlesel taban olarak kullandığı toplulukları kazanmak.

MEHMET ACET- Sünnilere yapılan baskının ortadan kalkması...

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yani Maliki bu mezhepçi politikaları sürdürseydi IŞİD değil başka bir yapıda çıkar onu kullanmaya kalkardı. Esad bunu sürdürdüğünde yine başka biri yapar kullanırdı.

MEHMET ACET- Kaynağında bu baskılar var diyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabii bu baskılar ve o kitlelerinin tümüyle dışlanması var. Bir ülke ordusu düşünün ki yüzde 95’i Şii. O ülkenin Şii nüfusuyla yüzde 50’yi biraz geçiyor Irak bahsediyorum. Şimdi o zaman burada bir dengesizlik yok mu? Bir ülke düşünün ki subayları ve üst kademesi dahil ordunun üst kademesi özellikle yüzde 95’i Nusayri, ama toplumun yüzde 75’i Sünni. Şimdi böyle bir yapı sürdürülebilir mi? Bunu gündeme getirmek mi mezhepçilik, bu yapının kendisi mi mezhepçilik? Saddam yönetimini de ben bütün yazdıklarımda eleştiriyordum Saddam’ın Şiileri ve Kürtleri dışlamasını. Böyle bir problem çıkmasaydı da biz bunu gündeme de getirmez kendi doğal seyri içinde bu devletler kendilerini reforme ederler diye düşünür yardımcı olurduk Suriye’ye Beşar Esad’a yıllarca yardım ettiğimiz gibi ekonomik olarak ve diğer açılardan.

Şimdi olacak olan şey şu: Balkanlarda da bu yaşandı 93-94’ü hatırlarsınız. Hepimizin, siz benden daha gençsiniz ama olanları hatırlarsınız. Dikkat edin o zaman Boşnaklar, Hırvatlar, Sırplar, Arnavutlar arasında da benzer bir çözülme yaşandı. Yugoslavya Devleti dağılırken, daha alt devletler doğarken de bir anda herkes nerede ben güvenlik bulurum diye Sırpların olduğu yerden Boşnaklar, Boşnak bölgelerine kaçtı, Arnavutlar Arnavut bölgelerine, Hırvatlar Hırvat bölgelerine, Sırplar Sırp bölgelerine. Şimdi o yapının tekrar bir denge bulması 10 yılı buldu. Ortadoğu çok daha karmaşık ve Ortadoğu’ya böyle milyarlarca Euro aktaran, on milyarlarca, 100 milyarlarca para aktaran bir Avrupa Birliği yok. Oraya NATO şemsiyesini getiren bir NATO yapılanması da yok. O zaman hepimizin, bölgenin sorumlu liderlerinin iki elini başının arasına alıp ciddi şekilde düşünerek bu halklar bizim halklarımız deme vaktidir. Ama Türkiye’yi bütün bu kargaşanın üstünde, ama bu kargaşadan zarar gören halkların yanında tutmaya kararlıyız.

MEHMET ACET- Peki, Gazze’yi biraz konuşalım. Bir ateşkes sağlandı ve belki de ilk defa birkaç denemeden sonra şu an itibariyle uyulduğu gözüküyor. İsrail’in de Gazze’den çekilmeye başladığı yönünde haberler de geliyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Çekildi.

MEHMET ACET- Çekildi mi tamamen?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Büyük ölçüde çekildi.

MEHMET ACET- O ateşkes peki kalıcı hale gelebilecek mi çünkü 72 saatlik bir süre vardı.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bir ayı aşkın süre sürdürdüğümüz diplomatik çabalarda zamanla fark ettik ki aslında üç ateşkes var, bir ateşkes değil. Fark ettik ki, süreç içinde müzakerelerde bu ortaya çıktı. Bir sürdürülebilir bir ateşkes, sürdürülebilir bir ateşkes için Filistin’in olmazsa olmaz şartı ablukanın kalkması, ambargonun kalkması. Diğerlerinin şartı da İsraillilerin güvenlik şartlarının yerin getirilmesi. Burada bir müzakereye yürüyecek, yürümesi gerekiyor. Tabii onların güvenlik şartları yerine getirilirken Gazze’nin güvenliğinin de teminat altına alınması lazım, Filistin güvenliğinin genel olarak. Bu müzakerelere ulaşılacak bir sonuç. O zaman buna ulaşmadan önce İsrailliler dedi ki; bir geçici ateşkes yapalım. Bu şu demek: Geçici bir ateşkesi ilan edelim, bir statüko oluşsun. Filistin tarafı bu statükoyla ilgili garantileri almadan, yine sürdürülebilir ateşkesle ilgili, geçici ateşkese razı olmuyor ve geçici ateşkes kavramını “temporary ceasefire” kavramını kabul etmediler. Bence haklı gerekçeleri de vardı. “Sustainable ceasefire” - İngilizce tabir söylüyorum ki hani teknik müzakerede kullanılan terimlerin bilinmesi açısından - sürdürülebilir bir ateşkese gitmek için bunu bir engel gibi gördük. O zaman bir başka bir ateşkes türü tabiri caizse diplomatik olarak ürettik; “Humanitarian ceasefire” yani insani ateşkes. Bu da insani yardımların karşılanmasına yönelik bir ateşkes. İnsani yardımların karşılanması için ateşkes yapıyorsunuz onun için süreli. Yani niye 72 saat, şunu demek istiyor Filistin tarafı: Sürdürülebilir ateşkes olmazsa ben bu ateşkesin yeni bir statüko oluşturmasını istemiyorum. Çünkü o anda daha önceki anlaşmalardan kaynaklanan - 2012 anlaşması, 2011 anlaşması - hakları yok edilmiş oluyor. Kritik noktu buydu. Bizim Sayın Kerry’le ve Sayın Halid Attiye’yle çalışarak oluşturduğumuz, hani Paris toplantısından bir gece önce, oluşturduğumuz ateşkes sürdürülebilir bir ateşkesin bütün unsurlarını barındırıyordu. Çok uzun telefon müzakereleri, yüz yüze müzakerelerle gelindi oraya ve bunu İsrail ve Filistin tarafına ilettik, İsrail tarafı reddetti. O sebeple orada tıkanınca, bu sefer 12 saatlik ateşkes, 24 saatlik ateşkes diye insani ateşkese yöneldik ki Filistin halkının acıları dinsin ve insani yardım yapabilelim. Şimdi bu noktadayız. Kahire’de görüşmeler sürüyor, sürdürülebilir ateşkesin parametreleri. Ben biraz önce Sayın Kerry’le de konuştum, destek verelim dedim, hep beraber destek olacağız.

MEHMET ACET- O ne dedi?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- O da elimizden geleni yapacağız dedi. Hep beraber gayret sarf ediyoruz. Bir taraftan da insanı ateşkesin gereği olarak da insani yardımların ulaşması için yoğun bir çaba içindeyiz. Yine çok zikredildiği için belirtmek isterim. Gazze’ye bu kadar yardım ediyorsunuz niye Türkmenlere yardım etmiyorsunuz diyenlere cevaben söylüyorum. Son 2 ay içinde Gazze’ye yapılan toplam yardım 8 milyon dolar civarındadır, ilaç yardımı, yiyecek yardımı vesaire. Türkmen soydaşlarımıza yapılan yardım da hemen hemen aynı miktardadır, gıda yardımlarının ulaşması, insani yardım ve diğer yardımlarla. Birini diğeriyle de yarıştırmayız biz gönlümüzde. Tevafukken benzer, yakın rakamlar çıktı. Son yıllarda Türkmenlere yaptığımız toplam yardım Irak Türkmenlerine sadece 120 milyon dolar civarındadır, yani son bizim iktidar dönemlerinde gittikçe artan bir dozla. Suriye Türkmenleriyse zaten tamamıyla bizim yardımlarımızla ayakta duruyor. Bugün bu Türkmen dosyasını gündeme getiren milletvekillerine sormak isterim. Bayır Bucak ve Halep Türkmenlerine giden tırlar durdurulduğunda siz neredeydiniz? Şimdi o tırları durduranların ağzıyla konuşuyorsunuz ve kendi devletinizi teröre güya yardımcı olmakla itham ediyorsunuz. Ama en yakın dostlarınız ve arkadaşlarınız bilir ki, Suriye Türkmenlerine her türlü yardımı Türkiye Cumhuriyeti Devleti götürmüştü, götürmeye de devam eder. Biz bu politikaları yürütürken kınayanın kınamasından çekinmeyiz.

MEHMET ACET- Yani onlar neden bu tırlar durduruldu demesini beklerdiniz herhalde?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabii beklerdik. Ve o tırlar durdurulduğu için Cerablus’ta, Çobanbey’de Türkmenler IŞİD karşısında mevzi kaybetti, Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldılar. Şimdi kim IŞİD’e yardımcı oluyor, kim rejime, IŞİD’e yardımcı oluyor. Ben çok açık söylüyorum, söylemleriyle IŞİD’e en büyük desteği Kılıçdaroğlu vermiştir. Çünkü IŞİD’in karşısında direnen yegane güç Özgür Suriye Ordusu’dur. Özgür Suriye Ordusu ki hepsi Suriye ordusundan gelen vatanperver subaylardan oluşmuştur. O orduya zarar vererek, rejime destek vererek, rejimin de desteklediği IŞİD’e dolaylı destek sağlamıştır Kılıçdaroğlu. Suriye rejimine verilen destek IŞİD’e verilen destektir. Hiç duydunuz mu yakın zamanda göstermelik birkaç çatışma dışında IŞİD böyle büyük bir alanda hakimiyet kurarken, Suriye rejiminin IŞİD’e operasyon yaptığını hiç gördünüz mü, duydunuz mu? Yok. Her ikisi birden Özgür Suriye Ordusuna saldırdı ve her ikisini birden de Türkiye’de bu dille savunan Cumhuriyet Halk Partisi Başkanı’dır. Sonra en azından Türkmenleri savunduğunu iddia eden MHP’nin ve diğer kesimlerinde Türkiye’nin yanında durmasını bekleriz. Türkiye’ye güçlü aidiyet bağıyla bağlı olan herkes böyle bir kritik dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yanında durur. Yurt dışında birileri bu devlet hakkında itham edici ifadeler kullandığında ona karşı tek bir cephede buluşmak hepimizin görevidir, vatandaşlık görevidir. Siyasiler gelir, gider her şey olur ama tarih bunları kaydedecek. Nasıl arkamızdan hançerlendiğimizi kaydedecek, Türkmenlerin nasıl Bayır Bucak’ta kahramanca savaşırken ve direnirken aç ve susuz Türkiye’den gelecek yardımı beklerken o tırların nasıl durdurulduğunu tarih kaydedecek. Onları durduranların yurt dışındaki iş birlikçileri bilinecek.

MEHMET ACET- Sonra o tırlar yoluna devam etti diye haberler duyduk, ama geç mi kalındı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabii geç kaldık, günlerce onlar konuşuldu. Nasıl bunu bir ülke bu kadar kritik bir dönemdeyken her türlü tedbiri, kendi güvenliği ve kendine yakın müzahir unsurların güvenliği için alır. Ama siz öyle bir kamuoyu oluşturuyorsunuz ki ve orada görev yapan MİT mensuplarına öylesine ağır bir muameleye maruz bıraktınız ki, devlet memurlarına bu yapılamaz.

MEHMET ACET- Peki, tekrar müsaade ederseniz Sayın Bakan bir reklam arası verelim. Dönüşte de kalan süremizi Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Türkiye’nin geleceğiyle ilgili sorularla tamamlayalım istiyorum.

Tekrar bir reklam arası veriyoruz efendim, dönüşte birlikteyiz.

(Reklam Arası)

MEHMET ACET- Evet, tekrar birlikteyiz Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu İskele Sancak özel yayınında konuğumuz.

Şimdi Sayın Bakan, biraz da artık seçimleri konuşalım. Öncelikle şöyle bir konu var doğrudan sizi de ilgilendiriyor. Yurt dışındaki seçmenlerin katılımı çok düşük oldu, yüzde 5’ler civarında oldu sanıyorum, gerçek gümrüklerde hala devam ediyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yüzde 8.3, gümrüklerde yüzde 5 toplam 13,5 oldu.

MEHMET ACET- Yüzde 13 ama düşük bir katılım oldu. Aslında partinizde YSK’ya başvurdu ama YSK’da sizi suçluyor bu konuda yani...

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hayır, şimdi bir kere şunu açıklığa kavuşturalım: Birincisi, Türk siyasetinin son dönemdeki en önemli adımlarından seçim süreci ve mantığı açısından en önemli adımlardan biri yurt dışındaki vatandaşlara oy kullanma hakkı vermektir. Biz ne zaman yurt dışına gitsek her yerde vatandaşlarımız bize bu hakkı verin, biz de kullanmak istiyoruz dediler. Devrim mahiyetinde bir adımdır, bir kere bunu herkesin tespit etmesi gerek. Bu Sayın Başbakanımızın da benim de, ilgili bakan arkadaşlarımızın da yakından takip ettiği bir meseledir, bir devrim anlamında bir adımdır, bunu herkesin bir kere takdir etmesi lazım. Bu konuya özel bir hassasiyet gösterdik bir kere, bu başarının üstü örtülemez. İlk defa vatandaşlarımız yurt dışında seçme hakkını kullanma imkanına, vatandaş hakkını kullanma imkanına kavuşturulmuştur. Bunu bir kere herkes tespit etmelidir. Maalesef bazı muhalefet kesimleri ve basın organlarında, öyle bir şey var ki olumlu bir adım Hükümetten geldiğinde bir şekilde bir gölge oluşturarak bunu gölgeleme çabası var. Bir kere bunun devrim mahiyetinde bir olduğunu kabul edelim.

İkincisi, bu süreçte tam yetki Yüksek Seçim Kurulu’ndadır, süreci belirleyen Yüksek Seçim Kurulu’dur. Biz Dışişleri Bakanlığı olarak nihai kertede Yüksek Seçim Kurulu’nun belirlediği esaslar içinde görüş beyan ederiz, ama karar ona aittir. Nasıl Türkiye’de seçimlerinden, işlemesinden, seçimin sürecinden vali mi sorumludur? Yani valiye birisi dönüp de ya burada şu süreçte şöyle bir şey oldu, bir engelleme varsa vali tarafından güvenlik sağlanmamışsa vali sorumludur. Ama seçimin yöntemi konusunu vali belirlemez. Türkiye’de vali mi belirliyor Türkiye’de seçimin nasıl olacağıyla ilgili, bilmem seçim sandıkları nasıl kurulacağı, oy pusulalarının nasıl yerlerinin tespit edileceği, bunların nasıl taşınacağı Yüksek Seçim Kurulu belirler. Şimdi vali onun alt yapısını hazırlar. Şimdi Dışişleri Bakanlığında da, Büyükelçiliklerimizin ve Dışişleri Bakanlığımızın görevi budur.

Gelelim randevu meselesine; bizim en başında yazdığımız yazılar, her türlü istişare var. En başından itibaren bütün bu seçim bizim temsilciliklerimizde olsun kanaatini taşıdık ki, istediğimiz uzunlukta, istediğimiz sürede bunu yapabilelim. Bazı ülkelerde güvenlik gerekçeleriyle büyük salonlar tutulması icap etti, belli merkezlerde bu yoğunlaştı, Almanya gibi. Buralarda da bir düzenin sağlanması icap etti. Bu düzenin sağlanması konusunda Yüksek Seçim Kurulu randevu sistemi teklifini getirdi. Bu teklif Dışişleri Bakanlığı’ndan gelmedi. Almanya’daki ve bazı ülkelerdeki güvenlik ihtiyaçları buna yol açtı. Fakat bizim gerek toplantılarda, gerek YSK’yla yaptığımız bütün görüşmelerde dile getirdiğimiz husus şuydu: - Bakan Yardımcımız Sayın Naci Koru bizzat bu işi yürüttü - Randevu sistemi olsa dahi buna esneklik getirilmeli ve iki gün kişilere randevu verelim uyarlarsa ne ala, uymazlarsa tam bir serbestiyet içinde gelip oylarını kullansınlar.

MEHMET ACET- Bu denildi yani.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabii. Yüksek Seçim Kurulu’na giderek Bakan Yardımcımız iki, üç saat bunu anlatmaya çalıştı bundan aylar önce. Bunu yaparsak, randevu sistemini böyle katı uygularsanız, caydırıcı olur, hele empoze ederseniz insanlar katılmaz diye bu izah edildi. Ben Bakanlar Kurulumuza sundum.

MEHMET ACET- YSK kabul etmedi öyle mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hayır, kabul etmedi. Şimdi burada şikayet olarak söylemiyorum. YSK diyebilir ki, ben böyle uygun gördüm, ama uygun gördüğü şeye sahip çıkmalı. Şimdi bugün bir gazetede, marjinal bir gazete, hep aynı çevreler aynı haberleri yapıyorlar. Muhabir adına baktığınızda, zaten sonra nasıl geleceğini biliyorsunuz o haberin. Bu hiçbir gerçeklik temeli olmayan bir husustur. Eğer velev ki diyelim biz söylemiş olsak ki böyle bir durum yok, nihai yetki YSK’da kanuni olarak da böyledir, uygulama olarak da. Dışişleri Bakanlığının her görüşmede - bütün parti yetkililerimiz de bilir - dile getirdiği husus Bakanlar Kurulu’nda da aldığımız prensip kararı. Randevu sistemi olsa dahi hafta sonu bir süre uzatılmalı, iki randevu alıp ya da verilen kişi başka bir vakitte gelse de kullanılmalı. Hatta akşam 5’te kesilmemeli, gece yarısına kadar çalışmalı biz bunu da teklif ettik. Ki hani büyükelçiliklerimizin, başkonsoloslukların üzerine ekstra yük binecek olmasına rağmen bunu da teklif ettik. Dolayısıyla bu konuda kesinlikle Dışişleri Bakanlığından kaynaklanan bir yanlış kanaat beyan etme ya da uygulamada bir aksama söz konusu olmamıştır. Kaldı ki ilk deneme olduğu için ilk tecrübe olduğu için birtakım aksamalarda olabilir bunlardan ders çıkarılır, ama burada randevu sistemiyle ilgili alınan kararda bizim bir dahlimiz olmamıştır.

Bu oyların topluca getirilmesini, güvenlik açısından, bu görüşü dile getirdik. Çünkü bizim başkonsolosluklar, büyükelçiliklerde tutulsa bir sürü gereksiz spekülasyon üretilebilir düşüncesiyle, kaygısıyla uçaklarla bunlar getirilsin, tamamıyla YSK denetiminde tutulsun, mühürlensin, kimse de herhangi bir itiraz getiremesin. Bu kanaatler oldu ama uygulamada bizim böyle bir teşebbüsümüz olmadı. Şu hususa da yalnız Mehmet Bey dikkatinizi çekmek isterim, hani diğer ülkelerin - bunu mazur göstermek için söylemiyorum varsa hatalar hepsi düzeltilmeli. YSK’da ümit ederiz gelecek sene ki genel seçimlere kadar bunun tedbirlerini alır, bu tecrübeden herkes gerekli dersi çıkarır - ama diğer ülkelerin diasporada yani yurt dışındaki vatandaşlarının oy kullandığı uygulamalarda da hiçbir örnekte yüzde 20’yi geçmiyor, yani ülke içinde olduğu gibi insanlar oy vermeye motive olamayabiliyorlar ya da çok dağınık alanlarda yaşayabiliyorlar. Diğer ülkelerde de bu oran bizi tatmin etmiyor ama oralarda çok yüksek oranlar değil.

MEHMET ACET- Peki, şimdi cumhurbaşkanlığı seçimi yani bütün anketler 48 saat ya da 60 saat sonra Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçileceğine işaret ediyor ve devamında önemli sorular var. Türkiye’nin geleceği elbette ama AK Parti’nin geleceği, kim Başbakan olacak, Partinin kongresi ne zaman toplanacak bir sürü soru var. Bunları da siz hiç konuştunuz mu Sayın Başbakanla?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hayır, ben buna bir gerek olduğunu da düşünmüyorum. Yani biz siyasi süreçleri yönetme bakımından acemi bir parti değiliz. Siyasi süreçlerde öncelik sıralaması yapma konusunda da şimdiye kadar son derece dikkatli davranmış bir parti geleneğimiz var. Yani önümüzde mahalli seçim varsa, mahalli seçimi konuşuruz. Onu elde eder kazanır ondan sonra cumhurbaşkanlığı seçimini konuşuruz. Orada da gerekli başarıyı sağladığımızda sonra oturur diğer konuları...

MEHMET ACET- Bir 11 Ağustos’u görelim diyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabii parti kurullarında, parti çevremiz içinde, ilgili kurullarda MYK’da, MKYK’da Sayın Başkanımızın daha Cumhurbaşkanlığı görevini bizzat üstlenmesi dönemi içinde bunlar istişare edilir. İstendik ki bazı çevreler bazı tartışmaları erken başlatırsın, erken başlatılarak isimler üzerinde spekülasyon yapılsın diye nitekim yaptılar. Ama bizim başta Başbakanımız olma üzere, bizim parti içinde böyle bir spekülasyona izin verilmedi şu ana kadar. Erken başlatılması tartışmaların ve odağın kaybedilmemesi önemliydi. Yani biz şunu herkes gerek parti üyelerimiz, gerek partimize gönül veren vatandaşlarımız herkesin herhalde çok yakın gördüğü biz geçen sene Mayıs ayı Gezi olaylarından bugüne kadar bir fırtınalı su da hem ülkemizin istikametini doğru tutmaya çalışıyoruz görüyorsunuz nasıl bir fırtına var programın başından beri konuştuğumuz. Hem de partimizin bu ülkenin kaderini elinde tutan kadroları itibariyle o fırtınalı su da ki iradesinin kaybolmaması, aksamaması, sarsılmaması için çaba sarf ediyoruz. İsteniliyordu ki bu fırtınalı su da bu gemiyi yürüten ekip içinde şu veya bu tartışma çıksın. Gereksiz erken tartışmalar başlasın ve bu şekilde AK Parti zaafa uğratılsın. Bu oyunu düşünmedi düşünmez. Parti kurullarının nasıl işleyeceği belli, siyasi süreçlerin ne olacağı belli. Biz iktidar ki bir partiyiz 9 Ağustos’ta ilgilendiğimiz konular ki şu anda üzerinde konuştuğumuz konular. 10 Ağustos’ta da olacak, 11 Ağustos’ta da 10 Ağustos seçim yapıp, 11 Ağustos’ta tekrar bunlarla ilgilenmeye devam edeceğiz. Ondan sonra siyaset olarak neler icap ederse o yapılır. Fakat hepimizin birinci görevi hani son nefesini verse bile bir ağaç dikmek bizim Hazreti Peygamber aleyhissalatu vesselam sünnetidir. Yani kıyamet kopacağını bilseniz bile fidan dikme. Bizim için böyle bir kıyamet söz konusu değil, o anlamda bir kıyas yapmıyorum ama siyasi süreçlerin her birini böyle bir yeni bir dönemin başlangıcı olarak görseniz de o siyasi sürecin son dakikasına kadar herkes görevini yapmalı.

Ben Dışişleri Bakanıyım görevim şu anda Sincar Dağ’ında bekleyen Yezidilere ulaşabilirsek onlara yardım ulaştırmak. Kerkük’teki Türkmenlerin kaderine sahip çıkmak. Erbil’deki Kürtlerle ortak çalışmayla istikrarı korumaya çalışmak ya da Gazze’dekilere ilaç yetiştirmek vesaire vesaire bu görev tanımım sürüyor. Benim buradan feragat edipte spekülatif şeyler içinde lobiler, kulisler tartışmalar içine girmek oraya ayırmam gereken vakitten fedakarlık etmem anlamında emanete ihanet gibi gelir bana, önce emanetimize sahip çıkacağız, o emaneti yerine getireceğiz son ana kadar. Ondan sonra ne olur? Bizim hayatımız zaten bu davaya ayarlı bir hayat, bu memleket aşkına ayarlı bir hayat. Nerede, nedir, ne olacak? Bu tulu emel dediğimiz şeyi terk etmek yine bir ahlaki bir sorumluluktur. Her şey normal doğal seyri içinde olur, sonunda da ülkemiz ve partimiz için hayırlı olmasını dilemekten başka bir şey yok.

MEHMET ACET- Artı içinde böyle hani doğaldır da bir yerde hani milletvekilleri, parti teşkilatları herkesin gönlünden geçen isim vardır bunları da duyuyoruz da biz işte Ankara’da herkes bir şeyler söylüyor. İşin nihayetinde belirlenecek olan kişi etrafına bir kenetlenme olacak mı AK Parti’de? Bu çünkü önemli bir soru. Yani bir de üç dönemi dolanlar bir şey söylüyor, gençler başka türlü söylüyor, teşkilatlar şunu söylüyor falan deniyor. Günün sonunda bu kenetlenerek yola devam edeceğiniz konusunda bir tereddüdünüz ya da endişeniz var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hayır, AK Parti bireyleri bu ülkenin kaderi bağlamında AK Parti’nin tarihte başka hiçbir dönemde, hiçbir partiye nasip olmadığı kadar büyük bir sorumluluğu bu ülkenin kaderi bağlamında üstlendiğinin herkes farkında. Herkes elinden gelen katkıyı yapar ve eminim gün geldiğinde birlikte hareket etmek gerektiğinde herkes bu bilinç içinde hareket eder. Bu konuda bu bilinçten bir sapma bizim siyasi kültürümüz içinde ben olacağı kanaatinde değilim. En önemli kurallar bence görünmeyen kurallardır, teamüllerle ortaya çıkan. AK Parti iktidarı kurulduktan bir sene sonra iktidar oldu 1,5 sene sonra. Ama iktidar içinde kendini olgunlaşarak gelişti. Şu anda AK Parti kadar kurumsallaşmış ikinci bir parti yok, kurumsallaşmış. Bu anlamda da demokratik teamülleri kendi içinde de olgunlaştırmış istişareye önem veren. Böyle bir yapı içinde eminim en doğru kararlar, en doğru süreçlerle üretilir ama kimse AK Parti’nin zayıflamasına dayalı bir senaryonun kendisine menfaat getireceğini düşünmesin. Böyle bir bize muhalefet edenler yeminli neredeyse hasımlarımız, bize hiç oy vermeyenler dahi bu kadar fırtınalı sular içinde, ülkenin ekonomik kalkınmasını sürdüren, istikrarını devam ettiren, demokratikleşmeyi en iyi şartlarda sürdüren bir kadronun devamı konusunda kendileri oy vermeseler bile, birçoğu aman bir başımıza yanlış bir şey gelmesin diye de düşündüklerini ben biliyorum. Birçok eski dostlarımdan size hiç oy vermedim ama yani AK Parti’yi kast ederek, fakat ülkeye yaptıklarınızı takdir ediyorum ve oy vermesem de sizin kalmanızı istiyorum diyen o kadar çok tanıdığımız, değişik siyasi görüşlerden dostlarımız olmuştur ki. Onlar öyle düşünürken AK Parti kadroları AK Parti’yi zaafa sokacak bir yaklaşım içinde olmaz hiç kimse.

MEHMET ACET- Peki, Sayın Başbakan son mitingini Konya’ya koydu. Daha önce sonlarda olurdu Konya ama işte Cuma’dan gelirdi Cuma kılınır, sonra yapardı falan şimdi Cumartesiye tam böyle son miting seçimden önce. Bu böyle özel bir işaret mi sizin siyasi geleceğinizle ilgili?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yok, bunun benimle ilgisi olduğunu düşünmüyorum, bu Konya’yla ilgilidir. Ben de Konyalı olmak hasebiyle bu ilginin bir parçasıyım, ama Başbakanımızın Konya’ya duyduğu güven ve saygı her zaman bilinen bir husustur. Türkiye’de Konya’ya önem vermeyen bir siyasi hareketin başarılı olduğu da görülmemiştir. Yani Konya büyüklüğü itibariyle değil sadece, merkezi konumu, siyaset içindeki ağırlığı dolayısıyla birçok parti için hep gözbebeği olmuş bir vilayetimizdir, önem verilmiş bir vilayetimizdir ama Başbakanımız için bu önemin ötesinde bir aşktır. Konya’ya geldiğinde her bir detayla nasıl ilgilendiğini, Konya’da nasıl bir şeyle baktığını büyük bir sevgiyle, muhabbetle baktığını ben biliyorum, Konya’ya güveneceğini de, Konya’nın kitlesine, insanına bütün Türkiye’deki herkese güvenir o anlamda bir şey anlamında değil ama siyasi olarak da Konya son seçimlerin hepsinde Türkiye’de birinci çıkmış bir partidir yani AK Parti’ye destek bağlamında. Bunu ben son mitingin Konya’da olmasını Konya’ya duyulan bir güven ve Konya içinde büyük bir şeref olarak telakki ediyorum, bir onur olarak telakki ediyorum. Başbakanımız, Başbakan olarak son konuşmasını Konya’da yapacak. Cumhurbaşkanlığının ilk sinyallerini, ilk konuşmalarını, mesajlarını da Konya’dan verecek hemen sonra seçim yasağı başlıyor çünkü. Bu, Konya’ya duyulan büyük bir güvenin şeyidir. Ben Başbakanımıza güvenleri dolayısıyla teşekkür ediyorum.

Konyalı bu güveni boş bırakmayacaktır, yani inşallah yine seçim neticelerinde oraya çıkacağı gibi Konya öncelik ve liderlik etmeye devam edecek.

MEHMET ACET- 5 dakika kaldı, burada Türkiye’nin geleceğiyle ilgili bir soru sormak istiyorum size.

Yani muhaliflerinizin baktığımız zaman, son böyle özellikle 2 senedir bir böyle geleceği belirsiz, yarınını göremeyen bir Türkiye fotoğrafı çiziyorlar, hatta daha öteye gidip cinnet halindeki bir ülkeye benzetenler oluyor baktığımız zaman. Dışarıda mesela çok böyle şey, Ekonomist Dergisi yazdı, Der Spiegel padişah oluyor artık Tayyip Erdoğan diye yazdı mesela, Batıda da çok yaygın bir şekilde, bir ara işte John Mc Cain buraya gelen Büyükelçiyi yine aynı şekilde sıkıştırıp bir cevap almaya zorlamıştı. Bu anlamda Türkiye’nin gelecekti iklimi cumhurbaşkanlığından sonra özellikle bir totaliter bir şeye mi sürükleniyor Türkiye?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi Ekonomist’te yazılan yazıyı, Der Spiegel’i de okudum.

Ekonomist’te Türkiye’de marjinal bir gazete yazan ve o yazılarını İngilizce çevirip orada yayınlayan bir yazarın ayak izlerini görüyorsunuz, o bakımdan bunların networkünü de biz biliyoruz, yani nasıl networkle çalıştıklarını, burada bir algı operasyonu var.

Der Spiegel ise Alman kamuoyunda ve özellikle Almanya’daki Türkler üzerinde Başbakanımızın oluşturduğu popülarite ve etki gücünü de göz önüne alarak bir yıpratma kampanyasının maalesef aleti oldu. Ben Der Spiegel’i İstanbul Lisesi’nde okuduğum dönemden beri takip ederim, çok daha ciddi, ağırlıklı analizler yapmasını beklerdim doğrusu.

Şimdi bir sivil toplum kuruluşu Türkiye’de, bir iş adamları topluluğu geldiğinde onlara söylediğim bir sözü, aslında uluslararası toplumda da bazen dile getiriyorum, gelin beraber bakalım, acaba son 3-4 yıl içinde Başbakan gerçekten otoriterleşiyor mu, Türkiye otoriterleşmeye mi gidiyor, bunu bir tek tek koyalım, yani objektif kriterlerle, sübjektif değerlendirmelerle değil. Şimdi kamuoyumuzda da bunu söylüyorum, öyle bir kanaat uyandırılıyor ki, AK Parti ilk dönemlerinde çok demokratikti, sonra otoriterleşti, AK Parti ilk dönemlerinde dış politikada çok daha şeydi, sanki o zaman Suriye’de böyle bir zulüm varmış da biz sessiz kalmışız veya daha mülayimdi, sonra şey oldu gibi, gelin bir bakalım şöyle.

Benim iddiam şu ki; son dönemlerde Türkiye’nin demokratikleşmesi hız kesmemiştir, hız kazanmıştır.

MEHMET ACET- Mesela?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Asker-sivil ilişkisine bakın, 2007’de e-muhtarı verildi Cumhurbaşkanlığı seçiminde biliyorsunuz, asker, Genelkurmay Başkanı zamanın doğrudan Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahil oldu, şimdi Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılıyor 7 sene sonra, asker kendi görevini yapıyor. Ben bugün değerli komutanlarımızla kriz yönetimi toplantısı yaptım, görevi askerimizin bu. Hiçbir kimse de Genelkurmay Başkanından bir açıklama beklemiyor acaba Genelkurmay Başkanı ne düşünüyor diye. Genelkurmay Bakanımız demokrasi, hukuka saygılı çok saygın bir komutanımız. Dolayısıyla, asker-sivil ilişkilerinde gerçek demokratikleşme son yıllarda gerçekleşti ve taşlar yerine oturdu.

Gelin diğer şeylere, siyasi partilerin özgürlükleri konusuna, 2008’de iktidardaki parti kapatılıyordu. İktidardaki partiyi bırakın, herhangi bir partinin kapatılması ne zaman neredeyse imkansız hale getirildi? Biz tamamen imkansız hale getirmek istiyorduk da mümkün olmadı. 2010 referandumuyla. BDP ekolü, şimdi HDP, harfleri tüketmişti kapatılıp tekrar tekrar kurulmaktan. Ne zaman oldu bu? 2010’dan sonra.

Siyasi faaliyetlerdeki özgürlüklere gelelim; Kürtçe propaganda ne zaman serbest bırakıldı, başka dilde propaganda.

MEHMET ACET- 30 Eylül 2013’te galiba.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Daha yeni, ilk defa 2011 seçimlerinde başladı propaganda serbest kullanım, yani 2011’den buna yana.

Peki Kürtçenin hapishaneler dahil sosyal hayatta serbestçe kullanımı ne zaman başladı, Kürt sorunu etrafındaki demokratikleşme? Son yıllarda.

Peki daha şey için, yurt dışı için önem taşır, bizim için de önem taşır ama, yurt dışında hep gündeme getirildiği için din özgürlükleri alanı.

Gayrimüslimlere vakıf malları ne zaman iade edildi? Son 2-3 yıl içinde iade edildi, Mor Gabriel geçen sene verildi.

Şimdi bu kriter açısından da…

MEHMET ACET- Aslında diyorsunuz tam tersi.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Tabii. Peki geniş AK Parti kitlelerinin en fazla istifade ettiği özgürlük alanlarından biri olarak, AK Parti ve halkımızın da genel olarak, bize oy vermemiş de olabilir başörtülüler, ama hani gündemde olması açısından. Daha yakın zamana kadar üniversiteler yasaktı 2007-2008’e kadar, üniversitelerde serbest oldu, kamuda serbest oldu, Mecliste serbest oldu, geçen senedir Mecliste serbest olması.

Şimdi hangi kriterle Türkiye’nin otoriterleşmeye, padişah yönetimi gibi yönetime gittiği. Padişah yönetimi diye bir yönetimi de tahkir ederek kullanmak da ayrı bir hakarettir bu millete. Onların padişah dediği yönetim, yani o derginin çıktığı ülkenin 20. yüzyılda Nazi’yi yaşamışken, Nazi dönemini, o padişah dediği yönetimlerde Avrupa’dan kaçan Yahudilere kucak açılmıştır. 500 yıl öncedir, Almanya’da böyle bir dönem yaşanırken ondan 500 yıl önce nerdeyse, 450 yıl, İspanya’daki Yahudileri bağrına basmıştır o padişah diye kötüledikleri dönem.

Ama çağdaş devlet tek bir liderin, tek bir kişinin elinde güç birikmesini kabul etmez, o anlamda padişah kullanılıyorsa, ki o anlamda kullanıldığını varsayarak bunlara cevap veriyorum, öyle olmuş olsa, gayrimüslim vakıflarda kontrollüğü attırırdı, Kürtleri haklarını daha şey yaparak kendi şeyini dikta etmeye çalışırdı veya diğer azınlık hakları, diğer haklar; bu söz konusu değil.

Türkiye yapısal demokratikleşme adımlarını son yıllarda atmıştır, daha önce alan temizliği vardı, yani engeller kaldırılıyordu demokratikleşme için, yapısal demokratikleşme. Bu demokrasinin taçlanması da yeni bir anayasa, özgürlükçü bir anayasayla olur ve bunu da inşallah önümüzdeki dönemde gerçekleştiririz.

MEHMET ACET- Sayın Bakan, çok teşekkür ediyorum değerli vakitlerinizi bizimle paylaştığınız için, sağ olun.

Evet, İskele Sancak özel yayında Ankara Dışişleri Bakanlığı konutunda Sayın Bakar Profesör Doktor Ahmet Davutoğlu konuğumuz oldu, bizi izlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.

Tekrar görüşmek ümidiyle iyi geceler, hoşça kalın.