SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME] Sayın Bakanım, sizinle burada bulunmaktan hakikaten memnunum. Sizinle MBC Masr ekranında ilk defa bu tarz bir program icra ediyoruz. Şerefyab olduk. Teşekkür ederiz.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben de beni misafir ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Çok memnunum. Sizin vesilenizle de programın başında Mısır halkına ve kardeşlerimize en içten sevgilerimi, muhabbetlerimi, saygılarımı iletmek isterim.
SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME] Efendim, sizler, iki gün geçmedi daha, Arap ve İslam ülkelerinin Zirvesi'nden döndünüz. Doha'da yapılmış bir zirveydi. Bu zirveden çok beklenti vardı doğrusu. Çünkü önemli bir dönemde, kritik bir dönemde geldi. Gazze'de bir soykırım söz konusu ve bu işgal ve ihlallerin sınırları genişleyerek Doha'ya kadar ulaştı. Bu zirve İsrail tehditlerine karşı koyma konusunda İslam dünyasına ve dünyaya net ve doğrudan bir duruş sergileyebildi mi?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Önemli bir soru. Doha’daki İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi Ortak Liderler Zirvesi gerçekten bizim gözümüzde büyük bir dayanışma toplantısıydı esas itibariyle. Burada Katar'a karşı yapılan saldırıya, Arap ülkelerinin, İslam ülkelerinin liderlerinin bir araya gelip hep beraber bir dayanışma mesajı vermesi önemliydi. Bu toplantının aslında en önemli kısmı buydu. Biliyorsunuz daha önce Gazze'de devam eden soykırım ve İsrail yayılmacılığı ile alakalı İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Ligi ortak toplantılarında alınmış kararlar var iki yıldır ve çok tedbirler var ve atılan inanılmaz büyük diplomatik adımlar var. Fakat son saldırı, özellikle Katar'a yapılan saldırı, ki özellikle arabuluculuk işlemi devam ederken, bu tabii birçok şeyi değiştirdi. İsrail, biliyorsunuz bizim için her zaman için bölgede Filistin'den dolayı, Filistin topraklarını çaldığı için bir problemdi. Yani iki devletli çözüme hepimiz inanıyoruz. Mısır da bunun taraftarı. Türkiye de taraftarı. 1967 sınırlarına dayalı bir iki devletli çözüm, İsrail de var olsun, Filistin Devleti de var olsun. Ama İsrail tarafı hiçbir zaman için iki devletli çözümü istemedi. Her zaman için 1967 sınırlarının ötesindeki Filistin topraklarını çalma yönünde bir politika ortaya koydu. Bunu da yaparken güvenlik diye bir bahane ortaya koydu. Fakat şimdi geldiğimiz noktada, bu İslam dünyasının on yıllardır en büyük problemi. Fakat son birkaç yıldır, Filistin'de devam eden zulmün yanına İsrail yayılmacılığı da artık resmi olarak tanınmış bir bölge için tehdit haline geldi. Doha’daki toplantı bence özellikle İsrail'in Filistin'e değil, başka bir Arap ülkesine saldırı yapması üzerine yapıldığı için bu İsrail'in bölgedeki yayılmacılığının altını çizen, bunu uluslararası toplantılarda da kayda geçiren ve bölge ülkelerini ve uluslararası toplumu buna karşı bir tutum almaya davet eden bir toplantı oldu. Bence en önemli çıktısı bu. Tabii toplantılarda yapılan deklarasyonlarla, liderlerin o toplantı marjında yaptığı görüşmeleri biraz birbirinden ayırmak lazım. Bence burada liderlerin bu yeni gelişme karşısında beraber bir araya gelip konuştukları, mutabık kaldıkları konular, metne yansıyan şeylerden çok daha önemli ve fazla diye düşünüyorum.
SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME] Bir ay geçmedi daha, bizler Arap bölgesinde İslam ülkeleri olarak Ortadoğu’da, Gazze'de bir ateşkesten bahsediyorduk. İsrail ihlallerine karşı koymaktan bahsediyorduk. Sizce biz yeni bir aşamaya mı geçmiş bulunuyoruz? Şu an Gazze ya da Filistin davasından değil de farklı açıklamalarda da geçtiği üzere İsrail'in bölgeyi tehdit ediyor olmasından mı bahsediyoruz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet aynen. Burada şu anda maalesef geldiğimiz aşama bu. Tabii ki Gazze'deki devam eden soykırımın ve Batı Şeria'nın ilhakına yönelik girişimlerin karşısında olmaya ve çalışmaya devam edeceğiz ve Filistin Devleti’nin hayata geçmesi için çalışacağız. Bölgesel barış için olmazsa olmaz bu. Ama diğer taraftan, İsrail'in bölgede yayılmacılığı artık bir politika haline getirmesini bölge ülkeleri olarak, uluslararası toplum olarak masaya yatırmamız ve tedbir almamız gerekiyor. Bu fevkalade önemli. Bu İsrail için de iyi değil, bölge ülkeleri için de iyi değil. İsrail maalesef güvenliğini bölgede kendine yakın olan ülkelerin siyasal zayıflıklarından, ekonomik zayıflıklarından, teknolojik geriliklerinden alıyor. Onlarla beraber eşit kalkınmaya, refaha ve güce dayalı bir bölgesel vizyonu kendisi için tehlikeli buluyor. Maalesef Batı ülkeleri ve Amerika da bu politikada zaman zaman görev alabiliyorlar. Dolayısıyla, bölgedeki bu denklemin değişmesi lazım. Dolaylı yollardan istikrarsızlık yaratamadığı zaman askeri olarak bölgeye müdahale ediyor olması, tabii ki şu anda İsrail'in niyetlerini açık olarak ortaya koydu. Yani Lübnan'daki işgali, Suriye'deki işgal, İran'a karşı yürüttüğü saldırı Yemen'deki sivil hedeflerin sürekli vuruluyor olması, altyapının sürekli sistemli bir şekilde yok ediliyor olması ve en son Katar'a yapılan saldırı. Tabii bütün bunların hepsi gösteriyor ki İsrail artık bütün risklerini hesaplamış ve bölgesel yayılmacılığı Filistin meselesinin ötesinde de bir politika haline dönüştürmüş. Bu tabii aklı başındaki İsraillilerin karşı çıktığı bir politika. Bölgede huzur içerisinde bütün tarafların beraber yaşaması mümkünken, böylesine yayılmacı bir politikayı güvenlik adına strateji olarak benimsemek herkes için tehlikeli.
SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME] Bu handikaplara karşı Türkiye önemli rolünü koruyor. NATO’da üye olarak Türkiye’nin bugün ABD ile ilişkileri son derece iyi ve hatta şahsi düzeyde bile liderler arasında ilişki var, Erdoğan ve Trump arasında. Peki bu büyük etkiyi enstrüman olarak kullanmak mümkün müdür? Ya da bunu nasıl kullanabiliriz karşı tarafa karşı?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu önemli bir konu. Cumhurbaşkanımız biliyorsunuz, uluslararası diplomasi ile ilgili mesaisinin büyük bir bölümünü özellikle Gazze'deki soykırımın durması için harcamakta. Burada hem bölge liderleriyle hem uluslararası liderlerle sürekli bir temas halinde. Sayın Trump'la da konuyu her görüştüğünde özellikle Gazze meselesinin, Suriye'deki istikrarın, altını sürekli çiziyoruz. Ama sizler de biliyorsunuz, Amerikan iç politikasında on yıllardır oluşturulan bir realite var. O realite, kimin kimi kontrol ettiği ve kim kimi yönetiyor realitesi. Bu son olaylarda da ortaya çıktı ki, aslında Amerika Birleşik Devletleri'nin İsrail politikaları üzerinde sanıldığı kadar da bir etkisi yok. Belki tersi mümkün.
SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME] İslam İşbirliği Teşkilatı'nda önemli bir yeriniz var. Arap Ligi ile de güzel ilişkileriniz var. Mısır ve Suudi Arabistan da Arap alemini temsil eden iki önemli ülke. Mısır ve Suudi Arabistan ile ilişkilerinizi nasıl nitelersiniz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İlişkilerimiz gerçekten son derece iyi. Türkiye özellikle son yıllarda sadece kardeşlik ilişkisi olarak değil, daha yapısal ilişkilerin ortaya konması gerektiği konusunda bir politika benimsemiş durumda. Ekonomik kalkınma, bölgesel barış, istikrar, teknolojik iş birliği ve turizm başta olmak üzere çok ciddi bir çalışmamız var. Hem Mısır'da hem Suudi Arabistan'da biliyorsunuz, siyasi liderlikler ulusal kalkınma için çok fazla zaman ve kaynak ayırıyorlar. Özellikle Mısır'da ben Sayın Sisi’yle ile buluştuğumda onun bir meşhur sözü var unutmam: “Bizim en büyük düşmanımız yoksulluktur” der ve hep onu kendisine büyük bir dert edindiğini ben görürüm. Gerçekten o önemli bir konu ve onun etkilerinden ülkeyi kurtarmak için var gücüyle çalıştığını görüyorum. Hakeza ne zaman Sayın Muhammed bin Selman’la ve arkadaşları ile buluşsak, ülkedeki altyapının daha da ileri götürülmesi ve dünyadaki en iyi teknolojinin, en iyi altyapının, en iyi olan ne varsa ülkeye getirilmesi için çalışan liderler. Buralardaki bu kalkınma hamleleri, gelişme hamleleri fevkalade önemli. Bölgede siyasal kriz olmazsa, bölgede dış müdahale olmazsa, aslında bölgedeki liderler kendi ülkelerini kalkındırmak için muazzam bir hamle içerisindeler. Türkiye bunu görüyor. Dolayısıyla, biz de aynı yollardan gidiyoruz. İşte siz zaman zaman Türkiye'ye gelip gidiyorsunuz belli aralıklarla. Türkiye'deki son 25 yılda kat edilen kalkınma seviyesini görüyorsunuz. Aslında transformasyon mümkün, kalkınma mümkün. Modern dünyanın sahip olduğu imkanlara ulaşmak mümkün. Yeter ki planlı, programlı bir şekilde bunun üzerinde çalışalım. Şimdi Türkiye bu noktada hem Mısır'la hem Suudi Arabistan’la hem ticari ilişkilerini hem siyasi ilişkilerini ilerletiyor. Ama geldiğimiz noktada şöyle bir realite var: Artık bölgedeki tehditler bizi güvenlik konusunda da daha fazla konuşmaya ve bu konuda iş birliği yapmaya itiyor açıkçası. Özellikle savunma sanayiinde iş birliği yapmamız lazım. Ortak güvenlik konularında da daha fazla konuşmamız lazım. Suudi Arabistan'la biliyorsunuz savunma sanayii alanında devam eden iş birliklerimiz var. Mısır'la da bu konudaki görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Ama Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere, Türkiye'nin gerçekten bölge ülkeleriyle bir ortak güvenlik konusunu da en az ekonomi, ticaret, teknoloji konuları kadar masaya yatırmamız gerekiyor.
SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME] Arap bölgesinde şu an meydana gelen büyük olaylardan birisi Suriye ile ilgili. Türkiye'nin Suriye'ye verdiği desteği iyi biliyoruz. Suriye'nin kalkınmasını desteklediğini de biliyoruz. Suriye'deki mevcut tehditlere nasıl bakıyorsunuz? Güvenlik sözleşmeleri söz konusu. Güvenlik anlaşmaları söz konusu İsrail ile. Peki Suriye’nin birliğine karşı tehditlerle ilgili ne düşünüyorsunuz ve Suriye'deki mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Biliyorsunuz, bizim Suriye ile 911 kilometre sınırımız var. En uzun sınırımız Suriye ile ve yıllardır da çok yakın sosyal, kültürel ilişkilerimiz var. Şimdi Suriye'de özellikle geçen sene 8 Aralık'tan sonra olan değişim ve yeni yönetimin işbaşına gelmesi tabii çok temel bir değişimdi. Biz şunu yaptık: Özellikle başta Mısır olmak üzere, Suudi Arabistan, Ürdün, Irak, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, bölge ülkeleri olarak bir araya gelerek dedik ki Suriye'deki yeni yönetimden bizim beklentilerimiz nedir, ona hep beraber karar verelim. Bu beklentilerimizi iletelim ve ilişkilerimizi de ona göre geliştirelim. Çünkü bu tek başına Türkiye'nin bu kadar sınırı olsa da Suriye tek başına Türkiye'nin sorunu değil. Suriye'nin Irak'la sınırı var, Ürdün'le sınırı var, Lübnan’la sınırı var, Suudi Arabistan'la yakın ilişkileri var. Yani bunları hep beraber, bir bölgesel sorun olarak ele almamız gerekiyor. Şunu iftiharla söylemek isterim ki, gerçekten bölge ülkeleri olarak bir araya geldik. Ne istediğimize hep beraber karar verdik. Bu isteklerimizi yeni yönetimle görüştük. Yeni yönetim de buna çok pozitif cevap verdi ve pozitif cevap devam ediyor. Bunlar nedir? Bir, komşu ülkeler için tehdit oluşturmama; terörizm konusunda gerekli tedbirleri alma; ülkede özellikle azınlıklara, diğer inanç gruplarına yönelik bir baskının, zulmün olmaması gibi temel konularda biz anlayış birliğine vardık ve şu anda Ahmet Şara yönetiminin bu konuda bir hassasiyet gösterdiğini görüyoruz. Fakat, Suriye'nin kendi içindeki tarihten gelen ve konjonktürden kaynaklanan sorunları o kadar fazla ki, yeni yönetim şu anda belli sorunları halletmekle meşgul. Bölgede özellikle ülkenin üçte birini silahla ve zorla işgal altında tutan bir YPG varlığı var biliyorsunuz. Diğer taraftan ülkenin güneyinde sorunlar çıkabiliyor, sahil bölgesinde birtakım sorunlar çıkabiliyor. Bütün bunların hepsinin barışçıl bir şekilde daha fazla kan kaybına meydan vermeden, bütün Suriyelilerin lehine olacak şekilde, bunların hepsini eşit vatandaş olarak gören bir sistem içinde halledilmesi gerekiyor. Fakat, diğer taraftan siz de biliyorsunuz, Suriye'de büyük bir altyapı ve finans sorunu da var. Bir önceki rejim döneminde ülkenin altyapısı tamamıyla mahvolmuş durumda savaştan dolayı. Finansman kaynakları ve ticaret tamamıyla çökmüş durumda. Bunların yeniden ayağa kalkması gerekiyor. Şimdi bölge ülkeleri olarak, uluslararası toplumla da Amerika'yla ve Avrupa Birliği'yle de iyi iş birliği kurarak ilk defa hep beraber gerçekten örnek olacak bir politika ortaya koyduk. Bölge ülkeleri, Avrupa Birliği, Amerika “Suriye'deki yeni yönetime belli şartlarla imkân verelim, şans verelim ve istikrara bir kapı açılsın”. Bence bu uluslararası toplumun gerçekten aldığı önemli bir karardı. Tabii bölgesel liderlerin bu konuda önemli bir rolü var. Bölgede Türkiye ve diğer Arap ülkelerinin bir araya gelerek bir tercih oluşturması ve bunun Avrupa'yla ve Amerika'yla iletişimini yapmaları bence bunu mümkün kıldı. Fakat şu anda Suriye'nin istikrarına en büyük tehdit muhtemel bir İsrail askeri operasyonu. İsrail bu konuda belli niyetlerini önceden ortaya koyuyor. Suriye'deki istikrarsızlığın kapısını açarsa, İsrail'in bu yayılmacı politikaları açar. Kaldı ki az önce de geniş geniş ifade ettim. Bölge ülkeleri, Avrupa Birliği, Amerika ve diğer ülkeler, Asya, Rusya, Çin, herkes. Suriye'deki yeni yönetime bir şans verme ve istikrara yönelik çalışma konusunda bir ittifak oluşmuş durumda. Uluslararası toplumun bu konudaki ortak tutumunu İsrail, anlaşılan kendisi için bir tehdit olarak algılayabiliyor. En azından Netanyahu hükümeti. Ben umarım bu konuda bir negatif gelişme olmaz. Olursa çünkü çok ciddi bölgesel sonuçları olur diye değerlendiriyorum.
SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME] Bölgemizde sorun söz konusu olursa söylediğiniz gibi, bölge hakikaten büyük handikaplarla karşı karşıya kalabilir. Uluslararası arenada bir iş birliğinden bahsedeceksek, bir siyasi tecrübe söz konusu ve Türkiye'nin de farklı tecrübeleri var. Türkiye’nin yeni yönelimleri de var. Şanhay İşbirliği Örgütü gibi, BRICS gibi farklı yönelimleri var. Bu tarz uluslararası oluşumların etkili rolü olur mu sizce yakın vadede en azından? Yeni bir dünya sisteminden, yeni bir küresel sistemden bahsediliyor. ABD ve AB gibi yeni kutuplara karşı koyma gibi şeylerden bahsediliyor. Sizce bu oluşumlar, kuruluşlar somut hedeflere ulaşabilir mi yakında?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tabii bu sorduğunuz soru çok önemli bir soru. Yani mevcut uluslararası sisteme alternatif bir sistem başka aktörler tarafından kurulabilir mi meselesi. Biliyorsunuz uluslararası sistemin maalesef özellikle Gazze olayında da açığa çıktı ki, büyük bir yetersizliği var ve ortaya çıkan krizlere cevap vermekten uzak bir sistem. Belli tercihlerinden ve belli güç yapılarından dolayı. Şimdi bu sistem şu anda özellikle Gazze'de olan savaş, Ukrayna'da devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı ve bunun etrafında şekillenen olaylar, Asya-Pasifik'te olan muhtemel gelişmeler, teknoloji dünyasındaki rekabet ve ticaret savaşları hep beraber topluca evrildiği zaman var olan sistemin bir cevap vermekten ziyade daha fazla krizi körüklediğini görüyoruz. Şimdi burada mevcut ittifakların rolü büyük. Mevcut ittifaklar kendi popülasyonları için refah getirebilirken, başta Avrupa Birliği ve Amerika, diğer sorunları çözmede yetersiz kalabiliyor. Birleşmiş Milletler teşkilatının özellikle Güvenlik Konseyi'nin yapısı bu konuda şu anda sorunları çözmekten uzak gözüküyor. Güvenlik Konseyi'nin reforme edilmesi lazım. Birleşmiş Milletler'in reforme edilmesi lazım. Daha katılımcı, daha kuşatıcı bir karar alma mekanizmasının hayata geçmesi lazım. Bunlar olmadığı zaman mevcut ittifakların karşısına sizin de sözünü ettiğiniz gibi, BRICS gibi, Şanhay İşbirliği Teşkilatı gibi, ASEAN gibi daha adını burada sayamadığımız çok fazla bölgesel aktörlerin ortaya çıkacağı ve daha farklı arayışların olacağı muhakkak. Diğer taraftan aslında ekonomik arayışların olması da normal. Burada şu anda en güçlü, sistemli ve kurumsal işleyişe sahip olan tabii Avrupa Birliği. Avrupa Birliği'nin ekonomik kurumsallaşması ülkeler üzerinde, hiçbir ülkenin biliyorsunuz kendi ekonomisi ve finansı üzerinde çok doğrudan bir etkisi yok. Yani bu artık Brüksel tarafından karar veriliyor. Ulus devletler, üye ülkeler bu yetkilerini Avrupa Birliği’ne devretmiş durumdalar. Finans ve ticaret politikalarını özellikle. Şimdi bu kurumsallaşmanın getirdiği büyük faydalar var tabi Avrupa Birliği ülkelerine ve Avrupa Birliği'nin Amerika ile olan tarihsel yakın ilişkisi, özellikle güvenlik alanında bir Batı ittifakının ayakta kalmasını ve daha da ileride olmasını mümkün kıldı. Şimdi uluslararası ticaret kurallarının savaş zamanlarında güvenlik nedenleriyle başka amaçlar için kullanılıyor olması tabii büyük bir kriz çıkartıyor şu anda ve teknolojik rekabette dengelerin bozulması da şu anda büyük bir kriz çıkartıyor. Türkiye olarak biz Avrupa Birliği üyesi bir ülke değiliz. Aday ülkeyiz ama üye ülke değiliz. Diğer ekonomik ittifaklara, iş birliklerine çok yakından bakıyoruz. BRICS’e yakından bakıyoruz. ASEAN’a yakından bakıyoruz. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na yakından bakıyoruz. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı var İslam ülkelerinin oluşturduğu, ona yakından bakıyoruz. D8 grubu var Mısır'la Türkiye'nin ortak olduğu, onlara yakından bakıyoruz. Bütün bu kurumların hepsini daha iyi nasıl işletebiliriz? Daha iyi ticareti, kalkınmayı ve refahı nasıl sağlarız, onun peşindeyiz. Ticari ve ekonomik ittifak alanları bir alan. Güvenlikle ilgili arayışlar başka bir alan. Tabii güvenlikle ilgili az önceki sorunuzda da söyledim. Bölgemizde çok ciddi gelişmeler var ve bölge ülkeleri olarak bölgedeki güvenlik sorunlarına, başta terörizm olmak üzere, cevap verecek bir anlayış içinde olmamız gerekiyor.
SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME]Bu soru şimdi aklıma geldi sizler konuşurken. Bütün bu handikaplar söz konusu iken, bütün bu uluslararası kuruluşlar söz konusu iken, bölgesel ittifaklar söz konusu iken, risklerle karşı karşıya kalındığında sürekli gündem olan bir husus var. O da neden bir Arap ve İslam ülkelerini birleştiren bir oluşum olmuyor? İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi'ni bir araya toplayan bir oluşum olmuyor güvenlik koordinasyonu anlamında. Bu bir hayal mi sizce? Bölgemizde yaşayan bir vatandaş için bir hayalden mi ibaret, yoksa bunun olması için bir fırsat var mı gerçekten?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben bunun olabileceğini düşünüyorum. Çünkü dünyadaki diğer örneklerine baktığımız zaman bu bir politik sistem meselesi. Bir de ortak ülküye ulaşma meselesi. Şimdi Avrupa Birliği bir örnektir, NATO bir örnektir ve diğer bazı iş birliği teşkilatları bir örnektir. Şimdi burada özellikle bizim bölgemizde, İslam dünyasında biliyorsunuz Birinci Dünya Savaşı ve post-kolonyal dönemden sonra ulus devletler ortaya çıktılar. Ve bu ulus devletler artık olgunlaşma dönemlerini geçirdiler. Artık bence İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerin, Arap Ligi üyesi ülkelerin birçoğunun ulus devlet yapıları oturmuş durumda, dengeleri oturmuş durumda. Artık buradan bir bütünleşik siyasal sisteme gidilebilir. Çünkü birçok ülke geçiş süreci yaşıyordu, kriz süreci yaşıyordu. Kendi milli kimliğini tanımlama süreci yaşıyordu, özellikle Afrika kısmına bakarsak. Ama şimdi bölgede özellikle Körfez’deki istikrarı görüyorsunuz, işte Mısır, Ürdün, Türkiye, Endonezya, Malezya, Pakistan ve İran gibi büyük ülkeler var. Bu ülkelerin artık bir araya gelerek kendi aralarında sorunları ortak tanımlama ve çözme iradesi koymalarının artık pratikte mümkün olduğunu görüyoruz. Önceden böyle bir vizyon olsa da bunun pratikte imkanları olmayabiliyordu. Ama bizim şu anki değerlendirmemiz ulus devlet yapılarını, alt yapılarını incelediğimiz zaman, ülkelerin siyasi liderlikleri böyle bir şeye karar verirlerse belli bir sistematik içerisinde sizin söylediğiniz vizyona ulaşmak mümkün. Buna Bismillah deyip bir yerden başlamak gerekiyor. Burada, özellikle bizim şu anda içinde yaşadığımız bölgede, ülkeler birbirlerinin güvenliğine, bölgesel toprak bütünlüğüne ve egemenliğine taahhütte bulunmaları lazım. Bütün ülkeler birbirlerinden emin olmalı. Bunu mümkün kılacak bir platformun olması lazım. Daha sonra bunun üzerine çok fazla ekonomik ve güvenlik konuları bina edilebilir. Uzun yıllar bölge ülkelerinin kendi içerisindeki çatışmalar, anlaşmazlıklar, yer kapmaları hep rol oynadı. Biliyorsunuz Arap ülkelerinin arasında “Türkler tekrar geliyor, Neo-Ottoman bir politika izliyorlar”, işte ya Türk dominasyonundan bahsediliyor, ya Fars dominasyonundan bahsediliyor, ya Arap dominasyonundan bahsediliyor bölgede. Hep bir dominasyon, “Kim bölgeyi etkisi altına alacak veya hükmedecek” şeyi var. Bence bu çok ilkel bir yaklaşım. Bunun yerine bizim iş birliğini geliştirmemiz lazım. Domination değil Cooperation, Hükmetme değil iş birliği. Herkesin sınırları belli, ulus belli. Birbirimize saygı duyuyoruz. Kimsenin toprağında kimsenin gözü yok. Herkes birbirine güvenerek, omuz omuza, sırt sırta vererek. Artık modern dünyanın yaptığını bizim yapmamamız için de bu bölgede hiçbir sebep yok. Yani bu bölgenin çok kaynakları var, derin bir medeniyeti var, imkanı var. Araplar, Türkler, Farslar, Kürtler, herkes bir araya gelerek bölgede Müslümanı, Hristiyanı, Yahudisi büyük bir iş birliği ittifakı çıkartmak bölgede mümkün. Başkası yapıyorsa biz de yapabiliriz ve bu bizim şu anda neslimizin yapabileceği bir şey. Ve ben bölge liderleriyle konuştuğum zaman gerçekten büyük bir memnuniyetle görüyorum ki herkes bu vizyona inanıyor. Tabii bu vizyonu hayata geçirmenin önünde birtakım zorluklar olacak, riskler de olacak. Bunu önceden kabul etmek gerekiyor. Bu riskler bölge dışı riskler olabilir ama eğer yaşadığımız coğrafya dünyaya daha fazla istikrar, refah üretecekse bunun yolu sizin dediğiniz vizyonu hayata geçirmekten geçiyor ve ben bunun da şahsen mümkün olabileceğine inanıyorum. Cumhurbaşkanımız da bu vizyona çok fazla inanıyor, çok fazla siyasi destek veriyor. İnşallah biz yaşadığımız süre içerisinde bunun hayata geçtiğini görürüz. Benim de bütün bu çalışmalarım bu yönde.
SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME]Cumhurbaşkanı Erdoğan Mısır'ı ziyaret etmişti ve ikili görüşme gerçekleştirmişti Cumhurbaşkanı Sisi ile. Siz de Kahire'de idiniz Ağustos'un başlarında. Mısır-Türkiye ilişkilerini nasıl niteliyorsunuz halihazırda?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN-Mısır-Türkiye ilişkileri bence modern tarihin şu anda en iyi düzeyine erişmiş durumda. Çünkü gerçekten şu açıdan aramızdaki kardeşlik ilişkisi, halktan halka ilişki her zaman zaten mükemmel. Zaten iki halk birbirinin benzeri, ayırmak mümkün değil. Fakat siyasal elit arasındaki ilişki ve bürokrasiden bürokrasiye, hükümetten hükümete olan ilişki gerçekten fevkalade iyi bir noktaya ulaşmış durumda. Çünkü her türlü konuyu konuşabiliyoruz. Libya'yı konuşuyoruz, Sudan'ı konuşuyoruz, Filistin'i konuşuyoruz, Gazze'yi konuşuyoruz, Suriye'yi konuşuyoruz. Her türlü konuyu rahat konuşuyoruz, tartışıyoruz, bu önemli. İstihbari kuruluşlar arasındaki iş birliği fevkalade iyi. Ben hem bir önceki görevinden hem şimdiki görevden biliyorum. Çok büyük bir dayanışma ve iş birliği var. Giderek daha da ilerliyor. Diğer taraftan, aramızdaki ticari ilişkiler fevkalade iyi. Mısır Türkiye ticareti şu anda 9 milyar Dolar. Çok da dengeli yarı yarıya bir ticaret hacmi var. Güzel ama liderlerimiz şimdi bunu 15 milyar Dolara çıkartalım diyorlar. Onun bir uğraşısı var. Türk iş adamları Mısır'a yatırım yapmayı çok seviyorlar. Şu anda bana verilen son rakamlara göre 100 binden fazla istihdam var ve Mısır'daki yatırım ortamını çok beğeniyorlar. Oraya daha fazla Türk iş adamının gittiğini her geçen gün görüyoruz. Mısır'ın bu konudaki büyük bir ev sahipliği ve kucaklayıcılığı var. Bu da fevkalade önemli. Ben önümüzde şu anda çok şükür bir sıkıntı görmüyorum. Geçmişte yaşadığımız bazı gerilim anları oldu. O da o iki ülkenin birbirine olan sevgisinden oluyor aslında. Yani sitem sevgiden doğar. Bizde böyle bir şey var Türkçe'de. Böyle bir dönem oldu ama çok şükür liderliklerimizin dirayetli duruşu ve hikmetli bakışıyla bizler bu alanı aştık. Türkiye-Mısır ilişkileri şu anda çok şükür iyi gidiyor. Daha çok şey yapılabilir, yapılmalı da. Her şeyin çok başlangıcındayız. Çünkü her iki ülke de kendi potansiyelleri dışında birbirimizin potansiyelini bir araya getirebilirsek ne yapabiliriz onu keşfetmeye başladı. Bu sadece Mısır'la değil başka ülkelerle de bölgede bu şekilde oluyor, ikili iş birliğimizi her alanda profesyonel bir şekilde çalışarak ileri götürmemiz lazım. Ama altını çiziyorum, profesyonel çalışmamız lazım, çok çalışmamız lazım. Siyasi niyet var, irade var. Altta çok çalışma yapmamız lazım.
SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME]Çok önemli bir noktaya değindiniz. Mısır ve Türkiye'nin her konuyu rahatça konuşabildiğine, tartışabildiğine değindiniz. Peki, bu görüşleri nasıl bir araya getirebiliyorsunuz? Örneğin farklılıklar olabiliyor Suriye ya da Sudan ya da Libya konularında farklı görüşler olabiliyor. Bunları orta yolda buluşturmayı nasıl başarıyorsunuz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN-Birincisi, ortada iyi niyet olduğu sürece aslında birbirimizi rakip olarak değil, dost olarak gördüğümüz zaman, bir defa bunu böyle başlatmak lazım. Şimdi biz birbirimizi dost olarak görüyorsak, bir meselede farklılığımız varsa bu farklılığı gidermek daha kolay. Şimdi Libya konusunda bizim başlangıç pozisyonlarımız daha uzaktı birbirine. Ama zamanla, iletişimle, aramızda güveni artırarak belli bir noktaya geldik. Sudan konusunda hakeza ve Gazze konusunda zaten beraber çok yakın çalışıyoruz. Filistin konusunda çokça yakın çalışıyoruz. Yani etle tırnak gibi çalışıyoruz. Şimdiki Dışişleri Bakanı Sayın Bedir Abdulati ile çok yakınız. Ondan önce Sayın Semih Şükrü vardı. Onunla da çok yakın çalışıyorduk ve gerçekten çok ciddi bir çalışma var. Ben iyi niyetle, profesyonel bir şekilde düzenli ve sık bir araya gelip meselelerin sürekli daha ileri taşındığını gördüm. Bir önceki işime de baktığım zaman, yani 15 yıldır benim çıkardığım en önemli ders, yaptığım en önemli gözlem bu. İyi niyetle, birbirimize destek vererek konulara gitmemiz lazım. Her ülkenin farklı öncelikleri var, çünkü biz farklı coğrafyalardayız. Farklı sorunlarla karşı karşıyayız. Bu sorunlara farklı tepkilerimiz var. Farklı önceliklerimiz var. Farklı karar alma mekanizmalarımız var. Ama bütün bu farklılıkları uzlaştırmak ve birleştirmek bizim gibi profesyonellerin işi. Yani bir araya gelip bunu çözmemiz gerekiyor liderlerimiz adına, milletimiz adına. Ben o noktada ciddi bir mesafe kat ettiğimizi düşünüyorum. Yani farklı düşündüğümüz konular yok mu? Var. Ama yani farklılık doğanın tabiatında var. Önemli olan niyet.
SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME]Türkçe bir söze atıfta bulunmuştunuz, sitem sevgiden gelir diye. Mısır'da da bizde şöyle bir söz var. Hakkında nasıl düşünürsünüz bilmiyorum. Daha Mısırlılar der ki, düşmanlıktan sonra gelir sevgi. Bu söze katılır mısınız? İşte ilişkilerden bahsederken sizin söylediğiniz söze bağlı, gerilim sonrası gelen sevgiden bahsedilir. Sizce bu ilişkilerin geleceğinde gerilimsiz devam etmesi için yeterince güven oluşturuldu mu iki ülke arasında?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN-Ben yeterince güven oluşturulduğu kanaatindeyim. Bu güven öyle bir noktaya geldi ki bunun üzerine biz önemli her şeyi bina edebiliriz.
SUNUCU- [SİMULTANE TERCÜME]Sayın Bakanım, bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Sözleştiğimiz vakitten daha uzun sürdü. Gündeminizin yoğun olduğunu biliyorum. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Türkiye'de bulunuyor. Çok teşekkür ederim vakit ayırdığınız için.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN-Ben teşekkür ederim. Sağ olun.
* Interpress deşifresidir.