SUNUCU- Efendim iyi akşamlar, TRT Haber ekranlarına hoş geldiniz. Özel Röportajla karşınızdayız. Çok kıymetli bir isim konuğumuz bu akşam, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan.
Sayın Fidan, hoş geldiniz yayınımıza.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ediyorum, hoş bulduk.
SUNUCU- Türkiye’nin ve dünyanın bu yoğun gündeminde zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Zaten teşekkür ediyorum ama yoğun olmayan gündem var mı ya da gündemin yoğun olmadığı bir zaman var mı? Öyle başlayayım.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Türkiye bulunduğu coğrafya itibariyle ve Cumhurbaşkanımızın liderliğinde giden dış politika faaliyetimize baktığımız zaman yoğun olmayan herhangi bir günümüzün olması mümkün değil, bu yoğunluk hep vardı ve var olmaya devam edecek, ama önemli olan buradan verimli şeylerin çıkması, başarı hikayelerinin çıkması.
SUNUCU- Evet, o zaman Sumud Filosuyla başlamak istiyoruz Sayın Bakanım. Gazze’ye umut olmak, vicdanlara seslenmek, algı duvarlarını yıkmak, kırmak, o ablukaları yok etmek için Küresel Sumud Filosu yola çıktı, tamamen sivil hassasiyetlerle. Ancak, özellikle uluslararası sularda doğrudan İsrail’in saldırısına uğradı. Türkiye hemen devreye girdi, büyük bir başarıyla, 36’sı Türk vatandaşı olmak üzere 137 aktivisti İsrail’den tahliye ettik. Sadece Türk vatandaşları yok, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Fas, İtalya, Kuveyt, Libya, Malezya, Moritanya, İsveç, Tunus ve Ürdün. Onlar da tahliye edildiler. Nasıl işlerdi bu süreç? Bizim rolümüz ne oldu? Bizden yardım istediler anladığım kadarıyla.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Burada ilk önce bu eyleme katılan kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı gerçekten tebrik etmek istiyorum, bu asil bir eylem. Filistin davası, Gazze’de devam eden soykırımı önlemek için bir uluslararası farkındalık oluşturmak şu anda bizim en büyük silahımız. Biz de açıkçası uluslararası diplomaside bunu yapıyoruz. Bu organizasyon, faaliyetine başladığı zaman bu sefer geniş ölçekli başlıyor, çok uluslu bir katılım var. Çok sayıda insanımız, çok sayıda gemi katılıyor, çok ülkenin vatandaşı orada. Bu önümüze geldiği zaman bizim birkaç tane hedefimiz vardı: Birincisi, bunun başarıya ulaşması; barış içerisinde kimsenin burnu kanamadan ve bölgede yeni bir çatışmanın fitili ateşlenmeden bunun hedefine ulaşması ve kardeşlerimizin, vatandaşlarımızın sağ salim ülkelerine dönmesi. Bu yukarıda koyduğumuz hedefler, bunun altında çok husus var. Bir defa İsrail’e düzgün mesaj gitmesi için uluslararası baskının oluşturulması gerekiyordu. İlk etapta Filo limanlardan ayrılır ayrılmaz biz belli ülkelerle bir koordinasyon mekanizması kurduk, bunu kamuoyuna çok fazla yansıtmadık. En son belki 16 Eylül’de 17 ülkenin beyanıyla ortak bir bildiri yayınladık, ama onun gerisinde İspanya, Latin Amerika, Asya Pasifik ülkeleri olmak üzere birçok ülkeyle yakın bir siyasi koordinasyon kurduk, ortak mesaj verdik ve buradan bir baskı ürettik, uluslararası baskı. Bu insanlar sahipsiz değiller, fakat diğer taraftan da bir sivil eylem, ama biz devletler olarak uluslararası hukukun, uluslararası insancıl hukukun bize alan açtığı ölçüde “biz buna sahip çıkıyoruz” mesajını vermek önemliydi. Daha da önemlisi, bu devletleri ilk kez bir araya getirmek önemliydi; bunların vatandaşları bir araya gelmiş hareket ediyor, ama devletlerinin geride bir diplomatik birliktelik içerisinde olması gerekiyordu. Türkiye olarak biz ona öncülük ettik. Sağ olsun İspanya bu konuda gerçekten çok ciddi bir rol oynadı. İspanya Dışişleri Bakanı’na da burada huzurlarınızda hassasiyetinden dolayı teşekkür etmek istiyorum.
Gemiler yola çıktıktan sonra seyrüsefer güvenliği önemli; çok fazla sayıda tekne var, küçük, orta ölçekli, bunların yolda kalanı var, daha farklı güvenlik sorunları olabilirdi. Bölgede bulunan Deniz Kuvvetlerimiz, özellikle havadan izleme unsurlarımız İspanya, İtalya başta olmak üzere bölgedeki diğer deniz kuvvetleriyle de bir koordinasyon içerisinde oldular. Ve en sonunda bu asil aktivistler gözaltına alındıktan sonra da bizim bir an önce onların esaretine son verecek bir operasyonel hamleye girmemiz gerekiyordu, Cumhurbaşkanımızın da bu konuda kesin talimatı oldu. İsrail makamlarıyla, güvenlik makamlarıyla Milli İstihbarat Teşkilatımız üzerinden temasa geçtik. Yereldeki Büyükelçiliğimizdeki maslahatgüzarlığımız da ilgili makamlarla temasa geçti ve geri planda gerçekten çok fazla insanın emeğinin olduğu bir operasyonla da bugün kardeşlerimizi ülkemize getirdik. Başka ülkelerin de bu konuda bizlerden talepleri oldu açıkçası, bu taleplere de yanıt verebildiğimiz için memnunuz. Çünkü başlangıçta da ifade ettim, bu gerçekten eşine ender rastlanan asil bir eylem, devletler bu eyleme mümkün olduğu her ölçüde sahip çıkmak durumundalar. Geride bir miktar kardeşimiz daha kaldı, onların prosedürel bir mahkemesi olacak, en geç belki birkaç gün içerisinde de onları ve diğer kardeşlerimizi tahliye ettirmiş olacağız inşallah.
SUNUCU- İnşallah. Bütün bu anlattıklarınızı, aslında bu çok önemli süreci, bütün dünya Türkiye odaklı çok yakından takip etti. Bir diğer yakından takip edilen mesele de Trump’ın Gazze Barış Planı. Elbette planın içeriğine gireceğiz, ama ben biraz daha müsaadenizle öncesine gitmek istiyorum, çünkü New York’ta bir toplantı yapıldı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun olduğu haftada, o marjda. Sayın Cumhurbaşkanımız ve bazı Müslüman ülkelerin liderleri Sayın Trump’la bir araya geldiler. Hatta dün Başkan Trump bunun altını çizerek soruyorum size, Sayın Cumhurbaşkanımızı tekrar aradı, telefonla aradı. Bu planın açıklanmasında giden süreci soracağım, neler yaşandı? Siz de örneğin bizzat Müslüman ülkelerin yetkilileriyle bir araya geldiniz, görüşmeler oldu onlar ne diyor? Biz ne diyoruz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Biliyorsunuz bu kriz başladığı andan itibaren bizim bir duruşumuz vardı, bir tespitimiz vardı; Filistin meselesini ciddiye alan, ciddiyetle takip eden bir Hükümetiz, Cumhurbaşkanımızın bu konudaki hassasiyeti en üst düzeyde. Kamuoyumuzun sahip olduğu vicdani hassasiyeti, duygusal hassasiyeti bizim gerçek hayat politikasına mümkün olan en iyi şekilde yansıtmamız gerekiyor.
Şimdi şu tespitimiz vardı; uluslararası toplum her zaman için Filistin meselesini ortak bir sorun olarak görüyordu, ortak bir duygudaşlık da belli bir noktada vardı, ama ortak bir çaba bir türlü olamıyordu, başta İslam ülkelerinin kendi aralarındaki ortak çaba sorunu. Bir defa bu ortak çabayı harekete geçirmek gerekiyordu. Biliyorsunuz, İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Ligi Zirvesi’nde kriz başlar başlamaz ilk defa Örgüt tarihinde olmayan bir şekilde bir grup kurduk, temsili en iyi şekilde yapan ve Türkiye, İslam dünyasını Filistin meselesinde temsil eden, bu konuda gündem oluşturan, gündem ilerleten ve gündem belirleyen bir durumda tutmayı amaçlayan bu 7 üye ülkeden birisi. Çünkü bugüne kadar İslam dünyasının esas itibariyle ne nüfus gücü ne ekonomik gücü ne diğer güç parametreleri herhangi bir verili sorunda, bölgesel veya diğer sorunlarda ortak bir ağırlık oluşturucu unsura dönüştürülemiyordu. Bunun yapısal sorunları var, liderlik sorunları var, düşünsel sorunları var, stratejik idrak sorunları var, bütün bunların hepsini aslında mümkün kılan tabii ki Cumhurbaşkanımızın bölge ülkeleri nezdindeki ağırlığı, etkisi ve liderlik vasfı oldu. Şimdi biz burada başlattığımız dinamiği öyle bir noktaya getirdik ki, Trump’ın aslında bu noktada ciddi mesajlara muhatap olması gerekiyordu. Bunun için 8 ülke bütün Müslümanları temsilen, 1,5 milyar Müslümanı temsilen 8 lider New York’ta Başkan Trump’la bir araya geldiler ve dediler ki: “Sayın Trump, biz sizin barış insanı olduğunuzu biliyoruz. Ukrayna’da barışı sağlamaya çalışıyorsunuz, Afrika’da yapmaya çalışıyorsunuz, burada da barışa ihtiyaç var yoksa bu gidişat iyi değil, Netanyahu’nun durdurulması lazım. Siz burada Netanyahu ve İsrail üzerinde etki oluşturabilecek tek aktörsünüz, bunu her iki taraf lehine kullanın.”
Başkan Trump’ın bu sorunu sahiplenmesi önemliydi. Daha sonra liderlerin olduğu yerde bir mutabakata varıldı, Başkan Trump’ın orada Batı Şeria’nın ilhakına izin vermeyeceğini beyan etmesi Amerika, Filistin ve İsrail üçgenindeki ilişkiler açısından ve İslam dünyasına ve dünyanın geri kalanına Filistin meselesinde Amerika’nın verdiği mesaj açısından tarihi bir dönüm noktası oldu. Fakat diğer taraftan, bu liderler bu iradeyi oluşturduktan sonra biz Bakanlara bir müzakere alanı açtılar, Amerika ortada, İslam dünyasını temsilen Bakanlara bir plan verildi. Bizim buna itirazlarımız, değişiklik tekliflerimiz oldu. Daha sonra bunları İsraillilerle muhtemelen görüştüler geldiler, ortada deklare ettikleri bir plan oldu. Bu plan bildiğiniz gibi 20 maddelik Trump Planı olarak deklare edildi. Buraya kadar olan süreçte tekrar altını çizmek istediğim nokta; Amerika’nın kayıtsız şartsız İsrail’i destekleyen pozisyondan, bir barış yapıcı pozisyonuna evriliyor olması. Bunu da belli bir diplomatik güçle ilerletmek gerekiyordu. Cumhurbaşkanımızın, Türkiye’nin o konuda diğer İslam dünyası liderleriyle açıkçası büyük bir iş birliği oldu, bugüne kadar gösterilmeyen bir duyarlılık ve koordinasyonla bu iş yürütüldü. Daha sonrasında da ortaya çıkan kağıdın müzakere süreçleri var. Bir; bizler üzerinden var, asıl, biz her zaman söylüyoruz, bunun muhatabı Filistin halkıdır ve daha sonra Hamas’la olan müzakere süreci başladı.
SUNUCU- Türkiye’nin masada olduğu, sizin çok veciz bir şekilde anlattığınız üzere, zaten biliniyor. Efendim, takdir edersiniz aslında bu tip durumlarda iki tarafın birden tam kat'i bir şekilde memnun olması mümkün değil. Hamas’ın bu teklife yanıtını biz nasıl yorumlamalıyız? Bir de şu var: Netanyahu ne düşünüyor ya da daha önceki süreçlerdeki gibi sabote edebilir mi süreci?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Sabote etme ihtimali her zaman için var, bu niyetin de ben orada olduğunu düşünüyorum. Bunun için açıkçası Amerika’nın ciddiyetine ve kararlılığına ihtiyacımız var. Aslında diplomatik ağırlık noktası bizim için Amerika’nın bu hatta tutulması, onun için belli liderlerin Cumhurbaşkanımızla beraber Trump’a bu noktada telkinde bulunmaları, onu bir hatta tutmaları gerçekten önemli dünya barışı için, bölge barışı için. Hamas’ın buna bakışı iyi olanları iyi diye kabul edip, takdir edip, kabul edilemez olanları neden kabul edilemeyeceğini izah etmesi açısından önemliydi. Bence burada ortaya konan müzakere tekniği, cevap şekli gerçekten takdire şayan bir husus. Burada kategorik bir reddiye değil; burada uzlaşmayı arayan, arabulucunun emeğine saygı duyan, ama Filistin halkının kabul edemeyeceğini, alanda da mümkün olmayanları da açıkça dile getiren bir Hamas yaklaşımı görüyoruz. Bence olması gereken en ideal yaklaşım da bu.
SUNUCU- Çok affedersiniz, en Hamas aleyhine değerlendirme yapabilecek otoriteler bile Hamas’ın kullandığı dilde çok kıymetli bir devlet aklı olduğunu ifade ettiler, bu da çok değerli herhalde, ne dersiniz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, evet.
SUNUCU- New York’ta Filistin Devleti’nin tanınması bakımından da tarihi anlar yaşandı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda hep bu öncelendi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da konuşmasında çok önemli bir yer ayırdı; Filistinliler çok büyük fedakarlıklar yaptılar, yapıyorlar, belki de yapacaklar ilerleyen süreçlerde. Bunun sonucunu somut olarak almaya başladılar mı ne dersiniz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Gazze’de devam eden soykırıma baktığınız zaman aslında hala somut bir şey var gibi gözükmüyor. Ama diğer taraftan Filistin meselesinin uluslararası sahiplenilmesi, devlet olarak tanınması, farkındalığın yükselmesine baktığınız zaman bu konuda hiç olmadığı kadar uluslararası bir sahiplenme ve bilinçlilik var. Maalesef bu olayların başında şehitlerimiz olurken, Gazze’de biz bunu da söylemiştik: “Bu şu an için bunu durdurmayabilir, ama başka hayırların kapısını muhakkak açacaktır.” Çünkü insanlık vicdanı bunu taşıyamaz, bu taşıyamama kendisini bir politik olgu olarak bir yerde ortaya çıkartacak ve o da çıkıyor. Başkentlerde farklı şekilde ortaya çıkıyor, Batı hükümetlerinde bölünmelere neden oluyor, istifalara neden oluyor. Amerikan sağı bile kendi içerisinde bu nedenden dolayı fikir ayrılığına düşebiliyor, birçok konu var. Bütün bunların olma sebebi aslında bu problemin devam ediyor olması ve bizlerin de bu problemi mümkün olan en büyük ciddiyetle ve olgunlukla ve profesyonellikle uluslararası kamuoyuna ve ilgili aktörlerin gündemine organize bir şekilde getirebilmemiz. Bu gerçekten kesintisiz bir faaliyet istiyor, bu çaba istiyor, çalışma istiyor. Bu konuda Cumhurbaşkanımız gerçekten çok yoğun faaliyet içerisindeler. Bizim görünür diplomaside yaptığımız inanılmaz konular var; bazen görünmeyen Milli İstihbarat Teşkilatı’nın var, İbrahim Bey’in çok çalışmaları var, herkes yoğun bir mesai içerisinde, yoğun bir koordinasyon içerisinde Türkiye’de bu konuda. Ama bunun birçoğunu da kamuoyuna yansıtmadan geri planda devam ettiriyoruz, hassas konular. İnşallah bunu daha da ileri taşırız.
SUNUCU- Aslında geri plan ve bir geniş plan diplomasisi de diyebiliriz buna. Efendim, mesela önümde not aldığım bazı anahtar kavramlar var, cümleler var; bölgesel sahiplenme, bölgesel güvenlik, Filistin için garantörlük. Bunlar sizin kullandığınız kavramlar. Bunlar gündeme geliyor, gündeme getiriyorsunuz. Bununla birlikte bir Ortadoğu tanımı yapmak isteseniz, bölgesel düzeyde atılabilecek adımlar nelerdir? Bölgeye kalıcı istikrar ve huzur nasıl gelir?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Önemli bir konu gerçekten taktik sorunlarla, cari sorunlarla uğraşırken, mecburuz bunlarla uğraşmaya, ama bölgenin sorumlu ve kadim bir devleti olarak kalıcı bir çözüm getirmeyle de ilgili yoğunlaşmalarımız olmalı, bunun neticesinde tekliflerimiz olmalı, bir taraftan da buna uğraşıyoruz. Aslında bizim taktik meşguliyetlerimiz, bizi stratejik vizyon geliştirmekten alıkoymuyor. Tam tersine bütün bu taktik uğraşılarımız bizim yapacağımız stratejik önermelerin aslında olgusal zeminini hazırlıyor, bir teorik zemini inşa edebilmemiz için çok fazla dünya verisine ihtiyacınız var. Bizim burada gördüğümüz şu, bunu anlattığımız zaman da herkes kabul ediyor. Birincisi bölgede biz, bunu siz Ortadoğu olarak, Ortadoğu diye girmeyelim tanımlamaya, Batısentrik bir coğrafi tanımlama. Biz kendi bölgemiz diyelim, kendi doğumuz diyelim, kendi güneyimiz diyelim. Buradan baktığımız zaman bizim kendi coğrafyamızda uzun yıllardır devam eden çatışmaların, bölge dışı müdahalelerin temelinde yatan konu, bölge ülkelerinin kendi aralarında iş birliğini sağlayamamaları ve belli bir miktar güvensizliğin olması. Bu güvensizliği baştan deklare edip ve hiçbir amaya, fakata gerek bırakmadan artık bizim birbirimizin toprak bütünlüğüne, egemenliğine ve güvenliğine taahhütte bulunacağımız bir anlaşmanın altına imza atmamız gerekiyor. Bölgesel bir istikrar paktına, platformuna, anlaşmasına, konvansiyonuna ihtiyacımız var. Bunun amacı, birinci amacı caydırıcılık değil, ikinci amacı caydırıcılık. Birinci amacı bunun; bölge ülkelerinin birbirine karşı olan güvenini mutlak hale getirmek, bu anlaşmaya taraf olan ülkeleri mutlak hale getirmek ki, kimse daha sonra bu güvensizlik ortamında dışarıdan müdahalelere zemin hazırlamasın veya terör örgütleri bundan istifade etmesin veya başka türlü istikrarsızlık oluşturucu hususlar bölgemizde istikrarsızlık oluşturmasın. Bu platforma, bu anlayışa bizim ihtiyacımız var bölgede ve bunun öncülüğünü Cumhurbaşkanımız yapıyor.
Şimdi, temas ettiğimiz görüşmelerde biz belli kümelenmelerin, belli oluşumların kendi aralarında konuştuğunu, bunu bizimle herkesin tartıştığını görüyoruz. Bizim önermemiz, dediğim gibi, son derece açık. Bir defa kendi sorunlarımızı bölgede kendimizin sahiplenmesi gerekiyor. Bunun için bir yeterlilik göstermemiz lazım. Dışarıdan aktör çağırdığınız zaman dışarıdan aktör gelir, sorununuzu çözermiş gibi yapar, faturasını ortaya koyar. Çoğu zaman bölgeyi bıraktığı hal, geldiği halden daha kötü olur. Biz bunu 50 defa bu bölgede gördük, hala görüyoruz.
Şimdi, eskiden tabii yapısal sorunlarımız vardı. Böyle bir dinamiğin içerisinden geçmek gibi. O bizi zorluyordu, ama şimdi baktığımız zaman bölge ülkelerindeki ulus devletleşme belli bir noktaya, olgunluğa ulaşmış durumda. Herkesin artık sınırı oluşmuş durumda. İsrail dışında, artık ülkelerin hiçbirinin -birkaç tane ufak tefek sınır sorunları olan ülke hariç- bir sorunu yok. Yani burada, artık makul bir iş birliği platformunun iyi niyet temennisinin ötesine geçip, ciddi bir şekilde ortaya çıkması gerekiyor ki artık hem birbirine güveni tam olan hem de bölge dışı aktörlerin bölgeye yönelik olumsuz, negatif heveslerine karşı caydırıcılık üreten bir yapı ortaya çıksın.
SUNUCU- Peki, efendim tam da bölgenin güvenliğinden bahsetmişken, bölgede bir İsrail saldırganlığı gerçeği var. Geride bıraktığımız aylarda dahi gördük: İran’a saldırı, Gazze’ye saldırı demiyorum artık, Gazze’deki soykırım, Lübnan, Yemen vesaire. Suriye de olmak üzere... Bu bağlamda bazı ülkeler, sizin bütün bu yaptığınız değerlendirme ışığında bundan bir ders çıkarmış olabilir mi?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Fazlasıyla.
SUNUCU- Çünkü bu gerçek.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Fazlasıyla. Bu gizlenebilecek bir gerçek değil. Artık bir çılgınlığa dönüşmüş bir akım. Yani, İsrail’in kayıtsız şartsız destekçileri bile artık bu konuda ortak gözükmek istemiyorlar. Hiç kimsenin destek vereceği bir konu değil. Bakın, Amerika İsrail’in Doha’ya saldırmasından sonra, bir hafta sonra, bir Başkanlık kararnamesiyle Katar’ın güvenliğini kendi güvenliği olarak deklare etti. “Ben bunu koruma altıma alıyorum, bir daha kimse buraya saldıramaz.” dedi Bu ağır bir mesaj esas itibariyle. Şimdi bölgede Suudi Arabistan-Pakistan ittifakına bakın. Şu anda gün yüzüne çıkmamış başka konuşmalar var, görüşmeler var, onlara bakmak gerekiyor. İsrail’in bölgedeki saldırganlığı ve buna mukabil Amerika’nın geleneksel olarak bölgedeki aktörlere vermiş olduğu taahhüdün geçersiz olduğunun ortaya çıkması, bölgede -yani Türkiye zaten bunun hep farkındaydı da- bazı aktörleri artık Cumhurbaşkanımızın tabiriyle: “kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz gerekiyor”; yani “bundan sonra bölgede kim ne yapacaksa beraber yapmamız gerekiyor” noktasına getirdi. Bu türden arayışların ben artık normal olduğunu düşünüyorum. İsrail saldırganlığı da bölgede bu konuda çok ciddi bir hatırlatıcı.
SUNUCU- Çok teşekkürler. Şimdi yavaş yavaş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Sayın Cumhurbaşkanımızın Vaşington ziyaretine sözü getirmek istiyorum. Çok başarılı, çok etkin ve verimli bir ziyaret olduğunu anlıyoruz. Bunu sadece biz anlamıyoruz galiba, çünkü uluslararası basın da çok yakından takip etti. Bu değerlendirmeler hep yapıldı, siz ne dersiniz bu görüşme için?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İnanın, bu ziyaret Türkiye-Amerika ilişkilerinde özellikle liderler diplomasisi açısından tarihi bir ziyaret olarak nitelendirilebilecek bir ziyaret. Çünkü aslında geri planda birtakım olumsuz çevresel şartların olduğu bir dünyada, iki liderin kendi liderlik özelliğini kullanarak, bütün bu sorunların çok üstüne çıkıp, çok daha büyük bir stratejik perspektifle bu alana bakmaları yukarıdan ve buna göre bir ilişki -sadece kendileri arasında değil-, ülkeler arasında dizayn etmeye çalışmaları ender rastlanır bir durum. Cumhurbaşkanımızın gerek New York’taki toplantısında gerek Vaşington’daki basın görüşmelerinde veya diğer görüşmelerde bir aksama olacağını, farklı bir türden davranış olacağını hep bekleyen ve uman kesimler vardı. Ama ortaya çıktı ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın büyük bir mütevazılıkla yıllardır taşıdığı küresel lider unvanının bu türden durumlarda… Küresel lideri küresel ülkeler anlarlar. Liderlerin kendi dünyasında birbirlerine bir davranış durumu var. Orada ben çok ciddi bir saygı ve ağırlama gördüm. Sayın Trump’ın Cumhurbaşkanımıza olan saygısı ve Sayın Cumhurbaşkanımızın bu ilişkiye ehemmiyet vermesi, saygısı da fevkalade önemli. Tabii her iki taraf da bunu kendi ülkelerinin lehine yapıyorlar. Büyük liderler zaten kendi ülkelerinin lehine kayıtsız şartsız, tavizsiz tavır alabilen insanlardır. Bunlar birbirlerini gördükleri zaman anlarlar ve saygı duyarlar ve bu alandan bir iş birliği oluşturmaya çalışırlar. Cumhurbaşkanımızın Türkiye’nin menfaatleriyle ilgili tavizsiz duruşu ve çok ince bir diplomatik hat takip etmesi… Zaman zaman onun takip ettiği sofistike hattı, ince diplomatik hattı, başka olumsuz negatif kavramlarla gölgelemeye ve yaftalamaya çalışan bazı muhalif çevreler var. Tabii onları dikkate almamak gerekiyor ama, günün sonunda herkesin üstünde mutabık kaldığı konu “Bu ziyaret bütün yönleriyle başarılı bir ziyaretti.” Ortaya konulmuş çok büyük bir irade var liderler arasında: “İki ülke arasındaki sorunlu alanları kaldıralım, ilerletelim ve başka çıkan alanlar varsa ona bakalım.” Biz Kabine’de de bu konuyu görüştük, orada da ifade edildi. Bundan sonrası artık ilgili Bakanlara, kurumlara düşüyor, çünkü liderler arasında oluşmuş ciddi bir irade var. İki ülke arasındaki ticareti, enerji başta olmak üzere, savunma sanayii alanı başta olmak üzere iş birliği alanlarını ilerletecek, başka sorunlu alanlar varsa onları ileri taşıyacak ne varsa yapmak gerekiyor.
Nitekim, iki lider arasındaki bu güvene dayalı ilişki, Filistin meselesinde, Hamas’la ateşkes sağlanması konusunda da… Dün Sayın Trump biliyorsunuz, Cumhurbaşkanımızı aramak istedi, Cumhurbaşkanımızı aradı. Cumhurbaşkanımıza bu konuda ortak dostluklarına binaen -zaten her türlü yardımı yaptığından eminim ama- “Tekrar bu konuya ihtimam göstermenizi istirham ediyorum” kendi durduğu yerden… Cumhurbaşkanımızla yaptığı görüşmeden 6-7 saat sonra da Hamas, olumlu bir cevapla bir deklarasyonda bulundu. Şimdi, iki lider kendi iş birliklerinin aslında hem iki ülke arasındaki sorunları aşmakta, iki ülke arasındaki menfaatleri ilerletmekte hem de bölgesel sorunları çözmekte işe yaradığını görüyorsa, bu gerçekten verimli bir ilişkidir. Bence bu ilişki çok daha fayda sağlayabilecek noktalara gidebilir. Yani dediğim gibi, bizim gibi belli konulara bakan Bakanların, kurumların kendi kurumlarıyla ilgili, görev alanlarıyla ilgili ciddi projeler ve teklifler geliştirmesi gerekiyor.
SUNUCU- Efendim, hazır konu buraya gelmişken; şimdi, ikili ilişkiler, enerji, ticaret ve savunma sanayii, bunun altını çizdiniz. Bu konuda kapsamlı görüşmeler yapıldığını biliyoruz. New York’ta yaptığınız basın toplantısında, savunma sanayii kısıtlamalarının kaldırılmasının öneminden bahsettiniz. Bu arada Milli Muharip Uçağımız, gururumuz KAAN’a da değindiniz. Ancak, bazı çevreler dediniz ya, işte bu açıklama bazı çevreler tarafından işte çarpıtılmak istendi. O zaman biz soralım, o açıklamanın ayrıntılarını yeniden hatırlamak isteriz çünkü. Hatırlatmak ister misiniz? Bu dezenformasyon neden yapıldı, amacı neydi?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi, dezenformasyon niye yapılır, bu artık temel propaganda kitaplarında yer alan bir husus. İstihbarattayken de bununla çok şey yapardık. Aslında dezenformasyon, manipülasyon, kara propaganda ve özellikle Türkiye’deki siyasi mücadelenin bir ayağı olarak fitne çıkarma konuları hep var olan bir konu. Ben konunun önemine binaen esas itibariyle bu alanları çok fazla önemsemiyorum. Bunlar kendi bulundukları seviyede ve durumda gitsinler. Aslında Türkiye’nin milli güvenliği meselesi, inanılmaz derecede bunların çok üstünde bir konu. Biz o konuyu orada bırakıp, bu dezenformasyon ve kara propaganda üzerinden üretilen suni tartışma alanlarına gidersek, çünkü kimsenin gerçekle alakası yok burada. Onu kullanarak üretmek istediği bir propaganda anlayışı var. Şimdi burada, bu propagandayı ben önemsemiyorum dedim ama, bir konusunun özellikle altını çizmek istiyorum. O da kendisi önemli olduğu için değil, ona muhatap aktörleri… Burada özellikle savunma sanayiinde, bizim yerlileşmemizi ve millileşmemizi mümkün kılan emeği görmeyen ve buna saygısızlık eden de bir tartışma alanı ortaya çıktı. Bunu ben açıkçası şiddetle reddediyorum ve kınıyorum. Burada binlerce mühendisin, o kadar yıldır, ben birinci elden tanığıyım Milli İstihbarat Teşkilatından itibaren, ortaya koyduğu çok ciddi çalışmalar var. ASELSAN’da, TAİ’de, ROKETSAN’da, HAVELSAN’da, BAYKAR’da, BMC’de, adını sayamadığım o kadar çok firma var. Yani bunların hepsinin yıllardır ortaya koyduğu bir mücadele var. Bakın yüzde 20’den yüzde 80’e gelmiş bir yerlilik oranı var. Bu küçümsenecek bir şey değil. Biz bunu yaparken bir şey daha yaptık. Bizim ürünlerimizi niye insanlar alıyorlar? Biz Milli İstihbarat Teşkilatı’ndayken bu ürünlerin hemen hemen yüzde 60’ını, yüzde 70’ini kullanmak durumunda kaldık. İHA’ları kullandık, SİHA’ları kullandık, mühimmatları kullandık, elektronik harp cihazlarını kullandık, piyade tüfeklerini kullandık, Silahlı Kuvvetlerimiz bizimle beraber gittiği harekatta füzeleri kullandı. Biz istihbaratı verdik, müşterek harekata girdik, kendimiz harekat yaptık. Suriye’de savaştık, Irak’ta savaştık, başka adını söyleyemeyeceğim bir ton ülkeye gittik, oralarda savaştık. Hala daha operasyonların içerisindeyiz. Buradan aldığımız bütün verileri biz her zaman için kendi mühendislerimizle, firmalarımızla paylaşarak buraya geldik. Yani ben bunun hem kullanıcısıyım hem ilerletilmesine katkıda bulunan bir avuç… Yıllardır, son 20 yıldır kesintisiz bu konularla uğraşıyoruz. Şimdi burada, savunma sanayiinin ben birinci elden tanığı olarak bu kadar fedakarlık varken, bazılarının buradaki yerlilik ve millilik çabalarını açıkçası eleştiriyor olmalarını şey yapıyorum.
Diğer taraftan şunu da söylemek gerekiyor: Ben bugün Türkiye Cumhuriyetin Dışişleri Bakanıyım. Benim Bakan olduktan sonra önüme aldığım ödev çizelgesinde bir husus var. Arkadaşlara dedim ki: “Diplomasi yoluyla ilerletilmesi gereken alanlar var.” Filistin meselesinde, bölgesel güvenlik çatısının oluşturulması, çatışmaların çözümü, yeni pazarların bulunması, yeni enerji alanlarına gidilmesi dahil onlarca konu var. Bunların önemlilerinden biri de Türkiye’nin görünür ve görünmez kuşatılma alanlarıdır. Görünür kuşatılma alanları Türkiye’nin aleyhine oluşturulan ittifak alanlarıdır. Doğu Akdeniz’de oluşturulmaya çalışılan ittifak alanları var, bunları görürüz, bunlara diplomatik tedbir geliştiririz. Belli konulara diplomatik tedbir geliştirmezseniz konu askerinize havale edilir, güvenlik organlarına havale edilir, daha fazla şey olur. Yani alabileceğiniz diplomatik tedbirleri önden almanız gerekiyor.
Bir de diplomatik olarak giderilmesi gereken Türkiye’ye yapılan açık ve örtülü kısıtlamalar ve yaptırımlar var. Şimdi arkadaşlara dedim ki ben, “Türkiye’ye yönelik açık ve kapalı savunma alanında ne yaptırımlarımız var? Savunma Sanayii Başkanlığımızın bize verdiği ne listeler ve hangi ülkeler var? Kilit firmalarımızın ürettiği kilit ürünlerin kısıtlamada olduğu nereler var? Hava Kuvvetlerimizin kullandığı hangi mühimmatlarda sıkıntılar var? Deniz Kuvvetlerimizin kullandığı hangisinde var?” gibi birçok şey var böyle. Bunlarda şöyle bir husus var: Yerlileştirme devam ederken cari olarak kullanılması gerekenlerin de, Silahlı Kuvvetlerin, savunma sanayiinin bizden talep ettiği hususların da kaldırılması gerekiyor. İki yıldır çalışıyoruz. Kanada’dan kaldırdıklarımız var, Hollanda’yı kaldırdık, Norveç’i kaldırdık, Belçika’yı kaldırdık, Almanya’daki konular büyük ölçüde kalktı. Bunlar yaptırımları kaldırmayla… Amerika’dakilerin bir kısmı kalktı, bir kısmı duruyor. Şimdi bu benim görevim, bu yaptırımları kaldırmak. İlgili kurumlarımızdan böyle bir talep geldiği sürece bu yaptırımların kaldırılmasıyla alakalı, ben bunu kaldırmakla yükümlüyüm. Ben bunu kaldırmaya uğraşırken karşı taraf herhangi bir sebepten dolayı bana mantıklı bir izah getiremezse ve konuyu ilerletemezsek benim milli güvenliğim bunu başka yerden almayı gerektirir. Bu muhatabın bunu bilmesi lazım. “Bak ben senden bunu almak istiyorum, fakat sen bunu vermezsen benim başka alternatiflerim de olacak.” Buradan başta açık ve şeffaf koyalım, bu yüksek devlet konularıdır, şakaya gelmez. Şimdi bu tartışmayı buradan alıp başka bir alana taşımak gerçekten garip.
SUNUCU- Peki. Efendim, Suriye konusuna geçeceğim ama yine New York’tan alıp geçmek istiyorum. New York’ta en önde gelen konu şüphesiz Filistin’di, ama Suriye de çok konuşuldu. İlklerle konuşuldu. Mesela, Suriye Cumhurbaşkanı Şara Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na hitap etti, bu uzun zaman sonra bir ilkti. Nedir Suriye’de son durum? Hazır buradan konuyu açmışken, bölgemizde şu an ne yaşanıyor? Suriye’de son durum nedir efendim?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Suriye’de son durum, şu anda biliyorsunuz, aslında yarın bir seçim olacak. Delegeler üzerinden Halk Meclisi seçimi olacak, bu önemli bir adım. Suriye’de yeni bir hayatın, yeni bir sistemin kurulduğuna ilişkin hükümetin ilanından sonraki ikinci önemli adım diyebiliriz esas itibariyle kurumsallaşma olarak. Arada yapılan çok fazla işler var; ekonomiye ilişkin, enerjiye ilişkin, belli kurumların altyapısının geliştirilmesine ilişkin. Bunlar daha detay konular ama stratejik düzeyde hükümetin ilanı ve şu anda seçimlerin olacak olması ve bu seçimlerin dört yıl süreyle görev yapacak olan bir Halk Meclisi’ni belirlemesi önemli bir şey.
Şimdi diğer taraftan, Suriye’nin şu anda özellikle fiziksel bütünlüğüne yönelik tehdidi oluşturan, bölünme tehdidini oluşturan unsurların ortadan kalkması gerekiyor. Burada YPG’nin, açıktan artık, niyetini ortaya koyup Şam’la anlaşması gerekiyor. Diğer taraftan, güneydeki Dürzi meselesinin olumlu bir şekilde her iki tarafın da kabul edebileceği bir perspektifle, ülkenin bütünlüğünün tehlikeye atılmadan çözülmesi gerekiyor. Burada tabii ki oyun bozucu olan ve daha fazla bozma potansiyeli olan İsrail. Buraya dolaylı ve direkt mesajlar da iletiliyor esas itibariyle. Burada bir oldubitti olmasını, ülkenin bölünmesine yol açacak birtakım başka girişimlerin olmasını Türkiye olarak bizim kabul etmemiz mümkün değil. Çünkü Suriye bizim sınırımızda ve sınırın öbür tarafında olan her şey bizim milli güvenliğimizle de doğrudan ilintili bir konu. Burada milli bütünlüğü sağlanmış, birliği, beraberliği devam eden bir Suriye’ye ihtiyacımız var.
Diğer taraftan, bölge ülkeleri başta Suudi Arabistan olmak üzere, gerçekten iş birliğini devam ettiriyorlar, Suriye’ye olan katkıları devam ediyor. Amerika’daki yaptırımların artık daha ileri düzeyde kaldırılması gerekiyor. Avrupa Birliğinin biraz daha ileri adımlar atması gerekiyor ki, finans konusunda, yatırım konusundaki engeller kalksın. Belli miktar mülteci geri dönüşü oldu, bu aslında ülke ekonomisinin de orada kalkınmasına ciddi katkıda bulunan bir husus. İnşallah bunu devam ettireceğiz.
SUNUCU- Efendim, Suriye’ye bu süreçte sıkça gidip geldiniz, Suriye’nin uluslararası topluma entegrasyonu elbette çok önemli konu, çok sevinç verici. Zaten gözlemlerinizi aktardınız, ama kısa bir gelecek perspektifi çizebilir misiniz? Çünkü hassas ve bu hassasiyetle ilgili bazı tedirginlikler de söz konusu, az önce siz paylaştınız kuzeyden ve güneyden olmak üzere. Bir de ayrı bir parantez, Suriye’nin ulusal bütünlüğünü sağlamasını hiç istemeyen başka bir ülke daha var bölgemizde, ne dersiniz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şu anda bizim gördüğümüz ve hem bölgedeki hem bölge dışındaki ilgili diğer aktörlere anlattığımız en büyük risk senaryosu bu esas itibariyle. Bunu engellemeye yönelik tedbirlerin alınması gerekiyor diplomatik açıdan ve buna yönelik çalışmalarımız şu anda esas itibariyle devam ediyor. Bu sorunun ortadan mümkün olan en az zararla geçiştirilmesi gerekiyor. Diğer türlü, az önce de söyledim, Suriye’nin geleceğinin tehdit altında olduğu bir yerde ne yatırım, ne siyasal istikrar, ne mültecilerin geri dönüşü mümkün olur. Bu bir oynak zemin üzerinde hareket etmeye benzer. Bu büyük bir risk, bunun olmaması gerekiyor. Şu an itibariyle liderlik güçlü ve kararlı ve büyük bir uluslararası meşruiyet görmüş durumda. 50 küsür yıldan sonra ilk defa bir Suriyeli lider Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan uluslararası topluma hitap etme imkanı buldu. Bu aslında uluslararası meşruiyetin en üst düzeyi, bu fevkalade önemliydi. Orada çok önemli görüşmeler yaptı Sayın Şara, Cumhurbaşkanımızla da görüştü, Dışişleri Bakanı da ciddi görüşmeler yaptı. Sayın Şara gittikten sonra da kaldı, görüşmeler devam etti, bizler de görüştük. İnşallah bu Çarşamba günü de meslektaşımız Suriye Dışişleri Bakanı Türkiye’ye gelecek.
Biz Suriye’nin geleceği için umutluyuz. Belli risk alanları var, ama yönetilemeyen risk alanları değil. Türkiye’nin liderlik gücü, diplomatik derinliği, diğer araçları bu sorunları yönetmeye yeter. İlişkilerimiz buna yeter, inşallah bu istikrar oluşturucu gücümüzü kullanmaya devam edeceğiz. Bizim için en önemli dış politika metodu, istikrar oluşturucu adımları atmak.
SUNUCU- Efendim, müsaadenizle biraz kuzeye gitmek istiyorum, dünyanın tam merkezinde olunca güneyden, kuzeyden, batıdan, doğudan her yerden soru sorabiliyorsunuz, çünkü sadece coğrafi olarak değil, jeopolitik ve jeostratejik olarak da Türkiye dünyanın tam merkezinde. Rusya-Ukrayna savaşından bahsetmek istiyorum. Türkiye’nin bu süreçte çok önemli girişimleri oldu, işte İstanbul’da müzakereler yapıldı, hatta savaşın en şiddetli zamanlarında bile taraflar bir araya geldiler, Dolmabahçe’den bahsediyorum. Siz her iki liderle mekik diplomasisi yürüttünüz. Bir tıkanıklık var mı, şu an süreç hangi aşamada? Bu yıl ya da 2026’da Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın ev sahipliğinde bir buluşma olacak mı, bir liderler zirvesi olur mu?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Gerçekten bütün dünyanın merak ettiği soruyu sordunuz. Gazze’deki ateşkesin sağlanması bir, Ukrayna’daki ateşkesin sağlanması iki. Uluslararası kamuoyu bu iki konuya kitlenmiş durumda. Gerçi Gazze daha aciliyet kesbediyor çünkü oradaki açıktan devam eden sistemli bir soykırım ve tehcir teşebbüsü. Şimdi, Ukrayna’da gelinen en son noktada biliyorsunuz Sayın Putin’le, Sayın Trump arasında Alaska’da bir görüşme gerçekleştirildi. Bu görüşmede aslında fevkalade önemli konular da gündeme getirildi. Rusya tarafı ateşkese ilişkin şartlarını daha da netleştirilmiş, rafine edilmiş bir şekilde açıkça Sayın Trump’a söyledi. Sayın Trump bunu daha sonra Ukrayna lideri ve beraberindeki Avrupalı liderlerle yaptığı toplantıda onlarla görüştü. Hangi konu ne kadar ilerletilebilir, bu masaya yatırıldı. Buna paralel bizim görüşmelerimiz devam etti her iki tarafla da. Amerikan tarafıyla da Ukrayna ve Rusya tarafıyla da.
Şimdi gelinen noktada gördüğümüz o ki, aslında şu anda da iki taraf da gerçekten hazırlık seviyesini yükseltiyor, çatışmalar şiddetini artırdı, bugün de yeni bombalamalar vardı, devam ediyor. Diğer tarafa şu mesajı veriyor: “Ben savaşmak gerekirse, benim savaşacak azim, iradem ve imkanım var dolayısıyla, sen kendine bak mesajını veriyor” her iki taraf da, savaş stratejilerinde bu bilinen bir duruştur. Bir taraf bundan taviz verdiği gözükürse diğer taraf üstüne daha fazla gelir. Bu imajı vermemek için her iki taraf da Ukrayna ve Avrupa tarafıyla Rusya tarafı olabildikçe harp gayretlerini daha ileri taşıyorlar. Bu da daha fazla ölüm ve yıkımı beraberinde getiriyor. Şimdi görünen o ki, burada Amerikalılarla da hani konuştuğumuz zaman ortaya çıkan belli bir süre daha, birkaç ay daha bu konunun devamından sonra, bir açılım sağlanabileceği hususu var. Çünkü sorunun nerede olduğu artık belli. Donetsk’te Rusların alamadığı kısım yüzde 25, 30’luk bir kısım var, burası ne olacak? Ruslar burayı almak istiyorlar, Ukraynalılar diyorlar “Burası bizim toprak bütünlüğümüz açısından zaten çok önemli savaşmadan bir yer verme şansımız yok”. Ruslar da diyorlar ki “Biz savaşmaya devam ederiz bedeli ne olursa olsun. Burayı aldıktan sonra diğer yerlere de gideriz. Onun için başka yerleri kaybetmemek için burayı verin”. Onlar diyorlar “Hayır, biz burayı verirsek zaten başka yerleri kaybetmenin yolları açılır askeri olarak” gibi her iki tarafın da argümanları var. Bu argümanları tabii ortada buluşturmak gerekiyor. Benim aslında hem Avrupalı aktörlerle hem Amerikalı aktörlerle konuşurken, zihnimde pratiğini yaptığım, iki tarafı da ortada buluşturacak çözümler ne olabilir diye bazı alternatifler var ama onlar çok detay, çok burası yeri değil, can sıkıcı oolabilir.
SUNUCU- Peki, o zaman aslında bir önceki soruya ek bir sorum olabilir. Bu uzunca bir süredir devam eden savaşın bölgede değiştirdiği bazı gerçekler de var. Mesela, bazı NATO ülkeleri, bazı Avrupa ülkeleri belirli alanlarda bir konfor eksikliği yaşıyorlar, bunu hissediyorlar bedenlerinde tabiri caizse. İşte hava saldırılarına karşı tehdit unsuru hissediyorlar vesaire. Bu algı onları nasıl etkiledi? Neleri tetikleyebilir? Hatta şunu da sorabiliriz: Yıllardan bu yana terörle mücadele eden Türkiye’yi bir nebze olsun bu bağlamda anlamış olabilirler mi ya da bir duygudaşlık geliştirebilirler mi?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi Avrupa tabii ki ilk defa bu kadar ciddi bir şekilde, konvansiyonel bir ciddi tehditle karşı karşıya, nükleer silahı da olan, ama şu anda konvansiyonel tedbirlere başvuran bir tehditle karşı karşıya. İlk önce Ukrayna üzerinden bu savaşa müdahil oldu, ama şimdi görüyoruz ki son birkaç hava ihlali raporlarında, bu raporlar NATO tarafından da üretiliyor, aynı zamanda ilgili ülkelerin kendi sistemlerinde de ortaya konuyor. Rusların buna tabii farklı cevapları var, kabul etmiyorlar. Ama burada kesin olan şu: Artık bir alarm düzeyine gelme var, daha fazla kendi sistemlerinde askeri kabiliyetlerin artırılmasıyla ilgili bir farkındalık oluşturmaya başladığını görüyoruz. Tabii burada şu var: Uzun yıllar sahip oldukları bütçeleri altyapıya, refaha, başka alanlara kaydıran Avrupa devletleri, çünkü güvenlikleri Amerika tarafından sağlanıyordu. Amerika’nın güvenlik şemsiyesiyle ilgili çok önemli sesli ve sessiz parametreler getirmesi, “Artık masrafı paylaşalım, biz her yerde kayıtsız şartsız sizi desteklemeyeceğiz”, bunun uygulama alanı olarak da Ukrayna’yı öne çıkarmaları gibi hususlar artık bütçelerinde bir değişikliğe gitmelerine sebep oluyor. Tabii bu iktidarlar için kolay değil, özellikle Avrupa demokrasilerinde halkın memnuniyeti üzerinden iktidara gelip iktidardan gidiyorsunuz. Şimdi halk temel ihtiyaçlarında, altyapı hizmetlerinde, temel hizmetlerde sıkıntı olduğunu bütçe eksikliğinden dolayı görmeye başladığı zaman, hükümetlere siyasi olarak maliyet üretmeye başlayacak. Onun için hükümetler önceden bu farkındalığı kendi kamuoylarına sunuyorlar: “Bizim böyle bir tehdidimiz var, hava sahalarımız ihlal ediliyor dolayısıyla, daha fazla parayı ve bütçeyi diğer alanlardan kesip buraya aktarmamız gerekiyor”. Esas itibariyle bu dediğim gibi uzun süre devam ettiği zaman, şu ana kadar zaten belli sıkıntılara sebep oldu Avrupa başkentlerinde, bundan sonra da olacak.
Bir ara tedbir olarak, Amerika’nın “Ben artık mali kaynakları vermeyeceğim” demesinden sonra, Avrupalıların ara tedbir olarak… Avrupa’da bulunan Rusya hesaplarına, gerek Merkez Bankası’nın gerek devletle ilişkili olduklarını ifade ettikleri iş adamlarının mallarına ve paralarına el koymuşlardı biliyorsun. İlk önce bu paraların faizlerini kullanması teorisi teklifiyle gelindi. Daha sonra bu paraların belli bir şekilde kullanılıp Ukrayna tarafından… Şu duruma da düşmek istemiyor Avrupalı ülkeler, yani bir taraftan bu parayı kullanıp kendileri para harcamak istemiyorlar. Diğer taraftan da bu parayı kullanırlarsa, daha doğrusu el koymuş olurlarsa dünya serbest ticareti, finansal açıklık, hareketlilikle ilgili ortaya konmuş ne kadar “kutsal” madde varsa, yasa varsa ihlal edilmiş olacak. Buna bazı ülkeler de yanaşmıyor. Ara formül olarak şöyle bir şey buluyorlar, bugünlerde onun tartışması var diyorlar ki: “Ukrayna’nın Rusya’dan savaş tazminatları talebi var. Bu kadar yıkıma bir tazminat talebi olacak. Biz hukuki olarak bir çerçeve oluşturalım bu paraları tazminatın toplamından düşelim harcandıkça”. Böyle bir şeye gidiyorlar. Tabii bu paralar daha sonra, eğer savaş devam ederse, finansman nasıl olacak? Bakın sadece savaş finanse edilmiyor, Ukrayna hükümetinin de finanse edilmesi gerekiyor, ona yönelik de ciddi fonlar ve bütçeler aktarılıyor. Dolayısıyla, aslında bu çok uzun bir konu, inanılmaz derece maliyetli. Sadece insan maliyeti yok, kaynak maliyeti de çok yüksek. Dünya ticaretine, dünya enerji dengelerine maliyeti çok yüksek. Cumhurbaşkanımızın başından itibaren söylediği gibi, bir an önce durması gerekiyor bu saçma savaşın. Kabul edilemez maddeleri var iki tarafın, özellikle Ukrayna’nın resmi olarak toprak bütünlüğüne halel geliyor, o ciddi bir sıkıntı, ama bir formülle bu işin bitmesi lazım. O formül de zaten ortaya çıktı, çok yakınız ama inşallah biter.
SUNUCU- Peki, aslında çok vaktinizi almak istemiyorum Sayın Fidan, son sorumu yönelteceğim. Bu son soru bütün bu konuştuklarımızın aslında kapsayıcı, toparlayıcı sorusu olacak. Ben naçizane sizin cevaplarınızdan küçük küçük notlar aldım önüme. Şöyle diyorsunuz: “Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik özelliği, küresel liderlik kavramı. Türkiye’nin liderlik gücü, Türkiye’nin diplomatik derinliği. Burası bizim kendi bölgemiz, burası bizim kendi coğrafyamız”. O zaman şunu sormak isterim, hatta naçizane bir örnek de vereyim: Lübnan’ın eski Başbakanı Necip Mikati, bir önceki Başbakanı, şöyle demişti: “Zor zamanlarda önce Allah’a, sonra Türkiye’ye güvenmemiz gerektiğinin öneminin farkına vardık” demişti. Bu cümleyi başlı başına kavramsallaştırabiliriz. “Kendi coğrafyamız” diyorsunuz, pergelin ucu Ankara’da, bunu da görüyoruz. Bütün bunlarla beraber, Türkiye’nin dış politika mimarisi nasıl yükseliyor, nasıl şekilleniyor?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bunun tabii çok ciddi yapısal analizi gerekiyor. Buna baktığımız zaman, ben yıllardır içindeyim, bir taraftan pratisyen, bir taraftan teorisyen olarak hep gözetlemeye çalışıyorum. Şöyle bir husus var: Soğuk Savaş döneminde dış politika otomatik pilota bağlanmıştı biliyorsunuz. Burada otomatik pilotta olmanın belli avantajları ve dezavantajları var. Avantajları risk alanı sıfırdır, dezavantaj da hiçbir şey gelmez. Bizim, özellikle milli politikaya 2002’den sonra yönelmemiz, özellikle Soğuk Savaş’tan sonra da Batı’nın artık tehdit tanımlamasını yeniden yapması ve Türkiye’nin artık o kadar fazla tercih edilen bir müttefik olarak görülmemesi, Avrupa Birliği üyelik sürecinde bize hak ettiğimiz değerin verilmemesi, bizi şuna itti esas itibariyle: Avrupa Birliği biliyorsunuz çok katmanlı bir yapı, ekonomik birliği var, üstünde koruma şemsiyesi var vesaire burası gerçekten belli bir istikrar adasıydı bugüne kadar. Şimdi o yılları hatırlayın, biz Avrupa Birliği’ne demir atmadık, biz başka bir ittifaka da demir atmadık. Biz nereye demir attık? Biz aslında halkın feraseti ve bilgeliğiyle güçlü ve uzun erimli ve yüksek iradeli liderliğe demir attık. İstikrarı biz buradan ürettik. Cumhurbaşkanımız uzun yıllardır aynı dirayetle ve hikmetle ve fedakarlıkla açıkçası… Bu yükü taşımak, bu ateşken gömleği taşımak her kulun, her insanın isteyeceği bir iş değil. Gerçekten insanın hayat tadını kaçıran, kolay ve iyi gününüzün olmadığı, sadece yaptığınız hizmetten manevi haz aldığınız bir iş yapıyorsunuz. Onun dışında yaptığınız her konu gerçekten büyük zorluklar içeriyor.
Şimdi böylesine bir uzun erimli, istikrarlı, halk meşruiyetine dayalı, defalarca seçimle kendini ispatlamış, onay almış bir liderliğe demir attığınız zaman… Bakın bu çok fazla kıymeti bilinen bir şey değil, ama bizim gibi çok fazla büyük ittifakların içerisinde sistemik olarak yer almayan aktörler için fevkalade önemli bir şey, Türkiye gibi bir siyasal istikrar. Biz bunu iç politikada neye dönüştürdük? Altyapının halline, temel hizmetlerin götürülmesine, demokratik standartların yükseltilmesine, eğitimin yaygınlaştırılmasına dahil olmak üzere çok fazla şeye dönüştürdük, orta sınıfın seviyesi yükseldi.
Dışarıda neye dönüştürdük? Güvenilir bir Türkiye. Bölgede kendi gücünü istikrar oluşturmada kullanan bir Türkiye. Biz hiçbir zaman için istikrar bozucu, savaş çıkartıcı bir ülke olmadık, terörle mücadele ettik sonuna kadar, ki başkalarının da istikrarını hedef alıyor. Daha sonra ekonomik olarak, ticari olarak, sosyal olarak, teknolojik olarak her yere fayda götürmeye çalıştık. Şimdi geldiğimiz üst noktada da artık, liderlik bu noktada önemli, artık bunun kalıcı bir sistemi kurulabilir mi? Şimdi bunun zihni ve idraki Türkiye’deki liderlikte mevcut ve bölgedeki ülkeler de buna güveniyor. Çok kritik bir aşamaya geldik, bakın tarihin çok kritik bir eşiğindeyiz. Biz bugüne kadar altyapıyı, tabiri caizse hafriyatı bitirdik. Artık stratejik olarak, Türkiye’deki hizmetler ayrı, ama bölgesel ve uluslararası ilişkiler dinamiği açısından bu kadar kırılgan bir dünyada hem ülkemizi savaşlardan beri tutmak hem de müttefiklerimize güven vermek, tehdidi sınırın ötesinde karşılamak ve kalıcı bir sistem oluşturmak çok zor bir iş. Gerçekten zor bir iş. Çok kritik bir eşikteyiz, şimdi bu kritik eşikte bizim Cumhurbaşkanımıza daha uzun yıllar ihtiyacımız var. Bu projenin sağ salim bölgenin lehine tamamlanması için uzun ve güçlü liderliğe ihtiyacımız var. Dediğim gibi, bizim demir attığımız pakt, güçlü liderlik, uzun erimli liderlik. Avrupa Birliği bizi almıyor. Şimdi Avrupa’da istediği kadar siyasi kriz çıksın, aylarca hükümetler kurulmuyor, hiç önemli değil. Zaten egemenliğin yarısını Brüksel’e… Enerji, gümrük tarifeleri, kimsenin zaten merkez bankası yok. Faiz oranları, vize politikaları, ticaret politikaları, dış politika parametreleri her şeyi bir yerden belirleniyor. Zaten önemli konuların yüzde 50’ye yakın hususun, başka bir yere delege edildiği bir yerde hükümetin gücü veya güçsüzlüğü içerideki bazı konularda kendini gösteriyor ama, genel olarak hayati konularda çok fazla şey yok, ama biz öyle değiliz. Bizim gerçekten güçlü ve istikrarlı ve halk meşruiyetine dayalı, çok güçlü halk meşruiyetine dayalı liderlikle yola devam etmemiz gerekiyor. Onun için Cumhurbaşkanımızın bu zamana kadar ortaya koyduğu bu liderlik ve çaba bize dış politikada çok şey getirdi, biz de bunu elimizden geldiğince kullanmaya çalışıyoruz. Ve yurt dışındaki ve bölgedeki ortaklarımız da sürekli bu istikrarının kaybolmaması yönünde bize telkinlerde bulunuyorlar, herkesin şeyi bu.
SUNUCU- Peki, efendim. Sayın Fidan, TRT Haber Özel Röportaj’da sizi ağırladık, zaman ayırdınız ve değer kattınız çok teşekkürler.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben teşekkür ederim, sağ olun.
* Interpress deşifresidir.