Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 (İskele Sancak) Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 7 Ağustos 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Ülke TV’ye Verdikleri Özel Mülakat, 6 Ağustos 2014, İstanbul Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT Türk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 26 Temmuz 2014, Paris Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün'e Verdikleri Özel Mülakat, 24 Temmuz 2014, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 24 Televizyonuna Verdiği Özel Mülakat, 20 Mart 2014, Konya Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT 1 Televizyonunda Yayımlanan "Enine Boyuna” Adlı Programda Verdikleri Özel Mülakat, 2 Mart 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün’e Verdikleri Özel Mülakat, 9 Şubat 2014, Karaman Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV/CNBC-e Televizyonlarına Verdikleri Özel Mülakat, 23 Ocak 2014, Davos Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 9 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun NTV Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 7 Ocak 2014 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 7 Televizyonunda Yayımlanan ‘Başkent Kulisi’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 29 Aralık 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu NTV'de Yayınlanan "Yakın Plan" Programına Konuk Oldu, 12 Kasım 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun KANAL 24 Televizyonunda Yayımlanan ‘24 ÖZEL’ Programında Verdikleri Özel Mülakat, 8 Kasım 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT-1 Televizyonunda Yayımlanan Enine Boyuna Programında Yaptığı Açıklamalar, 27 Ekim 2013, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kanal 7 Televizyonuna Verdikleri Mülakat, 18 Ekim 2013 Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun CNNTürk Televizyonuna Verdikleri Özel Mülakat, 3 Ekim 2013, Ankara
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TRT 1 Televizyonunda Yayımlanan "Enine Boyuna” Adlı Programda Verdikleri Özel Mülakat

TAHA ÖZHAN - Efendim, merhabalar, Enine Boyuna’ya hoş geldiniz.

Bugün Sayın Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nu ağırlıyoruz.

Efendim, hoş geldiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Hoş bulduk, teşekkürler.

TAHA ÖZHAN - Sayın Bakanımız aslında son 2-3 gün yoğun bir dış ülke ziyareti trafiğinden buraya geldi, bizi kırmayıp bizle beraber olduğu için ayrıca teşekkür ediyoruz.

Kendisi Bulgaristan’daydı, ardından krizin çok yoğun yaşandığı ve aslında sıcak gelişmelere de gebe olduğu Ukrayna’yı ziyaret etti, Ukrayna’dan buraya geldiniz.

En azından programın ilk bölümünde biz bir Kırım’la başlayalım, Ukrayna’da Kırım’da yaşanan gelişmeleri konuşalım. Ardından, Kıbrıs’la ilgili ciddi gelişmeler var, gerçekten uzun yıllar sonra sonuç alıcı adımların atıldığı hissediliyor en azından. Ardından Bulgaristan’a ve diğer konulara girelim ama Kırım’ı en azından şöyle bir genel çerçeveye oturtmak anlamında bir ele alırsınız, izleyiciler oradan bizi izlemeye başlasınlar.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Çok teşekkürler. Aslında Ukrayna’daki gelişmeler, Kırım’ın öncesinde, belki onun üzerinde durmak lazım, bize bir kez daha şunu hatırlattı: Soğuk savaş sonrası dengeler tam olarak yerine oturmadı. Bu genellikle biraz üzerinden zaman geçince, krizlere karşı – aşılmayınca - yeni bir denge oluştuğu intibaı doğuyor. Ama neredeyse çeyrek asır geçti Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana, Ukrayna krizi bir anda önümüze öylesine bir tablo çıkardı ki, soğuk savaş sonrası istikrarın hala istikrar denecek ölçekte sağlam bir zemine oturmadığı dengelerin. O bakımdan, her an tetikte olmamız gereken, her an benzer krizlere karşı bağışıklık diyebileceğimiz bir sistemi harekete geçiren bir duruma ihtiyaç var.

Gerçekten de Ukrayna, dün ben yeni Hükümet kurulduktan sonra oraya giden ilk bakanlar arasındaydım, Perşembe günü Hükümet kuruldu, Cuma günü telefonla görüştüm yeni Dışişleri Bakanı Deşçitsa’yla ve Cumartesi günü Kiev’e indim. Orada da bütün yetkililerle, yeni Devlet Başkanı vekili ve Meclis Başkanı Tuçinov’la, yeni Başbakan Yatsenyuk’la. Yanukoviç’in partisinin oradaki en önemli ismi olan ve sürece de katılan Supriç’le, Dışişleri Bakanıyla, tabii Kliçko’yla, önemli bir lider, ilk gösterilerin tanziminde, bugün de oradaki en popüler lider konumunda ve tabii Sayın Kırımoğlu’yla, Kırımoğlu görüşmelerin çoğunda yanımdaydı, detaylı görüşmeler yaptık.

Oradan döndükten sonra da 9 dışişleri bakanıyla dün gece saat 11 civarında telekonferans yaptık. Rusya dışındaki G-7 ülkelerinin dışişleri bakanı, Avrupa Birliği ve Polonya Dışişleri Bakanıyla çok detaylı olarak konuları değerlendirdik. Zaten Kiev’e gitmeden önce de bütün bu bakanlarla bir ön görüşme yapmıştık ve dönüşte kapsamlı bir istişare yapalım diye mutabık kalmıştık. Dün Sayın Obama’nın Sayın Putin’le de bir görüşmesi oldu bildiğiniz gibi.

Gerçekten Kiev’de bir demokratik değişim ya da bir talep, bir siyasal değişim süreci yaşanıyor düşüncesi hakim iken, Kırım’daki gelişmelerle birlikte çok daha geniş ölçekli bir krizle karşı karşıya kaldığımız hissi herkesi ciddi bir şekilde kaygıya sevk etti. Son olarak Gürcistan’da böyle bir durum 2008’de yaşanmıştı. Hatırlarsanız yine Tiflis’e ve Moskova’ya da ilk ziyareti yapan Sayın Başbakanımızla bizler olmuştuk, çünkü Karadeniz çevresindeki istikrar büyük önem taşıyor.

Dün ben Ukrayna’nın yeni liderleriyle konuşurken temel argümanlar itibarıyla şu hususlar üzerinde durdum ve onlara Ukrayna’nın konumu itibarıyla taşıdığı önemi anlatmaya çalıştım. Gerçekten Türkiye ile Ukrayna’yı jeopolitik olarak benzeştiren bir konum var, yani Avrasya’nın merkezinde iki ülke, coğrafi olarak benzer büyüklüklerde, optimum orta güç ölçeğinin üstünde güçler ve bir yönüyle Asya derinliğinde, bir yönüyle Avrupa yönünde politikalar geliştirmek zorunda ülkeler. Bütün görüşmelerimde bunu anlatmaya çalıştım. Bu konumda olan ülkelerin tek boyutlu, tek eksenli politikalar takip etmelerinin ister şu veya bu yönde o ülkelerdeki iç dengeleri de etkileyebileceğini, doğru olan politikanın - demokratik süreçler içinde - bütün kesimlerin katıldığı bir süreç olduğunu belirttim. Çünkü Ukrayna’da doğu ve batı şeklinde çok ciddi bölünme var, psikolojik bir bölümle var, bizdekinin aksine. Bir de, bizdeki gibi, güçlü bir devlet geleneği olmadığı için, yani asırlara giden bir ortak kültür ve siyasi gelenek olmadığı için - tabii Ukrayna bu anlamda yeni, bir modern devlet olma tecrübesini yeni son çeyrek asırda yaşıyor - bu vatandaşlar bir anda kendi yerel kimliklerine dönüyorlar ve o yerel kimlikler içerisinde siyaset üretmeye başlıyorlar. İlk husus, yeni Hükümetin en geniş katılımı sağlaması. Dün telefon görüşmesinde de 9 dışişleri bakanı kanaatlerimi sorduğunda, intibalarımı onlara da söyledim, yeni Hükümetin mutlaka ve mutlaka her kesimi temsil eder nitelikte olması lazım.

Parlamentonun çalışıyor olması çok önemli, yani krizi aşacak olan kurum Parlamentodur. Nitekim Parlamentoda Yanukoviç’in partisinin temsilcileri de orada, onun için onlarla da görüştüm ki Parlamentonun işlevsel yapısını sürdürmesi meşruiyetin temelini teşkil ediyor. Hani başka ülkelerle kıyaslar edildi bu arada, Mısır’la, değişik ülkelerle ama fark şu: Ukrayna’da bir Parlamento var ve bu Parlamento içinde siyasal mücadele, rekabet, pazarlık, müzakere, ne derseniz deyin, olabilir.

Nitekim Supriç yani Yanukoviç’in partisinin önemli ismi, ki kendisi de birkaç etnisiteyi bünyesinde barındıran, bizim de yakın tanıdığımız bir isim, yeni yönetim adına Tuçinov’un temsilcisi olarak Kırım’a gitti ve Kırım’da görüşmeler yaptı. Yanukoviç’in partisinin en önemli ismi, yeni yönetim adına, Tuçinov adına Kırım’a gitti. Bu önemli bir gelişme, ben kendilerine de söyledim, bu ilişkinin sürmesi lazım, Meclis Başbakanına, Meclisin her halükarda ve mutlaka çalışır kılınması lazım. Mecliste olacak bir parçalanma ya da bir grubun Meclisten kopması, işte o zaman devletin parçalanması anlamına gelir. Devletin kalbi, bir siyasi sistemin kalbi parlamentodur. Gördüğüm olumlu yön, yani krizi aşma yönündeki en önemli mekanizma, Meclisin çalışıyor olması.

İSMET BERKAN - Efendim, bu Ukrayna’nın iç krizi aslında, meseleye uluslararası boyut katan şey büyük ölçüde Kırım’da Rusya’yla bağlantılı gelişme.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Şu da var, Kırım tabii bizim için önemli, oraya ayrıca geleceğim.

Ama mesele sadece Kırım meselesi değil. Zaten Donetsk’te biliyorsunuz büyük olaylar oldu, yüzlerce yaralı oldu Donetsk’te. Doğu Ukrayna meselesi, Kırım da bunun bir parçası. Doğu Ukrayna daha çok Rus kilisesine bağlı ve o etnisite öne çıktı, daha çok Rus azınlığın - yüzde 17 civarında Rus azınlık var - onların yaşadığı bölge. Dolayısıyla, Kırımı da çözecek olan Kiev’deki parlamenter yapının sürmesi, eğer orada bir çatlak olursa Kırım’da çözüm bulmak zorlaşır.

Ve nitekim bizim için - dün de 9 bakan mutabık kaldık - en önemli ilke, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve siyasal birliği. Eğer Ukrayna parçalanırsa şu veya bu şekilde, bu sadece Ukrayna’yla sınırlı kalmaz, hemen etkisini Gürcistan’da, Transnistria, hatta Gagavuz Bölgesinde, Moldovya’da…

İSMET BERKAN - Belki Belarus’ta bile.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Her yerde kendini gösterir. Onun için şu anda ilk hedef, Ukrayna’nın siyasal sisteminin işlerliğini sürdürmesi ve kendini yenileyebilir nitelik taşıması. Bir sıkıntı varsa aşılacak olan yer Parlamento, o en önemli değer, o bakımdan bunun üzerinde durduk. Ama vurguladığınız husus çok önemli. Ben yine 3 unsur dedim sizi ayağa kaldırabilir.

Bir; içselleştirici bir siyasal birlik, yani herkesi içine alan bir hükümet yapısı ve devletin işlevliğini sürdürmesi.

İki; çok kapsamlı bir ekonomik reform paketi; çünkü gerçekten gelir dağılımının son derece kötü olduğu bir durum var. Aslında çok ciddi kaynakları var Ukrayna’nın. Bu kaynakları kullanamadığı, ekonomik rasyonalitenin olmadığı bir durum var. Onun için, işte dün bakanlarla yaptığımız istişarede, ciddi bir ekonomik paket hazırlığına ihtiyaç var, ama ekonomik paket dipsiz kuyu gibi eğer içeride reform yapılmazsa ne verirseniz o kendini yutar, ciddi bir ekonomik reforma ihtiyaç var.

Ben Türkiye’deki reformları da anlattım, Başbakan Yatsenyuk çok tecrübeli bir ekonomist aynı zamanda, o yönleri biliyor, Türkiye’yi de iyi tanıyor. Uzun uzadıya 2001’de Türkiye’nin ekonomik krizden çıkışıyla siyasal birliğini ve istikrarı sağlaması ilişkiyi anlattım. Siyasal istikrar ekonomik reformu getiriyor, ekonomik reform siyasal istikrarı güçlendiriyor, bunun ikisinin bir arada yürümesi lazım.

Ama üçüncüsü - ki Kırım orada daha da önem taşıyor - uluslararası ilişkiler bağlamında Ukrayna’nın büyük güçlerin çatışma alanı, diğer güçlerin diyeyim, büyük veya küçük, çatışma alanı haline dönüşmemesi lazım. Son 4-5 aylık tablo neredeyse pinpon topu gibi şu kanadın ya da bu kanadın, Avrupa yanlısı ya da Rus yanlısı kanatların hakimiyet savaşı, birinci raunt, ikinci raunt gibi tanımlamalar içinde neredeyse anlatılan bir durum var. Ukrayna’nın kendi iç bütünlüğünü sağlaması için, siyasal sistemi dışında yaptığı dış politika tercihlerini de çeşitlendirebilmesi ve bunu birbirine alternatif görmemesi lazım.

Şimdi burada bizim dış politikamızın, koyduğumuz prensipler önem taşıyor. Mesela daha 2003 yılında o ilk dış politikanın 6 prensibi derken, komşularla iyi ilişkiler vesaire dışında bir noktayı hep vurgulaya geldik o günden bugüne; Türkiye NATO üyesidir, Avrupa Birliği adayıdır, bunlar Türkiye’nin stratejik yönelişleridir ve bundan taviz verilmez, ama aynı zamanda Türkiye Rusya’yla, Çin’le, Afrika’yla, diğer dış politik alanlarıyla ilişkilerini geliştirir. Bunlar da Batı oryantasyonuna alternatif değildir ya da Batı onlara alternatif değildir. Nitekim onlar da takdir ediyor, Ukrayna liderleri, Türkiye’yi bu anlamda takip etmek istiyoruz diyor, yani hem Avrupa Birliği’ne yönelmek, Avrupa’ya yönelmek, ama aynı zamanda da Rusya’yla iyi ilişkiler tutabilmek kolay bir denge değil. Aslında şu anda Türkiye’nin takip ettiği dış politikanın da içerideki siyasal restorasyona, konsolidasyona katkısını da bu çerçevede değerlendirilebilir. Bazıları bizim Rusya’yla ilişkilerimizi, Çin’le ilişkilerimizi eksen kayması olarak değerlendirenler oldu veya İslam dünyasıyla ilişkilerimizi. Eğer İslam dünyasıyla ilişkileri kurmazsanız, içeride bu konuda duyarlı olan toplum kesimlerini dışlarsınız. Ama Avrupa Birliği’nden oryantasyonu kaybederseniz, bu sefer de Türkiye’nin Avrupa kimliği zafiyet gösterir.

Şu anda Ukrayna’da tam böyle bir parçalanma var, stratejik tercihler, dış politika tercihleri iç parçalanmayı derinleştiriyor. Şu adam Rusya’ya yakın, bu adam Avrupa’ya yakın dediğinizde, içeride de Rusya ve Avrupa’ya yakın gruplar çatışmaya başlıyor. Aslında bizim için de bir anlamda - laboratuvar gibi görmüyoruz ama - incelemek anlamında Ukrayna’yı, bizim geliştirdiğimiz politikaların doğrulunu test eder bir boyutu da var, olabilecek yanlışlıkların, yani hataların ileride doğurabileceği sonuçları görmek bakımından önemli.

TAHA ÖZHAN - Sayın Bakanım, burada içerideki aktörlerin tercihlerinden bahsettiniz, 3 tane unsur saydınız, üçüncüsü de bu eksenleri belirleyecek dediniz. Şimdi buradaki önemli bir kamp ya da aktör Avrupa Birliği ve Amerika, Batı dünyasından bahsediyoruz. Her ikisinin buna benzer bir çatışma alanı olan yakın zamanda ve hala devam etmekte olan Suriye krizinde de verdikleri bir imtihan var ve neticesi var. Siz bu son imtihanın neticesine bakarak, Avrupa ve Amerika’nın bu krizde daha sorumlu davranabileceğini söyleyebiliyor musunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Aslında uluslararası sistemde güçler arasındaki ilişkiye baktığımızda, ben pratikte bunu da daha net görüyorum, son dönemde Suriye bağlamındaki gelişmelerden sonra, yani özellikle Suriye bağlamında Rusya’nın elindeki veto kartını sonuna kadar kullanması ve Suriye’de 150 bin kayıtlı, 300 bini de aşan belki kayıtsız ölümler, milyonlarca insanın mülteci durumuna düşmesine rağmen, o veto kartıyla Birleşmiş Milletler sisteminin tıkanmış olması, tıkayabilmiş olması, Rusya’da olağanüstü bir özgüven artışına sebebiyet verdi. Bir anlamda geçen sene Rusya-Amerika dengelerinde sanki soğuk savaş dengelerine dönüş gibi müzakereler bu iki güç arasında oluyor gibi bir kanaat uyandırdı. Halbuki Ukrayna krizi açık bir şekilde gösterdi ki, böyle bir kanaat biraz yüzeysel. Yani Ukrayna’da, Avrupa da dahil, mesela Polonya, Fransa, Almanya’nın devreye girmesi, Türkiye’nin devreye girmesi, bu meselelerin, Suriye de onu gösterdi aslında Cenevre-2’nin yürümemesinde, bu meselelerin öyle soğuk savaşta olduğu gibi iki aktörün konuşmasıyla çözülecek kadar basite indirgenemeyeceğini ortaya koydu, çok daha komplike, özellikle Kırım bağlamında bu daha da önem taşıyor.

Şimdi Rusya’nın Kırım’da ve Ukrayna’da stratejik baz çıkarlarının olduğunu görmek gerekir, aynen Suriye’de olduğu gibi. Ama buradan hareketle bir ülkenin iç dengelerinin başka bir ülkenin stratejik çıkarlarına ayarlanması da kabul edilemez. Şimdi Kırım bizim için baktığımızda, ben hani Ukrayna’nın birliği ve bütünlüğü Avrasya dengeleri için önemli. Onun için dün sadece 9 ülke dışişleri bakanlarıyla değil, İsviçre Dışişleri Bakanı, AGİT Dönem Başkanıyla görüştüm ve süratle AGİT’te bir temas ve toplantı kurulmasını teklif ettim. Çünkü Rusya da var AGİT’in içerisinde. Dolayısıyla, orada tarafları bir masa etrafında toplama ihtiyacı var.

NATO Konseyi toplanacak, Avrupa Konseyi devrede, bütün bunlar yapılırken, bir taraftan da alanda sükuneti sağlama ihtiyacı var. Türkiye’nin önceliği Ukrayna’nın toprak bütünlüğü. Bunun bir soğuk savaş çatışmasına yol açmaması için - Gürcistan’da olduğu gibi 2008’de, Türkiye çok dikkatli bir politika takip etti, sonra herkes bizi takdir etti. Bütün bu süreçte biz bu yoğun görüşmeleri yaparken Rusya’yla da temasları sürdürüyoruz. 1-2 gün içinde yani önümüzdeki günlerde de Sayın Lavrov’la da yüz yüze bir görüşmemiz olma ihtimali söz konusu.

Bütün bunları, temasları yaparken bir denge gözetiyoruz ama Kırım’a gelindiğinde bizi ilgilendiren bir başka boyut var; o da orada Kırım Tatarlarının mevcudiyeti. Ki ben dün Sayın Kırımoğlu’ndan önce bilgi aldım, daha sonra Tuçinov’la görüşmeye Sayın Kırımoğlu’yla birlikte gittim. Bütün Ukrayna liderlerine aynı mesajı verdik. Kırım Tatarlarının oradaki huzuru, selameti ve bütün bu etnik çatışmaların dışında kalması bizim için elzemdir. Kırım hassas bir dengeye oturuyor. Türkiye’den bazı yorumları görüyorum hemen böyle heyecan verici şeyler söyleniyor ama oradaki nüfus dengesini ve Kırım’ın stratejik konumunu da herkesin iyi görmesi lazım. Kırım’da yaklaşık yüzde 58-60 civarında Rus azınlık var, yani kültürel olarak da, siyasi olarak da Rusya’ya dönük olan. Nasıl biz Kırım Tatarları Türkiye’ye dönüktür ve biz onların kaderiyle ilgileniriz orada da öyle bir Rus hazırlık var bir kere yüzde 60 oranında. Yüzde 25 civarında Ukrayna kökenli var fakat Kiev’deki Ukrayna kimliğinden daha zayıf bir kimlikle bağlılar. Yüzde 15 civarında da Kırım Tatarı var daha ki bu Kırım Tatarlarının ata yurdu olması, ana yurdu olmasına rağmen. Şunu da bilmemiz lazım; 25 sene önce orada hiç Tatar yoktu, hepsi sürülmüşlerdi. Ben dün Kırım Tatarlarının hikayesini bütün muhataplarıma anlattım, telekonferans sırasında. Ata yurtlarından barbarca sürülen bir halk, onurlu bir şekilde kendi topraklarına çok zor şartlarda geldiler. Biz iktidara geldiğimizde dahi Kırımlı kardeşlerimizin, Tatar kardeşlerimizin çoğunun oturacak evi yoktu, büyük binlerce ev ve konut projesini devreye soktuk, bataklar içine döndüler ama o toprağa tutundular. Ben dün Sayın Kırımoğlu’na da söyledim çorak bir toprakta siz ve bizler yeni yeni fidanlar üretecek tohumlar ektik, 20 yılda bunlar büyümeye başladı. Bizim birinci önceliğimiz bu fidanları kırdırmamaktır yani bundan kastım şu: Bir etnik çatışmayla orada nüfusun sadece yüzde 15’ni daha teşkil eden Kırım Tatarlarının Tatar, Rus çatışması şeklinde bir çatışmayla herhangi bir şekilde etnik çatışmanın parçası haline getirilmemesini bu çok hassas hepimizin Türk kamuoyunun da dikkatle, özenle üzerinde durması gereken hassas bir konudur.

Dün muhataplarımla yaptığım görüşmeden daha önce de Rusya yanlısı hani orada Rus etnik azınlığın temsilcisi olan Kırım liderleriyle de daha önce görüşmelerim olmuştu, Kırım’a gittiğimde Magaloff’la ve diğerleriyle. Onlara da şunu söylüyordum: Burada etnik barış olursa Kırım yarımadasında, Ukrayna siyasal birliği içinde herkes Rus Rusluğuyla, Türk Türklüğüyle, Ukraynalı Ukraynalıyla kimliğini muhafaza eder ama barış içinde yaşarsa dedim Kırım Avrasya’nın Singapur’u olur, o kadar güzel bir ada. Yumuşak bir iklim, son derece elverişli bir tarım arazisi ve turizm arazisi. Burayı öyle bir hale geliştirirsiniz ki bir yandan da İsviçre gibi hani değişik milletlerin Almanca konuşan, Fransızca konuşan, İtalyanca konuşan İsviçrelinin olması gibi Kırım’da da Türkçe konuşan, Rusça konuşan, Ukraynaca konuşan ama bir arada yaşayan bir barış yarımadası haline burayı dönüştürebiliriz, bu ümit hala var.

Dün basın toplantısında Dışişleri Bakanıyla yaptığım basın toplantısında söyledim, Kırım’ın askeri gerilim alanı haline gelmemesi, aksine bir kültürel barış yarımadası haline dönüşmesi lazım, bunun için elimizden geleni yapacağız. Ama tabii bir taraftan böyle bir vizyoner iyi niyetli vizyoner bakışla bakarken diğer taraftan da orada Tatar kardeşlerimizin herhangi bir şekilde bütün bu çatışmalardan etkilenmemesi içinde her türlü tedbiri almaya gayret gösteriyoruz.

İSMET BERKAN - Sayın Bakanım, iki risk var galiba? Bir tanesi, başlamış gibi gözüken fili Rus işgalinin kalıcılaşması orada. İkincisi de, Kırım Tatarlarının, Ruslarla, Ukraynalılar arasında bir seçime zorlanması ya onu seç, ya bunu seç gibisinden bir seçime zorlanması siz bu risk alanlarını nasıl görüyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - İkisi de önemli risk alanlarıdır, birincisinin ortadan kalkması için yani mesela Abhazya, Gürcistan örneğinde bir örneğe dönüşmemesi için.

İSMET BERKAN - Değil mi? mesela Abhazya da kalıcı olduğu…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Dönüşmemesi için - mesela hiçbir Abhaz yetkili Tiflis’te bulunmadı geçmişte veya öyle bir ilişki doğamadı - Ukrayna’da Doğu Ukrayna’nın - dün ısrarla ben bunu söyledim - temsilcilerinin mutlaka hükümette olması lazım. Kırım’daki temsilcilerin Tatar, Rus, Ukrayna temsilcileri hükümette olmalı. Merkezi hükümette olurlarsa böyle bir parçalanma olmaz. Dün bütün diğer Dışişleri Bakanı arkadaşlarım da benim bu kanaatimi paylaştılar ve bu yönde çaba sarf edelim dediler. Nitekim ben dün gittim, bugün İngiliz Dışişleri Bakanı William Hague orada, yarın Kate Ashton orada, muhtemelen ertesi gün de Kerry Kiev’de olacak, yani benim ziyaretim sonrasında bir seri Avrupa’dan ve Amerika’dan ziyaret gerçekleşecek hep aynı tavsiyede bulunuyoruz. Eğer Kiev’deki Hükümet sadece Avrupa yanlısı Batı Ukraynalılardan oluşursa, Doğu Ukrayna’nın bu sefer başka bir şekilde dışlanmasının doğuracağı bir bölünme yaşanır. Bunu yani askeri gerilimi engelleyecek olan şey siyasal olarak katılımcı herkesin katıldığı bir şey. Ama şu anda fiilen askeri bir durum var bunu da görmemiz lazım. Yani Rusya’nın Kırım’a üs anlaşmasını da aşan bir şekilde Kırım’da aidiyeti meşkuk (Şüpheli) diyeyim, üzerinde üniformalarının sembolü olmayan ama herkesin bildiği oraya ancak o askeri mevcut Rusya üzerinden gidebilir, bu konuda da bütün ülkeler açık ve net bir tavır alma kararı aldık yani açık ve net bir tutum. Nitekim dün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi acil olarak toplandı. Gece onu takip ettim, geç vakte kadar sürdü bütün diğer ülkeler, Rusya dışındaki ülkeler açık bir şekilde Rusya’nın askeri birliklerinin ne nitelikte olursa olsun ve hangi ölçekte olursa olsun Ukrayna topraklarından çıkması gerektiği konusunda kesin bir mutabakat var. Bu çerçevede de hem G-8’in G-7 ülkesi yani geri kalan ülkeleri hem AGİT, hem NATO ve NATO’nun içinde de bildiğiniz gibi iki konsey daha var NUC ve NRC yani NATO-Ukrayna Konseyi ve NATO-Rusya Konseyi, her ikisi de toplantıya çağrıldı Pazartesi, Salı günü. Dolayısıyla, o askeri gerilimi de azaltacak ve Rusya’nın varolan askerlerini geri çekeceği dün Sayın Putin’in aldığı izninde yani asker kullanım izninin de gerek kalmayacağı bir konjonktürün yaratılması lazım, biz bunun için çabalıyoruz.

HATEM ETE - Vaktimiz sınırlı buradan Kıbrıs’a da geçelim isterseniz, Kıbrıs’ta uzun yıllardan sonra görüşmeler hareketlendi, çapraz görüşmeler başladı oradan nasıl bir süreç ilerliyor, ne bekliyoruz Kıbrıs meselesinden bir o başlığa da geçelim isterseniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Aslında o kadar yoğun bir dış politika, değişik kriz alanlarında kimi yerde olumlu, kimi yerde gerilimli süreçler işliyor ki, işte Bulgaristan’da, biliyorsunuz ondan önce Bulgaristan’daydım ve 2 hafta önce Bulgaristan’da Muradiye Camii’ne saldırı yapılmıştı, atak militanları tarafından o camiyi de dün ziyaret ettik. Bunu şunun için zikrediyorum: Donmuş krizler var yani bir şekilde müzakereye yürüyen, Kıbrıs gibi bir anda hareketlenen ayrı coğrafyalarda var hepsini bir arada yürütmek durumundayız. Ben Bulgaristan’da, Bulgaristan yöneticileriyle görüşme yapıp muhtemel riskle hem Türkiye’nin Bulgaristan’la stratejik iş birliğinin yeni zeminini konuşup, yeni Hükümetle konuşurken ve bu ırkçı tehlikeler karşısında ortak tavır ki hepsi gösterdiler Bulgaristan Cumhurbaşkanı, Başbakanı çok ve Meclis Başkanı çok açık ve net bir tavır sergilediler.

O görüşmeler sürerken Ankara’da bir başka görüşme yürüyordu. O da Müsteşarımız Sayın Sinirlioğlu ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Müzakerecisi Mavroyannis Ankara’da yaptığı görüşme, paralelinde de Atina’da bir görüşme vardı o da Kudret Bey’in Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Müzakerecisinin Atina’da Yunanistan Dışişleri Bakanı Müsteşarıyla yaptığı görüşme. Bu çok tarihi bir adım yani bunun önemi ileri de çok fark edilecek. Şimdiye kadar hep Ada’da müzakereler yürürken Türkiye ve Yunanistan genellikle tarafları tek yönlü teşvik eden veya bazen de tek yönlü engel çıkaran taraf gibi görülüyordu yani Türkiye Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle konuşuyor, Yunanistan Kıbrıs Rum Yönetimiyle, ama hiçbir zaman bir Türk yetkili Güney Kıbrıs Yönetiminin görüşünü doğrudan dinlememiş, Kıbrıs Rum Yönetimi yetkilisi de bizden dinlememişti. Aynı şekilde hiçbir zaman - ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için bu daha da önemlidir en azından Güney Kıbrıs Rum Yönetimini uluslararası platformlarda temsil imkanı değerlendiriyorlar - ilk defa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti temsilcisi de Atina’da kendi görüşünü anlatma imkanı buldu. Bunun iyi neticesinin ötesinde anlamı var ve biz bunu Sayın Venizelos’la Eylül ayındaki baş başa görüşmemizde bir mutabakata bağladığımız zaman - açıkçası bu benim teklifimdi ve hatta daha ileri tekliflerde de bulunmuştum o zaman beraber Ada’ya gidip Güney’de ve Kuzey’de görüşmek bu ziyaretin en üst düzeyde olması yani liderler düzeyinde çapraz ziyaret, müzakereciler düzeyinde olsa bile siyasilerin kabul etmesi bütün bunları masaya koyarak mesele hepimizin pozitif bir şekilde Ada’da barışı sağlayacak her konuyu, eteğimizdeki her taşı dökmemiz. Yunanistan bu yönü, Sayın dostum Venizelos şu anki yöntemi uygun buldu biz de evet dedik. Ama buradan ümit ederiz ki buradan ileriye doğru gitsin, bir kere bu ziyaretler devam etsin ve mümkünse ileri de siyasiler düzeyinde görüşmeler yapılsın böylece bir kere Doğu Akdeniz’de herkesin herkesle görüşebildiği bir konjonktür doğsun.

HATEM ETE - Netice almaya daha yakınız biliyor musunuz bu şeylerden sonra.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Tabii bir kere ortaya konan metin yani aylarca müzakere edilen, benim de muhataplarımla müzakere ettiğim yani İngiltere’yle, Yunanistan’la Birleşmiş Milletlerle ve ayrıca Ada’ya giderek bir gün boyu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bütün yetkililerle, bütün siyasilerle oturup çalıştığımız bir müzakere metni ortaya çıktı. Bu metin 40 yıllık müzakerelerinin belki de omurgası olabilecek bir metin. İçinde efradını cami ağyarını mani derdi eski deyişe göre her şeyi olan bütün unsurlar var, bütün iki tarafında önem verdiği unsurlar. O müzakere zemini üzerinde yol alabiliriz, eksik olan siyasi iradeydi. Siyasi irade de şekillenmeye başlandı. Tek kaygı verici gelişme Güney Kıbrıs Rum Yönetiminde koalisyonun çatlamasına giden süreç oldu işte mesela DİKO’nun tutumu dolayısıyla, ama bu zorlukların olacağını herkesin başta da görmesi gerekir. Barış isteyenler ümit ederim kazanır gerek Güney’de, gerek Kuzey’de gerek Türkiye ve Yunanistan’ın da katkılarıyla Doğu Akdeniz’e bir barışın bu barışın bir barış atmosferinin gelmesi eminim birçok başka kriz alanını da barış yönünde tetikleyecektir.

TAHA ÖZHAN - Netice alacağınız temennisi ve barış temennisiyle bir ara verelim isterseniz.

Kısa bir aradan sonra yeniden Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla beraber olacağız.

(Reklam Arası)

TAHA ÖZHAN - Efendim, merhabalar bir aradan sonra yeniden Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’yla beraberiz. Suriye’ye muhakkak gelecektir Kırım’daki gelişmeler tabi daha sıcak gelişmeler. Çok tekrara girecek belki ama, yani Suriye’de en son neredeyiz en azından şöyle bir konuşmak istiyorum, ardından içerideki gelişmelere geçersek iyi olacak ve Cenevre sonrası özellikle.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Şöyle bir bakarsak etrafımıza ona dikkatinizi çekmek isterim Türkiye’nin etrafında ve hemen yakın komşuların ötesinde ki havzalarda tabiri caizse bir ateş çemberi var, büyük istikrarsızlıklar, iniş çıkışlar yaşanıyor.

İşte son - herkes Suriye’yle yoğunlaşmışken - Irak’taki terör olayları ve seçim konuları var, Lübnan’da Hükümetin yeni bir Hükümet kurulma süreci 1 yıldır neredeyse hükümetsizlik vardı Lübnan’da. Libya’da büyük bir güvenlik problemi var ki işte Çarşamba günü Libya’yla ilgili Roma’da bir temas grubu toplantısı yapacağız. Mısır’da bir belirsizlik hali böyle bir kuşak etrafımızda Bosna’daki gelişmelerle, Balkanlara sıçrama ihtimali bir anda Ukrayna’da patlak verdi. Böyle taşların yerine oturmamış olmasından kaynaklanan olağanüstü bir istikrarsızlık ve güvensizlik ortamının merkezinde şu anda Suriye ve aslında Suriye’deki gelişmeler maalesef ben onu ısrarla söylüyorum eğer tüm bu bölgelerde, bu hareketlenmede negatif yönde seyir olmuşsa bunda Suriye’deki gelişmelerin büyük payı oldu, biraz önce de zikrettiğim gibi uluslararası sistem bir krizi çözemezse hele hele bu kriz bir insani trajedi haline almasına rağmen çözememişse bir anda bütün yerel faktörler hareketlenebiliyor. Kimisi zorunlu şekilde dinamik, kimisi de yönlendirilmiş şekilde yani birilerinin kaos çıkarması, mezhep çatışması çıkarması arzusuyla hareketleniyor. O bakımdan bu dengelerin yerine oturmasında yine Suriye’nin merkezi bir konumu olacak yani Suriye’de eğer uluslararası sistem bir süreci, geçiş sürecini ve bu katliamları durdurmayı başaracak bir aktif tutum alırsa diğer bölgeleri de bu etkiler, aksi takdirde her yerde bu krizler yaygınlaşabilir. Bu açıdan bakıldığında maalesef Cenevre 2 beklenen sonuçları doğurmadı bunu tespit etmek zorundayız. İki raunt halinde yapılan görüşmelerde temel bir prensibe riayet edilmediği için bir netice alınamadı.

Bu temel prensipte şu: Eğer bir müzakere olacaksa bir müzakere çerçevesinin ve zeminin müzakere öncesinde tespit edilmesi ve taraflarca kabul görmesi lazım. Oraya gittiğimizde zaten Montrö’de ilk toplantı yapıldığında bizlerin de katıldığı, bu açık bir şekilde ortaya çıkmıştı. Bir taraf rejim konuştu ve tek bir referans yapmadı Cenevre 1’e, yani Cenevre 2 diyoruz, Cenevre 1’in bir metni var bu metin bir geçiş hükümeti kurulmasını söylüyor rejim temsilcisi Velid Muallim konuşurken Cenevre 1’e tek bir atıf yapmadı, geçiş hükümetine de Ulusal Birlik Hükümetine de atıf yapmadı. Halbuki muhalefet koalisyon lideri Ahmed El Jarba konuşurken bütün atfını onun üzerine oturttu. Şimdi bu tablo tabii birçok negatif yön ile neticelenmesine rağmen belki tek pozitif yönü o zamana kadar siyasi çözüm arzu ettiğini ifade eden ve Cenevre’ye geleceğini söyleyen rejimin aslında siyasi çözüm değil de, siyasi çözüm görüntüsünde, müzakere görüntüsünde bir oyalama devam ederken alanda varil bombalarıyla, her türlü insafsız silahla bir tasfiye hareketini taktiği ortaya koyduğunu gösterdi. Muhalefet de beklenenin aksine bir geçişi öngören her türlü siyasi müzakereye hazır olduğunu, bunun için defansif bir mücadele olduğunu ortaya koydu ve son Cenevre 2’den bu yana gelişmeler ki bundan sonra alacağı şey bugün burada da Ahmed El Carba’yla bir görüşmem olacak, alacağı seyrin dışında - alanda da bu arada 2-3 aylık bir gelişme itibariyle söylüyorum - daha önce bizim istihbari olarak bildiğimiz, ama dünyanın daha fark edemediği bir ilişki de çok bariz bir şekilde ortaya çıktı. Bu da rejimle IŞİD arasında El-Kaide bağlantılı gruplar arasındaki irtibat, biz bunu hep söylüyorduk ve rejimin aslında El-Kaide’yi ortaya çıkartarak, ona yardımcı olarak kendini meşrulaştırmak istediğini ve bu El-Kaide unsurlarının ya Suriye’de yetiştirilmiş olduğunu ve Suriye hapishanelerinden çıktığını ya da Irak hapishanelerinden geldiğini söylüyorduk. Buna mukabil Türkiye’de maalesef bazı uzantıların olduğu bir başka çevre ise bu unsurların Türkiye’den geçtiği gibi son derece mesnetsiz bir iddia ileri sürüyorlardı, ama ortaya çıktı ki son birkaç aylık çatışmalar özellikle Aralık ayından bu yana rejim ile IŞİD-El-Kaide açık bir ittifak içinde birbirlerine saldırmıyorlar, birbirlerine dokunmuyorlar, rejim hiçbir İŞID mevziini bombalamıyor, İŞID’de hiçbir rejim unsuruna saldırmıyor. Aksine rejim Özgür Suriye Ordusu mevziilerini bombalıyor, İŞID’de bombalanan yerlere girmeye çalışıyor, bu tabloda rejimin meşruiyetini tümüyle artık yitirdiğini ortaya koydu artık bu saklanamaz bir gerçek.

Son dönemde sınırlarımızda çok ciddi bir kriz hali vardı açık söyleyeyim 911 kilometrelik sınırımızda rejimle, İŞID arasındaki bir işbirliğinden kaynaklanan bir güvenlik riski ortaya çıkmıştır. Son olarak Sayın Başbakanımızın Başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığında yaptığımız dış güvenlik toplantısında bütün bu konuları ele aldık. Türkiye’nin sınır güvenliğini, sadece Suriye değil, Irak ve diğer alanlardaki sınır güvenliğini konularını ele aldık çünkü, özellikle Suriye’de kapıların işte Öncüpınar Kapısı’nda yaşanan gelişmeler gibi daha önce Çobanbey’de Türkmenlere karşı, önce rejim bombaladı Türkmenleri, daha sonra İŞID harekete geçti. Bu arada birileri de Türkiye içinde, Türkmenlere giden yardımları kesmek için harekete geçti. Neredeyse koordineli bir şekilde, aynı günlerde ve o hafta içinde biz Çobanbey’i kaybettik. Şimdi bu tablodan sonra son 1 hafta içinde Özgür Suriye Ordusu’nun son derece iyi bir mücadeleyle özellikle Halep ile Türkiye sınırı arasındaki bölgede Azaz’da, Çobanbey’de İŞID güçlerini geri çekilmek zorunda bırakılması olumlu bir gelişmedir. Son birkaç gündür IŞİD Rakka’ya doğru geri çekiliyor, bizim sınırımızdan biraz daha uzağına doğru geri çekiliyor, bu olumlu bir gelişmedir.
Bizim için şu anda Suriye’de 3 konu önemlidir, en asli konu sınır güvenliğimiz ve bütün bu ateş çemberinin ortasında Türkiye’nin kendi iç güvenliğini korumak yani tahkim eden ve bu ateş çemberinin içinden güçlenerek çıkmasını sağlayacak şekilde sınır güvenliğimizin temin edilmesi. Türk Silahlı Kuvvetlerine bu konuda gerekli bütün yetkiler verilmiştir. MİT Müsteşarlığımız bir taraftan içeride kendilerine dönük bu olumsuz operasyonlara rağmen son derece başarılı bir şekilde bu tehdidin Türkiye sınırına gelmemesi için olağanüstü bir çaba sarf ediyor. Harici olarak bizler Dışişleri Bakanlığı olarak, dünyanın her yerinde Türkiye’nin ulusal güvenliği konusunu gündeme getiriyoruz, son bazı görüşmelerimde ben bilerek ve bilinçli bir şekilde muhataplarıma şunu söylüyorum: Türkiye’nin önceliklerini sıralarsak birinci önceliği kendi ulusal güvenliğidir, ikinci önceliği kendi ulusal güvenliğidir, üçüncü önceliği yine kendi ulusal güvenliğidir bu hale getirdiniz maalesef sınırı uluslararası sistem atıl kalarak bu sonucu doğuran bir şey ortaya çıkardı.

Tabii, Türkiye için ikinci önemli unsur insani durum. Elimizden gelen ve dünyada ileride mülteciler tarihini, mülteci politikaları tarihini yazanların bir altın sayfa olarak yazacağı ve bunu da Birleşmiş Milletler yetkilileri bize söylüyor. Standartların değiştiği bir mülteciler politikası takip ettik bununda onuru Türk halkına Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Hükümetimize aittir, bütünüyle hepimize aittir. Türkiye’nin mülteci politikası tarihe altın harflerle geçmiştir. 700 bin kişiyi barındırıyoruz ve halkımızın o derin irfanı sebebiyle hiçbir yerde dikkat ederseniz mültecilerle vatandaşlarımız arasında sıkıntı yok - bunların (mültecilerin) 500 bini halk arasında yaşıyor. Geçen Kilis Milletvekilimizle görmüştüm Kilis’te nüfus neredeyse 3’te 1’i onlardan oluşuyor, ama bizim o halkımızın irfanı maalesef muhalefetin ve diğerlerinin irfanından çok daha ileride ve derin olduğu için bir çatışma olmadan halk bunu absorbe edebiliyor. Güçlü bir devlet ve alt yapısı olduğu için 220 bin kamplarda en iyi şekilde idare ediyor.

Üçüncüsü de, Suriye devletinin toprak bütünlüğünü - aynen Ukrayna gibi Kırım benzeri veya başka bir şekilde defacto herhangi bir müdahaleye yol açmadan -birliğini, beraberliğini koruması, yani nasıl Kırım’a giren Rus birliklerinin müdahalesi yanlışsa, uluslararası hukuka ayrı bir müdahaleyse Suriye’ye gelen Hizbullah güçleri de veya yabancı unsurların hepsi de bir müdahaledir. Genellikle yabancı unsurlar denince içeride oraya giden El-Kaide unsurları hep akla geliyor. Bunlar önemlidir, bunlar mutlaka dışarı çıkmalı ama bunlar devlet unsurları, düzenli unsurları değil. Bunlara karşı mücadele verilmiyor ama bir de düzenli unsur olarak orada bulunan ve Suriye rejimini destekleyen unsurlar var, bunların da terk etmesi ve Suriye halkının kendi kaderini tayin etmesi gerekiyor.

TAHA ÖZHAN - Ulusal güvenlikten geçebilirsek isterseniz...

HATEM ETE - Seçime günler kaldı bir aydan bir az bir zaman kaldı bütün meydanların ortak gündemi bu 17 Aralık operasyonu sonrasında gelişen siyasi kriz bir nevi. Bunun bir yönü de yani hemen 17 Aralık’tan bir iki hafta sonra dış politikaya yansıyan yönüyle de ortaya çıktı tırların durdurulması Adana örneğinde, Hatay örneğinde olduğu gibi. Siz bütün bu 2,5 aylık sürede yaşadığımız bu meseleleri birkaç defa konuşurken bir dış politika bağlamıyla ihanet kavramıyla da nitelendirdiniz ihanet suçlamasıyla da nitelendirdiniz. Bir genel çerçeve çizerseniz neyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorsunuz bütün bu bağlamda düşündüğünüzde?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Şimdi yine birkaç farklı yönüyle olayın ortaya konulması gerektiğini düşünüyorum. Birbirinden bağımsız olarak seyretmiş olaylar ayrı zamanlarda olmuş olsaydı bir bütün içinde ulusal güvenlik meselesi olarak algılanmayabilirdi. Diyelim gerçekten bir yolsuzluk soruşturması varsa bu 1 sene önce, 1,5 senedir takip ediliyorsa, 6 ay önce olmuş olsaydı, 8 ay önce birbirinden bağımsız dosyalar halinde yürütülmüş olsaydı buna mukabil diyelim tırlara dönük operasyon veya Türkiye’nin Bosna’ya yaptığı yardım başka günlerde gelseydi bunları bir paket olarak görmek mümkün olmayabilirdi. Her birini tek tek değerlendirirdiniz, ama 2-3 aya sıkıştırılmış bir şekilde bütün bunlar neredeyse Türkiye’de bir yönetim krizi var, Türkiye’de bir devlet krizi var, Türkiye uluslararası toplumu rahatsız eden unsurları destekleyen bir politika takip ediyor görüntüsü verecek şekilde arka arkaya gündeme geldi mi kimse bize “bu sıradan bir yolsuzluk soruşturmasıyken bunu örtmeye çalışıyorsunuz” gibi bir iddiayla gelemez. Bizleri tanıyanlar bilirler, yolsuzlukla ilgili ne varsa bizim şahıslarımızla ilgili her şey tetkik edilsin. Bakın burada çok açık söylüyorum, eğer 1 gram yolsuzluğa tahammül göstereceksek veya bir tolerans göstereceksek bu siyasetin hatta var oluşumuzun dünyadaki var oluşumuzun anlamı kalmaz. Etik boyutu olmayan hiçbir siyaset kalıcı olamaz, etik boyutu olmayan, ahlaki boyutu olmayan hiçbir eylemin meşruiyeti yoktur kim yaparsa yapsın. Bu bensem bu da söylensin, ama açık ve net delillerle ortaya konsun. Bundan hani öyle bir intiba kimse edinilmemeli, acaba bir şey kaçırılıyor mu? Şeffaflık konusunda ne tedbir alınması gerekiyorsa 10 yıl içinde aslında Türkiye’de şeffaflık konusunda son derece ileri aşamalara gidildi. Daha da ilerisine gidelim bütün bunlar anlaşılır bizim de zaten benimsediğimiz ilkeler. Allah her zaman söylüyorum bu boğazdan bir lokma haram geçireceğine bizi aç bıraksın veya bu boğazı bu bedenden ayırsın dedim bir toplantıda. Gerçekten bunu samimiyetle söylüyorum, hepimiz bu konuda hassasiyet gösteriyoruz. Bunu bir ahlaki erdem, üstünlük gibi anlatmıyorum yanlış anlaşılmasın bu bizim doğal hayatımızın bu olması gerektiği için anlatıyorum. Resmi görüşmelerimi yaptığım 3 katın dışında benim kaldığım tek 1,5 katlık kütüphanemin ve ailemin kaldığı yere giren her nesnenin ayrı hesabı tutulur ve birkaç misliyle ödenerek böyle bir usulsüzlük olmasın veya bir ahlaki zaafı kendimize anlatamayacağımız şeyi başkasına anlatamayız, bu anlamda tutumumuz açık ve nettir ne varsa ortaya konsun, ama buradan hareketle aynı günlerde Başbakanın kriptolu telefonları dinleniyorsa, bütün bunların ötesinde bu bir ulusal güvenlik meselesidir. Ben o kriptolu telefondan Başbakanımızla en kritik zamanlarda ne görüşmeler yaptığım da şimdi zihnimde geriye sarıp düşünüyorum. Uçağımız düşürüldüğünde kriptolu telefonla Suriye’nin uçağı düşürdüğünde alınacak tedbirleri Genelkurmay Başkanımızla konuştuktan sonra Başbakanımıza ben aktardım. Akçakale olayı olduğunda Başbakanımız yine acil toplantıya gelmeden önce ilk bilgileri biz aktardık. Mavi Marmara olduğunda, kriptolu o zaman tam devrede değildi, ben New York’tan Başbakanımızı Şili’den arayarak hangi politikalarımızı takip edeceğimizi söyledik. Rusya’dan gelen Suriye uçağı ineceğinde, yani Ankara’ya indirildiğinde ben Atina’daydım, Başbakanımızla Atina’dan uçağın indirilmesi ve aranması konusundaki kritik kararı aldık ve bu saatlerle, dakikalarla önem taşıyan kararlar.

Ben geçen bir yerde zikrettim, burada altını çizerek söylüyorum; ben bu konuşmaları yaparken Sayın Başbakanımızla, ağzımdan çıkan kelimeyi kendi kulağımdan kıskanıyordum, ola ki o zihinde kalır da bir gün yanlış kullanılır diye. Eminim birçok bakanımız, başbakan yardımcımız, Sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız da, kritik bürokratlar, MİT Müsteşarımız da Başbakanımızla benzer çok sayıda görüşme yaptı. Öncelikli soru bu; benim kulağımdan kıskandığım bir sözü hangi hakla ve nereden aldığı yetkiyle üçüncü şahıs dinleyebiliyor? Ve bu şahıs Türkiye’nin stratejik konum itibarıyla hiçbir bilgiye sahip değil, bu bilgiyi nerede kullanacağını, , ne hakla, hangi yetkiyle bu bilgiye elde edebiliyor? Ben bunu sormak hakkına sahibim, herkes bunu sormalı.

Eğer Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı bunu sormuyorsa, şu demektir: Hiçbir zaman başbakan olmayı ümit etmiyor demek ki. Çünkü, yarın başbakan olduğunda da kendisi de dinlenecek. Olma ihtimalini ben görmüyorum ama, diyelim böyle bir ümidi varsa, kendisinin de dinleneceği bir şey bu.

Allah aşkına, bunu ne mazur gösterebilir, ne mazur gösterebilir bunu?

Ben şimdi bu telefon görüşmelerini - ki hepimiz dünyanın değişik yerlerinde olabiliyoruz. Her zaman yüz yüze görüşemiyoruz. Sayın Başbakanımızla dün gece, saat 12 civarıydı, Ukrayna’daki bütün temasları ve yapılması gereken hususları telefonda aktarabildim. Kendisi Ankara’da, ben İstanbul’dayım, Ukrayna’dan gelmişim. Kritik anlarda yurtdışından görüşüyoruz. Şimdi biz aramızda yeni bir dil mi geliştireceğiz, yeni bir kod mu geliştireceğiz, şifre mi geliştireceğiz ki devlet sırlarını muhafaza edebilelim? Ama gerçekten bunun izah edilir bir tarafı yok. Bunun tartışılması, bu bir ulusal güvenlik meselesidir derken ben, bunu kastediyordum.

Diyelim siyasi olarak bizim hayatımız kamuoyunun önünde, her türlü dosya açılabilir hakkımızda, biz de savunuruz kendimizi. Ama bizim kişiliklerimizin ötesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekası ve bu milletin geleceği, gelecek nesillerin huzuru söz konusuysa burada taviz veremeyiz. Kimse bunu tecviz edemez.

Ayrıca dinleme listelerine bakıyorsunuz bütün danışmanlarımız dinlenmiş. Nereden dinliyorsunuz, ne hakla dinliyorsunuz? Hangi suçu işlemiş bu insanlar da - benim danışmanlarım da dinlenmiş - hangi suçu işlemiş de siz dinleme kararı alıyorsunuz? Ve oradan hareketle son derece uydurma, Selam Örgütüydü, falan örgütüydü, filan örgütüydü.

Biz selamı bir tek Allah’ın selamında biliriz, başka yerde bilmeyiz ve birbirimize muhabbetle selam verdiğimizde biliriz.

Şimdi buradan hareketle, beni dinlememişlerse, danışmanlarımızı dinliyorlar veya bir başka bakanımızı dinliyor, MİT Müsteşarımızı dinliyor ve bu bir anda arka arkaya paket halinde önümüze servis ediliyor.

HATEM ETE - Gerekçesi, motivasyonu ne olabilir yani.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Tabii. Ayrıca, bu telefonlarda ben yine çok sayıda muhatabımla, dün işte 1,5 saat 9 bakanla görüşme yaptım. Kimin yetkisindedir benim bu görüşmelerimi dinlemek? Kim hangi hakla dinleyebilir? Belki o görüşmede biz ertesi gün atacağımız adımla ilgili kritik bir şey konuştuk. Ben de o görüşmeden 10 dakika sonra Başbakanımızla görüştüm, belki de ben Başbakanımızdan bir onay aldım Kırım’daki bir gelişmeyle ilgili, bir politikayla ilgili. Bunu 3’üncü bir kişi dinleyip, bir yerde kötü niyetli olmasa bile, aktarsa, ki kötü niyetli de olabilir, bunun hesabını kim verecek? Bu devletin sırrı olmayacak mı?

Bir kere hepimizin temel ilkelerde bulaşması lazım. Ben buna çok üzülüyorum, standart kaybı oldu ülkede. Yani hepimizin çıkıp, ki diyoruz biz, yolsuzluklara karşı mücadele siyasetin temelidir, ta 12 yıl önce AK Parti kurulduğunda bu zikredilmişti Başbakanımız tarafından, 3-Y denilen. Şimdi de ne gerekiyorsa hep beraber oturalım, muhtemel şeffaflık alanlarıyla neyse konuşalım, muhalefet bunu söylesin gerekiyorsa. Ama aynı zamanda, yani siyasetin ahlaki boyutu böyle konuşurken sonra da şu denmesi lazım ki; hiçbir örgüt, hiçbir kişi, hiçbir kurum bu devletin mahremiyeti gerektiren konular da dahil olan hususlarda böylesine milli güvenliği, ulusal güvenliği tehdit altına alan bir yapılanma içine giremez. Yapılanma diyorum, çünkü bir tek ferdi meseleden bahsetmiyoruz, bir yapılanma var.

Biz 2 sene olmuş Bosna’ya kredi yardımı yapalı; niye şimdi getiriyorsunuz?
Somali’ye yardımı 1,5 senedir yapıyoruz, 2 senedir yapıyoruz her türlü; niye şimdi getiriyorsunuz? Ne demek isteniyor?

Türkiye’nin son dönemde dış politika, ekonomik etki alanı olağanüstü genişledi, herkes bunu görüyor. Ve dış dünyada da belli konular olduğunda Türkiye’ye dönüp yardım bekleyen çok geniş bir kesim oluştu. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde kriz olur, bizim halkımızın da beklentileri yükseldi, bir anda bana onlarca, yüzlerce tweet gelir, Sayın Bakanım, ne yapıyoruz Orta Afrika Cumhuriyeti’yle? Sanki Türkiye’nin kapı komşusu. Ama oradaki krizle ilgili bize bu talep geliyorsa, bu demektir halkın bilinci bu anlamda artmış küresel olaylarla ilgili.

Ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne mesela yine, evvelsi gün oldu, özel bir heyet gönderdik Afrika Genel Müdürümüz Başkanlığında ve bu heyet AFAD’la birlikte, TİKA’yla birlikte Orta Afrika’da oradaki Bangui’den kaçan Müslümanların meselelerini çözmek için ve diğer konularla ilgilenmek üzere ilk temasları yaptı. Ben de ilk fırsatta Orta Afrika Cumhuriyeti’ne gideceğim.

Şimdi bir taraftan Orta Afrika Cumhuriyeti, bir taraftan Kırım, aynı gün Bulgaristan’da Muradiye Camii’nde bulunmanız lazım ki oradaki soydaşlar o camiye yapılan -ki Sultan Murat’ın bize emanetidir- saldırı sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanını orada görecek. Ve bir taraftan Suriye’yle ilgileneceksiniz. Geçen hafta Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye Dışişleri Bakanları toplantısı yapacaksınız, önümüzdeki hafta da Türkiye-İran-Azerbaycan, yani bütün bu coğrafyada politika yürütüyorsunuz.

Şimdi bu beklentiler, bu ümitler, bu ülkeye dönük bu ümitleri kırmaya kimin hakkı var? Devlet mekanizmamız zayıflasa, biz içeriye dönsek; ki böyle isteniyor, yani o sonuca ulaştım, yani Türkiye’nin bu alanlardan çekilip kendi iç gerilimlerine hapsedilmek isteniyor. İşte buraya geldiğinde bu bir ulusal güvenlik meseledir artık.

İSMET BERKAN - Arka planda bu yapılanmanın kendine ait bir dış politikası olduğunu düşünüyor musunuz ya da böyle bir mega hedefi var, o hedefe doğru mu götürmek istiyor, onu mu düşünüyoruz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Yayınları takip ettiğimizde biz bunu önce samimi eleştiriler olarak gördük, yani dış politikaya dönük. Mesela Türkiye Suriye’de mücadele ediyor, kime karşı mücadele ediyor? Yani Suriye’deki rejime karşı halkın yanında ve doğal olarak bu mücadele, yani İran’la başka alanlarda dostluğumuz olabilir ama, Suriye’de İran’la karşı karşıyayız. Yani bunu İran’la da oturup konuştuğumuz için söylüyorum, yani açık bir şekilde, politikalarımız farklı, bunu nasıl giderebiliriz diye de konuşuyoruz, bu 3 senedir böyle.
Ama belli yayın organlarını ve bu yayın organlarının dışarıdaki irtibatlı yayın faaliyetlerini takip ettiğinizde, Türkiye’yle İran’ı - ki neredeyse dizilere de komik bir şekilde yansıyan haliyle - sanki Türkiye’deki yönetim İran’la işbirliği içinde.

Peki, 3 senedir Suriye politikasının niye arkasında durmuyorsunuz o zaman? Niye Türkiye Suriye’de İran’ın yanında yer alan bir rejime karşı halkı destekliyorsa, peki Suriye politikamızın yanında yayınladığınız tek bir makale var mı? Hayır. Hem Suriye politikasında El-Kaide’yi desteklemekle suçlanacağız, hem de İran adına davranmakla suçlanacağız.

MİT Müsteşarımızla ilgili en trajikomik analiz buydu. Bu yurt dışında, ismini vermeyim, bir yayın organında aynen yer aldığı gibi, yurt içinde de, yine ismini vermeyeyim, başka bazı yayın organlarında da aynı şekilde yer aldı.

Şunu herkesin görmesi lazım: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsil eden bizler bağımsız politika takip ederiz. Bir konuda İran’la, nükleer müzakereler konusunda İran’la müzakere ederek, işbirliği yaparak, İran ve P5+1’le çözüm bulmaya çalışırız, ama başka bir yerde yanlış yaptığını düşündüğümüzde İran’ın ona karşı da en kararlı duruşu sergileriz. Bu Amerika için de geçerlidir, NATO müttefikimizdir, her yerde beraber istişare ederiz, ama farklı düşündüğümüzde de bunu söylemekten geri durmayız, Filistin konusunda olduğu gibi. Rusya’yla en yoğun ekonomik ilişkilere gireriz, ama Suriye konusunda olduğu gibi farklı düşündüğümüzde de Türkiye olarak kendi tavrımızı koyarız.

Bu anlaşılmadığı için karşıda Türkiye’yi, bizi yıpratmak isteyenler, bu sefer birbirinden alakasız konuları irtibatlandırarak… Hani bir dış politika şeyi var mı dediğinizde benim gördüğüm, bu çevrelerin, bir kişiyi kastetmiyorum, tek bir çevreyi demiyorum, uluslararası ve içerideki, Türkiye’nin yayıldığı bu geniş alanlardan, bu alanların her birini töhmet altına bırakarak, eskiden olduğu gibi kontrol edilebilir dış politika alanlarına geri çekilmemiz isteniyor.

Kontrol edilebilir dış politika alanı şudur: İşte Ortadoğu politikalarında önce bakacaksınız Amerika ne yapıyor, İsrail ne yapıyor, şu ülkeler ne yapıyor, sonra uygun bir politika belirleyeceksiniz. Balkanlarda şunları şunları rahatsız etmeden, ne yapılır? Bu değil, biz ahlaki ve stratejik bir dış politika takip ederken önce kendi pozisyonunuza bakarız ve onu belirleriz, İsrail’e karşı çıkmak gerektiği yerde karşı çıkarız, geçmişte olduğu gibi İsrail’le Suriye arasında müzakere yapmak ve barış yolunu açmak gerektiğinde açarız. Ama total bir şey oluşturmak isteniyor, Türkiye şu grup ülkelere karşı, şu ülkelerin yanında. O zaman siz de şu ülkelere karşı o ülkelerin yanında mısınız? Yani total bir tablo çizdiğinizde aslında maalesef yapılmak istenen şey, oluşturulmak istenen algı ortaya konuyor. Bu gerçekten çok üzüntü verici.
Ben bu yayınları yapan yazarların çoğunu şahsen de tanırım ve geçmişte birçok kereler şahsi hukukumuzun da olduğu kimseler. O derece çelişkili bir dille ve çelişkili örneklerle üzerimize gelindi ki aynı sayfada, aynı gazetede. Halbuki, Türkiye yükseliyor, Türkiye’nin dış politikada etki alanının genişlemesinden herkes hisse yab oluyor eski tabiriyle, bu yazıyı yazanlar da hisse yab oluyor.

Şimdi çok sık söyleniyor, yurt dışındaki okullar, vesaire. Hepimiz destek verdik, doğru olan şeye destek veririz, Sayın Başbakanımız destek verdi, Cumhurbaşkanımız destek verdi, ben verdim. Tek bir mesele yok ki gelip bize aktarılmamış ve çözüm bulunmamış olsun. Ama siz yıllarca neredeyse sadece bir odaktan bakarak bu dış politikaya eleştiri getirirseniz, sonra da bütün bu olayları birbirinden alakasız ve Türkiye’yi, bizleri töhmet altında bırakacak şekilde tır operasyonunda olduğu gibi bir operasyon yöneltirseniz, arka arkaya gelirse bu… Hele hele açıkçası benim şey dediğim noktayı, ne diyeyim, psikolojik eşiğin geçildiği yer, Bosna kredileri dolayısıyla benim de, Sayın Babacan’ın da, yani bu insanların suçlanması, Hükümetin suçlanması. Bu kadar ahlaki bir konuda bile suçlanıyorsak, artık burada akıl kalmamış demektir, yani akli bir analiz, bir iyi niyet eleştirisi kalmamış demektir.

O zaman şimdi herkesin bütün bu acı tecrübelerden sonra da başını iki elinin arasına alıp düşünme vaktidir. Bu devlet bizim devletimiz, bu devletin itibarını korumak bizim meselemizdir.

Ben memur değildim, resmi bir görevim yoktu, 28 Şubat’ta olağanüstü çile çektik, akademisyen olarak çektim, eşim başörtülü olduğu için çekti, kızlarımız çekti, ama yurt dışında bir tek yerde bu ülke aleyhine tek bir cümle sarf etmedim. Burada mücadelemi veririm, ama dışarıya çıktığımızda eleştiriyi akademik özgürlük içinde yaparız ama, bu ülkenin itibarını korumak benim bir vatandaş olarak görevim, aynı şekilde bu ülkenin itibarını korumak bu ülkenin savcılarının görevi, bu ülkenin yazarlarının görevi. Eleştiri ayrı şey, itibar katliamı ayrı şey; son yapılan MİT operasyonuyla, Bosna’yla, Somali’yle yapılan şey itibar katliamadır. Ve bizim itibarımız da değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve bu halkın itibarı katlediliyor. Buna sessiz kalmamızı kimse beklemesin. Yolsuzluklar ve diğer hususlarsa, onları her zaman açık yüreklilikle konuşur, ne gerekiyorsa hep beraber adım atmaya hazır oluruz.

TAHA ÖZHAN - Sayın Bakanım, süremiz de bitti, teşekkür ederiz. Son mesajlarınızla isterseniz bitirelim.

Siz de hem bir taraftan dışarıdaki ziyaretler, hem de seçim maratonun içerisine artık…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU - Evet, bir taraftan da iç vilayet ziyaretleri var.

TAHA ÖZHAN - Allah yardımcımınız olsun diyerek ben tekrar teşekkür edip bitirmek isterim.

Efendim, Sayın Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu’yla beraberdik, kırımla başladık, Kıbrıs’ı konuştuk, Suriye’yi konuştuk, diğer başlıklara ufak ufak değindik, en son da iç siyasetteki bu paralel yapı tartışmalarına girdik.

Haftaya tekrar görüşmek üzere iyi hafta sonları.