SUNUCU- A Haber ekranlarından mutlu akşamlar, Aklın Yolu’nda bugün ilk
bölümde çok değerli bir konuğumuzu ağırlıyoruz, Dışişleri Bakanı Sayın
Hakan Fidan bizlerle birlikte; Cansın Helvacı ile birlikte bu önemli
konuğumuzu ağırlıyoruz.
Efendim, öncelikle hoş geldiniz yayınımıza.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ediyorum, hoş bulduk.
SUNUCU- Sayın Bakan, hoş geldiniz, ayağınızın tozuyla geldiniz.
NATO Zirvesini yakinen burada takip ettik, tüm yaşananları 7/24. Birçok
başlık soracağız, ama dilerseniz onunla başlayalım istiyoruz. Özellikle
Trump ve Erdoğan görüşmesini hem bekledik heyecanla ne olacak diye, sonra
gelen fotoğraf karesi, açıklamalar… Ama biraz sizden dinlemek isteriz neler
yaşandı o görüşmede, samimi bir hava var mıydı?
Bir de şu çok merak edildi, dipnot onu da sorayım: Cumhurbaşkanımızın
kucağında bir zarf görüldü, o da Türkiye'de merak konusu oldu, o zarf
neydi, onu da sormuş olayım. Görüşmeyle başlayalım dilerseniz.
Buyurun.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ederim.
Tabii, Cumhurbaşkanımızla Sayın Trump'ın görüşmesi önceden planlanmış bir
görüşmeydi. Biliyorsunuz iki lider arasında Sayın Trump iktidara geldiği
günden beri hem ikili ilişkilerle ilgili hem de bölgesel krizlerle ilgili,
başta Gazze meselesi olmak üzere, Ukrayna-Rusya savaşı olmak üzere, sürekli
devam eden bir görüş alışverişi var. Bunun Suriye'de fevkalade olumlu ve
yapıcı bir sonuç verdiğini de gördük, liderler diplomasisinin. Bunun bir
devamı olarak aslında sürekli telefon görüşmelerinde ikili lider de bir an
evvel, yani mümkün olan ilk fırsatta birebir temas ihtiyacına dikkat
çektiler ve NATO Zirvesi’nde bir araya gelindi. Baş başa bir görüşme oldu
ve o görüşmede hem ikili konular hem bölgesel konular, başta Gazze krizi
olmak üzere, Rusya-Ukrayna savaşı ve İran'daki konu, onlar gündeme
getirildi. Oldukça yapıcı, iyi ve güzel bir görüşmeydi.
SUNUCU- Bu bağlamda aslında birçok başlığın Başkan Erdoğan'ın dönüşüyle
birlikte, dönüş yolundaki açıklamalara da yansıdığını görüyoruz. Örneğin,
Amerikan Başkanıyla görüşmesinde F-35'ler ya da F-16'larla ilgili sürece
dair bir adım var mı?
Bir de o Zirve’de şunu gördük ki, çok yoğun bir mesai yapıldı, dünyanın
gözü de bir anlamda Başkan Erdoğan'ın üzerindeydi, ikili görüşmelerde de bu
yansıdı. Zirve’nin gündeminde de aslında baktığımızda, belki 15 gün önce
konuşsak başka bir başlık vardı ama, İran-İsrail savaşı, ardından yüzde
5'lik konu gündemdeydi. Hem Türkiye açısından hem de zirvenin genel gündemi
açısından nasıl yorumlarsınız Efendim geride kalan Zirve’yi?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi NATO'nun her yıl bir ana teması oluyor
malumunuz, bu yıl ana teması Sayın Trump'ın iktidara geldiği bir önceki
dönemden itibaren gündeme getirdiği bir husus var, NATO eleştirisi olarak.
NATO'daki üye ülkelerin savunma harcamalarının yeterince olmadığı,
Amerika'nın bunu üstlenmek zorunda kaldığı, bunun da Amerika'ya hem hazine
olarak maliyet ürettiği hem de iç politikada gerekli altyapı yatırımlarını,
sosyal hizmetleri götürmede kendi vatandaşına sıkıntı çektirdiğini,
dolayısıyla burada bir adil bölüşme ihtiyacı olduğu argümanından hareketle
bunu sürekli gündeme getiriyordu. Gündeme getirmeyle de kalmadı, önceki
iktidarlardan da bunu gündeme getirenler vardı, ama Sayın Trump ve ekibi
ikinci dönem geldikten sonra bunu artık somut bir yaptırıma bağlamayı da
hedeflediler. Dolayısıyla, Avrupalı liderler orada bu mesajı aldılar,
önümüzdeki 10 yıl içerisinde savunma harcamalarını iki ayrı kalemde yüzde
5'e çıkarma konusunda bir fikir birliğine hemen hemen ulaşıldı. İspanya'nın
biliyorsunuz bir şerhi var, aslında genel manada kabul ediyor da uygulamaya
ilişkin sıkıntıları var. Orada, yüzde 3,5’luk çekirdek savunma harcamaları,
yüzde 1,5 da onunla bağlantılı altyapı yatırımları konusunda bir yüzde
5’lik önümüzdeki 10 yıl içerisinde NATO üyesi ülkelerin bütçe artırımı
kabul edildi prensipte. Bu önemli bir gelişme tabii.
NATO üyesi ülkeler aslında bunları yaparken, tabii bu beraberinde, aslında
çok başka bir programda tartışılması gereken bir konu, uluslararası
güvenlikle alakalı oluşmuş dengeleri de bir noktada biraz değiştirecek olan
bir şey. Amerikalılar bunu istiyorlar, ama bu Amerika-Avrupa arasındaki
bağımlılık ilişkisini de bir bakıma Avrupalıların lehine değiştirecek olan
bir durumu da önümüzdeki yıllarda getirecek. Avrupalılar giderek
Amerika'dan daha bağımsız hale geldikleri zaman bu hem jeostratejik olarak
hem de jeoekonomik olarak etkilerini gösterecek.
Diğer taraftan, tabii Zirve’ye etki eden başka faktörler de vardı. İlk
defa, epey zamandır, Ukrayna'nın Zirve’de olmaması, bildirim metnine
konmasına yönelik bazı üyelerin çekincelerinin olması önemli bir husustu. Ve
bu sefer tek oturumlu oldu, sadece üye ülkelerin liderlerinin katıldığı bir
Zirve oldu. Önceki NATO Zirvelerinde birkaç oturum olurdu, iki gün sürerdi.
Bunlarda sadece üye ülkeler kendi aralarındaki problemleri bir celsede
tamamlar, daha sonra diyelim Asya-Pasifik'teki bazı ülkeler, Ukrayna'yla
ilgili başka, AB'yle ilgili başka oturumlar yapılırdı. Bu sefer tek
oturumla sadece üye ülkelerin meselelerinin konuşulduğu, NATO'nun kendi
meselesinin konuşulduğu bir oturumla konu bitti.
Tabii, liderler arası yapılan akşam yemeği, resepsiyon, lobideki
faaliyetler, daha sonra Dışişleri Bakanlarına verilen yemek, Savunma
Bakanlarına verilen yemek, oralarda da daha farklı düzeylerde temaslar
oldu.
Günün sonunda, Cumhurbaşkanımızın liderliği biliyorsunuz tartışmasız kabul
edilen bir liderlik, orada da insanların teveccühü, onun nasihatlerini,
konulara ilişkin fikirlerini aramaya yönelik çabaları gördük.
Daha sonra ikili görüşmeler oldu biliyorsunuz, oldukça önemli NATO üyesi
ülkelerin liderleriyle Cumhurbaşkanımız görüştüler. Fransa Başkanıyla,
Almanya Şansölyesiyle, İngiliz Başbakanıyla, Hollanda Başbakanı ev
sahibiydi, İtalya Başbakanıyla, Romanya Devlet Başkanıyla, yeni seçildi
zaten iki günlük, hemen Cumhurbaşkanımızla görüşme talep ettiler. Bunlar da
güzel oldu esas itibariyle, çok verimli görüşmelerdi. Hem bölgesel konulara
ilişkin hem küresel sorunlara ilişkin, ikili ilişkilere ilişkin görüşler
oldu.
Şunu söyleyebilirim: Şimdi Cumhurbaşkanımız özellikle Ukrayna ve Gazze
krizinde baştan beri bir pozisyon alıyordu, giderek aslında Avrupalı
ülkelerin de oraya doğru geldiğini görüyoruz. Artık herkes her iki tarafta
da ateşkes istiyor, burada Avrupalı ülkelerin birçoğu ne Ukrayna-Rusya
Savaşı'nda, ne de Gazze'de İsrail'in lehine bir ateşkes istemiyordu. Şu anda
artık iki savaşın da maliyetlerinin, sonuçlarının katlanamayacak bir düzeye
geldiğini kendileri de görüyorlar. Tabii bu Cumhurbaşkanımızın hem vizyonunu
hem liderliğini, Türkiye'nin ortaya koyduğu çabanın kıymetini çok daha
yukarı çıkartan bir konjonktürü de beraberinde getiriyor. Şu anda özellikle
bu konjonktürde, dediğim gibi, oradaki liderlerle yapılan görüşmeler
oldukça içerikliydi.
SUNUCU- 2026 yılı ile ilgili gitmeden önce Başkan Erdoğan'ın bir ifadesi
vardı Türkiye'de düzenlenmesine yönelik, sanırım 2026 yılı itibariyle ev
sahipliği yapacağız.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet.
SUNUCU- 2026 ile ilgili program netleşti mi, belli oldu mu?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Netleşti.
SUNUCU- En son 2004 müydü?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- 2004'teydi en son, şimdi 2026 yılına geçen
sene biliyorsunuz biz talip olmuştuk, o kabul gördü.
SUNUCU- İstanbul’un ev sahipliğinde mi?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İstanbul-Ankara konusunda Cumhurbaşkanımız şu
anda konuyu düşünüyor, istişare ediyor, burada iki tane ayrı görüş var şu
anda, kendileri karar verecekler.
SUNUCU- Peki, şimdi biraz böyle 12 gün ne yaşandı, ne oldu bazı detaylar
sormak isteriz, ama genelden başlayacağım ben, sonra detaylandıralım.
Şimdi bir ateşkes var gibi gözüküyor, ama sadece gözüküyor gibi, şu an bile
son dakika bilgilerini arkadaşlarım geçiyor. Trump ardı ardına açıklamalar
yapıyor İran'la ilgili, yine İran'dan gelen açıklamalar, İsrail'in
saldırgan politikasının devam etmesi. Bu 12 günden sonra yaşananlar,
özellikle NATO'da, NATO öncesi Trump'ın açıklamaları, ateşkesin sağlanması,
bu ateşkes gerçekten sağlandı mı, bölge artık tamamen duruldu mu? Türkiye
olarak biz şu an bu işin neresindeyiz, ne gördük? Biraz sürece ilişkin bize
bilgi verebilir misiniz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Biliyorsunuz, bölgedeki bütün gelişmelerin
hem yakından takipçisiyiz hem de içinde oluyoruz çoğu zaman arabulucu
olarak. Çünkü, bölgemizde savaşların çıkmaması, var olanların son bulması
bizim hem menfaatimize hem de bölgemizin menfaatine. Şimdi, burada İran ve
İsrail arasındaki savaşın gelmekte olduğunu aslında biz çok önceden
söyledik, yani Gazze'deki ilk hafta dedik ki burada durmazsa bu giderek
daha da yaygınlaşacak, farklı coğrafyalara gidecek ve nihayetinde İran ile
İsrail arasında karşılıklı daha yok edici bir savaşa dönüşecek. Tabii,
İsrail’in İran’a saldırması, İran’ı meşru müdafaa yapan bir pozisyona itti.
Ve ortaya çıktı ki, aslında İsrail öyle iddia ettiği kadar İran'ın nükleer
kabiliyetlerini yok edecek güçte bir ülke değil, sadece onunla olan
hesaplaşmasını ortaya koydu.
Burada tabii Netanyahu'nun kendi iç siyasete yönelik siyasal hesaplamaları
da var. Aslında maalesef iç siyasetin uluslararası politikada ne kadar
fazla rol oynadığını burada yine gördük. Kendi ikbali için bölgeyi ateşe
atmaktan çekinmeyen bir politik zihnin orada olduğunu bütün dünya şu anda
görüyor, burada bir fikir birliği oluşmuş durumda.
Biz, başından itibaren bu işin nasıl gelişeceğini gördük, süreç içerisinde,
sürecin başında, süreç esnasında, sonrasında sürekli taraflarla bir araya
geldik, konuştuk, Cumhurbaşkanımızın yoğun diplomasisi oldu. Bunların bir
kısmı belki kamuoyuyla paylaşılacak durumda olmayan konular, çünkü taraflar
size belli konuları emanet ettiği zaman onu taşımanız gerekiyor ki sahici
arabuluculuğa devam edebilirsiniz. Ama gerçekten Türkiye'nin bu noktadaki
duruşuna güvenen bir tablo vardı ortada.
12 günde bu savaş şimdilik noktalandı ama nükleer kapasitenin ortadan
kaldırıldığı varsayımından hareketle sonuçlanan bir ateşkes var şu anda.
Ateşkesin bozulması, daha sonra tekrar karşılıklı saldırıların başlaması
ihtimaline karşı aslında bölgenin teyakkuzda olması gerekiyor. Bu sadece iki
ülkeye değil, bölgeye çok büyük maliyet üreten bir savaş. Malumunuz, iki
ülke arasında bin kilometreden fazlalık bir mesafe var, sınır yok.
Dolayısıyla sınır aşan, farklı ülkeleri de içine alan bir savaş. Şu anda
bir sessizlik süreci var, ama bunu daha kalıcı hale getirmek için İran'la
Amerika arasında bir anlaşmanın yapılması gerekiyor. Bu noktada bizim
gördüğümüz, her iki tarafında tekrar masaya oturup bir müzakereye girme
yönünde bir iradesi var. Avrupalıların da İranlılarla götürmek istediği bir
süreç var. Bakalım, nasıl cereyan edecek görüyoruz.
SUNUCU- Az evvel bir son dakika gelişmesi olarak paylaşmıştık, Hamaney’in
açıklamaları sonrasında Donald Trump da özellikle o yaptırımların
hafifletilmesi noktasında derhal durdurma açıklaması yaptı, yani gerilim
devam ediyor.
Bir yandan da Efendim İran'ın nükleer kapasitesinin siz de ifade ettiniz
yok edildiği ya da etkisiz hale getirildiği varsayımıyla süreç işliyor.
Başka tartışmalar da var, özellikle Amerika Birleşik Devletleri cephesinde
bir sızıntıyla ortaya çıkmıştı, ardından bu bağlamda Trump çok sert
ifadeler kullandı. Hem Savunma Bakanlığı hem FBI ortaklaşa bu sızıntıyı da
araştırıyorlar. Trump'ın iddiası da İran’ın nükleer kapasitesinin
durdurulduğu ya da yok edildiği noktasında.
Bu kapsamda sizin görüşleriniz nedir? İran artık uranyum zenginleştirme
noktasında duracak mı ya da kapasitesi yok edildi mi? Eğer öyle bir durum
varsa İsrail’in artık saldırılarıyla ilgili bir gerekçesi de bahanesi de
ortadan kalkmıştır. Bundan sonra İsrail'in saldırılarının ya da
saldırganlığının durmasını beklemek çok mu iyimserlik olur, ne dersiniz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi ikisini ayırmak gerekiyor. İsrail ile
İran arasındaki cereyan eden sürecin sadece bir ayağını oluşturuyor aslında
nükleer dosya, başka ayakları da var malumunuz. O ayaklar ne derece gider
ne derece iki ülke arasında başka bir anlayışa varılır, Amerika veya diğer
arabulucular neyi nasıl götürür, nasıl bir yerde uzlaşılır onu
bekleyeceğiz, onun birtakım detayları var.
Ama nükleer kabiliyetle alakalı aslında şu söylenebilir: Amerika'nın
yaptığı askeri operasyon neticesinde nükleer tesislerin büyük ölçüde hasar
aldığı, kullanılamaz duruma geldiği aşikâr. Bunu İranlılar kendileri de
söylediler. Tabii nükleer programın bileşenleri var, bunun biri “know-how”,
diğeri şu ana kadar üretilmiş uranyum ve en önemlisi de tesisler kısmı.
Şimdi tesisler kısmında büyük bir zararın verildiğini görüyoruz. “Know-how”
kısmında da İsrail'in süregelen suikastları var bilim adamlarına yönelik.
Burada açıkçası artık çok ciddi bir nükleer programa indirilmiş darbeden
söz edebiliriz.
SUNUCU- Bu da İsrail'in özellikle bahaneleri noktasında boşa düşmesi
anlamına geliyor anladığımız kadarıyla.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Dediğim gibi, savaşa niyet ederseniz sebep
bulursunuz, nükleer bunlardan bir tanesiydi, şu anda deklare edilmiş iki
tane daha var biliyorsunuz, diğeri balistik füze programı ve bir diğeri de
vekil unsurların varlığı. Şu anda belli ülkelerde, Yemen başta olmak üzere,
İran'ın desteklediği gruplar var, bunların varlığının tehdit olarak
algılanıp bunlar ortadan kalkmadığı sürece saldırıya devam etmeye yönelik
bir arayış olabilir.
Ve şimdi önümüzdeki en büyük meydan okuma müzakerelerde, açıkça söylemek
gerekirse, İran masaya oturduğu zaman Amerikalılar sadece nükleer
meselesiyle mi gelecekler karşılarına, yoksa başka dosyaları da
getirecekler mi? Başka dosyaları getirirlerse İranlıların ben bu dosyaları
konuşacağını düşünmüyorum açıkçası. Ama nükleer konularda “JCPOA”de olduğu
gibi, yani Obama döneminde varılan mutabakat gibi bir müzakerenin, bir
anlayış birliğine yönelik bir çabanın olacağını açıkçası düşünüyorum. Ama
topyekun teslimiyet anlamına gelecek, nükleer dışındaki yeteneklerin de
ortadan kaldırmasını talep edecek tekliflere, an itibariyle, 12 günlük
savaştan sonraki şu değerlendirme itibariyle sıcak bakılacağını
düşünmüyorum.
SUNUCU- O zaman bu durumda şunu sorabilirim: İran nükleerden vazgeçmezse,
an itibariyle bunu görüyoruz, nükleer programına devam etmek isterse, ki
bugün İran'dan da bir açıklama geldi, bir ayrılış söz konusu oldu, bu
nükleer programla ilgili müzakere masası tekrar kurulur mu? Türkiye buna
nasıl bakar? Amerika ile İran'ın yan yana gelmesi, bir masada oturması
gerekiyor dediniz, burada da bir arabulucu rol üstlenir miyiz? Bu gibi
sorular geldi şu an aklıma.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Cumhurbaşkanımızın her iki tarafa da hem
savaş esnasında hem savaştan hemen önce ve şimdi de verdiği mesaj, biz bu
konuda üzerimize düşen her türlü rolü oynamaya hazırız. Biliyorsunuz,
Cumhurbaşkanımız dünyada herkesin itibar ettiği, güvenilir bir lider,
prensiplere olan bağlılığının bilindiği bir lider, konjonktüre göre hareket
eden değil prensiplere göre hareket eden bir lider olduğu ortada. Bundan
hareketle ben diğer aktörlerin de yeri gelirse bundan istifade edeceğini
düşünüyorum.
Ama şu anda Umman’da son birkaç yıldır başlatılmış sürecin tekrar aktive
edileceğine ilişkin bir ön duyum var, belki onu denemek isteyecekler
tekrar. Nükleerde bir anlaşmaya varabileceklerini düşünüyorum açıkçası.
SUNUCU- Amerika ve İran için söylüyorsunuz bunu.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, yani bir yerde buluşabilirler, çünkü
konu zenginleştirmenin tabiatıyla alakalı bir konu.
SUNUCU- Bu önemli bir açıklama oldu.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Dediğim gibi, burada bir uzlaşma ihtimali
var, özellikle nükleer tesislere yönelik son saldırıdan sonra. Tabii, ben
iki ülke adına da konuşamam. İki ülke yetkilileriyle konuşurken onlara
tavsiye ettiğim ortada buluşmalarını sağlayan bazı fikirlerim de oldu
açıkçası, çünkü başlangıç pozisyonları aynı Rusya-Ukrayna savaşında olduğu
gibi çok farklı. Bunları ortada buluşturacak, biraz da zamana yayacak bazı
yaratıcı fikirlere ihtiyaç oluyor, onları gündeme getiriyoruz taraflara.
Bir kısmının kabul gördüğünü ve hemen devreye sokulduğunu da aslında
gördük. Başka aktörler de, çünkü onlara da söylüyoruz, onlar da gündeme
getiriyorlar.
Şimdi temel mesele, Amerikalıların başlangıç pozisyonu, İran'da hiçbir
nükleer zenginleştirme işleminin olmaması. İranlılar da barışçıl nükleer
zenginleştirmenin, yani uluslararası hukuktan doğan, anlaşmalardan doğan
bir hak olduğunu ileri sürüyorlar. Onlar nükleer anlaşmaya, NPT’ye taraflar
biliyorsunuz. Dolayısıyla, burada özellikle son saldırıdan sonra başka bir
ifadelendirmeyle bir anlaşmaya gidebilirler umudundayım, ama her iki tarafta
da iyi niyete ihtiyaç var.
SUNUCU- Efendim, aslında bu süreç içerisinde çok fazla iddia ortaya atıldı.
Onlardan biri de özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nin saldırısının
hemen öncesinde Uluslararası Atom Enerjisi’nin bir rapor hazırladığı, o
raporla birlikte Trump'ın da emri verdiği ve Amerika'nın saldırdığına
yönelik. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile ilgili bir soru soracağım.
Sebebi de şu: 2008 ve 2010 yılları arasında sizin de Uluslararası Atom
Enerji Kurumu’nda Türkiye adına bir Guvernör olarak görev yaptığınızı
biliyoruz, izleyicilerimiz de bilsin diye söylüyorum bunu. Uluslararası
nükleer anlaşmaların doğrulanması konusunda da doktora teziniz var. Bu
bölümü biraz uzatıyoruz sizin bu anlamda deneyimlerinizden faydalanmak
için. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun, iddia o ki, manipülasyonlara
açık olma durumu var mıdır? Ne kadar güvenilirdir? Süreç nasıl işler? Buna
dair hem gözlemleriniz hem de değerlendirmeniz ne yönde olur Efendim?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nda
söylediğiniz 2008-2010 tarihlerinde Türkiye adına Guvernör olarak görev
yaptım. O zaman Başbakanlıkta Müsteşar Yardımcısıydım, Cumhurbaşkanımız
Başbakandı, görevlendirdiler. Doktora tezim “Nükleer anlaşmaların
doğrulanmasında enformasyon teknolojilerinin rolü”ydü, üst başlığı da
“Bilgi çağında diplomasi”. Ve saha çalışması Uluslararası Atom Enerjisi
Kurumu ve Nükleer Testlerin Yasaklanması Örgütü’nün bulunduğu yerdi,
oralarda gerçekten tez için çalışma imkanımız oldu. Daha sonra Uluslararası
Silahsızlanma Enstitüsü, daha sonra Verifikasyon Teknolojileri Merkezleri,
hep bu konuları yerinde 3-4 ülkede çalışarak o tezi o zaman yazdık. Ama ben
tabii o tezi yazarken yıllar sonra araştırma yaptığım yere Guvernör olarak
gideceğimi tabii hiç hayal edemiyordum. Oraya bu sefer gittiğimizde şunu
gördük: Tabii ki Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun elindeki en büyük
dosya İran nükleer dosyasıydı. Çünkü biliyorsunuz, Kuzey Kore üyelikten
çıktığı için, Ajansın meselesi olmaktan çıkmıştı. Ajansın kuruluş sebebi,
malumunuz “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması”, NPT diye
kısaca söylenen antlaşma, 70'li yıllarda yürürlüğe girdikten sonra bir
vaadi var bu antlaşmanın, çok maddeleri var da. Özellikle diyor ki, beş
ülke meşru yoldan nükleer silah sahibidir, geri kalan ülkeler bu antlaşmaya
taraf olduğu zaman nükleer silah sahibi olamazlar. Fakat bu beş ülke zaman
içerisinde nükleer silahlardan vazgeçme yolunda adım atacaklar, nükleer
silahsızlanmaya gidecekler ki diğer ülkeler bu konuda bir iştah
göstermesinler. Aynı zamanda imkanı olmayan, teknolojisi olmayan ülkelere
de barışçıl nükleer enerji sahibi olmalarında yardımcı olacaklar.
Şimdi biz geldiğimiz noktada şunu gördük: Nükleer Silahların Yayılmasını
Önleme Antlaşması gerçekten çok önemli bir uluslararası güvenlik antlaşması
esas itibariyle, uluslararası barışa ve güvenliğe, güvenlik dengelerine
hizmet etmek için ortaya konmuş bir antlaşma, ama antlaşmanın üç ayağından
sadece birinin devam ettiğini, iki ayağının hiçbir zaman için hayata
geçmediğini söylüyoruz. Nükleer silaha sahip olan beş ülke, BM Güvenlik
Konseyi üyesi ülkeler bunlar devam ediyorlar, geri kalan iki ayağı,
bunların silahsızlanması ve barışçıl enerjinin diğer ülkelere yaygınlaşması
konusunda hiçbir çaba yok. Tabii, bu beraberinde bazı itirazları ve
problemleri getiriyor.
Bir de üye olmayan ülkelerin nükleer silah sahibi olmaları meselesi var.
Bu, dengeyi daha da bozuyor ve üye olan ülkelerin esas itibariyle üye
olmayan ülkelere askeri stratejide dolaylı ve doğrudan aslında üstünlük
kurduğuna ilişkin de çok net bir manzara ortaya çıkıyor.
Ben NPT’nin metnini ilk gördüğümde şunu dedim, aslında bu antlaşma şunu
söylüyor, o zamanlar imzalayanlar nasıl imzaladılar bilmiyorum: “Ey nükleer
silah sahibi olan ülkeler, ben sizin nükleer silah sahibi olmayan ülkeler
üzerindeki askeri nihayetteki yetkinliğinizi kıyamete kadar kabul ediyorum.”
gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Bu tablo tabii ki bu şekliyle çıplak olarak
hiçbir zaman için söylenmiyor, ama herkes de biliyor ki silah yeri
geldiğinde kullanılmak için vardır.
Obama döneminde aslında nükleer toplantılar serisi yapıldı birkaç defa ve
burada birkaç defa nükleer silahların azaltılmasından ve
nükleersizleştirmeye doğru gitme yolunda bazı konseptlerden, kavramlardan
söz edildi, ama bu orada kaldı ve daha sonra hiçbir yere gitmedi. Bugün
geldiğimiz dünyada, yani beş ülkenin Amerika, Rusya, Çin, İngiltere ve
Fransa'nın meşru yönden nükleer silah sahibi olan ülkeler kabul edildiği ve
diğer ülkelerin de hiçbir şekilde kabul edilmediği bir denklem.
Şimdi Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu da nükleer teknolojisi olan
ülkelerde kontrol yapıyorlar. Diyelim bizde bir nükleer güç santrali var,
şimdi Akkuyu'da kuruyoruz, ondan önce araştırma reaktörleri vardı. Atom
Enerjisi Kurumu'nun müfettişleri geliyorlar, buralarda ölçüm yapıyorlar, ne
kadar zenginleştiriliyor, çünkü zenginleştirme, biliyorsunuz, üç sınıf esas
itibariyle. Bir, çok az zenginleştirilmiş uranyum, yüzde 20'den aşağı;
bunlar barışçıl amaçlı kullanılan, yakıt üretiminde, tıp malzemeleri
üretiminde vesaire kullanılanlar var. Yüzde 20 ile 60-70 arasında olanlar
var, bunlar da nükleer motorla çalışan gemilerde kullanılan zenginleştirme
miktarı. Bir de yüzde 90 civarında zenginleştirme var, onlar da silahla
alakalı. Şimdi Atom Enerjisi Kurumu zenginleştirme faaliyetlerinin mümkün
olduğu kadar yapılmamasını… Yakıt meselesini birkaç ülkeye dağıtmış
durumda, yakıtı üç-dört ülke dünyada üretiyor, ama olacaksa da bunu
yakından gözetiyor.
Şimdi burada işleyişte Guvernörler gizli olarak oy verirler, dosyalar
sürekli oylanır, yapılan raporlar ve biliyorsunuz bundan yıllar önce
İran'la ilgili yapılan oylamada alınan bir kararla dosya Güvenlik Konseyi'ne
gönderildi Ajanstan ve orada da oylanarak yaptırım kararları alındı.
Bir de şöyle bir denge var: Daimi beş üye, bunların hepsi nükleer silah
sahibi ülkeler, bunların mevcut konjonktürde hiçbir konuda anlaşması mümkün
değil. Yani beşinin aynı anda bir araya gelip gerçekten jeostratejik önemi
olan bir konuda karar almaları şu anda çok zor. Ama bir konuda her zaman
hemfikirdirler, altıncı bir ülkeyi nükleer silah sahibi yapmama konusunda.
Ama sayıyı dörde düşürelim, üçe düşürelim, ikiye düşürelim, öyle bir çaba
yok. Çünkü kimse kimseye güvenmiyor. Günün sonunda ben bunu almışım, bu
denklem kurulmuş.
Ama bu tabii başka bir tartışma konusu, bu sürdürülebilir bir denklem mi,
uluslararası sistem açısından? Ben bütün gözlemimle, analizimle, tecrübemle
ifade ediyorum ki, sürdürülebilir bir sistem değil, sürdürülebilirliği yok.
Özellikle, İsrail gibi ülkelerin nükleer silah sahibi olduğu bir denklemde
bu ne kadar sürdürülebilir? Zor.
SUNUCU- Peki, ben o ilk geceye dönmek istiyorum, İsrail’in İran'a
saldırdığı gece. Bu soruların yanıtı sadece sizde var. O gece neler yaşandı
sorusunu sorayım, hem de bir yandan kamuoyunda bazı bilgiler dolaştı, ama
teyitli değil, o yüzden bunun yanıtı sizde var. Amerikan Dışişleri Bakanı
mevkidaşınızın, Rubio'nun o saatlerde sizi telefonla aradığı yönünde. Doğru
mu, bir görüşme gerçekleşti mi, o gece ne yaşadınız?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, bir telefon aldık, basına düştüğü için
söylüyorum, belli konular konuşuldu. Burada Amerikalılar esas itibariyle
bir saldırı olması durumunda bu saldırıda görev almadıkları için, herhangi
bir rolleri olmadığı için İranlıların kendilerine saldırmamasını,
saldırırlarsa buna da çok sert mukabele edeceklerini, ayrıca bölgede bulunan
Amerikan varlığının güvenliğinden de bu noktada endişe ettiklerine dair bazı
konular var. Tabii biz bunun üzerine İranlılarla da konuştuk bu konuyu.
Dedik, “Böyle bir şey olması durumunda Amerikalılar bunda yoklar,
dolayısıyla onları savaşın içine çekecek bir müdahalede bulunmanızı
istemiyorlar, bu bizim arabulucu olarak size getirdiğimiz mesaj”.
Onun dışında tabii bizim olayı takip etmek için aldığımız tedbirler oldu.
Cumhurbaşkanımızı hemen bilgilendirdik, aldığımız talimatlar oldu. Milli
Savunma Bakanımızla konuştuk, İstihbarat Başkanımızla konuştuk o gece,
gerekli tedbirlerin alınması, ilgili muhataplarla koordinasyon yapılması
için o gece uyunmadı, ondan sonraki geceler de uyumadık.
SUNUCU- Yine bir iddia Efendim, Başkan Erdoğan'ın yoğun diplomasi trafiği
yürüttüğü süreçte Amerikan Başkanı ile İran Cumhurbaşkanının İstanbul'da
bir araya gelebileceği iddiaları konuşulmuştu, ancak son anda
gerçekleşmediğine yönelik de bazı iddialar var. Bu süreç nasıl gerçekleşti,
böyle bir şey var mıydı, yoksa iddia aşamasında mı kaldı sadece?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben iki lider arasında konuşulan konu olduğu
için, bazı hususlar sızıyor, ama şu anda iki lider arasında konuşulmuş bir
konu, liderlerimizin kendi inisiyatifinde olan alanlar, onlarla ilgili bir
yorum yapmak istemiyorum. Ama şunu söyleyeyim: Gerçekten ifade ettiğim gibi
Cumhurbaşkanımızın liderliğine olan güvenden dolayı olabilecek en ileri
teklifler, durumlar gündeme geldi. Ama ben onlarla ilgili bir yorum
yapmayayım.
SUNUCU- O zaman, o geceler uzun sürdü uyumadık dediniz, o gecelerden birine
daha gidelim. Biz de böyle gözümüzü çevirdik, Amerika dahil olacak mı bu
savaşa, ne zaman olacak, olursa nasıl olacak derken Amerika'nın savaşa
dahil olduğunu duyduk. O gece neler yaşandı diye de sorayım. İslam
İşbirliği Teşkilatı için İranlı mevkidaşınız buradaydı, hatta yaşananlar
sonrası ilk açıklamayı da yine Türkiye'de yaptı.
Ama Amerika savaşa girince şöyle bir algı da oluştu: Uzun süredir bizim
yayınlarda da konuştuğumuz işte Üçüncü Dünya Savaşı çıkıyor mu, çıktı mı
sorusu. Böyle bir şey aklınıza geldi mi? Hatta şunu biraz daha açıp
sorayım: Çünkü burada bazı uzmanlarla konuştuğumuzda diyorlar ki, Üçüncü
Dünya Savaşının çıkması için daha ne lazım? Üçüncü Dünya Savaşı başladı
diyenler var. Böyle bir endişeniz oldu mu?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şöyle, Cumartesi günü İranlı meslektaşımızla
görüştüğümüzde Amerikalılar savaşta değildi. Daha doğrusu Amerikalıların,
İsraillilerin yaptığı gibi topyekun bir savaşa girme niyetinde olduğuna
ilişkin bir talepleri de olmadı, nükleer tesislere ilişkin bir konu vardı.
Mevcut olan düşünce şu: İsrailliler bu tesisler ve tesislerden kaynaklanan
tehdidi yok etmek için sürekli bir hareketlilik içinde, İranlılar da
onların canını yakıyorlar. Onlar daha sonra başka hedefleri vurmaya
başlıyorlar ve bu savaş daha uzatıcı, daha yıpratıcı ve daha yaygınlaşır bir
duruma dönecek. Bir bakıma nükleer tesisler ortadan kalkarsa belki bu konuda
bir yavaşlama olur düşüncesi, eyleme geçiren ana düşünce oldu gibi.
Şimdi tabii ki ister nükleer tesisi vursun ister bir yeri vursun aktif
olarak tabii ki bir savaş konusudur. Amerikalılar tabii bu operasyonu
yaparken anlaşılan o ki uygun aktörlerle belli bir iletişimde bulunuyorlar:
“Bizim amacımız bu, başka bir şeye müdahale etmeyeceğiz” ve onu yapıyorlar.
Ben, Cumartesi günü İranlı meslektaşımla konuşurken B-52'ler havalanmıştı
Amerika'dan ve geliyorlardı, onu da konuştuk, dedik ki “Havalandılar,
geliyorlar”.
SUNUCU- Arakçi biliyor muydu bunu?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yok yok, yani onlara geliyor diye değil,
onlar havada, oraya doğru gidiyorlar B-52'ler. Ama B-52'ler bölgeye niye
gelir? Böyle bir şey olma ihtimalini konuştuk. Pazar sabahı konuştuk, tabii
Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece, üç tesiste bombalama oldu, işte
B-52'lerden atılan bombalar ve bazı denizaltılardan atılan Tomahawk
füzeleriyle, 30'a yakın füzeyle belli tesisler hedef alındı. Şimdi ertesi
gün, konuşurken İranlı meslektaşımızla, bizim yine temel tavsiyemiz tabii
geçmiş olsun dedikten sonra, Amerikalıların niyetinin ne olduğunu ilk önce
bir anlamak gerekiyor, topyekun bir imha edici savaşa mı girmek, yoksa
sadece nükleer tesislerle mi sınırlı kalan bir faaliyet? Görünen o ki,
nükleer tesislerle sınırlı. Onların sınırlı faaliyetine, İran stratejisinde
bu vardır, daha önce de ortaya çıktı, yaptığımız görüşmede şunu gördüm ben,
o da o mesajı verdi: “Bu sınırlı faaliyet böyle kalırsa bizim cevabımız da
sınırlı olur”. Yani bu önemli bir mesajdı, biz bu mesajı ilettik.
Tabii İran kendi içerisinde bunu tartıştığı, konuştuğu bir noktaya geldi.
Ve daha sonra Sayın Trump'ın kendi tweetinden, en üst ağızdan ifade ettiği
gibi, yine bir karşılıklı haberleşmeyle, mutabık kalmayla, “Sen benim
buramı vurdun, ben de senin buranı vuracağım, ama burayla sınırlı kalacağım
meselesi” oldu. Bunu biz aslında 2020 yılında Kudüs Güçleri Komutanı Kasım
Süleymani suikasta kurban gittiğinde de görmüştük. Orada da misilleme
yapılırken buna benzer bir ön anlayış birliğine ulaşılarak gitti, ki daha
yaygınlaşma, eskalasyon vuku bulmasın. Bu da aslında şu anda savaş tarihinde
ender rastlanacak durumlardan biri.
SUNUCU- Bu haber verme meselesi mi?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, haber vererek.
SUNUCU- Şöyle yaklaşılıyor kamuoyunda da: Diplomasi içerisinde olabilen
başlıklardan biri, siz öyle anlattınız ama, danışıklı dövüş. Çünkü Trump
tekrar İran'a teşekkür etti. Kasım Süleymani'de de “O gece çok gergindi
ekibim, ben çok rahattım, çünkü atılacak füzelerin nereye gideceğini
biliyordum.” gibi ifadeler kullanmıştı. Böyle mi yorumlamak gerekir, yoksa
diplomasi içerisinde ülkeler bu tip durumlarda bilgi verir ya da haber
verir mi, alışık olunan bir durum mu? Yoksa az önce ifade ettiğiniz, bir kez
de altını çizmek istiyorum, çok alışılmadık bir süreci mi yaşadık
karşılıklı haber…
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bakın şöyle; Savaşa girdiğiniz zaman zaten
esas olan haber vermemektir, sürpriz etkisini kullanmaktır. Şimdi siz haber
vererek bir şey yapıyorsanız, şunu söylüyorsunuz iki taraflı da: “Ben
seninle savaşmak istemiyorum, ama şartlar beni şu hareketi şu miktar yapmaya
zorluyor, sen bunu anla, buna cevap verme, verirsen de ona göre ver”. Bu
yeni diyorum ben.
SUNUCU- Yeni bir savaş adabı mı diyelim buna, öyle yorumlayabilir miyiz?
Yani “Ben burayı vuracağım, burayla sınırlı, sen yaptığın için belirli
zorunluluklarım nedeniyle”.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, yani bunu da bölgemizde görüyoruz
açıkçası.
SUNUCU- Peki, şimdi bir yandan aklımdaki soruya cevap verdiniz. “Bir dizi
güvenlik toplantısı yaptık, Cumhurbaşkanımızın talimatları oldu” dediniz.
Bir yandan da istihbarat olayı gördük ki biz burada bir savaşta en önemli
silahlardan bir tanesi, özellikle İsrail’in yaptığı suikastlarda bütün
dünya konuştu bu nasıl olabiliyor diye. Şimdi siz de uzun yıllar bu işin
içerisindeydiniz. İstihbarat deyince de akla gelen ilk isimsiniz, öyle
söyleyeyim. Türkiye’de bu iş hangi aşamada, biz bu konuda hazırlıklı mıyız,
diğer ülkelere baktığımızda bir savaş taktiği olarak kullanabilecek
kapasiteye sahip miyiz? Bir silah gibi soruyorum bunu da.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Biliyorsunuz, Milli İstihbarat Teşkilatı
özellikle kontrespiyonaj dediğimiz karşı casusluk faaliyetleri açısından
yıllardır ciddi bir kapasite geliştirdi, bunun teknik ayağı var, HUMINT
ayağı var. Bir de en iyi istihbarata karşı koymayı veya savunmayı diyelim,
saldırıyı ve bu işi yapan bilir. Özellikle geliştirilen teknik
kabiliyetler, analiz kabiliyetleri ve uygun yapılanmalar bizi öyle bir
noktaya getirdi ki, biz 2018’den itibaren ülkedeki bütün networkleri teker
teker ortaya çıkartmaya başladık. Çok sayıda insan Mossad’a ve Şin Bet’e
casusluk yaptığı için tutuklandı. Bunlar 2023’e kadar, hatta sonrasında da
devam eden dalgalar oldu. O dosyaların teker teker birleşmesi, sonra tekrar
takip edilmesi, bakılması edilmesi, çok sayıda insan, bunların epeyce bir
kısmı yabancı.
Tabii ağırlıklı olarak bunlar Türkiye’deki milli hedeflerden ziyade,
Türkiye’de yaşayan Hamas unsurlarına yönelik oluşturulmuş networkler. Ama
bu kabiliyetleri orada bırakamazsınız, onlar sizin aleyhinize de
kullanılır. Başka ülkelere ait de biz casus networklerini ortaya çıkarttık,
İran’a ait çıkarttık, başka ülkeleri çıkarttık. Burada Türkiye’nin, Milli
İstihbarat Teşkilatı’nın büyük bir yetkinliği var esas itibariyle. Ama
burada şöyle bir husus da var: Bu kesintisiz bir çaba ve operasyonel
yoğunlaşma istiyor. Sürekli yöntemlerinizi gözden geçirmeniz gerekiyor,
çünkü rakibinizi bir defa faka bastırdığınız zaman ikinci defa o hatayı
yapmamak için yeni bir yöntem geliştiriyor. Sizin sürekli düşünerek, yeni
yetenek ve kabiliyet geliştirerek, teknoloji geliştirerek bir adım önde
olmanız gerekiyor. Bu kesintisiz devam eden bir savaş, bir çaba.
Operasyonel yeteneklere yoğunlaşmak, yoğunlaşmak, yoğunlaşmak… Bunun başka
bir şeyi yok ve kesintisiz yoğunlaşmak, tek çözümü bu, 24 saat olaya
odaklanmak. Çünkü Türkiye yıllardır üzerinde oynanan bütün oyunları,
Elhamdülillah, Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bertaraf etmiş durumda.
Bölgemizde, Türkiye hariç bütün ülkeler ateşe atılırken biz çok şükür bir
huzur, güvenlik ve istikrar adası olarak kaldık. Bu huzur ve güvenlik,
istikrar sadece kendimize değil, etrafımıza da her zaman için umut oldu.
Siyasal istikrarları için, ekonomik iyilikleri için, kendi başlarına bir
şey geldikleri zaman en azından kaçıp gelecek, sığınacakları bir yer oldu,
civarımızdaki kardeşlerimizin. İnşallah onlar da düzelirler, ama bunun
sağlanmasının yolu nereden geçti? İstihbari olarak çok ciddi reformlar ve
yatırımlarla, Cumhurbaşkanımızın desteğiyle.
Şimdi istihbarat dünyası öyle ki çok ciddi kavgalar çok sessiz yapılıyor.
Yani insanlar kendi normal hayatlarına devam ederken aslında karanlık bir
dünyada çok ağır savaşlar oluyor. Burası çok önemli bir alan. Biz bu son
olayda da İsrail'in İran üzerinde bunu çok ciddi kullandığını gördük.
İsrail'in İran'da casus şebekelerini, networklerini oluşturduğu yıllardır
bilinen bir olay. Esas itibariyle İranlılar da bundan defaatle sıkıntı
çektiler. Ama görünen o ki tabii son suikastlar, son olaylar, son drone
saldırıları da gösterdi ki çaba yeterli olmamış. Şu anda medyaya yansıyan,
işte İran'da yakalanan casus görüntüleri var, onlara baktığımız zaman
görüyoruz, orada belli konularda hızlanmışlar. Ama tabii ilk darbeyi
yiyorsunuz, o sıkıntılı bir darbe. Burada hassas olmak lazım. İfade ettiğim
gibi çok çalışmak lazım.
SUNUCU- İran'ın saldırısıyla birlikte aslında Efendim, Ankara'da da bir
dizi güvenlik toplantısının yapıldığına şahit olduk. Başkan Erdoğan'ın
talimatları alındı. Türkiye'nin o noktadaki temel kaygısı neydi? O süreç
içerisinde çeşitli ifadeler de özellikle, İsrail'de basın mensubu demeye de
dilim varmıyor, ama bazı isimlerin Türkiye'ye yönelik ifadeleri vardı.
Sonrasında bu başka mecralarda da Türkiye ile ilgili sürece dair açıklamalar
oldu. Türk halkının ülke savunması bakımından endişe etmesi gereken bir
durum olup olmadığı noktasında da çok konuşuldu bu. Sizin de yorumlarınızı
açıkçası merak ederim, buyurun.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Biz, ilk geceden itibaren, ifade ettiğim
gibi, gece yarısı ben Amerikan Dışişleri Bakanı ile konuştuğum andan
itibaren Cumhurbaşkanımızı bilgilendirdik, talimatını aldık. Sonra Milli
Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve MİT Başkanımızla konuştum ve ertesi
gün de buluşma kararı aldık. Hemen bir araya geldik. Ön teknik
değerlendirmeler, siyasi durumlar, mevcut senaryolar, ihtimalat konuları,
hemen alınması gereken şeyler, onları Cumhurbaşkanımıza ilettik.
Cumhurbaşkanımızın da talimat ve onaylarını aldık. Biz ön hazırlıkları
yaptık. Cumhurbaşkanımız ikinci gün durum daha da netleşince savaş alanında
İsrail-İran konusunda, kendileri bir toplantıya başkanlık ettiler. O esnada
dünya liderleriyle yoğun bir telefon diplomasisine girdi arabuluculuk için.
O arabuluculuk yapılırken diğer taraftan da alınması gereken tedbirler
nelerdir ülke olarak, milli güvenliğimizle alakalı, bölgesel güvenlikle
alakalı, o konuları çok detaylı ortaya yatırdık. Yani istihbarat, asker,
diplomasi ne olacak, yeri gelirse eğer, Allah göstermesin, bir insani
yardım durumu yapmak gerekirse ne olacak, bir göç olursa ne olacak, terörle
ilgili bir konu olursa ne olacak? Bunların hepsi ilgili kurumlarla oturup
detaylı bir şekilde çalışıldı. Cumhurbaşkanımız buna bizzat riyaset etti.
Gerçekten halkımızın bu noktada gönlü müsterih olsun, fedakâr bir şekilde
çalışan güvenlik güçlerimiz var, istihbaratçılarımız var, polisimiz var,
jandarmamız var. Bu konuda müsterih olsunlar.
SUNUCU- Zaman zaman şöyle açıklamalar kamuoyunda da yer alıyor: Adım adım
gelen bir süreçte İsrail'in farklı bir noktada bir adım atabileceğine
yönelik. Bununla ilgili zaman zaman siyasette Başkan Erdoğan da mesaj
veriyor. O bakımdan sormuştum, ama sizin açıklamalarınız yüreklere su
serpecek cinsten elbette.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- O konuda ifade ettiğim gibi biz ülkemizi hem
aklımızla hem yüreğimizle savunuruz. Ölümden korkmuyoruz zaten, orada bizi
korkutacak bir şey de yok. Biz haklı olduğumuzu da biliyoruz. Ama dediğim
gibi bizim için önemli olan profesyonel bir şekilde tehditleri iyi analiz
ederek, rasyonel bir diyalog kurarak diğer aktörlerle, konuyu yönetmek.
Onda da gereken bütün konularla ilgileniliyor, ama en kötü senaryoya göre de
hazırlıklı olmak gerekiyor. Devlet işleri şakaya gelmez, rastgeleliğe
bırakılmaz. Dolayısıyla, o konuda halkımız müsterih olsun. İfade ettiğim
gibi ilgili kurumlarımız gerçekten canla başla çalışıyorlar.
SUNUCU- Şimdi anladığım kadarıyla şu ana kadar söylediklerinizden, biz
zaten bu 12 gün savaşı diye adlandırılan cephede de bayağı arabulucu
ülkeymişiz. Anlattıklarınızdan ben buraya varıyorum. Şimdi denklemi şöyle
kurayım, seyircilerimize hatırlatayım: Amerika Birleşik Devletleri seçimi
öncesi bir Başkan adayı ikinci dönemi için yarışıyor ve başta Ukrayna-Rusya
Savaşı olmak üzere “Savaşları bitireceğim, istemiyorum” diyor, sonrasında
gelinen durum öyle ya da böyle ortada. Bir yandan da Türkiye'nin, birçok
ülkenin yerinde olmak istemesine rağmen olamadığı, bir arabulucu masasını
Türkiye'de kurması, hem Rusya hem Ukrayna taraflarını bir araya getirmesi ve
bu süreci en ılımlı şekilde yürütmeye çalışması… Şimdi önümüzdeki süreçte
bir kez daha o masa kurulur mu, bununla ilgili görüşmeler devam ediyor mu,
olumlu mu? Bunları sormak isterim.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Burada şimdi şuna bakıyorduk: İkinci turda
alınan kararların uygulanması önemliydi. Biliyorsunuz birinci turda alınan
kararlar uygulandıktan sonra ikinci tura geçildi. İkinci turda alınan
kararlarda da dün taraflarla konuştuk, sona yaklaşılmış durumda, hemen hemen
bitmiş olabilir esir değişimleri, naaş değişimleri. Burada açıkçası her iki
taraf da birbirine olan sözü bir şekilde tuttuğu sürece üçüncü tura geçme
konusunda bir irade olabileceğini görüyoruz. Ruslar bu konuda bir ön beyanda
da bulundular. Biz ev sahipliği yapmaya hazırız, kolaylaştırıcı rolümüzü
oynamaya hazırız. Yeter ki, savaşın durmasına katkımız olsun veya savaşta
çekilen acıları bir nebze, bu esir değişimi olduğu gibi, naaş değişimi
olduğu gibi, yaralı ve çocuk değişimi olduğu gibi, bir nebze o acıları
dindirelim.
SUNUCU- Putin'den bir açıklama var Efendim bugün. İstanbul'da yeni tur
görüşmelerine hazır olduklarını söyledi, Rus lider üçüncü tur
görüşmelerinde muhtıraların görüşüleceğini kaydetti. Bu konuyla ilgili
Türkiye'nin durduğu nokta, bir görüşme yapıldı mı, Ukrayna'nın yanıtı ne
olabilir üçüncü turla ilgili, Putin'in bu sözlerinden sonra İstanbul
olasılığının güçlendiğini mi anlamamız gerekir, ne dersiniz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tabii. Şöyle, geçen ikinci toplantıdan sonra
da konuştuğumuzda ifade etmiştim değerli arkadaşlar, orada şunu
söylemiştik: Şimdi taraflar tekrar bir esir değişimi konusunda mutabık
kaldılar ama aynı zamanda birbirlerine pozisyonlarını deklare ettiler, bu
deklare edilmiş pozisyonlar bir sonraki görüşmede konuşulacak diye. Şimdi,
Sayın Putin'in zannediyorum referansta bulunduğu muhtıralar görüşülecek
meselesi o. İki taraf da şu anda birbirinin pozisyonunu resmi olarak
biliyor. Gayriresmi olarak da daha önce yorumlar oluyordu, ama şu anda iki
taraf ateşkesle ilgili durdukları yeri ve şartları resmi olarak birbirine
iletmiş durumda. Biz, bunlara müzakerede açılış pozisyonu diyoruz. Bunlar
genelde oldukça yukarıdan başlarlar. İyi bir müzakere yapılırsa, uzlaşmaya
yönelik de niyet olursa, arabulucu da biraz bu işte rol alırsa ortada
buluşturulabilirler diye düşünüyoruz. Ama dediğim gibi sorun büyük bir
sorun, birkaç görüşmeyle birden hallolacak bir sorun değil. Ama en önemlisi
bu kadar yoğun devam eden, karşılıklı nefretin, yok edilme hissinin bu
kadar yüksek olduğu bir yerde arka arkaya içerikli, sonuç üretebilen bir
toplantı yapabilmek, buna ev sahipliği yapabilmek, bunları yönetebilmek
gerçekten Türkiye'nin, Cumhurbaşkanımızın önemli bir diplomatik liderlik
alanı.
SUNUCU- Peki Sayın Bakan, ben sizi yakaladıkça bu meseleyi açıyorum, yine
Gazze başlığını açacağım. Zaten gündemimizden çıkarmak ne mümkün. Önce bir
cümlenizi hatırlatarak: “Yaşanan son gerilim Gazze'yi unutturmamalı”
dediniz. Şimdi sona bakarsak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Trump'la birebir ilk
yüz yüze görüşmesiydi bu ve konuşulacak çok başlık varken
Cumhurbaşkanımızın aslında her platformda bunu en yüksek perdeden dile
getirdiğini gördük, ama özellikle Amerika Birleşik Devletleri Başkanıyla yüz
yüze ilk görüşmesinde Gazze meselesini konuşması çok kıymetliydi. Hem
Gazze'deki son durumu soracağım, bu 12 günde unutuldu, ne kadar olsa da
gündemden düştü çünkü. Sonrasında gelen görüntüler korkunç. Yardım başlığı
altında yine işin içerisinde ajanların olduğu söylenen alanlara insanlar
çekiliyor ve hedef haline getirilip maalesef bir parça un alabilmek uğruna
orada öldürüyorlar o insanları, devam ediyor bu zulüm. Hem şunu sorayım;
Amerika'yla hem Dışişleri Bakanlığı açısından, yani Rubio ve siz, bir ortak
paydada Amerika'yla bu konuda çalışma, bir diplomasi trafiği yürütmek
mümkün müdür önümüzdeki süreç için? Hem de Gazze'yle ilgili elinizdeki son
bilgiler ne, son durum ne orada?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi şöyle; sizin de ifade ettiğiniz gibi
insani durum katlanamaz boyutta. Önceden yine siviller öldürülüyordu, fakat
şey gerekçesiyle, işte falan binaya girildi falan oldu, o bina komple yok
ediliyordu içindeki çoluk çocuk aile vesaire. Çoğu zaman da kadın ve
çocuklar şehit ediliyordu. Şimdi, yardım kuyruğunda bekleyen insanlar her
gün ortalama 50’nin üstünde minimum insan şehit ediliyor. Bu bilerek,
isteyerek yapılan bir uygulama. Bizim geçtiğimiz hafta sonu yaptığımız İslam
İşbirliği Teşkilatı toplantısının, her ne kadar İran-İsrail savaşı
gölgesinde gerçekleşmiş olsa da, ana teması yine Gazze ve Filistin
meselesiydi. Aldığımız kararlar, yaptığımız görüşmeler, değerlendirmeler
hep onun etrafında oldu. Burada, aslında Amerikalıları sorduğunuz için
söylüyorum, yani Batılıları ve Amerikalıları aslında biraz atıl bırakan bir
durum var. Tabii ki herkes şu anda, özellikle Avrupa Birliği artık kendini
tamamıyla İsrail’in politikalarından uzaklaştırmak için bir dil
geliştiriyor. Alman Başbakanı bile çıktı “Ya ben anlamıyorum bunlar ne
yapıyorlar burada” demeye başladı ki mümkün değil onların yani İsrail'i
kayıtsız şartsız desteklemek dışında pozisyonları olmuyor. Fransa falan,
İngiltere çoktan zaten ağır eleştirilere gittiler. Hatta Avrupa Birliği'nde
bir yaptırıma doğru konuşmalar var. Ama günün sonunda Amerikalıların
yürüttüğü Hamas'la müzakere süreci de masada, o da devam ediyor. Steve
Witkoff'un devam ettirdiği bir süreç var.
Şimdi en son Katarlı meslektaşımla da konuştuğumda, o direkt bu işin içinde
görev alıyor, birkaç tane maddenin şu anda müzakere edildiğini, orada bir
uzlaşma olursa belki belli bir süre ateşkes olacağına ilişkin bir yaklaşım
var. Aslında müzakere yapılıyor olması bir taraftan iyi, ama bir taraftan
da arazide yapılan zulme sessiz kalınmasına yönelik de böyle yumuşatıcı bir
gerekçeymiş gibi oluyor. Bunun ikisini birbirinden ayırıp o zulmün, sürekli
o şehit edilen insanlarla ilgili tepkinin ortaya konması gerekiyor. Burada
çok fazla bir farkındalık var uluslararası toplumda, artık herkes biliyor
ki bu taşınamayacak bir duruma gelmiş durumda.
SUNUCU- Özür dilerim, bu ne kadar önemli? Mesela işte veriyoruz yayınlarda
Amerika Birleşik Devletleri'nde en büyük tepkiyi orada halk gösterdi mesela
Yönetime rağmen. Yine Fransa'da, Avrupa'da, Afrika'da birçok noktada
insanlar sokaklara çıktılar ve bu soykırımın durdurulması gerektiği yönünde
kendi yönetimlerinin aksine fikirlerini beyan ettiler ki aynı coğrafyada
olmayan, aynı din, aynı dil, aynı ırktan, kürsü başkanları, profesörler
işlerinden oldu Amerika Birleşik Devletleri'nde çok ünlü üniversitelerde.
Bu ne kadar etkili oluyor uluslararası yönetim boyutunda?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Hatırlar mısınız, bu kriz ilk başladığında
İsrail’in “Yapay zekâ ile programlanmış hedefleri yok ediyoruz” diye
binlerce kadın ve çocuğu, masumu apartman bloklarını yıkarak öldürdüğü bir
8-9 hafta var, hatta sonra da kesintisiz devam etti. O zaman şunu
söylemiştik: Bir yayılma riskine dikkat çekmiştik zaten, ama şunu demiştik:
“İsrail burada bu zulmü işler ama bu şehitlerin kanları başka
coğrafyalardaki ezilmiş insanların direnişi olarak tekrar ayağa kalkar. O
kan, başka bir yerdeki direnişin suyu olur”. Biz bunun olduğunu görüyoruz
şu anda. Yani dünyada her şey birbiriyle çok ilişkili, o zaman da onu
söylemiştik. Yıllardır bu hareketin, bu davanın, bu çalışmaların içerisinde
olduğumuz için bunun bir psikolojisi var, bunun bir sistematiği var. Bir
yerde bir şey olursa o orayla sınırlı kalmıyor, muhakkak vicdanları bir
yerde etkiliyor bu, kelebek etkisi. Amerika’da bunu başka boyutta
görüyorsunuz, İngiltere’de başka boyutta görüyorsunuz. Şimdi New York’ta
bir belediye başkan adayı kazandı, 8 tane “Primary”de belediye başkan
adayına soruyorlar: “Seçildiğiniz zaman İsrail’e gidecek misiniz?” O diyor
ki, “Ben gitmeyeceğim”, Hatta diyor ki, “Ben belediye başkanı olursam
Netanyahu’yu buraya geldiği zaman tutuklayacağım”. Bakın olayların geldiği
nokta, Avrupa’da gelinen nokta, başka ülkelerde gelinen nokta.
Üzücü olan şu: İnsanların hakikatle buluşması için, zulme karşı durması
için illa bu kadar zulmün gözümüzün önünde oluyor olmasına gerek yok.
Aslında biz ilkeli ve prensipli olabilirsek çok daha erkenden tavır
konabilir birçok şeye. Ama insan fıtratı, olayın doğasında da bu var, zulüm
arttıkça zulmü yapanların da başlarına belaların farklı şekillerde
geldiğini görüyorsunuz, başka coğrafyalarda başka şeyleri tetikliyor.
Elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz, ama bu zulüm burada kalmayacak.
SUNUCU- Peki. Efendim bir önemli gelişme de Suriye’de yaşandı. Aslında bu
sıcak gündem içerisinde, İsrail-İran savaşını takip ederken Suriye’de
yaşanan o gelişme nasıl yorumlandı, nasıl değerlendirildi sizin tarafından
merak ediyorum. Bir kiliseye yönelik saldırı, DEAŞ’ın saldırısı olduğu
belirtildi. Bölgede DEAŞ’ın çok uzun süredir varlığını göstermediğini
duyuyoruz, biliyoruz en azından haberlerde. DEAŞ geri mi dönüyor? Bölgede
terör örgütleriyle en güçlü mücadele eden ülke, özellikle DEAŞ’la, Türkiye.
Bu yönüyle saldırıyı DEAŞ’la mücadele açısından da ve yeniden ortaya çıkışı
Suriye’deki yeni hükümetle birlikte nasıl değerlendiriyorsunuz? Zamanlama
manidar ifadesini zaman zaman biz kullanırız yayınlarımızda, sizce de öyle
mi? Zamanlaması açısından da yorumlarsanız çok sevinirim.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- DEAŞ, müntesipleri öyle olmadığını
düşünebilir, ama temeli itibariyle bir taşeron örgüt haline gelmiştir.
Belli ülkeler, belli güç merkezleri yeri geldikçe bu türden örgütleri
kullanıyorlar.
Aslında şu anda Şam'daki kiliseye yapılan intihar saldırısı ve akabinde
insanların katledilmesi büyük bir psikolojik harekatın parçası. Belli
aktörlerin buradan harekete geçirilmesi amaçlanıyor, onu görüyoruz biz.
Hatırlayın, 8 Aralık oldu, iki-üç hafta sonra biz Türkiye olarak, Milli
Savunma Bakanımız, İstihbarat Başkanımız, Ürdün'ün ve Suriye'nin
yetkililerini çağırdık, Lübnan'ın yetkililerini çağırdık, Irak'ın
yetkililerini çağırdık, İstihbarat ve Harekât Başkanlarını, Savunma
Bakanlarını ve toplantı yaptık. Tek bir şeyimiz vardı, DEAŞ’la ilgili bir
harekât merkezinin bir an önce kurulması ve bu beş ülkenin harekete
geçmesi. Çünkü bu yeni dönem ortaya çıkan zafiyetten DEAŞ’ın istifade
edeceğini, DEAŞ’ın kendi böyle bir kararı olmasa da başka ülkeler ve
unsurlar tarafından taşere edilebileceğine dair, istihbaratın çok güçlü
olmasına gerek yok, bu bilinen bir vakıa. Dolayısıyla, bunu hemen önlemek
için bir tedbirin alınması gerekiyordu, bu noktada harekete geçtik, ama her
aktör bizim kadar hızlı harekete geçmiyor. Bu provokasyonlar devam edecek.
Suriye'de halkın birliğini, bütünlüğünü, huzurunu ve yaralarını sarma
sürecini hedef alacak bu türden provokasyonlar olacak. Önemli olan,
yönetimin bu konuda hassas olması, bizlerle iş birliğine önem vermesi ve
savaşa devam. Bu olacak bir müddet daha ve biz gerektiği gibi savaşmaya
devam edeceğiz.
SUNUCU- Aslında ilk anından itibaren siz de ifade ettiniz, yeni Suriye
yönetimiyle ilişkilerde sizin de ziyaretleriniz oldu. Şara Yönetimiyle
ilişkilerde süreç hangi boyutta? bir süredir Türkiye'nin gündeminde çok
fazla yer almıyordu başka dış politika gündemleri nedeniyle, buna dair
gelişmeler var mı Türkiye-Suriye ilişkilerinde, bunu da sormak isterim yeri
gelmişken.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi şöyle söyleyeyim değerli arkadaşlar,
biz şöyle çalışıyoruz: Kurumsal ve organizasyonel odaklanma o. Bir yerde
kriz çıktı diye başka bir yerdeki dosya kapanmıyor. Suriye meselesi
başladığı zaman oraya ilişkin arkadaşlarımız var, kurumlararası
koordinasyon mekanizmaları var, alınmış kararlar ve bu kararların takibi
var. İran krizi çıktığı zaman veya Rusya-Ukrayna krizi çıkıp biz oraya
döndüğümüz zaman oradaki mesele unutulmuyor, orada kurduğunuz sistem devam
ediyor. Siz soruyorsunuz ne kararlar alındı, ne oldu ne bitti. Her MGK
sunumunda muhakkak Suriye vardır, her Kabine sunumunda muhakkak Suriye
vardır, Cumhurbaşkanımızın her bize telefonunda muhakkak Suriye vardır,
insanlarla her buluştuğunda, bütün liderlerle konuşma notlarında muhakkak
Suriye vardır, yani o unutulmuş bir şey değil. Belli dosyalar, Gazze,
Suriye, Rusya-Ukrayna, Karabağ, Azerbaycan… Bunlar sürekli var olan
dosyalar, Cumhurbaşkanımız bunu bütün liderlerle görüşmelerinde söyler, biz
bütün muhataplarımızla görüşmelerimizde söyleriz. Gerek Dışişleri
Bakanlığı’nın gerek diğer kurumlarımızla kurduğumuz ortak koordinasyon
mekanizmalarının odak noktalarından biridir. Orada alınmış kararlar var,
Enerji Bakanlığımızın yürüttüğü işler var, Ulaştırma Bakanlığımızın
yürüttüğü işler var, Savunma Bakanlığımızın yürüttüğü işler var, Ticaret
Bakanlığımızın yürüttüğü işler var, gümrük işleri var. İstediğiniz hızda
gitmeyebilir, ama önemli olan bir mekanizma kurmanız ve her gün çetelesini
tutarak bugün gümrükte şunu yaptım, tırların geçişiyle ilgili bu var, sivil
havalimanı şu şekilde açılacak, enerji tedarikiyle ilgili bu yapıldı,
limanlarla ilgili şu yatırım yapılıyor, kara yollarının transit geçişe
açılmasıyla, bu kadar detay var.
SUNUCU- Bir görüntü de ekranlarda, bu görüntü çok konuşuldu. Sizin ve Sayın
Şara’nın birlikte Şam'ı bir tepenin üzerinden izlediğiniz görüntü. O
noktaya dair, Kasiyun Dağı elbette, o noktaya dair hiç açıklamada
bulundunuz mu? Şimdi ben ilk kez sorayım, oraya bakarken ne hissettiniz?
Çünkü istihbarat döneminde de çalıştığınız alanlardan biri olduğunu
biliyoruz. O noktaya dair de neler yaşandı, neler konuşuldu çok merak
edilmişti, Şara’nın karşılaması, giydiği kıyafete kadar her şey çok
konuşuldu. Belki birkaç cümleyle hazır yeri gelmişken yorumlarsanız çok
seviniriz Efendim.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi biliyorsunuz, bizim tanışıklığımız
bayağı eski. Oraya gittiğimizde tabii görüşmeleri yaptık. Bizim
oluşturduğumuz bir ülkeler grubu vardı, öncesinde biliyorsunuz Ürdün'de ve
Kahire'de toplandık, ortak mesajlar ürettik, o mesajları konuştuk, dünyanın
bundan beklentisini, bölge ülkelerinin beklentilerini, o konular çok iyi
oldu. Epey devam etti, sonra bir ara dedi ki: “Artık çıkıp gidelim, ben
dedi biraz gezdirmek istiyorum seni”. Peki. Bindik arabaya, kendisi
kullandı, ilk önce doğup büyüdüğü mahalleye gittik, orada oturduğu,
büyüdüğü evi gösterdi. Sonra Kasiyun'a çıkalım dedi, Kasiyun'a da ben çok
uzun zamandır gitmemiştim, en son 2011'deydi herhalde ilişkiler kesilmeden
önce gittiğimde Cumhurbaşkanımız bir şey için göndermişti Beşar Esad'la
konuşmaya, ondan beri de gitmemiştim. Oraya gittik gece, tabii duygusal bir
an.
SUNUCU- Sembolik bir önemi var elbette Kasiyun Dağı'nın, birçok hikayenin
de merkezinde, temelinde. O sembolik öneme atfen mi orasını seçtiğini
düşünüyorsunuz, yoksa o noktaya gidip daha Esad rejimi döneminde o dağın da
önemini biliyoruz elbette, böyle bir özel seçilmiş bir yer midir Şara
tarafından sizin oraya davet edilmeniz? Çünkü şöyle bir şey, Habil'le Kabil
hikayesinde orasının geçtiğini biliyoruz, o yüzden sormak istedim bunu.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben o konuda yorum yapmayayım. Biz zaman
zaman orayı konuşurduk, kısmet olunca o hatırladı herhalde, ben
hatırlamadım, gittik. Tabii, önemli olan oradan Şam'a bakmak, çünkü Şam'a
bakarken de aslında kendisi sorumluluğuna bakıyor, üzerine düşen yüke
bakıyor, bir ülkenin geleceğiyle ilişkin oluşan ağır bir yüke bakıyor, yani
onu konuştuk. Bu aslında, her zaman söylüyorum, bir son değildi bir
başlangıçtı, bu başlangıç devam ediyor, ağır bir yük, uzun bir yol, yani
yaraları çok olan bir ülke, bunların sarılması gerekiyor. Şam'ı yukarıdan
görebileceğiniz bir yer orası, onun için gece vakti de oraya götürdü bizi.
İyi bir sürpriz oldu.
SUNUCU- Şimdi zorlu bir süreç dediniz, Gazze'yi konuştuk. Suriye meselesi,
şurada oturmak çok uzun zaman aldı, çok büyük bedeller ödendi, çok zor
günler yaşandı. Ukrayna meselesi, birçok ülkeyi sayabiliriz, ayağınızın
tozuyla Lahey'den geldiniz, Lahey'e de baktığımızda adaletin simgesi olan
noktalardan bir tanesi. Son dönemde çokça şu konuşuluyor, katılıyor
musunuz, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Büyük büyük uluslararası
kuruluşların özellikle Gazze meselesiyle birlikte sessiz kalmasıyla,
toplumlarda şöyle bir etki yarattı: “Uluslararası hukuk etkisiz hale
getiriliyor, artık bir şeyler eskisi gibi değil”, özellikle İsrail'in
saldırgan politikasıyla birlikte. Bu konuda düşünceniz ne?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Uluslararası sistemin…
SUNUCU- Evet, nereye gittiğini düşünüyorsunuz, daha iyiye mi, daha kötüye
mi?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN-Şüphesiz daha kötüye gidiyor,
çünkü uluslararası sistem karşı karşıya kaldığı, her sistemde olduğu gibi
bir sistem bir meseleyle, bir meydan okumayla karşı karşıya kaldığında ne
kadar etki ürettiğine, ne kadar çözüm getirdiğine bağlı olarak aslında
varlığını ve yeterliliğini ispat edebilir. Biz kronik konularda Birleşmiş
Milletler’in Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde yer alan ve bütün
ülkelerin altına imza attığı için insanlığın tarih öncesi, ki kendilerinden
o tarihten önceki insanlık topluluklarından daha ilerlediğini ve insanlığın
kemale erdiğini gösteren bir belge anlayışıyla hareket edilen bir noktada,
yine çok primitif düzeyde aslında cinayetlerin işlendiğini, hukuksuzluğun,
kuralsızlığın, zulmün hüküm sürdüğü bir düzene dönüşebildiğini görüyorsunuz,
bu aslında sistemsizlik ve hukuksuzluk demek. Veya üretilmiş olan hukuk ve
sistem aslında başkaları içindi de daha sonra diğerleri de bundan pay
almaya kalkınca böyle oldu. Esas itibariyle, tabii bu da başka bir tartışma
konusu da, ufak bir değerlendirme yapmak gerekirse, biliyorsunuz bu sistem
kurulduğunda 55 tane ulus devlet aktörü vardı, var olan uluslararası sistem
ulus devlet aktörleri üzerinden işleyen bir sistem. Ondan önce
imparatorluklar, öncesinde beylikler, öncesinde kabileler, daha sonra
hepsinin bir arada yaşadığı anlar vardı. Şimdi giderek daha rafine bir
şekilde herkesin sınırının belli olduğu, bayrağının, devlet başkanının
olduğu bir ulus devlet sistemi var, birkaç tane istisnası var bunun ama. Şu
anda burada İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 55 ülke varken, şimdi 200'e
yakın ülke var ve bu ülkelerin her biri özellikle Kolonyalizm sonrası
dönemde, işgal sonrası, Soğuk Savaş sonrası dönemlerde, Orta Asya, Afrika,
Orta Doğu ve Latin Amerika olmak üzere, buralarda kurulan ulus devletler
artık olgunlaşıyorlar. Hepsi olgunlaştıktan sonra kendi kurumlarını
işlettiği zaman hepsi ticaret istiyor, hepsi kendi hakkını, diğer ulus
devletlerin, Amerika'nın, Fransa'nın, Almanya'nın sahip olduğu haklara
sahip olmak istiyor haklı olarak. Ben de ulus devletim, ben de BM üyesiyim
ve dolayısıyla var olan sistemden pay talep ediyor herkes. Hakkı olanı. Ve
sistemin kurucuları diyor ki, “Biz bu sistemi kurduğumuzda bu kadar hak ve
pay talebi yoktu, dolayısıyla biz bu sistemin evrenselliğine insanları bir
şekilde inandırmıştık, ama şimdi bu talep artınca iki şey yapmamız lazım”.
Ve eşit şartlarda, sistemin kurucularının koyduğu şartlara göre insanlar
rekabet ediyorlar, diyelim Çin sonradan geldi, şimdi Hindistan geliyor,
Türkiye gibi büyük bir ülke var, Brezilya geliyor, Güney Afrika vesaire.
Şimdi şunun yapılması lazım: Ya talep eden şartları karşılamış ülkelerle,
ulus devletlerle sistemi kuralları gereği hakça bölüşeceğiz ve
paylaşacağız, ki bu devletlerin daha fazla hak ve menfaat sahibi olmasına
sebep olacak ya da oyunun kurallarını değiştireceğiz. Güçlü olanlar için
yeni bir kurallar seti koyacağız ve dünyanın geneline diyeceğiz ki, yeni
kurallar bunlar. Şimdi esas itibariyle tam da şu anda uluslararası
sistemdeki ana çatışmanın olduğu nokta bu. Kurallara saygı duyarak herkesin
prensipten hareket ettiği bir dünyayı mı oluşturalım, yoksa gerçekten
güçlünün hâkim olduğu ve güçlünün yeniden kural koyup, düzen koyup bunu
diğerlerine zorla kabul ettirdiği bir eksene mi gidelim; bu yol
ayrımındayız. Her ikisinin de olabilirliğine ilişkin emareler var, ama
ikincisine ilişkin emare biraz daha fazla. Neden dolayı? Özellikle Gazze'de
devam eden, kimsenin dönüp bakmak istemediği zulümden dolayı. Ama bunun
dünyanın geri kalanına ve diğer aktörlere getirebileceği, az önce de
konuştuk, sıkıntı ortaya çıkıyor. Burada da yakında yeni bir tedbir
paketine başvurulabilir.
SUNUCU- Aslında Efendim planladığımız süreyi biraz aştık, affınıza
sığınarak son soruyla bitirmek istiyorum. Önümüzdeki günlerde hangi
planlamalar, hangi ziyaretler, hangi zirveler var, ona dair programınızın
notları varsa onları alıp sonrasında da sizi uğurlamak isteriz.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Önümüzdeki dönem gerçekten yine hareketli
günler var. Gazze hiç gündemimizden düşmeyecek, İran-İsrail meselesini
takip edeceğiz, Suriye ile ilgili dosyalar devam ediyor. Rusya-Ukrayna ile
ilgili muhtemelen bir tur daha olacak, ona yönelik hazırlıklarımız devam
ediyor. Onun dışında tabii kürenin geri kalan kısmındaki konuları da şey
yapmıyoruz. Temmuz ayının başında bir BRICS Zirvesi olacak Brezilya'da,
Türkiye de oraya davetli. Daha sonra ASEAN toplantısı var Bakanlar
düzeyinde Malezya'da, çok önemli ASEAN ülkelerinin olduğu. Biz orada
gerçekten ciddi bir alan tutuyoruz, Cumhurbaşkanımızın oraya yönelik de
ciddi bir şeyi var. Ayın 3’ünde Azerbaycan’ın Hankendi’nde -önemli sembolik
bir yer- Ekonomik İşbirliği Teşkilatı toplantısı olacak, Cumhurbaşkanımız
oraya gidecekler, biz de inşallah onunla beraber orada olacağız, o da
fevkalade önemli bir toplantı ve sembolizm açısından Hankendi’nde olması.
Şuşa tepede kalıyor, aynı Kasiyun'la Şam gibi bir yer, Şuşa'dan tepeden
Hankendi’ni görürsünüz. Oradan da baktığınız zaman Şuşa'dan, harp zamanında
şey yapmıştık, görebiliyorsunuz, oraya gidilecek inşallah. Daha sonra
Birleşmiş Milletler hazırlığı var, arada çok gelen var.
New York'ta etkinlikler var, BM'de orada bekleyen önemli konular var,
gelince o zaman göreceksiniz bazı toplantılar var, önemli toplantılar. Yani
360 dereceyi kapsayan diplomasi faaliyetimiz durmadan devam edecek.
SUNUCU- Son cümlelerinizle, son mesajınızla noktayı koymak isteriz
müsaadenizle. Buyurun, son sözü size bırakayım.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben teşekkür ederim tekrar programınıza davet
ettiğiniz için. Yılmadan, usanmadan çalışmaya devam edeceğiz
Cumhurbaşkanımızın liderliğinde. Dış politikamız sadece bölgemizde huzur ve
istikrar için değil, aynı zamanda kalkınma için, refah için de gerekli.
Bugün bir toplantı vardı, gerçekten çok önemli bir toplantı, Ulaştırma
Bakanlığımızı da tebrik ederim, orada konuşmacıydım, Uluslararası
Bağlantısallık Konferansı, Cumhurbaşkanımız da orada açılış konuşması
yaptılar.
Şimdi bakın, Türkiye, orada da konuşmamda da ifade ettim, etrafındaki
sorunları yatıştırıyor ki, bağlantısallık, yani lojistik bağlantısallık
kesilmesin, ticaret inkıtaya uğramasın, beraberinde yatırım gelir, kalkınma
gelir, kalkınmayla beraber huzur gelir. Bunlar ya teker teker inşa edilir
ya teker teker kırılır. Dolayısıyla çok şuurlu, çok odaklı bir politika
takip ediyoruz. Kendimize oluşturduğumuz istikrarın aynısını diplomasi
yoluyla arkasına gerektiği zaman gerek yumuşak güç gerek sert gücü koyarak,
uygulayarak bölgemizde de aynı istikrarı, huzuru, barışı sağlamaya
çalışıyoruz, buna da devam edeceğiz.
SUNUCU- Efendim, çok teşekkür ederiz, sağ olun yayınımıza katıldığınız
için.
* Interpress deşifresidir.