Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın A Haber'e Verdiği Mülakat, 27 Haziran 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TRT Haber'e Verdiği Mülakat, 3 Haziran 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın 24 TV'ye Verdiği Mülakat, 9 Mayıs 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın CNN Türk'e Verdiği Mülakat, 9 Nisan 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın UTV'ye Verdiği Mülakat, 7 Nisan 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Reuters’a Verdiği Mülakat, 4 Nisan 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TV100'e Verdiği Mülakat, 14 Mart 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Al Jazeera Arabic’e Verdiği Mülakat, 26 Şubat 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Bloomberg TV’ye Verdiği Mülakat, 24 Şubat 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TRT World’e Verdiği Mülakat, 16 Şubat 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Palestine TV'ye Verdiği Mülakat, 8 Şubat 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Anadolu Ajansı Editör Masası'na Verdiği Mülakat, 5 Şubat 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Al Şark TV’ye Verdiği Mülakat, 27 Ocak 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın CNN Türk'e Verdiği Mülakat, 7 Ocak 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın France 24 English'e Verdiği Mülakat, 20 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın Al Jazeera English'e Verdiği Mülakat, 18 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Al Hades TV’ye Verdiği Mülakat, 15 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın NTV’ye Verdiği Mülakat, 13 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın A Haber'e Verdiği Mülakat, 15 Kasım 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın Haber Global'e Verdiği Mülakat, 17 Ekim 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TRT Haber’e Verdiği Mülakat, 28 Eylül 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Anadolu Ajansı Editör Masası'na Verdiği Mülakat, 19 Eylül 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Kanal 7’ye Verdiği Mülakat, 31 Temmuz 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Sky News Arabia’ya Verdiği Mülakat, 24 Temmuz 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Habertürk’e Verdiği Özel Röportaj, 24 Haziran 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın NTV’ye Verdiği Mülakat, 15 Mayıs 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Al Arabiya’ya Verdiği Mülakat, 5 Mayıs 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Basına Yaptığı Açıklama, 8 Nisan 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın CNN Türk’e Verdiği Mülakat, 18 Mart 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TRT Haber’e Verdiği Özel Röportaj, 20 Ekim 2023
Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın A Haber'e Verdiği Mülakat, 27 Haziran 2025

SUNUCU- A Haber ekranlarından mutlu akşamlar, Aklın Yolu’nda bugün ilk bölümde çok değerli bir konuğumuzu ağırlıyoruz, Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan bizlerle birlikte; Cansın Helvacı ile birlikte bu önemli konuğumuzu ağırlıyoruz.

Efendim, öncelikle hoş geldiniz yayınımıza.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ediyorum, hoş bulduk.

SUNUCU- Sayın Bakan, hoş geldiniz, ayağınızın tozuyla geldiniz.

NATO Zirvesini yakinen burada takip ettik, tüm yaşananları 7/24. Birçok başlık soracağız, ama dilerseniz onunla başlayalım istiyoruz. Özellikle Trump ve Erdoğan görüşmesini hem bekledik heyecanla ne olacak diye, sonra gelen fotoğraf karesi, açıklamalar… Ama biraz sizden dinlemek isteriz neler yaşandı o görüşmede, samimi bir hava var mıydı?

Bir de şu çok merak edildi, dipnot onu da sorayım: Cumhurbaşkanımızın kucağında bir zarf görüldü, o da Türkiye'de merak konusu oldu, o zarf neydi, onu da sormuş olayım. Görüşmeyle başlayalım dilerseniz.

Buyurun.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ederim.

Tabii, Cumhurbaşkanımızla Sayın Trump'ın görüşmesi önceden planlanmış bir görüşmeydi. Biliyorsunuz iki lider arasında Sayın Trump iktidara geldiği günden beri hem ikili ilişkilerle ilgili hem de bölgesel krizlerle ilgili, başta Gazze meselesi olmak üzere, Ukrayna-Rusya savaşı olmak üzere, sürekli devam eden bir görüş alışverişi var. Bunun Suriye'de fevkalade olumlu ve yapıcı bir sonuç verdiğini de gördük, liderler diplomasisinin. Bunun bir devamı olarak aslında sürekli telefon görüşmelerinde ikili lider de bir an evvel, yani mümkün olan ilk fırsatta birebir temas ihtiyacına dikkat çektiler ve NATO Zirvesi’nde bir araya gelindi. Baş başa bir görüşme oldu ve o görüşmede hem ikili konular hem bölgesel konular, başta Gazze krizi olmak üzere, Rusya-Ukrayna savaşı ve İran'daki konu, onlar gündeme getirildi. Oldukça yapıcı, iyi ve güzel bir görüşmeydi.

SUNUCU- Bu bağlamda aslında birçok başlığın Başkan Erdoğan'ın dönüşüyle birlikte, dönüş yolundaki açıklamalara da yansıdığını görüyoruz. Örneğin, Amerikan Başkanıyla görüşmesinde F-35'ler ya da F-16'larla ilgili sürece dair bir adım var mı?

Bir de o Zirve’de şunu gördük ki, çok yoğun bir mesai yapıldı, dünyanın gözü de bir anlamda Başkan Erdoğan'ın üzerindeydi, ikili görüşmelerde de bu yansıdı. Zirve’nin gündeminde de aslında baktığımızda, belki 15 gün önce konuşsak başka bir başlık vardı ama, İran-İsrail savaşı, ardından yüzde 5'lik konu gündemdeydi. Hem Türkiye açısından hem de zirvenin genel gündemi açısından nasıl yorumlarsınız Efendim geride kalan Zirve’yi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi NATO'nun her yıl bir ana teması oluyor malumunuz, bu yıl ana teması Sayın Trump'ın iktidara geldiği bir önceki dönemden itibaren gündeme getirdiği bir husus var, NATO eleştirisi olarak. NATO'daki üye ülkelerin savunma harcamalarının yeterince olmadığı, Amerika'nın bunu üstlenmek zorunda kaldığı, bunun da Amerika'ya hem hazine olarak maliyet ürettiği hem de iç politikada gerekli altyapı yatırımlarını, sosyal hizmetleri götürmede kendi vatandaşına sıkıntı çektirdiğini, dolayısıyla burada bir adil bölüşme ihtiyacı olduğu argümanından hareketle bunu sürekli gündeme getiriyordu. Gündeme getirmeyle de kalmadı, önceki iktidarlardan da bunu gündeme getirenler vardı, ama Sayın Trump ve ekibi ikinci dönem geldikten sonra bunu artık somut bir yaptırıma bağlamayı da hedeflediler. Dolayısıyla, Avrupalı liderler orada bu mesajı aldılar, önümüzdeki 10 yıl içerisinde savunma harcamalarını iki ayrı kalemde yüzde 5'e çıkarma konusunda bir fikir birliğine hemen hemen ulaşıldı. İspanya'nın biliyorsunuz bir şerhi var, aslında genel manada kabul ediyor da uygulamaya ilişkin sıkıntıları var. Orada, yüzde 3,5’luk çekirdek savunma harcamaları, yüzde 1,5 da onunla bağlantılı altyapı yatırımları konusunda bir yüzde 5’lik önümüzdeki 10 yıl içerisinde NATO üyesi ülkelerin bütçe artırımı kabul edildi prensipte. Bu önemli bir gelişme tabii.

NATO üyesi ülkeler aslında bunları yaparken, tabii bu beraberinde, aslında çok başka bir programda tartışılması gereken bir konu, uluslararası güvenlikle alakalı oluşmuş dengeleri de bir noktada biraz değiştirecek olan bir şey. Amerikalılar bunu istiyorlar, ama bu Amerika-Avrupa arasındaki bağımlılık ilişkisini de bir bakıma Avrupalıların lehine değiştirecek olan bir durumu da önümüzdeki yıllarda getirecek. Avrupalılar giderek Amerika'dan daha bağımsız hale geldikleri zaman bu hem jeostratejik olarak hem de jeoekonomik olarak etkilerini gösterecek.

Diğer taraftan, tabii Zirve’ye etki eden başka faktörler de vardı. İlk defa, epey zamandır, Ukrayna'nın Zirve’de olmaması, bildirim metnine konmasına yönelik bazı üyelerin çekincelerinin olması önemli bir husustu. Ve bu sefer tek oturumlu oldu, sadece üye ülkelerin liderlerinin katıldığı bir Zirve oldu. Önceki NATO Zirvelerinde birkaç oturum olurdu, iki gün sürerdi. Bunlarda sadece üye ülkeler kendi aralarındaki problemleri bir celsede tamamlar, daha sonra diyelim Asya-Pasifik'teki bazı ülkeler, Ukrayna'yla ilgili başka, AB'yle ilgili başka oturumlar yapılırdı. Bu sefer tek oturumla sadece üye ülkelerin meselelerinin konuşulduğu, NATO'nun kendi meselesinin konuşulduğu bir oturumla konu bitti.

Tabii, liderler arası yapılan akşam yemeği, resepsiyon, lobideki faaliyetler, daha sonra Dışişleri Bakanlarına verilen yemek, Savunma Bakanlarına verilen yemek, oralarda da daha farklı düzeylerde temaslar oldu.

Günün sonunda, Cumhurbaşkanımızın liderliği biliyorsunuz tartışmasız kabul edilen bir liderlik, orada da insanların teveccühü, onun nasihatlerini, konulara ilişkin fikirlerini aramaya yönelik çabaları gördük.

Daha sonra ikili görüşmeler oldu biliyorsunuz, oldukça önemli NATO üyesi ülkelerin liderleriyle Cumhurbaşkanımız görüştüler. Fransa Başkanıyla, Almanya Şansölyesiyle, İngiliz Başbakanıyla, Hollanda Başbakanı ev sahibiydi, İtalya Başbakanıyla, Romanya Devlet Başkanıyla, yeni seçildi zaten iki günlük, hemen Cumhurbaşkanımızla görüşme talep ettiler. Bunlar da güzel oldu esas itibariyle, çok verimli görüşmelerdi. Hem bölgesel konulara ilişkin hem küresel sorunlara ilişkin, ikili ilişkilere ilişkin görüşler oldu.

Şunu söyleyebilirim: Şimdi Cumhurbaşkanımız özellikle Ukrayna ve Gazze krizinde baştan beri bir pozisyon alıyordu, giderek aslında Avrupalı ülkelerin de oraya doğru geldiğini görüyoruz. Artık herkes her iki tarafta da ateşkes istiyor, burada Avrupalı ülkelerin birçoğu ne Ukrayna-Rusya Savaşı'nda, ne de Gazze'de İsrail'in lehine bir ateşkes istemiyordu. Şu anda artık iki savaşın da maliyetlerinin, sonuçlarının katlanamayacak bir düzeye geldiğini kendileri de görüyorlar. Tabii bu Cumhurbaşkanımızın hem vizyonunu hem liderliğini, Türkiye'nin ortaya koyduğu çabanın kıymetini çok daha yukarı çıkartan bir konjonktürü de beraberinde getiriyor. Şu anda özellikle bu konjonktürde, dediğim gibi, oradaki liderlerle yapılan görüşmeler oldukça içerikliydi.

SUNUCU- 2026 yılı ile ilgili gitmeden önce Başkan Erdoğan'ın bir ifadesi vardı Türkiye'de düzenlenmesine yönelik, sanırım 2026 yılı itibariyle ev sahipliği yapacağız.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet.

SUNUCU- 2026 ile ilgili program netleşti mi, belli oldu mu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Netleşti.

SUNUCU- En son 2004 müydü?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- 2004'teydi en son, şimdi 2026 yılına geçen sene biliyorsunuz biz talip olmuştuk, o kabul gördü.

SUNUCU- İstanbul’un ev sahipliğinde mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İstanbul-Ankara konusunda Cumhurbaşkanımız şu anda konuyu düşünüyor, istişare ediyor, burada iki tane ayrı görüş var şu anda, kendileri karar verecekler.

SUNUCU- Peki, şimdi biraz böyle 12 gün ne yaşandı, ne oldu bazı detaylar sormak isteriz, ama genelden başlayacağım ben, sonra detaylandıralım.

Şimdi bir ateşkes var gibi gözüküyor, ama sadece gözüküyor gibi, şu an bile son dakika bilgilerini arkadaşlarım geçiyor. Trump ardı ardına açıklamalar yapıyor İran'la ilgili, yine İran'dan gelen açıklamalar, İsrail'in saldırgan politikasının devam etmesi. Bu 12 günden sonra yaşananlar, özellikle NATO'da, NATO öncesi Trump'ın açıklamaları, ateşkesin sağlanması, bu ateşkes gerçekten sağlandı mı, bölge artık tamamen duruldu mu? Türkiye olarak biz şu an bu işin neresindeyiz, ne gördük? Biraz sürece ilişkin bize bilgi verebilir misiniz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Biliyorsunuz, bölgedeki bütün gelişmelerin hem yakından takipçisiyiz hem de içinde oluyoruz çoğu zaman arabulucu olarak. Çünkü, bölgemizde savaşların çıkmaması, var olanların son bulması bizim hem menfaatimize hem de bölgemizin menfaatine. Şimdi, burada İran ve İsrail arasındaki savaşın gelmekte olduğunu aslında biz çok önceden söyledik, yani Gazze'deki ilk hafta dedik ki burada durmazsa bu giderek daha da yaygınlaşacak, farklı coğrafyalara gidecek ve nihayetinde İran ile İsrail arasında karşılıklı daha yok edici bir savaşa dönüşecek. Tabii, İsrail’in İran’a saldırması, İran’ı meşru müdafaa yapan bir pozisyona itti. Ve ortaya çıktı ki, aslında İsrail öyle iddia ettiği kadar İran'ın nükleer kabiliyetlerini yok edecek güçte bir ülke değil, sadece onunla olan hesaplaşmasını ortaya koydu.

Burada tabii Netanyahu'nun kendi iç siyasete yönelik siyasal hesaplamaları da var. Aslında maalesef iç siyasetin uluslararası politikada ne kadar fazla rol oynadığını burada yine gördük. Kendi ikbali için bölgeyi ateşe atmaktan çekinmeyen bir politik zihnin orada olduğunu bütün dünya şu anda görüyor, burada bir fikir birliği oluşmuş durumda.

Biz, başından itibaren bu işin nasıl gelişeceğini gördük, süreç içerisinde, sürecin başında, süreç esnasında, sonrasında sürekli taraflarla bir araya geldik, konuştuk, Cumhurbaşkanımızın yoğun diplomasisi oldu. Bunların bir kısmı belki kamuoyuyla paylaşılacak durumda olmayan konular, çünkü taraflar size belli konuları emanet ettiği zaman onu taşımanız gerekiyor ki sahici arabuluculuğa devam edebilirsiniz. Ama gerçekten Türkiye'nin bu noktadaki duruşuna güvenen bir tablo vardı ortada.

12 günde bu savaş şimdilik noktalandı ama nükleer kapasitenin ortadan kaldırıldığı varsayımından hareketle sonuçlanan bir ateşkes var şu anda. Ateşkesin bozulması, daha sonra tekrar karşılıklı saldırıların başlaması ihtimaline karşı aslında bölgenin teyakkuzda olması gerekiyor. Bu sadece iki ülkeye değil, bölgeye çok büyük maliyet üreten bir savaş. Malumunuz, iki ülke arasında bin kilometreden fazlalık bir mesafe var, sınır yok. Dolayısıyla sınır aşan, farklı ülkeleri de içine alan bir savaş. Şu anda bir sessizlik süreci var, ama bunu daha kalıcı hale getirmek için İran'la Amerika arasında bir anlaşmanın yapılması gerekiyor. Bu noktada bizim gördüğümüz, her iki tarafında tekrar masaya oturup bir müzakereye girme yönünde bir iradesi var. Avrupalıların da İranlılarla götürmek istediği bir süreç var. Bakalım, nasıl cereyan edecek görüyoruz.

SUNUCU- Az evvel bir son dakika gelişmesi olarak paylaşmıştık, Hamaney’in açıklamaları sonrasında Donald Trump da özellikle o yaptırımların hafifletilmesi noktasında derhal durdurma açıklaması yaptı, yani gerilim devam ediyor.

Bir yandan da Efendim İran'ın nükleer kapasitesinin siz de ifade ettiniz yok edildiği ya da etkisiz hale getirildiği varsayımıyla süreç işliyor. Başka tartışmalar da var, özellikle Amerika Birleşik Devletleri cephesinde bir sızıntıyla ortaya çıkmıştı, ardından bu bağlamda Trump çok sert ifadeler kullandı. Hem Savunma Bakanlığı hem FBI ortaklaşa bu sızıntıyı da araştırıyorlar. Trump'ın iddiası da İran’ın nükleer kapasitesinin durdurulduğu ya da yok edildiği noktasında.

Bu kapsamda sizin görüşleriniz nedir? İran artık uranyum zenginleştirme noktasında duracak mı ya da kapasitesi yok edildi mi? Eğer öyle bir durum varsa İsrail’in artık saldırılarıyla ilgili bir gerekçesi de bahanesi de ortadan kalkmıştır. Bundan sonra İsrail'in saldırılarının ya da saldırganlığının durmasını beklemek çok mu iyimserlik olur, ne dersiniz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi ikisini ayırmak gerekiyor. İsrail ile İran arasındaki cereyan eden sürecin sadece bir ayağını oluşturuyor aslında nükleer dosya, başka ayakları da var malumunuz. O ayaklar ne derece gider ne derece iki ülke arasında başka bir anlayışa varılır, Amerika veya diğer arabulucular neyi nasıl götürür, nasıl bir yerde uzlaşılır onu bekleyeceğiz, onun birtakım detayları var.

Ama nükleer kabiliyetle alakalı aslında şu söylenebilir: Amerika'nın yaptığı askeri operasyon neticesinde nükleer tesislerin büyük ölçüde hasar aldığı, kullanılamaz duruma geldiği aşikâr. Bunu İranlılar kendileri de söylediler. Tabii nükleer programın bileşenleri var, bunun biri “know-how”, diğeri şu ana kadar üretilmiş uranyum ve en önemlisi de tesisler kısmı. Şimdi tesisler kısmında büyük bir zararın verildiğini görüyoruz. “Know-how” kısmında da İsrail'in süregelen suikastları var bilim adamlarına yönelik. Burada açıkçası artık çok ciddi bir nükleer programa indirilmiş darbeden söz edebiliriz.

SUNUCU- Bu da İsrail'in özellikle bahaneleri noktasında boşa düşmesi anlamına geliyor anladığımız kadarıyla.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Dediğim gibi, savaşa niyet ederseniz sebep bulursunuz, nükleer bunlardan bir tanesiydi, şu anda deklare edilmiş iki tane daha var biliyorsunuz, diğeri balistik füze programı ve bir diğeri de vekil unsurların varlığı. Şu anda belli ülkelerde, Yemen başta olmak üzere, İran'ın desteklediği gruplar var, bunların varlığının tehdit olarak algılanıp bunlar ortadan kalkmadığı sürece saldırıya devam etmeye yönelik bir arayış olabilir.

Ve şimdi önümüzdeki en büyük meydan okuma müzakerelerde, açıkça söylemek gerekirse, İran masaya oturduğu zaman Amerikalılar sadece nükleer meselesiyle mi gelecekler karşılarına, yoksa başka dosyaları da getirecekler mi? Başka dosyaları getirirlerse İranlıların ben bu dosyaları konuşacağını düşünmüyorum açıkçası. Ama nükleer konularda “JCPOA”de olduğu gibi, yani Obama döneminde varılan mutabakat gibi bir müzakerenin, bir anlayış birliğine yönelik bir çabanın olacağını açıkçası düşünüyorum. Ama topyekun teslimiyet anlamına gelecek, nükleer dışındaki yeteneklerin de ortadan kaldırmasını talep edecek tekliflere, an itibariyle, 12 günlük savaştan sonraki şu değerlendirme itibariyle sıcak bakılacağını düşünmüyorum.

SUNUCU- O zaman bu durumda şunu sorabilirim: İran nükleerden vazgeçmezse, an itibariyle bunu görüyoruz, nükleer programına devam etmek isterse, ki bugün İran'dan da bir açıklama geldi, bir ayrılış söz konusu oldu, bu nükleer programla ilgili müzakere masası tekrar kurulur mu? Türkiye buna nasıl bakar? Amerika ile İran'ın yan yana gelmesi, bir masada oturması gerekiyor dediniz, burada da bir arabulucu rol üstlenir miyiz? Bu gibi sorular geldi şu an aklıma.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Cumhurbaşkanımızın her iki tarafa da hem savaş esnasında hem savaştan hemen önce ve şimdi de verdiği mesaj, biz bu konuda üzerimize düşen her türlü rolü oynamaya hazırız. Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanımız dünyada herkesin itibar ettiği, güvenilir bir lider, prensiplere olan bağlılığının bilindiği bir lider, konjonktüre göre hareket eden değil prensiplere göre hareket eden bir lider olduğu ortada. Bundan hareketle ben diğer aktörlerin de yeri gelirse bundan istifade edeceğini düşünüyorum.

Ama şu anda Umman’da son birkaç yıldır başlatılmış sürecin tekrar aktive edileceğine ilişkin bir ön duyum var, belki onu denemek isteyecekler tekrar. Nükleerde bir anlaşmaya varabileceklerini düşünüyorum açıkçası.

SUNUCU- Amerika ve İran için söylüyorsunuz bunu.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, yani bir yerde buluşabilirler, çünkü konu zenginleştirmenin tabiatıyla alakalı bir konu.

SUNUCU- Bu önemli bir açıklama oldu.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Dediğim gibi, burada bir uzlaşma ihtimali var, özellikle nükleer tesislere yönelik son saldırıdan sonra. Tabii, ben iki ülke adına da konuşamam. İki ülke yetkilileriyle konuşurken onlara tavsiye ettiğim ortada buluşmalarını sağlayan bazı fikirlerim de oldu açıkçası, çünkü başlangıç pozisyonları aynı Rusya-Ukrayna savaşında olduğu gibi çok farklı. Bunları ortada buluşturacak, biraz da zamana yayacak bazı yaratıcı fikirlere ihtiyaç oluyor, onları gündeme getiriyoruz taraflara. Bir kısmının kabul gördüğünü ve hemen devreye sokulduğunu da aslında gördük. Başka aktörler de, çünkü onlara da söylüyoruz, onlar da gündeme getiriyorlar.

Şimdi temel mesele, Amerikalıların başlangıç pozisyonu, İran'da hiçbir nükleer zenginleştirme işleminin olmaması. İranlılar da barışçıl nükleer zenginleştirmenin, yani uluslararası hukuktan doğan, anlaşmalardan doğan bir hak olduğunu ileri sürüyorlar. Onlar nükleer anlaşmaya, NPT’ye taraflar biliyorsunuz. Dolayısıyla, burada özellikle son saldırıdan sonra başka bir ifadelendirmeyle bir anlaşmaya gidebilirler umudundayım, ama her iki tarafta da iyi niyete ihtiyaç var.

SUNUCU- Efendim, aslında bu süreç içerisinde çok fazla iddia ortaya atıldı. Onlardan biri de özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nin saldırısının hemen öncesinde Uluslararası Atom Enerjisi’nin bir rapor hazırladığı, o raporla birlikte Trump'ın da emri verdiği ve Amerika'nın saldırdığına yönelik. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile ilgili bir soru soracağım. Sebebi de şu: 2008 ve 2010 yılları arasında sizin de Uluslararası Atom Enerji Kurumu’nda Türkiye adına bir Guvernör olarak görev yaptığınızı biliyoruz, izleyicilerimiz de bilsin diye söylüyorum bunu. Uluslararası nükleer anlaşmaların doğrulanması konusunda da doktora teziniz var. Bu bölümü biraz uzatıyoruz sizin bu anlamda deneyimlerinizden faydalanmak için. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun, iddia o ki, manipülasyonlara açık olma durumu var mıdır? Ne kadar güvenilirdir? Süreç nasıl işler? Buna dair hem gözlemleriniz hem de değerlendirmeniz ne yönde olur Efendim?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nda söylediğiniz 2008-2010 tarihlerinde Türkiye adına Guvernör olarak görev yaptım. O zaman Başbakanlıkta Müsteşar Yardımcısıydım, Cumhurbaşkanımız Başbakandı, görevlendirdiler. Doktora tezim “Nükleer anlaşmaların doğrulanmasında enformasyon teknolojilerinin rolü”ydü, üst başlığı da “Bilgi çağında diplomasi”. Ve saha çalışması Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve Nükleer Testlerin Yasaklanması Örgütü’nün bulunduğu yerdi, oralarda gerçekten tez için çalışma imkanımız oldu. Daha sonra Uluslararası Silahsızlanma Enstitüsü, daha sonra Verifikasyon Teknolojileri Merkezleri, hep bu konuları yerinde 3-4 ülkede çalışarak o tezi o zaman yazdık. Ama ben tabii o tezi yazarken yıllar sonra araştırma yaptığım yere Guvernör olarak gideceğimi tabii hiç hayal edemiyordum. Oraya bu sefer gittiğimizde şunu gördük: Tabii ki Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun elindeki en büyük dosya İran nükleer dosyasıydı. Çünkü biliyorsunuz, Kuzey Kore üyelikten çıktığı için, Ajansın meselesi olmaktan çıkmıştı. Ajansın kuruluş sebebi, malumunuz “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması”, NPT diye kısaca söylenen antlaşma, 70'li yıllarda yürürlüğe girdikten sonra bir vaadi var bu antlaşmanın, çok maddeleri var da. Özellikle diyor ki, beş ülke meşru yoldan nükleer silah sahibidir, geri kalan ülkeler bu antlaşmaya taraf olduğu zaman nükleer silah sahibi olamazlar. Fakat bu beş ülke zaman içerisinde nükleer silahlardan vazgeçme yolunda adım atacaklar, nükleer silahsızlanmaya gidecekler ki diğer ülkeler bu konuda bir iştah göstermesinler. Aynı zamanda imkanı olmayan, teknolojisi olmayan ülkelere de barışçıl nükleer enerji sahibi olmalarında yardımcı olacaklar.

Şimdi biz geldiğimiz noktada şunu gördük: Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması gerçekten çok önemli bir uluslararası güvenlik antlaşması esas itibariyle, uluslararası barışa ve güvenliğe, güvenlik dengelerine hizmet etmek için ortaya konmuş bir antlaşma, ama antlaşmanın üç ayağından sadece birinin devam ettiğini, iki ayağının hiçbir zaman için hayata geçmediğini söylüyoruz. Nükleer silaha sahip olan beş ülke, BM Güvenlik Konseyi üyesi ülkeler bunlar devam ediyorlar, geri kalan iki ayağı, bunların silahsızlanması ve barışçıl enerjinin diğer ülkelere yaygınlaşması konusunda hiçbir çaba yok. Tabii, bu beraberinde bazı itirazları ve problemleri getiriyor.

Bir de üye olmayan ülkelerin nükleer silah sahibi olmaları meselesi var. Bu, dengeyi daha da bozuyor ve üye olan ülkelerin esas itibariyle üye olmayan ülkelere askeri stratejide dolaylı ve doğrudan aslında üstünlük kurduğuna ilişkin de çok net bir manzara ortaya çıkıyor.

Ben NPT’nin metnini ilk gördüğümde şunu dedim, aslında bu antlaşma şunu söylüyor, o zamanlar imzalayanlar nasıl imzaladılar bilmiyorum: “Ey nükleer silah sahibi olan ülkeler, ben sizin nükleer silah sahibi olmayan ülkeler üzerindeki askeri nihayetteki yetkinliğinizi kıyamete kadar kabul ediyorum.” gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Bu tablo tabii ki bu şekliyle çıplak olarak hiçbir zaman için söylenmiyor, ama herkes de biliyor ki silah yeri geldiğinde kullanılmak için vardır.

Obama döneminde aslında nükleer toplantılar serisi yapıldı birkaç defa ve burada birkaç defa nükleer silahların azaltılmasından ve nükleersizleştirmeye doğru gitme yolunda bazı konseptlerden, kavramlardan söz edildi, ama bu orada kaldı ve daha sonra hiçbir yere gitmedi. Bugün geldiğimiz dünyada, yani beş ülkenin Amerika, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa'nın meşru yönden nükleer silah sahibi olan ülkeler kabul edildiği ve diğer ülkelerin de hiçbir şekilde kabul edilmediği bir denklem.

Şimdi Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu da nükleer teknolojisi olan ülkelerde kontrol yapıyorlar. Diyelim bizde bir nükleer güç santrali var, şimdi Akkuyu'da kuruyoruz, ondan önce araştırma reaktörleri vardı. Atom Enerjisi Kurumu'nun müfettişleri geliyorlar, buralarda ölçüm yapıyorlar, ne kadar zenginleştiriliyor, çünkü zenginleştirme, biliyorsunuz, üç sınıf esas itibariyle. Bir, çok az zenginleştirilmiş uranyum, yüzde 20'den aşağı; bunlar barışçıl amaçlı kullanılan, yakıt üretiminde, tıp malzemeleri üretiminde vesaire kullanılanlar var. Yüzde 20 ile 60-70 arasında olanlar var, bunlar da nükleer motorla çalışan gemilerde kullanılan zenginleştirme miktarı. Bir de yüzde 90 civarında zenginleştirme var, onlar da silahla alakalı. Şimdi Atom Enerjisi Kurumu zenginleştirme faaliyetlerinin mümkün olduğu kadar yapılmamasını… Yakıt meselesini birkaç ülkeye dağıtmış durumda, yakıtı üç-dört ülke dünyada üretiyor, ama olacaksa da bunu yakından gözetiyor.

Şimdi burada işleyişte Guvernörler gizli olarak oy verirler, dosyalar sürekli oylanır, yapılan raporlar ve biliyorsunuz bundan yıllar önce İran'la ilgili yapılan oylamada alınan bir kararla dosya Güvenlik Konseyi'ne gönderildi Ajanstan ve orada da oylanarak yaptırım kararları alındı.

Bir de şöyle bir denge var: Daimi beş üye, bunların hepsi nükleer silah sahibi ülkeler, bunların mevcut konjonktürde hiçbir konuda anlaşması mümkün değil. Yani beşinin aynı anda bir araya gelip gerçekten jeostratejik önemi olan bir konuda karar almaları şu anda çok zor. Ama bir konuda her zaman hemfikirdirler, altıncı bir ülkeyi nükleer silah sahibi yapmama konusunda. Ama sayıyı dörde düşürelim, üçe düşürelim, ikiye düşürelim, öyle bir çaba yok. Çünkü kimse kimseye güvenmiyor. Günün sonunda ben bunu almışım, bu denklem kurulmuş.

Ama bu tabii başka bir tartışma konusu, bu sürdürülebilir bir denklem mi, uluslararası sistem açısından? Ben bütün gözlemimle, analizimle, tecrübemle ifade ediyorum ki, sürdürülebilir bir sistem değil, sürdürülebilirliği yok. Özellikle, İsrail gibi ülkelerin nükleer silah sahibi olduğu bir denklemde bu ne kadar sürdürülebilir? Zor.

SUNUCU- Peki, ben o ilk geceye dönmek istiyorum, İsrail’in İran'a saldırdığı gece. Bu soruların yanıtı sadece sizde var. O gece neler yaşandı sorusunu sorayım, hem de bir yandan kamuoyunda bazı bilgiler dolaştı, ama teyitli değil, o yüzden bunun yanıtı sizde var. Amerikan Dışişleri Bakanı mevkidaşınızın, Rubio'nun o saatlerde sizi telefonla aradığı yönünde. Doğru mu, bir görüşme gerçekleşti mi, o gece ne yaşadınız?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, bir telefon aldık, basına düştüğü için söylüyorum, belli konular konuşuldu. Burada Amerikalılar esas itibariyle bir saldırı olması durumunda bu saldırıda görev almadıkları için, herhangi bir rolleri olmadığı için İranlıların kendilerine saldırmamasını, saldırırlarsa buna da çok sert mukabele edeceklerini, ayrıca bölgede bulunan Amerikan varlığının güvenliğinden de bu noktada endişe ettiklerine dair bazı konular var. Tabii biz bunun üzerine İranlılarla da konuştuk bu konuyu. Dedik, “Böyle bir şey olması durumunda Amerikalılar bunda yoklar, dolayısıyla onları savaşın içine çekecek bir müdahalede bulunmanızı istemiyorlar, bu bizim arabulucu olarak size getirdiğimiz mesaj”.

Onun dışında tabii bizim olayı takip etmek için aldığımız tedbirler oldu. Cumhurbaşkanımızı hemen bilgilendirdik, aldığımız talimatlar oldu. Milli Savunma Bakanımızla konuştuk, İstihbarat Başkanımızla konuştuk o gece, gerekli tedbirlerin alınması, ilgili muhataplarla koordinasyon yapılması için o gece uyunmadı, ondan sonraki geceler de uyumadık.

SUNUCU- Yine bir iddia Efendim, Başkan Erdoğan'ın yoğun diplomasi trafiği yürüttüğü süreçte Amerikan Başkanı ile İran Cumhurbaşkanının İstanbul'da bir araya gelebileceği iddiaları konuşulmuştu, ancak son anda gerçekleşmediğine yönelik de bazı iddialar var. Bu süreç nasıl gerçekleşti, böyle bir şey var mıydı, yoksa iddia aşamasında mı kaldı sadece?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben iki lider arasında konuşulan konu olduğu için, bazı hususlar sızıyor, ama şu anda iki lider arasında konuşulmuş bir konu, liderlerimizin kendi inisiyatifinde olan alanlar, onlarla ilgili bir yorum yapmak istemiyorum. Ama şunu söyleyeyim: Gerçekten ifade ettiğim gibi Cumhurbaşkanımızın liderliğine olan güvenden dolayı olabilecek en ileri teklifler, durumlar gündeme geldi. Ama ben onlarla ilgili bir yorum yapmayayım.

SUNUCU- O zaman, o geceler uzun sürdü uyumadık dediniz, o gecelerden birine daha gidelim. Biz de böyle gözümüzü çevirdik, Amerika dahil olacak mı bu savaşa, ne zaman olacak, olursa nasıl olacak derken Amerika'nın savaşa dahil olduğunu duyduk. O gece neler yaşandı diye de sorayım. İslam İşbirliği Teşkilatı için İranlı mevkidaşınız buradaydı, hatta yaşananlar sonrası ilk açıklamayı da yine Türkiye'de yaptı.

Ama Amerika savaşa girince şöyle bir algı da oluştu: Uzun süredir bizim yayınlarda da konuştuğumuz işte Üçüncü Dünya Savaşı çıkıyor mu, çıktı mı sorusu. Böyle bir şey aklınıza geldi mi? Hatta şunu biraz daha açıp sorayım: Çünkü burada bazı uzmanlarla konuştuğumuzda diyorlar ki, Üçüncü Dünya Savaşının çıkması için daha ne lazım? Üçüncü Dünya Savaşı başladı diyenler var. Böyle bir endişeniz oldu mu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şöyle, Cumartesi günü İranlı meslektaşımızla görüştüğümüzde Amerikalılar savaşta değildi. Daha doğrusu Amerikalıların, İsraillilerin yaptığı gibi topyekun bir savaşa girme niyetinde olduğuna ilişkin bir talepleri de olmadı, nükleer tesislere ilişkin bir konu vardı. Mevcut olan düşünce şu: İsrailliler bu tesisler ve tesislerden kaynaklanan tehdidi yok etmek için sürekli bir hareketlilik içinde, İranlılar da onların canını yakıyorlar. Onlar daha sonra başka hedefleri vurmaya başlıyorlar ve bu savaş daha uzatıcı, daha yıpratıcı ve daha yaygınlaşır bir duruma dönecek. Bir bakıma nükleer tesisler ortadan kalkarsa belki bu konuda bir yavaşlama olur düşüncesi, eyleme geçiren ana düşünce oldu gibi.

Şimdi tabii ki ister nükleer tesisi vursun ister bir yeri vursun aktif olarak tabii ki bir savaş konusudur. Amerikalılar tabii bu operasyonu yaparken anlaşılan o ki uygun aktörlerle belli bir iletişimde bulunuyorlar: “Bizim amacımız bu, başka bir şeye müdahale etmeyeceğiz” ve onu yapıyorlar. Ben, Cumartesi günü İranlı meslektaşımla konuşurken B-52'ler havalanmıştı Amerika'dan ve geliyorlardı, onu da konuştuk, dedik ki “Havalandılar, geliyorlar”.

SUNUCU- Arakçi biliyor muydu bunu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yok yok, yani onlara geliyor diye değil, onlar havada, oraya doğru gidiyorlar B-52'ler. Ama B-52'ler bölgeye niye gelir? Böyle bir şey olma ihtimalini konuştuk. Pazar sabahı konuştuk, tabii Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece, üç tesiste bombalama oldu, işte B-52'lerden atılan bombalar ve bazı denizaltılardan atılan Tomahawk füzeleriyle, 30'a yakın füzeyle belli tesisler hedef alındı. Şimdi ertesi gün, konuşurken İranlı meslektaşımızla, bizim yine temel tavsiyemiz tabii geçmiş olsun dedikten sonra, Amerikalıların niyetinin ne olduğunu ilk önce bir anlamak gerekiyor, topyekun bir imha edici savaşa mı girmek, yoksa sadece nükleer tesislerle mi sınırlı kalan bir faaliyet? Görünen o ki, nükleer tesislerle sınırlı. Onların sınırlı faaliyetine, İran stratejisinde bu vardır, daha önce de ortaya çıktı, yaptığımız görüşmede şunu gördüm ben, o da o mesajı verdi: “Bu sınırlı faaliyet böyle kalırsa bizim cevabımız da sınırlı olur”. Yani bu önemli bir mesajdı, biz bu mesajı ilettik.

Tabii İran kendi içerisinde bunu tartıştığı, konuştuğu bir noktaya geldi. Ve daha sonra Sayın Trump'ın kendi tweetinden, en üst ağızdan ifade ettiği gibi, yine bir karşılıklı haberleşmeyle, mutabık kalmayla, “Sen benim buramı vurdun, ben de senin buranı vuracağım, ama burayla sınırlı kalacağım meselesi” oldu. Bunu biz aslında 2020 yılında Kudüs Güçleri Komutanı Kasım Süleymani suikasta kurban gittiğinde de görmüştük. Orada da misilleme yapılırken buna benzer bir ön anlayış birliğine ulaşılarak gitti, ki daha yaygınlaşma, eskalasyon vuku bulmasın. Bu da aslında şu anda savaş tarihinde ender rastlanacak durumlardan biri.

SUNUCU- Bu haber verme meselesi mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, haber vererek.

SUNUCU- Şöyle yaklaşılıyor kamuoyunda da: Diplomasi içerisinde olabilen başlıklardan biri, siz öyle anlattınız ama, danışıklı dövüş. Çünkü Trump tekrar İran'a teşekkür etti. Kasım Süleymani'de de “O gece çok gergindi ekibim, ben çok rahattım, çünkü atılacak füzelerin nereye gideceğini biliyordum.” gibi ifadeler kullanmıştı. Böyle mi yorumlamak gerekir, yoksa diplomasi içerisinde ülkeler bu tip durumlarda bilgi verir ya da haber verir mi, alışık olunan bir durum mu? Yoksa az önce ifade ettiğiniz, bir kez de altını çizmek istiyorum, çok alışılmadık bir süreci mi yaşadık karşılıklı haber…

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bakın şöyle; Savaşa girdiğiniz zaman zaten esas olan haber vermemektir, sürpriz etkisini kullanmaktır. Şimdi siz haber vererek bir şey yapıyorsanız, şunu söylüyorsunuz iki taraflı da: “Ben seninle savaşmak istemiyorum, ama şartlar beni şu hareketi şu miktar yapmaya zorluyor, sen bunu anla, buna cevap verme, verirsen de ona göre ver”. Bu yeni diyorum ben.

SUNUCU- Yeni bir savaş adabı mı diyelim buna, öyle yorumlayabilir miyiz? Yani “Ben burayı vuracağım, burayla sınırlı, sen yaptığın için belirli zorunluluklarım nedeniyle”.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, yani bunu da bölgemizde görüyoruz açıkçası.

SUNUCU- Peki, şimdi bir yandan aklımdaki soruya cevap verdiniz. “Bir dizi güvenlik toplantısı yaptık, Cumhurbaşkanımızın talimatları oldu” dediniz. Bir yandan da istihbarat olayı gördük ki biz burada bir savaşta en önemli silahlardan bir tanesi, özellikle İsrail’in yaptığı suikastlarda bütün dünya konuştu bu nasıl olabiliyor diye. Şimdi siz de uzun yıllar bu işin içerisindeydiniz. İstihbarat deyince de akla gelen ilk isimsiniz, öyle söyleyeyim. Türkiye’de bu iş hangi aşamada, biz bu konuda hazırlıklı mıyız, diğer ülkelere baktığımızda bir savaş taktiği olarak kullanabilecek kapasiteye sahip miyiz? Bir silah gibi soruyorum bunu da.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Biliyorsunuz, Milli İstihbarat Teşkilatı özellikle kontrespiyonaj dediğimiz karşı casusluk faaliyetleri açısından yıllardır ciddi bir kapasite geliştirdi, bunun teknik ayağı var, HUMINT ayağı var. Bir de en iyi istihbarata karşı koymayı veya savunmayı diyelim, saldırıyı ve bu işi yapan bilir. Özellikle geliştirilen teknik kabiliyetler, analiz kabiliyetleri ve uygun yapılanmalar bizi öyle bir noktaya getirdi ki, biz 2018’den itibaren ülkedeki bütün networkleri teker teker ortaya çıkartmaya başladık. Çok sayıda insan Mossad’a ve Şin Bet’e casusluk yaptığı için tutuklandı. Bunlar 2023’e kadar, hatta sonrasında da devam eden dalgalar oldu. O dosyaların teker teker birleşmesi, sonra tekrar takip edilmesi, bakılması edilmesi, çok sayıda insan, bunların epeyce bir kısmı yabancı.

Tabii ağırlıklı olarak bunlar Türkiye’deki milli hedeflerden ziyade, Türkiye’de yaşayan Hamas unsurlarına yönelik oluşturulmuş networkler. Ama bu kabiliyetleri orada bırakamazsınız, onlar sizin aleyhinize de kullanılır. Başka ülkelere ait de biz casus networklerini ortaya çıkarttık, İran’a ait çıkarttık, başka ülkeleri çıkarttık. Burada Türkiye’nin, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın büyük bir yetkinliği var esas itibariyle. Ama burada şöyle bir husus da var: Bu kesintisiz bir çaba ve operasyonel yoğunlaşma istiyor. Sürekli yöntemlerinizi gözden geçirmeniz gerekiyor, çünkü rakibinizi bir defa faka bastırdığınız zaman ikinci defa o hatayı yapmamak için yeni bir yöntem geliştiriyor. Sizin sürekli düşünerek, yeni yetenek ve kabiliyet geliştirerek, teknoloji geliştirerek bir adım önde olmanız gerekiyor. Bu kesintisiz devam eden bir savaş, bir çaba. Operasyonel yeteneklere yoğunlaşmak, yoğunlaşmak, yoğunlaşmak… Bunun başka bir şeyi yok ve kesintisiz yoğunlaşmak, tek çözümü bu, 24 saat olaya odaklanmak. Çünkü Türkiye yıllardır üzerinde oynanan bütün oyunları, Elhamdülillah, Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bertaraf etmiş durumda. Bölgemizde, Türkiye hariç bütün ülkeler ateşe atılırken biz çok şükür bir huzur, güvenlik ve istikrar adası olarak kaldık. Bu huzur ve güvenlik, istikrar sadece kendimize değil, etrafımıza da her zaman için umut oldu. Siyasal istikrarları için, ekonomik iyilikleri için, kendi başlarına bir şey geldikleri zaman en azından kaçıp gelecek, sığınacakları bir yer oldu, civarımızdaki kardeşlerimizin. İnşallah onlar da düzelirler, ama bunun sağlanmasının yolu nereden geçti? İstihbari olarak çok ciddi reformlar ve yatırımlarla, Cumhurbaşkanımızın desteğiyle.

Şimdi istihbarat dünyası öyle ki çok ciddi kavgalar çok sessiz yapılıyor. Yani insanlar kendi normal hayatlarına devam ederken aslında karanlık bir dünyada çok ağır savaşlar oluyor. Burası çok önemli bir alan. Biz bu son olayda da İsrail'in İran üzerinde bunu çok ciddi kullandığını gördük. İsrail'in İran'da casus şebekelerini, networklerini oluşturduğu yıllardır bilinen bir olay. Esas itibariyle İranlılar da bundan defaatle sıkıntı çektiler. Ama görünen o ki tabii son suikastlar, son olaylar, son drone saldırıları da gösterdi ki çaba yeterli olmamış. Şu anda medyaya yansıyan, işte İran'da yakalanan casus görüntüleri var, onlara baktığımız zaman görüyoruz, orada belli konularda hızlanmışlar. Ama tabii ilk darbeyi yiyorsunuz, o sıkıntılı bir darbe. Burada hassas olmak lazım. İfade ettiğim gibi çok çalışmak lazım.

SUNUCU- İran'ın saldırısıyla birlikte aslında Efendim, Ankara'da da bir dizi güvenlik toplantısının yapıldığına şahit olduk. Başkan Erdoğan'ın talimatları alındı. Türkiye'nin o noktadaki temel kaygısı neydi? O süreç içerisinde çeşitli ifadeler de özellikle, İsrail'de basın mensubu demeye de dilim varmıyor, ama bazı isimlerin Türkiye'ye yönelik ifadeleri vardı. Sonrasında bu başka mecralarda da Türkiye ile ilgili sürece dair açıklamalar oldu. Türk halkının ülke savunması bakımından endişe etmesi gereken bir durum olup olmadığı noktasında da çok konuşuldu bu. Sizin de yorumlarınızı açıkçası merak ederim, buyurun.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Biz, ilk geceden itibaren, ifade ettiğim gibi, gece yarısı ben Amerikan Dışişleri Bakanı ile konuştuğum andan itibaren Cumhurbaşkanımızı bilgilendirdik, talimatını aldık. Sonra Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve MİT Başkanımızla konuştum ve ertesi gün de buluşma kararı aldık. Hemen bir araya geldik. Ön teknik değerlendirmeler, siyasi durumlar, mevcut senaryolar, ihtimalat konuları, hemen alınması gereken şeyler, onları Cumhurbaşkanımıza ilettik. Cumhurbaşkanımızın da talimat ve onaylarını aldık. Biz ön hazırlıkları yaptık. Cumhurbaşkanımız ikinci gün durum daha da netleşince savaş alanında İsrail-İran konusunda, kendileri bir toplantıya başkanlık ettiler. O esnada dünya liderleriyle yoğun bir telefon diplomasisine girdi arabuluculuk için. O arabuluculuk yapılırken diğer taraftan da alınması gereken tedbirler nelerdir ülke olarak, milli güvenliğimizle alakalı, bölgesel güvenlikle alakalı, o konuları çok detaylı ortaya yatırdık. Yani istihbarat, asker, diplomasi ne olacak, yeri gelirse eğer, Allah göstermesin, bir insani yardım durumu yapmak gerekirse ne olacak, bir göç olursa ne olacak, terörle ilgili bir konu olursa ne olacak? Bunların hepsi ilgili kurumlarla oturup detaylı bir şekilde çalışıldı. Cumhurbaşkanımız buna bizzat riyaset etti. Gerçekten halkımızın bu noktada gönlü müsterih olsun, fedakâr bir şekilde çalışan güvenlik güçlerimiz var, istihbaratçılarımız var, polisimiz var, jandarmamız var. Bu konuda müsterih olsunlar.

SUNUCU- Zaman zaman şöyle açıklamalar kamuoyunda da yer alıyor: Adım adım gelen bir süreçte İsrail'in farklı bir noktada bir adım atabileceğine yönelik. Bununla ilgili zaman zaman siyasette Başkan Erdoğan da mesaj veriyor. O bakımdan sormuştum, ama sizin açıklamalarınız yüreklere su serpecek cinsten elbette.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- O konuda ifade ettiğim gibi biz ülkemizi hem aklımızla hem yüreğimizle savunuruz. Ölümden korkmuyoruz zaten, orada bizi korkutacak bir şey de yok. Biz haklı olduğumuzu da biliyoruz. Ama dediğim gibi bizim için önemli olan profesyonel bir şekilde tehditleri iyi analiz ederek, rasyonel bir diyalog kurarak diğer aktörlerle, konuyu yönetmek. Onda da gereken bütün konularla ilgileniliyor, ama en kötü senaryoya göre de hazırlıklı olmak gerekiyor. Devlet işleri şakaya gelmez, rastgeleliğe bırakılmaz. Dolayısıyla, o konuda halkımız müsterih olsun. İfade ettiğim gibi ilgili kurumlarımız gerçekten canla başla çalışıyorlar.

SUNUCU- Şimdi anladığım kadarıyla şu ana kadar söylediklerinizden, biz zaten bu 12 gün savaşı diye adlandırılan cephede de bayağı arabulucu ülkeymişiz. Anlattıklarınızdan ben buraya varıyorum. Şimdi denklemi şöyle kurayım, seyircilerimize hatırlatayım: Amerika Birleşik Devletleri seçimi öncesi bir Başkan adayı ikinci dönemi için yarışıyor ve başta Ukrayna-Rusya Savaşı olmak üzere “Savaşları bitireceğim, istemiyorum” diyor, sonrasında gelinen durum öyle ya da böyle ortada. Bir yandan da Türkiye'nin, birçok ülkenin yerinde olmak istemesine rağmen olamadığı, bir arabulucu masasını Türkiye'de kurması, hem Rusya hem Ukrayna taraflarını bir araya getirmesi ve bu süreci en ılımlı şekilde yürütmeye çalışması… Şimdi önümüzdeki süreçte bir kez daha o masa kurulur mu, bununla ilgili görüşmeler devam ediyor mu, olumlu mu? Bunları sormak isterim.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Burada şimdi şuna bakıyorduk: İkinci turda alınan kararların uygulanması önemliydi. Biliyorsunuz birinci turda alınan kararlar uygulandıktan sonra ikinci tura geçildi. İkinci turda alınan kararlarda da dün taraflarla konuştuk, sona yaklaşılmış durumda, hemen hemen bitmiş olabilir esir değişimleri, naaş değişimleri. Burada açıkçası her iki taraf da birbirine olan sözü bir şekilde tuttuğu sürece üçüncü tura geçme konusunda bir irade olabileceğini görüyoruz. Ruslar bu konuda bir ön beyanda da bulundular. Biz ev sahipliği yapmaya hazırız, kolaylaştırıcı rolümüzü oynamaya hazırız. Yeter ki, savaşın durmasına katkımız olsun veya savaşta çekilen acıları bir nebze, bu esir değişimi olduğu gibi, naaş değişimi olduğu gibi, yaralı ve çocuk değişimi olduğu gibi, bir nebze o acıları dindirelim.

SUNUCU- Putin'den bir açıklama var Efendim bugün. İstanbul'da yeni tur görüşmelerine hazır olduklarını söyledi, Rus lider üçüncü tur görüşmelerinde muhtıraların görüşüleceğini kaydetti. Bu konuyla ilgili Türkiye'nin durduğu nokta, bir görüşme yapıldı mı, Ukrayna'nın yanıtı ne olabilir üçüncü turla ilgili, Putin'in bu sözlerinden sonra İstanbul olasılığının güçlendiğini mi anlamamız gerekir, ne dersiniz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tabii. Şöyle, geçen ikinci toplantıdan sonra da konuştuğumuzda ifade etmiştim değerli arkadaşlar, orada şunu söylemiştik: Şimdi taraflar tekrar bir esir değişimi konusunda mutabık kaldılar ama aynı zamanda birbirlerine pozisyonlarını deklare ettiler, bu deklare edilmiş pozisyonlar bir sonraki görüşmede konuşulacak diye. Şimdi, Sayın Putin'in zannediyorum referansta bulunduğu muhtıralar görüşülecek meselesi o. İki taraf da şu anda birbirinin pozisyonunu resmi olarak biliyor. Gayriresmi olarak da daha önce yorumlar oluyordu, ama şu anda iki taraf ateşkesle ilgili durdukları yeri ve şartları resmi olarak birbirine iletmiş durumda. Biz, bunlara müzakerede açılış pozisyonu diyoruz. Bunlar genelde oldukça yukarıdan başlarlar. İyi bir müzakere yapılırsa, uzlaşmaya yönelik de niyet olursa, arabulucu da biraz bu işte rol alırsa ortada buluşturulabilirler diye düşünüyoruz. Ama dediğim gibi sorun büyük bir sorun, birkaç görüşmeyle birden hallolacak bir sorun değil. Ama en önemlisi bu kadar yoğun devam eden, karşılıklı nefretin, yok edilme hissinin bu kadar yüksek olduğu bir yerde arka arkaya içerikli, sonuç üretebilen bir toplantı yapabilmek, buna ev sahipliği yapabilmek, bunları yönetebilmek gerçekten Türkiye'nin, Cumhurbaşkanımızın önemli bir diplomatik liderlik alanı.

SUNUCU- Peki Sayın Bakan, ben sizi yakaladıkça bu meseleyi açıyorum, yine Gazze başlığını açacağım. Zaten gündemimizden çıkarmak ne mümkün. Önce bir cümlenizi hatırlatarak: “Yaşanan son gerilim Gazze'yi unutturmamalı” dediniz. Şimdi sona bakarsak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Trump'la birebir ilk yüz yüze görüşmesiydi bu ve konuşulacak çok başlık varken Cumhurbaşkanımızın aslında her platformda bunu en yüksek perdeden dile getirdiğini gördük, ama özellikle Amerika Birleşik Devletleri Başkanıyla yüz yüze ilk görüşmesinde Gazze meselesini konuşması çok kıymetliydi. Hem Gazze'deki son durumu soracağım, bu 12 günde unutuldu, ne kadar olsa da gündemden düştü çünkü. Sonrasında gelen görüntüler korkunç. Yardım başlığı altında yine işin içerisinde ajanların olduğu söylenen alanlara insanlar çekiliyor ve hedef haline getirilip maalesef bir parça un alabilmek uğruna orada öldürüyorlar o insanları, devam ediyor bu zulüm. Hem şunu sorayım; Amerika'yla hem Dışişleri Bakanlığı açısından, yani Rubio ve siz, bir ortak paydada Amerika'yla bu konuda çalışma, bir diplomasi trafiği yürütmek mümkün müdür önümüzdeki süreç için? Hem de Gazze'yle ilgili elinizdeki son bilgiler ne, son durum ne orada?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi şöyle; sizin de ifade ettiğiniz gibi insani durum katlanamaz boyutta. Önceden yine siviller öldürülüyordu, fakat şey gerekçesiyle, işte falan binaya girildi falan oldu, o bina komple yok ediliyordu içindeki çoluk çocuk aile vesaire. Çoğu zaman da kadın ve çocuklar şehit ediliyordu. Şimdi, yardım kuyruğunda bekleyen insanlar her gün ortalama 50’nin üstünde minimum insan şehit ediliyor. Bu bilerek, isteyerek yapılan bir uygulama. Bizim geçtiğimiz hafta sonu yaptığımız İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısının, her ne kadar İran-İsrail savaşı gölgesinde gerçekleşmiş olsa da, ana teması yine Gazze ve Filistin meselesiydi. Aldığımız kararlar, yaptığımız görüşmeler, değerlendirmeler hep onun etrafında oldu. Burada, aslında Amerikalıları sorduğunuz için söylüyorum, yani Batılıları ve Amerikalıları aslında biraz atıl bırakan bir durum var. Tabii ki herkes şu anda, özellikle Avrupa Birliği artık kendini tamamıyla İsrail’in politikalarından uzaklaştırmak için bir dil geliştiriyor. Alman Başbakanı bile çıktı “Ya ben anlamıyorum bunlar ne yapıyorlar burada” demeye başladı ki mümkün değil onların yani İsrail'i kayıtsız şartsız desteklemek dışında pozisyonları olmuyor. Fransa falan, İngiltere çoktan zaten ağır eleştirilere gittiler. Hatta Avrupa Birliği'nde bir yaptırıma doğru konuşmalar var. Ama günün sonunda Amerikalıların yürüttüğü Hamas'la müzakere süreci de masada, o da devam ediyor. Steve Witkoff'un devam ettirdiği bir süreç var.

Şimdi en son Katarlı meslektaşımla da konuştuğumda, o direkt bu işin içinde görev alıyor, birkaç tane maddenin şu anda müzakere edildiğini, orada bir uzlaşma olursa belki belli bir süre ateşkes olacağına ilişkin bir yaklaşım var. Aslında müzakere yapılıyor olması bir taraftan iyi, ama bir taraftan da arazide yapılan zulme sessiz kalınmasına yönelik de böyle yumuşatıcı bir gerekçeymiş gibi oluyor. Bunun ikisini birbirinden ayırıp o zulmün, sürekli o şehit edilen insanlarla ilgili tepkinin ortaya konması gerekiyor. Burada çok fazla bir farkındalık var uluslararası toplumda, artık herkes biliyor ki bu taşınamayacak bir duruma gelmiş durumda.

SUNUCU- Özür dilerim, bu ne kadar önemli? Mesela işte veriyoruz yayınlarda Amerika Birleşik Devletleri'nde en büyük tepkiyi orada halk gösterdi mesela Yönetime rağmen. Yine Fransa'da, Avrupa'da, Afrika'da birçok noktada insanlar sokaklara çıktılar ve bu soykırımın durdurulması gerektiği yönünde kendi yönetimlerinin aksine fikirlerini beyan ettiler ki aynı coğrafyada olmayan, aynı din, aynı dil, aynı ırktan, kürsü başkanları, profesörler işlerinden oldu Amerika Birleşik Devletleri'nde çok ünlü üniversitelerde. Bu ne kadar etkili oluyor uluslararası yönetim boyutunda?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Hatırlar mısınız, bu kriz ilk başladığında İsrail’in “Yapay zekâ ile programlanmış hedefleri yok ediyoruz” diye binlerce kadın ve çocuğu, masumu apartman bloklarını yıkarak öldürdüğü bir 8-9 hafta var, hatta sonra da kesintisiz devam etti. O zaman şunu söylemiştik: Bir yayılma riskine dikkat çekmiştik zaten, ama şunu demiştik: “İsrail burada bu zulmü işler ama bu şehitlerin kanları başka coğrafyalardaki ezilmiş insanların direnişi olarak tekrar ayağa kalkar. O kan, başka bir yerdeki direnişin suyu olur”. Biz bunun olduğunu görüyoruz şu anda. Yani dünyada her şey birbiriyle çok ilişkili, o zaman da onu söylemiştik. Yıllardır bu hareketin, bu davanın, bu çalışmaların içerisinde olduğumuz için bunun bir psikolojisi var, bunun bir sistematiği var. Bir yerde bir şey olursa o orayla sınırlı kalmıyor, muhakkak vicdanları bir yerde etkiliyor bu, kelebek etkisi. Amerika’da bunu başka boyutta görüyorsunuz, İngiltere’de başka boyutta görüyorsunuz. Şimdi New York’ta bir belediye başkan adayı kazandı, 8 tane “Primary”de belediye başkan adayına soruyorlar: “Seçildiğiniz zaman İsrail’e gidecek misiniz?” O diyor ki, “Ben gitmeyeceğim”, Hatta diyor ki, “Ben belediye başkanı olursam Netanyahu’yu buraya geldiği zaman tutuklayacağım”. Bakın olayların geldiği nokta, Avrupa’da gelinen nokta, başka ülkelerde gelinen nokta.

Üzücü olan şu: İnsanların hakikatle buluşması için, zulme karşı durması için illa bu kadar zulmün gözümüzün önünde oluyor olmasına gerek yok. Aslında biz ilkeli ve prensipli olabilirsek çok daha erkenden tavır konabilir birçok şeye. Ama insan fıtratı, olayın doğasında da bu var, zulüm arttıkça zulmü yapanların da başlarına belaların farklı şekillerde geldiğini görüyorsunuz, başka coğrafyalarda başka şeyleri tetikliyor. Elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz, ama bu zulüm burada kalmayacak.

SUNUCU- Peki. Efendim bir önemli gelişme de Suriye’de yaşandı. Aslında bu sıcak gündem içerisinde, İsrail-İran savaşını takip ederken Suriye’de yaşanan o gelişme nasıl yorumlandı, nasıl değerlendirildi sizin tarafından merak ediyorum. Bir kiliseye yönelik saldırı, DEAŞ’ın saldırısı olduğu belirtildi. Bölgede DEAŞ’ın çok uzun süredir varlığını göstermediğini duyuyoruz, biliyoruz en azından haberlerde. DEAŞ geri mi dönüyor? Bölgede terör örgütleriyle en güçlü mücadele eden ülke, özellikle DEAŞ’la, Türkiye. Bu yönüyle saldırıyı DEAŞ’la mücadele açısından da ve yeniden ortaya çıkışı Suriye’deki yeni hükümetle birlikte nasıl değerlendiriyorsunuz? Zamanlama manidar ifadesini zaman zaman biz kullanırız yayınlarımızda, sizce de öyle mi? Zamanlaması açısından da yorumlarsanız çok sevinirim.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- DEAŞ, müntesipleri öyle olmadığını düşünebilir, ama temeli itibariyle bir taşeron örgüt haline gelmiştir. Belli ülkeler, belli güç merkezleri yeri geldikçe bu türden örgütleri kullanıyorlar.

Aslında şu anda Şam'daki kiliseye yapılan intihar saldırısı ve akabinde insanların katledilmesi büyük bir psikolojik harekatın parçası. Belli aktörlerin buradan harekete geçirilmesi amaçlanıyor, onu görüyoruz biz. Hatırlayın, 8 Aralık oldu, iki-üç hafta sonra biz Türkiye olarak, Milli Savunma Bakanımız, İstihbarat Başkanımız, Ürdün'ün ve Suriye'nin yetkililerini çağırdık, Lübnan'ın yetkililerini çağırdık, Irak'ın yetkililerini çağırdık, İstihbarat ve Harekât Başkanlarını, Savunma Bakanlarını ve toplantı yaptık. Tek bir şeyimiz vardı, DEAŞ’la ilgili bir harekât merkezinin bir an önce kurulması ve bu beş ülkenin harekete geçmesi. Çünkü bu yeni dönem ortaya çıkan zafiyetten DEAŞ’ın istifade edeceğini, DEAŞ’ın kendi böyle bir kararı olmasa da başka ülkeler ve unsurlar tarafından taşere edilebileceğine dair, istihbaratın çok güçlü olmasına gerek yok, bu bilinen bir vakıa. Dolayısıyla, bunu hemen önlemek için bir tedbirin alınması gerekiyordu, bu noktada harekete geçtik, ama her aktör bizim kadar hızlı harekete geçmiyor. Bu provokasyonlar devam edecek. Suriye'de halkın birliğini, bütünlüğünü, huzurunu ve yaralarını sarma sürecini hedef alacak bu türden provokasyonlar olacak. Önemli olan, yönetimin bu konuda hassas olması, bizlerle iş birliğine önem vermesi ve savaşa devam. Bu olacak bir müddet daha ve biz gerektiği gibi savaşmaya devam edeceğiz.

SUNUCU- Aslında ilk anından itibaren siz de ifade ettiniz, yeni Suriye yönetimiyle ilişkilerde sizin de ziyaretleriniz oldu. Şara Yönetimiyle ilişkilerde süreç hangi boyutta? bir süredir Türkiye'nin gündeminde çok fazla yer almıyordu başka dış politika gündemleri nedeniyle, buna dair gelişmeler var mı Türkiye-Suriye ilişkilerinde, bunu da sormak isterim yeri gelmişken.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi şöyle söyleyeyim değerli arkadaşlar, biz şöyle çalışıyoruz: Kurumsal ve organizasyonel odaklanma o. Bir yerde kriz çıktı diye başka bir yerdeki dosya kapanmıyor. Suriye meselesi başladığı zaman oraya ilişkin arkadaşlarımız var, kurumlararası koordinasyon mekanizmaları var, alınmış kararlar ve bu kararların takibi var. İran krizi çıktığı zaman veya Rusya-Ukrayna krizi çıkıp biz oraya döndüğümüz zaman oradaki mesele unutulmuyor, orada kurduğunuz sistem devam ediyor. Siz soruyorsunuz ne kararlar alındı, ne oldu ne bitti. Her MGK sunumunda muhakkak Suriye vardır, her Kabine sunumunda muhakkak Suriye vardır, Cumhurbaşkanımızın her bize telefonunda muhakkak Suriye vardır, insanlarla her buluştuğunda, bütün liderlerle konuşma notlarında muhakkak Suriye vardır, yani o unutulmuş bir şey değil. Belli dosyalar, Gazze, Suriye, Rusya-Ukrayna, Karabağ, Azerbaycan… Bunlar sürekli var olan dosyalar, Cumhurbaşkanımız bunu bütün liderlerle görüşmelerinde söyler, biz bütün muhataplarımızla görüşmelerimizde söyleriz. Gerek Dışişleri Bakanlığı’nın gerek diğer kurumlarımızla kurduğumuz ortak koordinasyon mekanizmalarının odak noktalarından biridir. Orada alınmış kararlar var, Enerji Bakanlığımızın yürüttüğü işler var, Ulaştırma Bakanlığımızın yürüttüğü işler var, Savunma Bakanlığımızın yürüttüğü işler var, Ticaret Bakanlığımızın yürüttüğü işler var, gümrük işleri var. İstediğiniz hızda gitmeyebilir, ama önemli olan bir mekanizma kurmanız ve her gün çetelesini tutarak bugün gümrükte şunu yaptım, tırların geçişiyle ilgili bu var, sivil havalimanı şu şekilde açılacak, enerji tedarikiyle ilgili bu yapıldı, limanlarla ilgili şu yatırım yapılıyor, kara yollarının transit geçişe açılmasıyla, bu kadar detay var.

SUNUCU- Bir görüntü de ekranlarda, bu görüntü çok konuşuldu. Sizin ve Sayın Şara’nın birlikte Şam'ı bir tepenin üzerinden izlediğiniz görüntü. O noktaya dair, Kasiyun Dağı elbette, o noktaya dair hiç açıklamada bulundunuz mu? Şimdi ben ilk kez sorayım, oraya bakarken ne hissettiniz? Çünkü istihbarat döneminde de çalıştığınız alanlardan biri olduğunu biliyoruz. O noktaya dair de neler yaşandı, neler konuşuldu çok merak edilmişti, Şara’nın karşılaması, giydiği kıyafete kadar her şey çok konuşuldu. Belki birkaç cümleyle hazır yeri gelmişken yorumlarsanız çok seviniriz Efendim.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi biliyorsunuz, bizim tanışıklığımız bayağı eski. Oraya gittiğimizde tabii görüşmeleri yaptık. Bizim oluşturduğumuz bir ülkeler grubu vardı, öncesinde biliyorsunuz Ürdün'de ve Kahire'de toplandık, ortak mesajlar ürettik, o mesajları konuştuk, dünyanın bundan beklentisini, bölge ülkelerinin beklentilerini, o konular çok iyi oldu. Epey devam etti, sonra bir ara dedi ki: “Artık çıkıp gidelim, ben dedi biraz gezdirmek istiyorum seni”. Peki. Bindik arabaya, kendisi kullandı, ilk önce doğup büyüdüğü mahalleye gittik, orada oturduğu, büyüdüğü evi gösterdi. Sonra Kasiyun'a çıkalım dedi, Kasiyun'a da ben çok uzun zamandır gitmemiştim, en son 2011'deydi herhalde ilişkiler kesilmeden önce gittiğimde Cumhurbaşkanımız bir şey için göndermişti Beşar Esad'la konuşmaya, ondan beri de gitmemiştim. Oraya gittik gece, tabii duygusal bir an.

SUNUCU- Sembolik bir önemi var elbette Kasiyun Dağı'nın, birçok hikayenin de merkezinde, temelinde. O sembolik öneme atfen mi orasını seçtiğini düşünüyorsunuz, yoksa o noktaya gidip daha Esad rejimi döneminde o dağın da önemini biliyoruz elbette, böyle bir özel seçilmiş bir yer midir Şara tarafından sizin oraya davet edilmeniz? Çünkü şöyle bir şey, Habil'le Kabil hikayesinde orasının geçtiğini biliyoruz, o yüzden sormak istedim bunu.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben o konuda yorum yapmayayım. Biz zaman zaman orayı konuşurduk, kısmet olunca o hatırladı herhalde, ben hatırlamadım, gittik. Tabii, önemli olan oradan Şam'a bakmak, çünkü Şam'a bakarken de aslında kendisi sorumluluğuna bakıyor, üzerine düşen yüke bakıyor, bir ülkenin geleceğiyle ilişkin oluşan ağır bir yüke bakıyor, yani onu konuştuk. Bu aslında, her zaman söylüyorum, bir son değildi bir başlangıçtı, bu başlangıç devam ediyor, ağır bir yük, uzun bir yol, yani yaraları çok olan bir ülke, bunların sarılması gerekiyor. Şam'ı yukarıdan görebileceğiniz bir yer orası, onun için gece vakti de oraya götürdü bizi. İyi bir sürpriz oldu.

SUNUCU- Şimdi zorlu bir süreç dediniz, Gazze'yi konuştuk. Suriye meselesi, şurada oturmak çok uzun zaman aldı, çok büyük bedeller ödendi, çok zor günler yaşandı. Ukrayna meselesi, birçok ülkeyi sayabiliriz, ayağınızın tozuyla Lahey'den geldiniz, Lahey'e de baktığımızda adaletin simgesi olan noktalardan bir tanesi. Son dönemde çokça şu konuşuluyor, katılıyor musunuz, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Büyük büyük uluslararası kuruluşların özellikle Gazze meselesiyle birlikte sessiz kalmasıyla, toplumlarda şöyle bir etki yarattı: “Uluslararası hukuk etkisiz hale getiriliyor, artık bir şeyler eskisi gibi değil”, özellikle İsrail'in saldırgan politikasıyla birlikte. Bu konuda düşünceniz ne?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Uluslararası sistemin…

SUNUCU- Evet, nereye gittiğini düşünüyorsunuz, daha iyiye mi, daha kötüye mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN-Şüphesiz daha kötüye gidiyor, çünkü uluslararası sistem karşı karşıya kaldığı, her sistemde olduğu gibi bir sistem bir meseleyle, bir meydan okumayla karşı karşıya kaldığında ne kadar etki ürettiğine, ne kadar çözüm getirdiğine bağlı olarak aslında varlığını ve yeterliliğini ispat edebilir. Biz kronik konularda Birleşmiş Milletler’in Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde yer alan ve bütün ülkelerin altına imza attığı için insanlığın tarih öncesi, ki kendilerinden o tarihten önceki insanlık topluluklarından daha ilerlediğini ve insanlığın kemale erdiğini gösteren bir belge anlayışıyla hareket edilen bir noktada, yine çok primitif düzeyde aslında cinayetlerin işlendiğini, hukuksuzluğun, kuralsızlığın, zulmün hüküm sürdüğü bir düzene dönüşebildiğini görüyorsunuz, bu aslında sistemsizlik ve hukuksuzluk demek. Veya üretilmiş olan hukuk ve sistem aslında başkaları içindi de daha sonra diğerleri de bundan pay almaya kalkınca böyle oldu. Esas itibariyle, tabii bu da başka bir tartışma konusu da, ufak bir değerlendirme yapmak gerekirse, biliyorsunuz bu sistem kurulduğunda 55 tane ulus devlet aktörü vardı, var olan uluslararası sistem ulus devlet aktörleri üzerinden işleyen bir sistem. Ondan önce imparatorluklar, öncesinde beylikler, öncesinde kabileler, daha sonra hepsinin bir arada yaşadığı anlar vardı. Şimdi giderek daha rafine bir şekilde herkesin sınırının belli olduğu, bayrağının, devlet başkanının olduğu bir ulus devlet sistemi var, birkaç tane istisnası var bunun ama. Şu anda burada İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 55 ülke varken, şimdi 200'e yakın ülke var ve bu ülkelerin her biri özellikle Kolonyalizm sonrası dönemde, işgal sonrası, Soğuk Savaş sonrası dönemlerde, Orta Asya, Afrika, Orta Doğu ve Latin Amerika olmak üzere, buralarda kurulan ulus devletler artık olgunlaşıyorlar. Hepsi olgunlaştıktan sonra kendi kurumlarını işlettiği zaman hepsi ticaret istiyor, hepsi kendi hakkını, diğer ulus devletlerin, Amerika'nın, Fransa'nın, Almanya'nın sahip olduğu haklara sahip olmak istiyor haklı olarak. Ben de ulus devletim, ben de BM üyesiyim ve dolayısıyla var olan sistemden pay talep ediyor herkes. Hakkı olanı. Ve sistemin kurucuları diyor ki, “Biz bu sistemi kurduğumuzda bu kadar hak ve pay talebi yoktu, dolayısıyla biz bu sistemin evrenselliğine insanları bir şekilde inandırmıştık, ama şimdi bu talep artınca iki şey yapmamız lazım”. Ve eşit şartlarda, sistemin kurucularının koyduğu şartlara göre insanlar rekabet ediyorlar, diyelim Çin sonradan geldi, şimdi Hindistan geliyor, Türkiye gibi büyük bir ülke var, Brezilya geliyor, Güney Afrika vesaire. Şimdi şunun yapılması lazım: Ya talep eden şartları karşılamış ülkelerle, ulus devletlerle sistemi kuralları gereği hakça bölüşeceğiz ve paylaşacağız, ki bu devletlerin daha fazla hak ve menfaat sahibi olmasına sebep olacak ya da oyunun kurallarını değiştireceğiz. Güçlü olanlar için yeni bir kurallar seti koyacağız ve dünyanın geneline diyeceğiz ki, yeni kurallar bunlar. Şimdi esas itibariyle tam da şu anda uluslararası sistemdeki ana çatışmanın olduğu nokta bu. Kurallara saygı duyarak herkesin prensipten hareket ettiği bir dünyayı mı oluşturalım, yoksa gerçekten güçlünün hâkim olduğu ve güçlünün yeniden kural koyup, düzen koyup bunu diğerlerine zorla kabul ettirdiği bir eksene mi gidelim; bu yol ayrımındayız. Her ikisinin de olabilirliğine ilişkin emareler var, ama ikincisine ilişkin emare biraz daha fazla. Neden dolayı? Özellikle Gazze'de devam eden, kimsenin dönüp bakmak istemediği zulümden dolayı. Ama bunun dünyanın geri kalanına ve diğer aktörlere getirebileceği, az önce de konuştuk, sıkıntı ortaya çıkıyor. Burada da yakında yeni bir tedbir paketine başvurulabilir.

SUNUCU- Aslında Efendim planladığımız süreyi biraz aştık, affınıza sığınarak son soruyla bitirmek istiyorum. Önümüzdeki günlerde hangi planlamalar, hangi ziyaretler, hangi zirveler var, ona dair programınızın notları varsa onları alıp sonrasında da sizi uğurlamak isteriz.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Önümüzdeki dönem gerçekten yine hareketli günler var. Gazze hiç gündemimizden düşmeyecek, İran-İsrail meselesini takip edeceğiz, Suriye ile ilgili dosyalar devam ediyor. Rusya-Ukrayna ile ilgili muhtemelen bir tur daha olacak, ona yönelik hazırlıklarımız devam ediyor. Onun dışında tabii kürenin geri kalan kısmındaki konuları da şey yapmıyoruz. Temmuz ayının başında bir BRICS Zirvesi olacak Brezilya'da, Türkiye de oraya davetli. Daha sonra ASEAN toplantısı var Bakanlar düzeyinde Malezya'da, çok önemli ASEAN ülkelerinin olduğu. Biz orada gerçekten ciddi bir alan tutuyoruz, Cumhurbaşkanımızın oraya yönelik de ciddi bir şeyi var. Ayın 3’ünde Azerbaycan’ın Hankendi’nde -önemli sembolik bir yer- Ekonomik İşbirliği Teşkilatı toplantısı olacak, Cumhurbaşkanımız oraya gidecekler, biz de inşallah onunla beraber orada olacağız, o da fevkalade önemli bir toplantı ve sembolizm açısından Hankendi’nde olması. Şuşa tepede kalıyor, aynı Kasiyun'la Şam gibi bir yer, Şuşa'dan tepeden Hankendi’ni görürsünüz. Oradan da baktığınız zaman Şuşa'dan, harp zamanında şey yapmıştık, görebiliyorsunuz, oraya gidilecek inşallah. Daha sonra Birleşmiş Milletler hazırlığı var, arada çok gelen var.

New York'ta etkinlikler var, BM'de orada bekleyen önemli konular var, gelince o zaman göreceksiniz bazı toplantılar var, önemli toplantılar. Yani 360 dereceyi kapsayan diplomasi faaliyetimiz durmadan devam edecek.

SUNUCU- Son cümlelerinizle, son mesajınızla noktayı koymak isteriz müsaadenizle. Buyurun, son sözü size bırakayım.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben teşekkür ederim tekrar programınıza davet ettiğiniz için. Yılmadan, usanmadan çalışmaya devam edeceğiz Cumhurbaşkanımızın liderliğinde. Dış politikamız sadece bölgemizde huzur ve istikrar için değil, aynı zamanda kalkınma için, refah için de gerekli. Bugün bir toplantı vardı, gerçekten çok önemli bir toplantı, Ulaştırma Bakanlığımızı da tebrik ederim, orada konuşmacıydım, Uluslararası Bağlantısallık Konferansı, Cumhurbaşkanımız da orada açılış konuşması yaptılar.

Şimdi bakın, Türkiye, orada da konuşmamda da ifade ettim, etrafındaki sorunları yatıştırıyor ki, bağlantısallık, yani lojistik bağlantısallık kesilmesin, ticaret inkıtaya uğramasın, beraberinde yatırım gelir, kalkınma gelir, kalkınmayla beraber huzur gelir. Bunlar ya teker teker inşa edilir ya teker teker kırılır. Dolayısıyla çok şuurlu, çok odaklı bir politika takip ediyoruz. Kendimize oluşturduğumuz istikrarın aynısını diplomasi yoluyla arkasına gerektiği zaman gerek yumuşak güç gerek sert gücü koyarak, uygulayarak bölgemizde de aynı istikrarı, huzuru, barışı sağlamaya çalışıyoruz, buna da devam edeceğiz.

SUNUCU- Efendim, çok teşekkür ederiz, sağ olun yayınımıza katıldığınız için.

* Interpress deşifresidir.