Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın A Haber'e Verdiği Mülakat, 15 Kasım 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın Ülke TV'ye Verdiği Mülakat, 18 Ekim 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın TRT Haber'e Verdiği Mülakat, 4 Ekim 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın MBC Masr'a Verdiği Mülakat, 18 Eylül 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın TGRT Haber’e Verdiği Mülakat, 28 Ağustos 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın NTV’ye Verdiği Mülakat, 25 Temmuz 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın A Haber'e Verdiği Mülakat, 27 Haziran 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TRT Haber'e Verdiği Mülakat, 3 Haziran 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın 24 TV'ye Verdiği Mülakat, 9 Mayıs 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın CNN Türk'e Verdiği Mülakat, 9 Nisan 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın UTV'ye Verdiği Mülakat, 7 Nisan 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Reuters’a Verdiği Mülakat, 4 Nisan 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TV100'e Verdiği Mülakat, 14 Mart 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Al Jazeera Arabic’e Verdiği Mülakat, 26 Şubat 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Bloomberg TV’ye Verdiği Mülakat, 24 Şubat 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TRT World’e Verdiği Mülakat, 16 Şubat 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Palestine TV'ye Verdiği Mülakat, 8 Şubat 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Anadolu Ajansı Editör Masası'na Verdiği Mülakat, 5 Şubat 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Al Şark TV’ye Verdiği Mülakat, 27 Ocak 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın CNN Türk'e Verdiği Mülakat, 7 Ocak 2025 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın France 24 English'e Verdiği Mülakat, 20 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın Al Jazeera English'e Verdiği Mülakat, 18 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Al Hades TV’ye Verdiği Mülakat, 15 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın NTV’ye Verdiği Mülakat, 13 Aralık 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın A Haber'e Verdiği Mülakat, 15 Kasım 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın Haber Global'e Verdiği Mülakat, 17 Ekim 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın TRT Haber’e Verdiği Mülakat, 28 Eylül 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Anadolu Ajansı Editör Masası'na Verdiği Mülakat, 19 Eylül 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Kanal 7’ye Verdiği Mülakat, 31 Temmuz 2024 Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın Sky News Arabia’ya Verdiği Mülakat, 24 Temmuz 2024
Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın A Haber'e Verdiği Mülakat, 15 Kasım 2025

SUNUCU- İyi akşamlar, Satır Arası’na hoş geldiniz. Her Cumartesi akşamı olduğu gibi gündemin önemli başlıklarını konuşacağız. Bugün Satır Arası’nda Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ı ağırlıyoruz Hikmet Öztürk’le birlikte.

Sayın Bakan, hoş geldiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ediyorum.

SUNUCU- Efendim hoş geldiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Sağ olun.

SUNUCU- Çok teşekkürler. Tabii çok önemli gelişmeler var, Amerika ziyaretinden döndünüz ama az önce içeride Türkiye-Bulgaristan maçını izledik, bugün milli gurur günü. Milli Takımımız Bulgaristan’a karşı yine önemli bir galibiyet elde etti, neler söylersiniz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben öncelikle sevincimi de buradan paylaşmak istiyorum ve Milli Takımımızı bütün kalbimle tebrik ediyorum, gerçekten büyük bir başarıya imza attılar. İnşallah bu başarı kupayı alana kadar böyle devam eder.

SUNUCU- Bu tür milli maçlardan sonra mesela diyelim ki yarın Bulgaristan Dışişleri Bakanıyla karşılaştınız, “sizi nasıl yendim dün akşam” gibi… böyle muhabbet geçer mi böyle?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Oluyor, bu türden uluslararası müsabakalarda muhatap olduğumuz meslektaşlarımızla zaman zaman denk geliyor. Artık kim kazanmışsa, kim kaybetmişse centilmence birbirimizi tebrik ediyoruz.

SUNUCU- Çok teşekkür ederiz.

Amerika ziyaretiyle başlayalım. Bu hafta başında Amerika Birleşik Devletleri’ne yapılan ziyaret önemliydi, çünkü Suriye başlığı belki de en önemli güncel mesele. Yıl sonuna doğru giderken “SDG”nin ne olacağına dair sizden daha önce de belli açıklamalar gelmişti. Ne konuşuldu Vaşington’da?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor: Vaşington’a, Beyaz Saray’a davet edilen Cumhurbaşkanımızın önderliğindeki Türkiye. Aslında Türkiye’nin son yıllarda ortaya koyduğu dış politikadaki performans, güvenilir ortak olma özelliği Türkiye’yi birçok konuda iş birliği aranan bir aktör haline getirmiş durumda. Malumunuz geçtiğimiz Eylül ayında, Eylül ayının 23’ünde New York’ta, Birleşmiş Milletler’de Cumhurbaşkanımız Trump’la, diğer 7 Müslüman ülkenin Devlet Başkanı’yla beraber, bir araya geldi. Daha sonra 25 Eylül’de bir Vaşington ziyaretimiz oldu, Cumhurbaşkanımız Sayın Trump tarafından ağırlandı. Orada gerek baş başa, gerek heyetlerarası görüşmelerde Türkiye-Amerika ikili ilişkileri ve bölge ilişkilerine ilişkin çok ciddi konular konuşuldu.

Bu seyahat esnasında da iki ülke ve bölgemiz açısından, küresel barış ve istikrar açısından önemli olan konular tekrar gündeme geldi. Şimdi haritayı ortaya koyduğunuz zaman göreceksiniz ki Türkiye’nin kuzeyinde Ukrayna-Rusya savaşı devam ediyor. O bizim için de Amerika için de önemli. Kuzeydoğumuzda, Kafkaslar’da donmuş bir savaş barışa doğru evrilmek üzere olan bir kalıcı barış şeyi var, buna biliyorsunuz Amerika da yakından ilgi gösteriyor. Ermenistan-Azerbaycan barış anlaşmasının paraflanmasına Vaşington’da ev sahipliği yapmışlardı. Onun hemen güneyinde İran var, İran bizim komşumuz. Birçok açıdan ilişkilerimiz önemli, ama Amerika’nın da İran’la uzun süredir devam eden bir nükleer problemi var. Onun biraz daha güneyine indiğiniz zaman Irak meselesi var. Irak’la Amerika’nın da hikayesini biliyorsunuz, savaş, sonra Suriye dosyası… Bunlar yakın coğrafyamızla ilgili hem Amerika’nın hem bizim son derece ilgi gösterdiğimiz konular ve oralarda birebir anlayış birliğinin, koordinasyonun sağlanması gerekiyor ki menfaatlerimizi çok daha iyi koruyalım, daha iyi ilerletelim, daha az maliyet ödeyelim, daha fazla faydalanalım.

Diğer taraftan, en can yakıcı konulardan biri Gazze meselesi ve Gazze meselesinde 23 Eylül’den itibaren 8 Müslüman ülkenin Devlet Başkanının Trump’la bir araya gelip oluşturduğu anlayış birliğinin şu anda geldiği bir nokta var. Bu kolay bir iş değil; çok yakından takip edilmesi gerekiyor, tıkanan konuların açılması gerekiyor, çok fazla tıkanma alanları olabiliyor, aşama aşama götürülmesi gerekiyor. Bunun için de yapılan çalışmalar var, bunun da gözden geçirilmesi gerekiyordu. Beyaz Saray’da yetkililerle yapılan görüşmelerde, Suriye meselesi başta olmak üzere, Filistin, Ukrayna gibi ağırlıklı konular görüşüldü.

SUNUCU- Merak ettiğim konu şu: Sayın Trump’ın Başkan Erdoğan’a defalarca söylediği bir konu var, bazen 3000 yıl diyor bazen 2000 yıl diyor. Ele geçirdiniz diyor ama orayı dizayn ettiniz gibi bir şeyler söylüyor. Biz Türkiye olarak neden oradaydık? Suriye’deki devrime yardımcı olan bir ülke olarak mı oradaydık, yoksa bölgedeki çok büyük bir aktör, oyun kurucu bir ülke olarak mı oradaydık? Mesela niye biz oradaydık? Bu çok önemli bir soru bence. Türkiye’nin konumu açısından bence çok kıymetlidir, niye diğer ülkeler yoktu, biz niye oradaydık? Bunu çok merak ederim açıkçası.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Suriye’de Türkiye’nin emeği, ortaya koyduğu çaba gerek istikrar gerek mültecilerin geri dönüşü için, bu yeni yönetimin uluslararası meşruiyet sağlaması için ortaya koyduğu çaba tarihte örneğine az rastlanır çabalardan biri. Açıkçası burada olayı yakından takip eden ülkeler, Türkiye’nin aslında burada ne kadar ahlaki ve onurlu bir dış politika izlediğini görüyorlar. Bir taraftan Suriye’nin menfaatini, toprak bütünlüğünü, halkının refahını, barışı düşünürken, diğer taraftan kendisiyle ilgili konuları da olabildiğince geri planda tutup bunu bölge ülkeleriyle beraber götürme meselesi, ancak Türkiye gibi uzun stratejik kültür tarihi olan, bunu yapacak derinliği olan ülkelerin izleyebileceği dış politika hamleleri. Bunu da bilenler biliyor, dolayısıyla, Türkiye’nin orada olmasından daha normal bir şey yok. Bu sorunların tespiti, teşhisi, üstlenilmesi, yüklenilmesi, ileri taşınması sadece Türkiye’nin lehine değil. Türkiye’nin dış politikadaki en büyük farkı, bir konuya yaklaştığı zaman sadece kendi lehi için yaklaşmıyor. Kendisi için ne istiyorsa -bu bizim inancımızdan gelen bir şey- bölgedeki diğer ülkeler için de aynı şeyi isteyip “beraber menfaatimizi ilerletelim” konusu var. Suriye’de de çok fazla meydan okuma var Hikmet Bey. Gerçekten zaman zaman da tartışıyoruz, görüyoruz devam eden çok fazla sorun alanları var. O sorun alanlarının belli bir sistematik içerisinde teker teker üstesinden gelinmesi büyük bir bölgesel ve uluslararası çaba istiyor. Bazı aktörlerin bırakın destek vermesini, “köstek olmasınlar yeter” dediğiniz bir noktadasınız, ülke kendi kendine gelişebilecek... Dolayısıyla, temel aktörlerle bir fikir birliği, bir anlayış birliği olması fevkalade önemli. Dediğim gibi Türkiye’nin orada olmasından daha normal bir şey yok.

SUNUCU- Sayın Bakan, çok fazla aktör var dediniz, orada bir de “SDG” meselesi var. Biliyorsunuz Türkiye’de yıl sonuna kadar bir süre vermişti. Biz burada da hep konuşurken maalesef aynı şeylerde tıkanıp kalıyoruz. Neden bu iş bitmiyor ve “SDG” nasıl entegre olacak? Bunu kabul edecek mi? Yıl sonuna kadar verilen tarih geçerli mi? Burada tıkandı kaldı mı görüşmeler, yoksa bir ilerleme var mı? Amerika ayağında bu da konuşuldu mu, “SDG”nin geleceğine, dair, Suriye ordusuna entegre olacağına dair?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu Amerikalılarla konuştuğumuz önemli bir konu, belli bir anlayış birliği içerisinde bunun ilerletilmesi gerekiyor. Biliyorsunuz, Amerikan sistemi içerisinde bölgeye angaje olurken, özellikle DEAŞ’la mücadele bahanesi üzerinden burada oluşturulmuş, önceki iktidarlar döneminden bugüne kadar taşınmış belli mekanizmalar, belli siyasi yatırımlar ve belli bir perspektif var. Bunu geriye doğru sardırmak, belli bir noktada bütün aktörlerin menfaatine olacak şekilde nihayetlendirmek bir dikkat, intizam ve sabır istiyor. Onu ince ince örerek diplomatik olarak götürmemiz gerekiyor. Ben hep söylüyorum: Diplomatlar meseleye çözüm getirmezlerse sorun askerlerin ve istihbaratçıların omzuna düşüyor, biz güvenlik ve ekonomik olarak daha fazla maliyet ödemek zorunda kalıyoruz. Onun için sözle yapabileceğimiz, hikmetle yapabileceğimiz şeyleri yapıp diğer kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın omuzuna daha az yük düşmesini sağlamamız gerekiyor. Burada Şam’la YPG arasındaki görüşmelerin gidişatı önemli. Bu görüşmeler bir ara inkıtaa uğradı malumunuz özellikle İsrail’in güneye müdahalesinden sonra bölgede olan birtakım gelişmelerden dolayı inkıtaa uğradı. Şu anda Amerikalıların ve bizlerin de en büyük birincil meselesi, İsrail’in Suriye için bir tehdit olmaktan çıkmasını sağlamak ve Suriye’nin de İsrail için bir tehdit olmaması ve herkesin birbirinin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine dikkat ettiği bir yer. Şu anda Suriye’nin topraklarının bir kısmı işgal altında, bu işgalin son bulması gerekiyor ve Suriye’nin geri kalanını tehdit eden bir yaklaşım içerisinde de olunmaması lazım. Bu noktada Amerika’nın, Suriye’deki düzeni, refahı ve istikrarı destekliyor olması fevkalade önemli.

SUNUCU- Bir taraftan da herhalde İsrail’e sakın böyle bir şeyler yapma demesi gerekiyor değil mi, bir taraftan da abisi ya da hamisi olarak?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tabii amaç o zaten. Onu dedirtmek önemli, o noktada Amerikalılarla belli bir ilişki yürütmek, koordinasyonu yürütmek, özellikle İsrail’e yönelik politik baskıyı artırmak açısından da fevkalade önemli.

YPG’nin Şam’la yürüttüğü görüşmelerin belli bir noktaya evrilmesini bekliyoruz. Şu anda yürütülen müzakereler var, görüşmeler var, Amerikalarla yapılan görüşmeler var, bizim yaptığımız görüşmeler var. Bunların hepsinin bir noktada bir yere evrilmesi için çalışıyoruz.

SUNUCU- Özür dilerim, şunu merak ediyorum: Ne bekliyorlar ki, şu anlamda ne bekliyorlar, nerede tıkanıyor konu? Çünkü Amerika zaten dedi ki, “Ben sizi artık desteklemeyeceğim, tamam hadi sisteme entegre olun.” Suriye zaten tek vücut bir hale gelmiş, güçlü bir devlet olma yolunda gidiyor, tüm dünyada meşru bir hükümet ve devlet olarak da tanınıyor. Arkalarında Amerika’nın da gücü olmadan “SDG” -çok affedersiniz- İsrail’e mi yanaşıyor ki böyle bir güç kendisine bulmaya çalışıyor? Nerede tıkanıyor konu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Olayın duraksadığı yerler var, dediğim gibi o duraksamaları getiren hususların başında -az önce söylediğiniz gibi- YPG’nin zaman zaman rotasından şaşıp yeni bir bölgesel krizden kendisine fırsat arayışı içinde olma durumu da var. Bu bir sebep. Bunun onlar için fayda sağlamayacağını hatırlatmak gerekiyor. Gerek biz gerek diğer aktörler tarafından. Ama esas olan Şam’ın kendi iradesini kullanarak YPG ile götüreceği nokta. Bu noktada Türkiye’nin hassasiyetleri önemli, biz kendi hassasiyetlerimizi ilgili aktörler nezdinde gerekli mecralarda, ortamlarda ortaya koyuyoruz, bunu ilerletiyoruz. Ama şunun altını tekrar tekrar çizmek isterim ki biz ulusal güvenliğimiz açısından fevkalade hassasız, bizim için neyin tehdit oluşturduğunu, oluşturmadığını gayet iyi biliyoruz. Bunların bir şekilde ortadan kalkması bizim için önemli. Biz isteriz ki, bunlar taraflar müzakerelerini sürdürürken konuşarak, anlaşılarak, barış içerisinde ortadan kalksın.

SUNUCU- Siz aslında bu işin çözülmesi noktasında öncelikle diplomasi diyorsunuz.

Bir cümle sormak isterim, -bu konuyu artık belki çok da uzatmaya gerek yok ama- PKK, PYD, “SDG” hepsi aynı kefede. Onlar haricinde Suriye’nin toprak bütünlüğünü zedeleyecek ya da artık bu devletleşmiş Suriye’de halel getirecek başka bir faktör, başka bir etken var mı? Çünkü geçen bir açıklamanız vardı bu konuda, “Suriye’de devlet bütünlüğü ve toprak bütünlüğü konusunda hala tehlike olabilir” gibi, başka bir faktör var mı ya da Esad kalıntıları var mı? Geçtiğimiz aylarda bir ayaklanma çıkardılar, coğrafyada başka tehlikeden bahsediyor musunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bildiğiniz gibi Suriye’nin güneyinde özellikle Dürzi kardeşlerimize yönelik bir İsrail provokasyonu söz konusu. Orada kendi doğal koşulları içerisinde yakın tarihinden gelen birtakım problem alanları var. Tam bu problem alanlarının yeni hükümetle beraber nasıl giderileceği meselesi tartışılırken, bunun şu anda bir iç kargaşalık aracına dönüştürülmesi bir sıkıntı oldu. Onun YPG’yi tetiklemesi, YPG’nin Alevi kardeşlerimizin, Nusayri kardeşlerimizin yaşadığı başka yeri tetiklemesi gibi bir sıkıntı alanı olabilir, bunların hepsini yakından takip etmek gerekiyor. Problem şu; bu türden ihtilaflar, görüş ayrılıkları, zaman zaman da protestolar her ülkede olabilir, ama tam böyle bir geçiş sürecinde kurumsal kapasitenin daha geliştirilmediği, silahlı unsurların yeni birleştirildiği, ekonomik yapının daha yeni yeni ayağa kaldırılmaya başlandığı bir dönemde, bunu desteklemek yerine, bu durumdan fırsat çıkararak birtakım şeyler yapmaya çalışmak tabii ki belli risk alanlarını ortaya çıkartıyor. Bu risk alanının kendi iç aktörler tarafından ortaya çıkartıldığı gibi, ülkedeki karışıklıktan menfaati olan birtakım dış aktörler tarafından da desteklenmesi mümkün oluyor, muhtemel hale geliyor, bunları da yakından takip ediyoruz. Şu anda çok şükür konuların kontrol altında olması ve dediğim gibi hem bölgesel hem de küresel aktörlerle belli bir noktada ilerletilmesi önemli. Ahmed Şara ve arkadaşlarının Birleşmiş Milletler Terör Örgütü Listesi’nden çıkartılması çok önemli bir diplomatik hamleydi. Bu konuda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyelerine buradan teşekkürlerimi iletiyorum. Bu, Suriye’nin istikrarı açısından, ekonomik refahı açısından, bölgesel istikrar açısından fevkalade önemliydi. Uluslararası toplumun bir soruna bu kadar hızlı bir şekilde destek vermesi çok nadir rastlanır konulardan biri. İnşallah bu trendi bu şekilde devam ettiririz, bir başarı hikayesi olarak uluslararası topluma da bunu sunarız.

SUNUCU- İnşallah. Peki, şimdi biraz Gazze’yi konuşalım. Vaşington’da Gazze konusunda neler konuşuldu? Özellikle bu ateşkes noktasında o kurulan barış masasından sonra bir görev gücü konuşuluyor şimdi biliyorsunuz Sayın Bakan. Bu, Birleşmiş Milletler çatısı altında mı olacak? Hangi ülkeler orada olacak? Türkiye orada olacak mı? Olacaksa gücün kapsamı ne olacak? gibi. Çünkü biz daha önceki örneklerde hep Birleşmiş Milletler çatısı altında bunları farklı bölgelerde gördük. Burada da aynı modeli mi göreceğiz? Türkiye Gazze’de olacak mı? Nasıl bir görev gücü konuşlanacak?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Birincisi, prensipte Başkomutanımız, Cumhurbaşkanımız orduların nihayetinde hareket emrini verecek makam. Burada oluşan irade, gerekli şartların oluşması durumunda Türkiye Gazze’de elini taşın altına koymaya hazırdır ve asker gönderme de dahil olmak üzere her türlü konuda üzerine düşeni büyük bir sorumluluk duygusu üzerinde yapacaktır. Bu, bizim uluslararası toplumu bu konuda verdiğimiz en net mesaj. Bunu ortaklarımıza da söylüyoruz, dostlarımıza da söylüyoruz, ilgili aktörlere de söylüyoruz.

Yalnız burada şöyle bir süreç devam ediyor, ilgili arkadaşlarımız, kardeşlerimiz onu yakından takip ediyordur. Şu anda üzerinde tartışılan, konuşulan bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi karar taslağı var. Bu taslak değişiyor, evriliyor, tartışılıyor. Sözünü ettiğiniz istikrar gücü esas itibariyle Trump Barış Planı’nda yer almakta olan iki kurumdan biri. Bunun hayata geçerken hangi net yetkilere sahip olacağı ve işleyişinin nasıl olacağı konusuna ilişkin bir uluslararası hukuk metni teşkil edecek bir karar taslağı üzerinde tartışılıyor. Biz en başta bu konuları tartışırken iki görüş vardı: Bir görüş, “buna ihtiyaç var” diyordu, bir diğer görüş de “Tamam ihtiyaç var, ama aslında olmasa da olamasa da bir araya geliriz, bir istikrar gücü kurabiliriz. Madem barış anlaşmasının ruhunda ve şeklinde anlaştık buna bir şey verilebilir”. Bu taslağın şu anda Güvenlik Konseyi’nde tartışılıyor olması gücün hayata geçmesini tabii mümkün kılmıyor, tartışma bitip oylandıktan sonra bu hayata geçecek.

SUNUCU- Affedersiniz, oradaki tartışma da büyük ülkelerin güç kavgası anlamında mı bir tartışma, öyle mi görüyoruz? Çin-Rusya ekseni bir tarafta, Trump’ın 20 maddelik Trump Maddeleri adı altında o anlaşmaya kendi maddelerini koymaya çalıştığına dair de cümleler sarf ediliyor. Tartışma orada bir zemine bağlanabilecek gibi gözüküyor mu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şöyle ifade edeyim; biliyorsunuz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi, 10 geçici üyesi var. Şu anda biz bunların ikisinde de değiliz -zaten daimi değiliz- 10 geçici üye ülke arasında da değiliz, ama bize yakın ülkeler var. Biz Trump’la buluşan 8 ülkenin liderlerinin temsilcileri olarak bir araya geldiğimizde bir defa bunun gidişatına ilişkin birtakım tercihlerimiz var, tekliflerimiz var, düzeltmelerimiz var. İlk önce kendi aramızda konuşuyoruz, sonra bunları Güvenlik Konseyi’ndeki aktörlere iletiyoruz. Güvenlik Konseyi’ne Avrupa’dan gelen telkinler var, Ortadoğu’dan gelen telkinler var, başka ülkelerden gelen telkinler var. Bu telkinlerin hepsi şu anda harmanlanıyor. İlk önce bir “draft” konuyor ortaya, bu sessizlik sürecine konuyor. Sonra bir Güvenlik Konseyi üyesi geldi, bu sessizlik sürecini kırdı geçen hafta itibariyle, kendisi bir teklif getirdi. Daha sonra o kırıldı, başka bir ülke başka bir teklif getiriyor, bu şu anda devam eden bir süreç. Amerika’nın bu konuda yaptığı birtakım çalışmalar var, bizle istişare içerisinde. Şu anda dediğim gibi taslaklar evriliyor. Ama bu geçtikten sonra, özellikle barış komisyonu ve uluslararası istikrar gücü hayata geçecek.

SUNUCU- Geçecek ama Merve’nin de sorduğu -biraz daha onu böyle netleştirmek isterim- anladığımız kadarıyla nasıl olabileceğine dair henüz somut bir şey yok değil mi, ya da var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İstikrar gücüyle ilgili yapılmaya başlanmış erken çalışmalar var. Amerikalıların şu anda koordine ettikleri, İsrail’le kurdukları, bir sivil askeri iş birliği merkezi var, bu amaçla ortaya koydukları. Amerikalılar Trump üzerinden barış anlaşmasına bir sahiplenme getirdikleri için bunun da pratikte önüne çıkan engellerin çözülmesi amacıyla bir mekanizma geliştiriyorlar, bu aslında sahiplenme açısından önemli bir şey. Dolayısıyla, hemen vakit kaybetmeden Şarm El-Şeyh’teki törenden sonra bir sivil askeri iş birliği merkezi kurdular.

Bu iki şey yapıyor: Birincisi, kurulması muhtemel uluslararası istikrar gücüne nasıl bir şekil verebiliriz, hangi ülkeler gelebilir diye erken tartışmalar var. Kamuoyu gözünden uzakta yapılan birtakım tartışmalar var. İkincisi, şu anda devam eden ateşkesin uygulanmasına yönelik birtakım roller üstleniyor. Üçüncüsü, oraya başka ülkeleri de davet ederek o ülkelerle beraber tekrar sürece ilişkin yeni bir gözden geçirme var. Aslında bu şu anda Gazze’deki ateşkes süreciyle ilgili atılmış insani yardımların başlamasından sonraki ikinci kurumsal somut adım diyebiliriz. Bunu şunun için söylüyorum; bu istikrar gücünün bir nüvesini teşkil edecek bir şey. Amerikalılar malumunuz, “Biz asker göndermeyeceğiz” diye bir beyanatta bulundular, bu onların politikası.

SUNUCU- “Gazze topraklarına Amerika askeri girmeyecek” dediler.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yok, “Uluslararası istikrar gücüne biz Amerikan askeri vermeyeceğiz” diyor, ama barış anlaşmasının ilerleticisi olarak bunun koordinasyonunu mümkün kılacak mekanizmaları hayata geçirme konusunda da bir irade ortaya koyduklarını görüyoruz. Burada da yakın diyalog ve iş birliklerimiz var. Amerikan askeri makamları, askeri makamlarımızla bu konuda gereken diyaloğu sürdürüyor.

SUNUCU- Ateşkese ilişkin biraz daha böyle somut bilgiler istirham ederim. Bir de şeyi merak ediyorum: Şarm El-Şeyh’te Donald Trump, ülkeler toplandı. Biz de Türkiye olarak orada garantör ülkeydik, imza attık. Garantörlüğümüzün sınırı ya da çerçevesi ne? Onu mesela biz çok fazla dinleyemedik. Biz Gazze’de garantör ülkeyiz, biz de imza attık orada. Nedir onun çerçevesi, garantörlüğün çerçevesi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şunu netleştirmek gerekiyor; biliyorsunuz, biz Şarm El-Şeyh’te niye masaya oturduk? Ateşkesin hayata geçmesi için yapılan müzakerelerde rol aldığımız için. Bu müzakerelerde rol alan dört tane ülke var.

SUNUCU- Müzakereyi başlatan hatta.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet. Amerika Birleşik Devletleri, -daha çok İsrail’le konuşan tarafların başında geliyor- Mısır, Katar ve Türkiye. Herkes üzerine düşen rolü oynayarak bu ateşkesi hayata geçirmeyi mümkün kıldı. Bu dört ülkenin orada imza attığı deklarasyonda aslında bir garantörlükten ziyade, biz bunun sağlayıcıları olarak bu türden bir niyetin arkasında durmaya devam edeceğiz ve bu barış anlaşması, ateşkes anlaşması bizim desteklediğimiz, desteklemeye de devam edeceğimiz bir anlaşma. Klasik manada bir garantörlük şeyi vermiyor bu.

SUNUCU- Mekanizmasından bahsetmiyor. Anladım tamam.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yok.

SUNUCU- Ben müsaadenizle ateşkese gireyim. Şimdi, defalarca ihlal edildi. Açıkçası İsrail’in bu ihlallerini -herhalde siz de bekliyorsunuzdur- hani İsrail’in bu konuda nasıl ateşkesleri ya da barış anlaşmalarını suistimal ettiğini çok iyi biliyorsunuz. Bizden daha iyi biliyorsunuz. Ama nihayetinde artık oradaki insanlara az da olsa yardım gitmeye başladı. Çünkü bizim için en büyük problem, yani insanların ölmesi tabii ki dünyanın en büyük vicdansızlığıdır. Orada, ama açlıktan çocukların öldüğünü görmek artık bir başka seviyeydi. En azından karınları herhalde doyuyor. Nedir artık şu anda Gazze’de durum? Çünkü biz çok da sağlıklı haberler alamıyoruz. Tabii, sizin aldığınız bilgiler daha sağlıklıdır. Yani insanlar, çocuklar açlıktan artık ölmeden yaşayabiliyor mu? Tabii imkansızlıkları var görüyoruz sosyal medyada, ama Gazze’deki tabloyu bize tam olarak anlatabilir misiniz an itibariyle gelinen noktada?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi biliyorsunuz, bir İnsani Yardımlar Koordinatörü atadık Dışişleri Bakanlığı olarak. Eski AFAD Başkanı, bizde de Büyükelçi olan arkadaşımız, Sayın Mehmet Güllüoğlu’nu. Bizim İnsani ve Teknik Yardımlar Genel Müdürlüğümüz var. Burayla beraber Kızılay’ımız, AFAD’ımız, sivil toplum örgütlerimizle yoğun bir çalışma ve iş birliği içerisindeyiz. Türkiye’nin kesintisiz bir insani yardımı var. Yani bu konuda Cumhurbaşkanımızın da çok yüksek bir hassasiyeti var. El-Ariş Limanı’na sevk ettiğimiz yardımların haddi hesabı yok. Diğer ülkeler de bu konuda ellerinden geleni yapıyorlar. Dediğiniz gibi içeriye bir miktar giriyor, ama şunun altını çizmek istiyorum: İhlallerin iki türlüsü var. Birincisi, İsrail ihlalleri, yani ateşkesten bu yana 300 kişi hayatını kaybetti, belki biraz daha fazla, bu büyük bir ihlal. Diğer taraftan, söz verildiği miktarda insani yardımın içeriye girilmesine izin verilmiyor. Burada bir şey var. Bugün hatta bir UNRWA yetkilisi bununla ilgili beyanatta bulundu. Şimdi, tabii eskisine nazaran kitlesel öldürme eyleminin durmuş olması önemli. İçeriye yardım malzemelerinin giriyor olması önemli. Ama bu kesinlikle yeterli değil, kırılgan özelliği de var. Kış aylarına doğru gidiyoruz, yağmurlar yağdıkça içeride çamur var. Belli hastalıkların daha yaygın hale gelmesi, içeriye daha hızlı şekilde tıbbi malzemelerin, temel gıda malzemelerinin, yaşam malzemelerinin girmesi gerekiyor. Geçici barınma alanlarının kurulmaları gerekiyor. Buna yönelik tabii biraz da işte bu Güvenlik Konseyi’ndeki taslağın hayata geçmesi meselesi var. Yani orada biliyorsunuz az önce konuşmadık, belki en önemli hususlardan biri de gündelik, Gazze’nin yönetilmesini sağlayacak işte elektrik, su, gıda vesaire konularına bakacak apolitik bir komitenin kurulması, Filistinlilerden müteşekkil; buna ilişkin isimler de var. Hamas defalarca deklare etti. Gazze’nin yönetimini bu Filistinli komiteye devretmeye hazır.

SUNUCU- Bir saniye, bu çok önemli. Yani Filistinlilerden dediğimiz, hani Gazze’deki Filistinlilerden mi bahsediyoruz yoksa Batı Şeria’da yaşayanlardan mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yok genelde ağırlıklı olarak Gazze’deki Filistinlilerden müteşekkil tabii.

SUNUCU- Apolitik isimler, isimler de belli mi peki?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İsimler belli, isimler belli. Bu isimlerden müteşekkil bir yapı, Gazze’nin gündelik yönetimini devralacak.

SUNUCU- Şartlardan biriydi zaten.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, yani bunu devralacak. Bir de polis gücünün oluşturulması lazım. Ama, tabii bunların belli bir zamana ihtiyacı var olması için. İşte o zaman aralığı kırılganlığı sağlıyor bize. O esnada istediğimiz miktarda içeriye yardım malzemesinin girmesi mümkün olmuyor. Birtakım ölümle sonuçlanan, katliamla sonuçlanan ihlallerin önüne geçilmesi mümkün olmayabiliyor. Amerikalıların burada devreye girmesi de fevkalade önemli baskı kurulması açısından. Temas grubu ülkeleriyle inanılmaz bir koordinasyon içerisindeyiz. Zaten 24 saat esasında dayalı bir koordinasyon mekanizmamız var. Mesajlaşma sistemi. O devam ediyor.

SUNUCU- Bu yönetecekisimlerle ilgili sanıyorum.

Evet yani onları deklare ettiler mi, yoksa biliyor muyuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yok bunlar ilgili yerlere söylenmiş isimler, yani bilinen isimler.

SUNUCU- Ve kabul edilmiş anladığımız kadarıyla.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yani bu isimler şu anda var, ama bu mekanizmanın hayata geçmesi için dediğim gibi şu andaki hazırlanan taslak metinde birtakım ilişkilendirmeler var. İşte, “Barış Kurulu’yla Gazze’yi yönetecek yapı arasındaki ilişki nasıl olacak?” vesaire… Bunları tanımlayan birtakım şeyler var gördüğümüz kadarıyla. Belki bunların hayata geçmesini bekleniyor.

SUNUCU- Bunlar uluslararası kamuoyunun tanıdığı, bildiği isimler mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yok yani ilgililerinin bildiği isimler. Yani o kadar şey değil.

SUNUCU- Bölgede bilinen isimler anladığımız kadarıyla.

Bu Gazze meselesini ilgililerinizle görüştüğünüzde -mesela Beyaz Saray’da görüştünüz- Bundan işte bir yıl öncesinde ya da daha öncesinde böyle bir Gazze’deki katliamdan bahsederken hep insanların “ama 7 Ekim” diye başlayan cümleleri vardı. Mesela, Donald Trump’ın İngiltere ziyaretinde konuşmasını, orada da görmüştüm, “Yani ama 7 Ekim” falan diye başlıyordu. Hala uluslararası arenada görüştüğünüz aktörler, liderler, Dışişleri Bakanları, hala “ama 7 Ekim” diye cümleye başlıyorlar mı? Bunca olan zulümden sonra, “ama 7 Ekim” diye cümleye başlayanlar kaldı mı artık?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi tabii İsrail’in uyguladığı soykırım en yakın dostlarının bile onu savunmasını imkansız hale getiren bir duruma geldi. Zaten biraz da bu kadar ifşanın, maske düşümünün, illüzyonun dağılmasının sebebiyle bizim bunu kullanıp bir diplomatik an oluşturma hamlemiz oldu. Şimdi, sekiz ülkenin liderinin Trump’la New York’ta buluşması ve aynı şeyi söylemesi, bu tabii nihai bir an oldu aslında süreci başlatan. Şu anda insanların onu söylediği bir şey yok. Ama Hamas’la ilgili Batı kamuoylarında ve Amerika’da ağırlıklı olarak Hamas’ın silahsızlandırılması meselesi çok fazla konuşulan bir konu şu anda. Bu belli metinlere geçiriliyor, geçirilmeye çalışılıyor. Tabii burada bizim Hamas’la yaptığımız görüşmeler var, Batılılara ve Amerikalılara söylediğimiz -bölgede de belli aktörler bunu aynı şekliyle savunuyorlar- ifade ettiklerimiz var. Bizim oradaki duruşumuz şu: Biz, kim olursa olsun faile değil fiile bakıyoruz. Yani zulmü kim işlerse işlesin, bizim yakınımızda da olsa biz kınıyoruz, sıkıntı yok. Ama olay Filistin’in savunmasına geldi mi, direnişe geldi mi, işgal devam ettiği sürece, zulüm devam ettiği sürece, buna mukabil bir silahlı direniş olacak. Bu Hamas olmazsa başkası, başkası olmazsa başkası… Bu işgale karşı koymanın doğasında olan bir şey. Yani her vatansever Filistinli bu konuda üzerine düşeni yapacaktır. Bunu Batılılar da biliyor, herkes biliyor. Dolayısıyla, bizim burada söylediğimiz şey şu: Olayı Hamas’ın silahsızlanması üzerinden başlatmak değil, işgali sona erdirici, zulmü hafifletici ve yok edici bir mekanizmanın ortaya konması. Buna mukabil, zaten eğer nedeninin olmadığı bir yerde birisi silah alıp eline bir şey yapıyorsa bu terördür zaten, yani devlet dışında. Yani bu mantığın kurulması ve iyi anlatılması gerekiyor.

Uzun yıllar boyu, İsrail’in tek taraflı anlattığı bir retorik var. Bu retoriğin uluslararası kamuoyu nezdinde, özellikle Batı’da filtresiz sürekli basın yayın organlarından verilmesi ve Hamas’ın sanki DEAŞ gibi bir terör örgütü olarak nitelendirilmesi sonucunda ortaya çıkan bir tepkisellik var. Bu tepkiselliği politikaya dönüştürme hamleleri var. Bizim de tabii bu retoriği, bir yapı çözümüne tabi tutmamız gerekiyor. Yani retoriği “reconstruct” edip tekrar oluşturmamız gerekiyor. Aslında diplomaside en fazla yapmaya çalıştığımız şey de bu. Oluşmuş yanlış algıları ilk önce çözümleyip, bozup sonra yenisini oturtma meselesi… Burada da ben, bu mekanizmalar anlatıldığı zaman buna “ya bu böyle değil” diyen adam da duymadım. Çünkü onu o zaman şeye yansıtması gerekiyor, İsrail’in işgalini yok edecek, iki devletli çözümü mümkün kılacak bir yol haritasının da Filistinlilere verilmesi gerekiyor. Yani bu insanlar, “silahı ben seviyorum” diye ellerine silah alan insanlar değil. Dolayısıyla, ama dediğim gibi, hatayı kim yaparsa, sivilleri kim öldürürse biz faile bakmıyoruz, fiile bakıyoruz. Batılılar gibi değil. Batılılar seçiciler o konuda fiile bakmıyorlar, faile bakıyorlar.

SUNUCU- Mavi gözlü olup olmadığına bakıyorlar. Sarışın mavi gözlü olup olmamalarına... Bu hani Hamas diyenlere şunu demek herhalde çok daha makbul olur: Batı Şeria’da Hamas mı var? O kadar insanları her gün öldürüyorsunuz, katlediyorsunuz. Orada eli silahlı bir Filistinli bulmak bile imkansız neredeyse. Ama her gün orada yüzlerce -yine yüzlerce olmasa bile- onlarca Filistinliyi katlediyorsunuz ve işgale devam ediyorsunuz. Herhalde onların retoriğini yıkan en önemli cümlelerden bir tanesi bu olabilir.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- O var yani, Batı Şeria’da tabii belli miktarlarda Filistin kurumları var. Bunlar Oslo Anlaşması sonrası kurulmuş kurumlar. Ama o kurumların da devletleşmeye yetecek kadar büyümesine de hiçbir zaman için izin verilmedi. Zaten Oslo Anlaşması’nın da en büyük tuzaklarından biri bu. Filistinlilere ve dünya kamuoyuna iki devletli çözüm illüzyonu verilerek aslında kadüklüğe mahkum edilmiş bir Filistin yapısı ortaya çıkartıldı. Bunun da açıkçası bedelini, faturasını hep beraber ödüyoruz.

SUNUCU- Gazze meselesinin tabii biraz kamuoyunda çok soru işareti olduğu için ayrıca sormak istedik.

Hem bu garantörlük meselesi de çok soruldu hem bu barış gücü o yüzden biraz daha sizden dinlemek istedik. Çünkü siz de biliyorsunuz, herkeste bir soru işareti var. Siz de anlatabildiğiniz çerçevede gayet güzel açıkladınız çok teşekkür ediyorum.

Ben şimdi Türkiye-Amerika ilişkilerini sormak istiyorum. Yani bu Vaşington zirvesinde de illaki mutlaka konuşulmuştur ama, senelerdir çözülemeyen biliyorsunuz bir CAATSA yaptırımları meselemiz var. Türkiye-Amerika ilişkilerinde tıkanıp kaldı ve şurayı bir aşsak dediğimiz artık belki başka şeyler konuşabileceğimiz bir F-35 meselesi var. Yakın mıdır çözüm? Çünkü şöyle: Belki Biden döneminde bu soruyu soramazdım, hiç konuşamazdık. Ama şimdi bir de Trump ve Erdoğan liderliğinde bir Amerika-Türkiye ilişkileri var. Donald Trump’ın Türkiye’ye ve Sayın Cumhurbaşkanı’na bakış açısı var. Yani bu dönemde biz yakın zamanda, F-35’lerin teslimini ve artık Trump Yönetimi’nin aldığı kararla birlikte “CAATSA yaptırımları Türkiye’ye karşı kaldırıldı” manşetini atabilir miyiz?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şöyle, 25 Eylül’de Cumhurbaşkanımızla Sayın Trump Beyaz Saray’da bir araya geldiklerinde, Sayın Trump bir irade beyanında bulundu. Cumhurbaşkanımıza olan saygısı, güveni, yani bunu hiç böyle düşünmeden dedi ki: “Bu CAATSA bizim aramızda olmaması gereken bir şey. Bunu kaldırmamız lazım.” ve bunun talimatını da kendi bürokrasisine verdi. Orada şöyle bir problem alanımız var bizim: CAATSA biliyorsunuz, Kongre’den geçirilmiş bir yasa ve bu yasa… Ben zaman zaman meslektaşım Marco Rubio’yla da konuşurken şöyle diyor: “Ben diyor Senatördüm, yasa çıkartan taraftaydım, şimdi pratisyen oldum, idare tarafına geldim, Dışişleri Bakanıyım. Başkan bana bir talimat verdi, bunu hayata geçirin diyor, ben şimdi dönüp metne bakıyorum, öyle bir metin yazmışız ki idare bir yere kımıldayamasın diye.”

SUNUCU- Sistemi kitlemek dedikleri…

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İdare bir yere kımıldayamasın diye öyle bir metinle her şeyi yapmışız diyor. Şimdi burada tabii ki, hani derler ya “demokrasilerde çare tükenmez” diye, bizim aramızdaki ilişkilerde niyet iyi olduğu sürece çare arayışı tükenmez. Bu konuda inşallah Cumhurbaşkanımızın da irade koyduğu birtakım çözüm konuları var. Onları zamanı geldikçe kamuoyuyla paylaşacağız zaten. Ama önemli olan şu: Amerika’nın Biden’dan farklı olarak bunu çözmeye niyeti var. Sayın Trump’ın bu konuda verdiği talimat var, koyduğu irade var. Bu konu takip ediliyor, biz de takip ediyoruz. İnşallah en kısa sürede çözeceğiz.

SUNUCU- Yani F-35’lerin yakın zamanda…

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İnşallah en kısa sürede çözeceğiz.

SUNUCU- Bunu biraz daha merakla sormak istiyorum. Bilerek mi detaylandırmak istemiyorsunuz bilmiyorum ama, yani Başkan her tarafta, Kongre’de, Senato’da, üstünlüğü de var. Yapsa bunu yapabilir gibi geliyor bize. En azından biz bu konuya çok böyle yüzde yüz hakim olamayanlar için söylüyorum. Siz hariciyeci olarak çok daha hakimsiniz. Yani yapılmaması için engel ne? O bir metin dediğimiz metin mi? Yoksa prosedür, zamanlama mı geçmesi gerekiyor? Metnin kendisi mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yok yok, metnin kendisi.

SUNUCU- Bunu aşmamıza engel olan problem.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tabii tabii, metnin kendisinde şartlar var.

SUNUCU- Nedir mesela? Hakim misiniz bilmiyorum ama, şimdi direkt de sormayayım böyle hani açığa da düşürmeyelim. Metin kilitliyor yani Amerika Birleşik Devletleri sistemini?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Metnin her tarafına hakimim merak etmeyin ama konuşmak istemediğim şeyler var. Metni ezbere biliyorum. Dolayısıyla şöyle: Bu metinde birtakım şartlar var. Çünkü aslında bir ara şeye çalışmıştık yani bu metinden bir boşluk alanı bulunabilir mi diye, oraya gidelim dedik. Bu metindeki bazı uygulamaların mesela Başkan tarafından “waiver” edilmesinin yolu da var. Yani Başkan… Şimdi bu metin onu da çok fazla mümkün kılar hale gelmiyor. Şimdi diyelim Sezar Yasası var Suriye’ye yönelik ortaya konan. Aslında Ahmed Şara oradayken… Bunu şimdi Başkan Trump askıya alıyor 180 günlüğüne, kaldırmıyor. Askıya alıyor, 6 aylığına alabiliyor, daha sonra tekrar uzatması gerekiyor. Kongre böyle bir yasayı geçirirken böyle bir hareket alanı vermiş Başkana. Ama bu mesele de vermiyor mesela çoğu zaman. Belli konularda veriyor, belli konularda vermeyebiliyor. Şimdi bu yasanın içerisinde de çok fazla detay var Başkana yetki veren, vermeyen, bağlayan, bağlamayan meselesi. “Waiver” olan konular var. Yani istisna getiren konular var, getirmeyen konular var. Ama günün sonunda bizim istediğimiz manada sorunun çözülmesi için belli adımların atılması gerekiyor. Kongre tarafında da yapılması gerekenler var. Onunla ilgili bazı şeyler var ama şu anda erken olduğu için her iki tarafın da aslında yaptığı çabaları koruma adına ben burada durayım.

SUNUCU- Ama en azından şuna kanisiniz anladığımız kadarıyla: Amerika yönetimi bu konuda çok samimi adımlar atıyorlar ve bu konuda da çabalıyorlar. Yani bizi oyalamıyorlar en azından bunu anlıyoruz.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet.

SUNUCU- Çözüm niyeti var. Peki. Buradan tabii, F-35’lerden gelmişken, Türkiye alternatif arayışlara girdi ve son olarak biliyorsunuz Eurofighter’ların alımına ilişkin imza atıldı. Orada da Konsorsiyum karar verdi ve şimdi sanıyorum… Önce size bir sorayım, tam tarihi yılsonuna kadar gelecek denmişti Eurofighter’lar doğru mu?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Nereden gelecek olanlar?

SUNUCU- Katar’dan gelecek olanlar.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Katar’dan gelecek olanlar. Onun tam tarihini bilmiyorum, burada yanıltıcı bilgi vermeyeyim, ama genel bir anlayış birliği var. Hava Kuvvetlerimiz onunla yakından ilgileniyor. Çünkü biz geçen sene itibariyle siyasi iradenin oluşması için çok çalıştık. Orada konulara hakim olduk. Şimdi Hava Kuvvetlerimizin tabii yaptığı teknik çalışmalar var getirmeye yönelik. Ama sorunun büyük kısmı halloldu. Cumhurbaşkanımız da zaten en son Katar ziyaretinde Katar Emiri Sayın Temim’le de bir araya gelerek, nihai noktayı koydu iki lider. Bundan sonrası artık hava kuvvetleri arasındaki teknik…

SUNUCU- Özür dilerim, şimdi çok o kadar basit anlatıyoruz ki… Basit derken, hani oldu, bu çok zor bir şey olsa gerek Efendim. Bence bunu biraz daha anlatalım. Yani, şimdi yaklaşık 45 dakikadır program yapıyoruz o kadar böyle önemli şeylerden bahsediyorsunuz ki… Ama yeni Türkiye’de bunlar artık bizim için normalleşti. Her gün havacılık konusunda mesela, ya da savunma sanayii konusunda bambaşka haberler veriyoruz. Artık bizim için normalleşti bunlar, ama her biri müthiş hikaye. Dolayısıyla bu da güzel bir şey aslında, yani geldiğimiz noktada müthiş şeyleri normal olarak anlatmak aslında, müthiş bir şey yani bunu yaşamak. Katar’dan o kadar uçak gidecek. Katar nasıl bunu kabul etti hemen? Yani Eurofighter’ları almak, onların bize vermesi… İşte 40 tane kadar gelecek bildiğim kadarıyla, bu da önemli bir hikayedir. Biraz da bunu anlatın. Yani Katar “Tamam arkadaş benim de ihtiyacım var, ben de aldım Eurofighter kullanıyorum, ama siz istediniz buyurun hemen” diyor. Kolay bir şey değildir herhalde bu yani.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet haklısınız Hikmet Bey zaman zaman eleştiriliyorum, böyle olağanüstü şeyleri çok olağan anlatıyorum diye. Çünkü o kadar olağanüstülüğün içerisinde uzun yıllar o kadardır yaşıyorum ki o benim için normal olduğundan artık usulüne uygun anlatmakta sıkıntı yaşayabiliyoruz yani biraz. Şimdi zaman zaman benim ifade ettiğim bir husus var, yani bölgede bizim gerçekten ilişkilerimizin daha kurumsal bir kalıcı stratejik aşamaya evrilmesi bölgenin de lehine. Cumhurbaşkanımızın liderliğinin devamına ihtiyacımız var konusunu biz burada ifade ederken işte tam da bu nedenlerden dolayı. Yani bu uzun erimli, güvenilir liderlik işte nerede kendisini gösteriyor? Bir liderle oturduğu zaman, yıllardır iş birliği yaptığı güven ilişkisi gelişmiş, böyle bir konu olduğu zaman karşıdaki dostu olan lider bir dakika bile düşünmeyebiliyor. “Böyle yapalım” diyor.

SUNUCU- Şunu düşünüyorum: Bölgedeki başka bir ülke istese bu kadar hızlı bir şekilde verir mi, vermez mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Olmaz, olmaz. Çünkü sizin zor zamanlarında yanında olduğunuzu görmüş, güvenilir olduğunuzu görmüş, sözünüzün eri olduğunuzu görmüş, yani bunlar önemli şeyler o liderlikler arasından. Hele Ortadoğu’da, kişisel ilişkiler, güven ilişkileri, bütün ilişki toplamının yüzde 80’ini, 90’ını oluşturuyor. Cumhurbaşkanımızın burada güvenilir lider vasfı taşıyor oluşu, ülkemizin bölgedeki ve uluslararası ilişkilerdeki o kadar çok sorununu öyle basit çözmesine sebep oluyor ki. Şimdi biz zaman zaman tabii şunu anlatmakta yetersiz kalıyoruz, belki hatalarımızdan biri bu, belki de çok fazla bu ortama bir olağanüstülük hissi de vermek istemiyoruz aslında kendi vatandaşımıza: Şimdi son 20 küsur yıldır Türkiye’nin etrafında bir ateş çemberi oluşmuş, yani kan, gözyaşı, yıkım… Kuzeyi, güneyi, doğusu, her tarafı ve Türkiye bunun ortasında bir gül bahçesi gibi durmaya devam etmiş. Kendi birtakım ufak tefek içinde sıkıntıları olmuş, ama diğerleriyle kıyaslandığı zaman hiçbir şey. Bu nasıl mümkün? Sebepler dünyasında bunu nasıl hayata geçirmeniz gerekiyor? Kim yapacak bunu? Nasıl yapıyorsunuz? Arkasında nasıl bir akıl, nasıl bir irade, nasıl bir çalışma, nasıl bir ilişkiler ağı, nasıl bir profesyonellik, nasıl bir denge gözetimi var? Nasıl götürüyorsunuz bunları, bu kadar konuyu, olayı? Şimdi işte burada güçlü liderliğin önemi ortaya çıkıyor. O güçlü liderlik, o uzun erimli irade olmasa, yani bu kadar sıkıntılı alanı bu kadar kolay yönetemezsiniz. Yani etrafınızda olan sıkıntılar sizi şu anda etkilendiğinizden çok daha fazla etkiler, onun altını çizmek gerekiyor.

SUNUCU- Şimdi bu tabii savunma meselesini şundan biraz da açtım: Artık biliyorsunuz Rusya-Ukrayna savaşından sonra Avrupa’nın hayata geçirdiği bir SAFE güvenlik programı var. Biz de burada zaman zaman programda da hep konuşuyoruz Avrupa’nın savunma harcamalarını artırdığına dair. Bu şimdi Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayii yatırımları ile birlikte, Avrupa’nın SAFE programına Türkiye’nin dahil edilebileceğine dair de açıklamaları beraberinde getiriyor. Ama tabii ki bunun şartları vardır, elbette Türkiye’nin de istekleri vardır. Türkiye yakın zamanda Avrupa’nın SAFE güvenlik programına katılabilir mi? Böyle bir şey masada mı? Ya da bu Avrupa Birliği’yle ilişkilerimizi nasıl etkiler Sayın Bakan?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi biliyorsunuz Avrupa Birliği’nin yeni güvenlik mimarisini oluştururken en büyük ayağını savunma sanayiini ayağa kaldırmak ve savunma ihtiyaçlarını karşılamak oluşturuyor. Bunun yanına koyduğu konular da var. Nedir onun yanına koyduğu? Yani asker sayısını artırmak, operasyonel kabiliyetleri ileri taşımak vesaire. Ama savunma sanayii ve belli silah ve mühimmatın temini konusunda bir planları var. 1-2 yıldır, Ukrayna savaşından sonra başlatılmış bir tartışma. Trump Yönetimi’nin Amerika’da iktidara gelmesinden sonra da daha hız kazanmış bir arayış. Çünkü Amerika, Avrupa güvenliğinden artık ben sorumlu değilim sinyalini vermeye başladığı andan itibaren, Fransa’nın bir ara çok önceden başlattığı tartışma, şimdi artık Avrupa Birliği’nin somut konusu oldu.

Burada savunma sanayii ile ilgili dediler ki; “Bizim acil fona ihtiyacımız var”. Birincisi, düşük faizli ortak bir fon oluşturulması 150 milyar Avroluk, SAFE’in çekirdeği. Üye ülkeler buradan fon kullanabilecekler.

İkincisi, Avrupa Birliği’nin biliyorsunuz, her ülkenin uymak zorunda olduğu mali yükümlülükleri, kuralları var. Bu bütçe borçlanmasına bir tavan veriliyor. Bu tavanı kaldırdılar, 800 milyar Avroluk başka bir fon oluşturdular. Şimdi bu fon tabii fiktif bir fon, borçlanmayla oluşturulabilecek bir fon. Yani bir bakıma şunu yapıyorlar her iki fonu oluştururken, toplamda 1 trilyon Avroya yakın bir fon: Gelecekten para alıp günü kurtarma, bu klasik bir borçlanma metodu zaten, borçlanma metodu bu. Şimdi burada 150 milyar Avroluk SAFE mekanizmasının olduğu yerde paranın kullanılması için belli projeler… Yani 3 tane karışık aşama var. Şimdi aday ülkeyiz biz, aday ülkeler için olanlar var. Avrupa Birliği’nin dışarıdan özel güvenlik anlaşması yaptığı ülkelerin durumu başka, daha dış halkada kalan ülkelerin durumu farklı. Biz aday ülke olduğumuz için aday ülkeler için geliştiren bir kurallar seti var. Burada belli miktarda tabii kaynakların kullanımı için özellikle dışarıdan direkt gelip kullanacaksanız belli ülkelerin oydaşması gerekiyor. Burada belli sıkıntılar çıkabilir Türkiye’ye. Neden? Yunanistan’dan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nden dolayı. Ama geri kalan 800 milyarlık fonun kullanılması ve diğer taraftan da bizim Avrupa Birliği’nde şirketlerimizin artan şekilde firma kurması, ortaklık yapması buradaki fonlardan gereğince istifademizi mümkün kılacak. Şu anda bizim sistem içinde sürekli koordinasyon çalışmalarımız var, Milli Savunma Bakanlığı ve Savunma Sanayii Başkanlığı’yla kendi aramızda sürekli bu konuları koordine ediyoruz. Savunma sanayii konusunda neler yapılabilir Avrupa SAFE ile ilgili bu bir arayış, bu Savunma Sanayii Başkanlığı’yla çok tartıştığımız bir konu.

İkincisi, yeni Avrupa Güvenlik mimarisinde aslında topyekun bir güvenlik mimarisi nasıl olmalı? Türkiye’nin burada rolü ne olmalı konusunda çok ciddi çalışmalarımız var, onun da diplomasisini yapıyoruz açıkçası.

SUNUCU- Avrupa işte güvenlik, savaş derken Ukrayna-Rusya savaşını tabii ki konuşmadan olmaz. Şimdi Rusya tarafından barış görüşmelerinin tekrar Türkiye’de başlayabileceğine dair, yani başlayabilir diye bir cümle sarf edildi geçtiğimiz günlerde. Öncelikle hangi aşamada savaş bir onu dinlemek isteriz sizden. Çünkü biz takip ediyoruz, ama Rusya bir tarafta tıkanmış kalmış gibi Ukrayna bir tarafta tıkanmış kalmış gibi böyle küçük hamleler oluyor. Bu savaş biter mi, bitmez mi, ümidimiz var mı? Onu çok merak ediyorum. Üç yıl oldu neredeyse. Bir sürüncemede giden bir savaş gibi. Buradan baktığınızda bir hariciyeci olarak nasıl okuyorsunuz bu savaşı? Bir asker olarak değil tabii, bir hariciyeci nasıl okuyor bu savaşı geldiğimiz noktada Efendim?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi geldiğimiz noktada dördüncü yılını bitirmek üzere olan bir savaştan bahsediyoruz. 21. yüzyılda Avrupa’nın ortasında bu kadar hayata ve maliyete mal olan bir savaş aslında bizim en son İkinci Dünya Savaşı’nda falan olur dediğimiz bir şey. Bu kadar konvansiyonel silahların her türlüsünün kullanıldığı, 1 milyondan fazla insanın ölümüyle, şehirlerin yıkımıyla, milyonlarca insanın mülteci olmasıyla, dünya enerji piyasasının, gıda güvenliğinin tehdit edildiği, küresel etkisi de fazla hissedilen bir savaş. Tabii bunun durması gerekiyor, baştan itibaren bizim politikamız buydu. Ama bunun durmasını istemeyen de çok güçlü çevreler var Amerika’da ve Avrupa’da, başka türlü sonuçlanması için. Şimdi Amerika da aslında günün sonunda bizim olduğumuz yere geldi Trump Yönetimi’yle beraber. Şimdi Avrupalı liderler de bunu istiyorlar açıkçası. En son gelen İngiliz Başbakanı, sonra Almanya Şansölyesi bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızla da önemli görüşmelerde bulundular.

Şimdi bu savaş aslında durmaya en yakın noktada bence. Neden? En karanlık anını yaşıyoruz şu anda, çünkü her iki taraf da birbirinin ulaştırma ve enerji altyapılarını yok etmek üzere odaklanmış durumda. Yani normal askeri hedefleri zaten vuruyorlar ve orada da bir kilitlenme oldu artık drone savaşlarına döndü, yani fiber optikli dronelarla artık birbirlerine saldırıyorlar, kamikaze dronelarla. Kimse bir yere hareket edemiyor, bir şey olamıyor ve kayıp maliyetini göz önüne alan, biraz daha o riski alan, cephede ilerliyor. Ukrayna belli konularda gerileme içerisine girebiliyor zaman zaman, cephelerde kayıpları olabiliyor. Ama Rusların da kazandığı kazanımlar büyük insan maliyetleriyle oluyor açıkçası.

Şimdi Rusların enerji altyapısına saldırdığını görüyoruz. Ukraynalıların, Rusların petrol üretim sahalarına saldırdığını görüyoruz. Bu tabii şu anda iki taraf için daha da yıpratıcı hale geldi, önümüz kış. Artık bizim gördüğümüz, aslında barış için, ateşkes için bütün şartlar ortada.

SUNUCU- Neden gerçekleşmiyor? Bitecek mi bu savaş?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, Beyaz Saray’da bunu konuştuk, artık bütün bunlar var. İki taraf da buna ilişkin bir niyet beyanında bulunamaz, zaten savaşan tarafların da bulunmaması gerekiyor. Çünkü kimse diğer tarafa zayıf gözükemez, bu savaşın strateji kurallarından biridir. Ama bunu anlayan aktörlerin tam bu anda uygun yerde devreye girerek gereken çözümlemeyi yapıp hamlede bulunması gerekiyor. Buna yönelik çalışmalarımız var inşallah göreceksiniz yakında.

SUNUCU- Anladım. Dediniz ki konuşmanızın satır arasında, bu savaşın bitmesini istemeyenler de var. Bizim anladığımız anlamda, klasik anlamda savaş sanayii mi, yoksa başka aktörler ya da başka gruplar da var mı istemeyen yani?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yok vardı, vardı. Üç yıl böyle devam etti zaten savaş, dört yıla yakın böyle devam etti, bitmesini istemeyen taraflar vardı. Şimdi artık savaşın bitmesini düşünen taraflar daha çok.

SUNUCU- Artık bitmesini mi düşünmeye başladılar?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet

SUNUCU- Yani artık bitecek diyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yani bitmesi gerekiyor artık. Bitmesi gerekiyor çünkü bir, olay yıpratma savaşına dönüştü. Kimsenin aslında çok fazla bir şey kazandığı yok, tam tersi. Savaşı bir şey kazanmak için yapıyorsunuz. İki tarafın da birbirini yok ettiği... Avrupa tarafı burada aktif savaşın içerisinde asker göndererek bulunmuyor, ama yani parasıyla, desteğiyle sürekli savaşın içinde ve yüklendiği maliyet var. Rusya’ya abluka uyguluyorsunuz, enerjisini almıyorsunuz, ticaret yapmıyorsunuz. Rusya gibi bir güçle bütün bunlardan mahrum kalıyorsunuz. Bunun getirdiği bir maliyet var, bu maliyetin iktidarlara ürettiği siyasi maliyet var. Biliyorsunuz savaş başladığından beri olan seçimlerin hepsinde Avrupa başkentlerinde teker teker iktidarların değiştiğini görüyoruz.

SUNUCU- Yani halk “Bize ne?” demeye başladı herhalde değil mi Efendim? Yani “Bize ne oradaki savaştan ben kendi ekonomime bakıyorum, ben kendi cüzdanıma bakıyorum, ısınamıyorum” gibi artık isyan etmeye başladılar Avrupa halkları da bir anlamda.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Öyle, şimdi tabii buradaki savaş devam ederse bizim baştan beri söylediğimiz iki tane yayılma tehdidi vardı. Birincisi, coğrafi yayılma tehdidi. İkincisi, kullanılan silahlarla ilgili yayılma. Konvansiyonel silahlardan kitle imha silahlarına geçmeyle ilgili bir tehdit, risk var açıkçası. Şimdi bu iki yayılmadan birincisi coğrafi yayılmanın giderek olduğunu görüyoruz. Yani ilk önce savaş Ukrayna topraklarındaydı, şimdi Rusya topraklarına taşındı. Ara sıra Baltık ülkelerinden birtakım mesajlar geliyor. İşte hava sahamız ihlal edildi veya işte Polonya’ya füze düştü falan. Şimdi burada, Avrupalı ülkelerde silahlanmayla ilgili bir çalışma başlayınca az önce sözünü ettiğim rakamlar var, 1 trilyon Avroluk bir topyekun harcamadan bahsediyoruz. Peki, Avrupalı ülkeler bunu bütçelerinden harcarlarken hangi kalemlerden kısıp da buraya aktaracaklar? Bu eğitim, ulaştırma, enerji, sağlık gibi ve diğer temel hizmet alanlarını, yani vatandaşa gündelik hayatında hizmet götürdüğünüz konularda kendini gösterecek. Hayat biraz daha pahalanacak çünkü toplumun bütün kesimlerinin savunmayla ilgili bu yükü, masrafı bölüşmesi gerekiyor, yani demokrasilerde bütçe yönetimi bu şekilde oluyor. Bu şekilde yaptığınız zaman şimdi vergilerde artış göreceksiniz, maliyetlerde yükselme göreceksiniz ve böyle de oluyor. Şimdi bu partilere, yönetimlere fatura çıkartıyor, siyasi maliyet çıkartıyor. Bu devam ettirilebilir bir şey değil. Özellikle Amerika, Trump Yönetimi iktidara geldikten sonra, “Ben artık para vermekten, bedava silah verme işinden çekiliyorum, benden silah alacaksanız arkadaşlar verin parayı, alın”.

Şimdi Avrupalıların en son geldiği nokta ne? İngiltere’de ve Avrupa’nın bazı şehirlerinde dondurdukları Rus parasını kullanmak.

SUNUCU- Evet, şimdi onları çözmeye başladılar.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet. Şimdi bunu da kullanmakta aralarında ihtilaf var. Belçika’nın özellikle koyduğu ciddi rezervler var daha sonra bu bize maliyet olarak döner diye. Şimdi bir kısmı diyor ki, bunun faizlerini kullanmakta beis yok, o bize maliyet üretmez diye. Hala bir tartışma devam ediyor. Ama büyük bir maliyet sorunu var artık yani, insan maliyeti ve diğer siyasi maliyetleri yönetilebilir olmaktan çıktı, taşınabilir olmaktan çıktı.

Bir de şöyle bir savaş alanıyla ilgili sorunu var: Özellikle Rusya’nın tabii giderek bastırması, belli noktada ateşkesin olmaması, belli tavizleri vermeden daha büyük kayıpların olmasıyla da sonuçlanabilir. Yani bugün bir birim kaybı göze almıyorsunuz, o kayıp olmasın diye ateşkes yapmıyorsunuz, ama yarın savaşın devamıyla siz bu sefer 6-7 birim daha kayıpla baş başa kalabilirsiniz, yani bu türden şeyler de var. Allah kimsenin başına vermesin, savaş gerçekten zor bir şey. Onun için bizim savaşa hazır tutmamız gerekiyor ordumuzu, savunma sanayimizi, bütün kurumlarımızı, ama diplomasimizi de sürekli barışı mümkün kılacak şekilde yönetmemiz gerekiyor. Yani savaş en son başımıza kaçamayacağımız bir şey olarak gelirse, tabii ki biz cesur bir milletiz, ona şey yaparız ama Allah kimsenin başına vermesin etrafımızda da görüyoruz, burada da görüyoruz, sürekli de yıllardır da içindeyiz zor bir iş.

SUNUCU- Bir cümle sorayım bununla ilgili. Bir barış masası kurulur mu Türkiye’de yakında bununla ilgili?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi biz barış masasının kurulacağına inanıyoruz. Şahsen ben inanıyorum.

SUNUCU- Somut, bölüyorum affedersiniz, siz deyince somut bilgilerden dolayı böyle söylediğinizi düşünüyoruz, o yüzden çok daha kıymetli.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tabii, evet. Detayına tabii anlayacağınız sebeplerden dolayı giremiyoruz. Yani ben inanıyorum. Türkiye’de olur, başka bir yerde olur. Ama bu barışın artık sadece olması gerektiğine değil de olacağına da ben inanıyorum.

SUNUCU- Az söylediniz, biz çok anladık, öyle söyleyeyim Sayın Bakan. Şimdi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ayrı bir başlık açmak istiyorum. Bu hafta önemli bir ziyaret vardı Türkiye’ye, yeni Cumhurbaşkanı Sayın Erhürman, Sayın Cumhurbaşkanını ziyaret etti ve tabii şu dönemde şöyle bir bölgede de Kuzey Kıbrıs’ın varlığı ve durumu bizim için çok kıymetli. Nasıl geçti o görüşme? Siz de temaslardaydınız. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve bugün özellikle bölgenin durumuna baktığımızda Kıbrıs sorununun geleceği… Özellikle Avrupalı Bakanlarla da çok sık konuşuyorsunuz, görüşüyorsunuz neler konuşuluyor Kıbrıs meselesine dair?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Öncelikle bu soru vesilesiyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun bugün 42. yıl dönümü, onu tebrik ediyoruz. İnşallah daha nice 42. yıllara, 42 yıllar daha yaşar Cumhuriyetimiz.

Şimdi tabii Sayın Cumhurbaşkanı ziyaret ettiğinde bir araya gelme imkanımız oldu Cumhurbaşkanımızdan önce, beraber hem heyetlerimizle hem baş başa uzun görüşmelerimiz oldu. Zaten daha önce de kendisiyle Ada ziyaretinde bir araya gelmiştik, tanışıyorduk, görüşlerimizi biliyoruz karşılıklı olarak. Belli bir hani dış politika koordinasyonu, söylem birliği, vizyon birliği, eylem birliği konularında neler yapılmalı, neler konuşulmalı, ne edilmeli o konuları genel itibariyle konuştuk detaylı bir şekilde, verimli ve faydalı bir görüşme oldu. Ben kendisiyle büyük oranda koordineli, verimli ve uyumlu çalışacağımıza da inanıyorum.

SUNUCU- Dolayısıyla daha iyi ilişkiler de göreceğiz yeni dönemde.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet, yani burada şöyle bir sorun alanı var: Kıbrıs sorununda da Rum-Yunan ikilisinin oluşturduğu bir retorik alanı var, Rum’la beraber dünya kamuoyunu, Avrupa kamuoyunu yönlendirdikleri bir anlatı var. Bu anlatının da belli miktarda yeniden inşa edilmesi, Türkiye’nin tezlerini, Kıbrıs Türklerinin tezlerini savunan bir noktada olması gerekiyor. Bu tezleri savunan derken, başkasının yanlışını alıp bizim yanlışımızı koysunlar manasında söylemiyorum. Ben gerçeklerin Ada’da görünmesi konusuna gerçekten çok önem veriyorum. Muhataplarımızla da konuştuğumuz zaman gerçeklerin iyi anlatılması gerekiyor. Bu konuda tabii Avrupa Birliği’nin kendini içinde bulduğu bir politika tıkanması var. Avrupa Birliği bir taraftan şöyle bir politika tıkanması içerisinde: Rum Kesimi’ni kendi içine kattığı zaman bu sorunu yumağıyla beraber içine aldı, bu sorun yumağı daha sonra oluşmuş bir gerçeklik değil. Yani bir ülke Avrupa Birliği üyesi ülkeydi de biz garantör ülke olarak bir sorun oluşturmuş değiliz. Bu sorun vardı, hatta Türkiye bunu çözmek için uğraştı, bunu istemeyen Rum tarafı oldu. Annan Planı’nı reddetti, daha sonra Crans-Montana’da geri adım attılar, bunun çok sebebi var. Şimdi hal böyleyken, Avrupa Birliği’nin kendi karar alma mekanizmalarını ve yönetim mekanizmalarında normal devletler için getirdiği uygulama esaslarını, karar alma esaslarını bu türden bir yapının, Kıbrıs Rum Kesimi gibi bir yapının, ele geçirmesi, onu suistimal etmesi, yönlendirmesi tabii Avrupa Birliği’nde de kriz oluşturuyor.

Şimdi geçenlerde şöyle bir konuşma vardı: Avrupa Birliği Yüksek Temsilcisi’yle Lüksemburg’da bir araya gelmiştim. Gene bu olaylar oldu, yani bir şey oluyor Kıbrıs Rum Kesimi’ne referansta bulunuluyor, oydaşmayla kararlar alındığı için Türkiye’yle ilgili, işte ona da bir bakmanız gerekir diye kibarca bir hatırlatma içerisinde bulunuyorlar. Ben dedim ki, şimdi Avrupa Birliği’nin hadi yuvarlayarak konuşalım, 400 milyona yakın bir nüfusu var, 90 milyona yakın da Türkiye’nin bir nüfusu var. Yani 500 milyonluk aşağı yukarı bir nüfus alanının ortak menfaati, 700-800 binlik bir yapı tarafından engelleniyor. Şimdi bunun izahı yok, sistemin bunu mümkün kılmaması lazım. Şimdi O dedi ki “Bizde demokrasi var”. Dedim ki “ Bu demokrasi değil, demokrasi olsa, çoğunluğun, bizimle problemi olmayan 25-26 ülke her şeye el kaldırıyor. Bu kadar az nüfusa sahip bir yapının, azınlığın, çoğunluk üzerindeki tahakkümüdür”. Onu öyle tanımlamak lazım, bu demokrasi değil. Ve “Haklısınız dediler, doğru, demokrasi olsa, çoğunluk olan diğer ülkeler…”. Şimdi Avrupa Birliği biliyorsunuz karar alma mekanizmasını değiştirmeye çalışıyor. En azından bütün oylamalarda değil de birçok konuda veya belli spesifik konularda oy birliğini değil, oy çokluğunu esas alan bir yapıya geçmeye çalışıyorlar. Yoksa Avrupa Birliği birçok konuda karar alamıyor. Türkiye alanı bunlardan biri, Türkiye de herhangi bir ülke değil. Şimdi dolayısıyla yeni alacakları, Balkanlar’daki belli ülkeleri içlerine alırken, yeni bir karar alma mekanizmasının içerisine almak istiyorlar. Belki veto hakkı vermeyecekler, onlara böyle bir şey de olmayacak. Dolayısıyla, burada yürütülen bir diplomatik çaba var, mücadele var, buna devam edeceğiz. Avrupalılar da bunu anlıyorlar, yeni dünya gerçeklerinin ışığında Kıbrıs Rum Kesimi’nin kendi pozisyonunu kullanarak uzun süre Avrupa-Türkiye ilişkilerinin ortaya çıkabileceği sinerjiyi, menfaati öldüren yaklaşımını artık insanlar anlamış. Biz anlatıyoruz bunu.

SUNUCU- Bu konuda harekete geçmemelerin nedeni Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan mi? Sadece Yunanistan’ı biliyoruz, Avrupa’nın şımarık çocuğu olarak geçer. Borçlanır, Avrupa onu kurtarır. Yunanistan biraz daha şımarık davranıyor. Sadece Yunanistan’ın isteği doğrultusunda mı bu kadar haksızca davranıyorlar?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şöyle bir şey var: Yani oylama denen bir konu var, yani belli işte diyelim Türkiye’yle ilgili bir konu oylanacağı zaman bir ülke oydaşmadığı zaman, geçmiyor.

SUNUCU- Sistem kilitlenmesi dediğiniz şey aslında burada biraz da bu.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tabii tabii.

SUNUCU- Bugün şimdi Sayın Bakan, Kıbrıs meselesini sormuşken 42. yıl vesilesiyle biliyorsunuz hem destek gösterileri, Lefkoşa’da Lokmacı Sınır Kapısı’nda da Rum grupların protesto gösterileri vardı. Orada da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağını yaktılar. Zaman zaman içeriden de böyle provokasyonlar görüyoruz, seçim döneminde de gördük aynı şekilde. Dolayısıyla, bu içerideki provokasyonlara da biraz dikkat etmek gerekiyor aslında.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Kesinlikle. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de aslında bulunan bazı kesimlerin provokasyon yaptığını biz uzun zamandır görüyoruz. Gerçekten standart bir Rum’un çok daha ötesinde Türk düşmanlığı yapan, Türk tarafında olan, kendine Türk diyen insanlar da var.

SUNUCU- Tanımlama çok iyiydi ama, standart bir Rum’un yaptığından çok daha ötesinde çok iyi bir tanımlama.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tabii tabii. Bunlar benim Milli İstihbarat Teşkilatı’nda olduğum dönemden itibaren çok yakından takip ettiğimiz konular. Bunun sebepleri var, bu başka bir konu, ben biraz Sayın Erhürman’a da anlattım bunları. Ama bunlar marjinal gruplar, yani belli çıkar odaklarının ve networklerinde var olan gruplar, bunları hiç hesaba katmıyoruz. Yani yolumuza devam edeceğiz burada. Kıbrıs Türkü’nün eşit, egemen, varoluş hakkını kimse alamaz. Ada’da ikinci sınıf statüye düşürülmesine kendileri de izin vermez, garantör ülke olarak biz de izin vermeyiz. Ya eşitlik içinde var olunur ya da olmaz. Şu anda iki devletli çözüm olarak tanımladığımız bizim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını esas alan yapı, her iki tarafın da eşitliğini garanti altına alan ve sorun çıkarmayan en iyi yapı. Ama diğer türlü, uluslararası toplumun Rum-Yunan propagandasından dolayı bunu benimsememesi, sanki başka bir çözüme de sıcak bakıyorlarmış imajını, illüzyonunu vermeleri aslında tarihi bir yanılsama. Bizim burada özgüvenimiz var biz diyoruz ki, Cumhurbaşkanımızın tarihi sorumluluk aldığı, liderlik yaptığı dönemde Annan Planı’yla alakalı -güya o dönem Avrupa Birliği’ne Türkiye de alınacaktı, Annan Planı kabul edilecekti, Ada’daki sorunlar çözülecekti egemen eşit, iki yapılı bir toplum, devlet modeli oluşturulacaktı, yönetim dönüşümlü olacaktı vesaire vesaire- şimdi burada Rum’un bunu kabul etmesi mümkün mü? Rum şu anda bir devlet yönetiyor, bütün imkanlarından istifade ediyor ve yarın bir gün Annan Planı o dönem kabul edilseydi bütün her şeyi ikiye bölüp Türklerle paylaşmak zorunda kalacaktı. Bunu kendilerinin kabul etmeyeceğini herkes biliyor, böyle bir şey yok. Dolayısıyla, biz her zaman diyoruz, devlet bizim için bir tercih değil, bir zorunluluktu. Biz ilk baştaki uluslararası sistemde 1960 Anlaşması’yla taahhüt edilen konuya bağlı kaldık, ama buna bağlı kalmayan o tarihten itibaren baktığınız zaman Rum-Yunan ikilisi oldu. Yani bunlar Ada’da Türklerin eşit yapıda olmasını istemediler ve Türkleri yönetilecek bir zümre olarak gören, yönetimde ve herhangi bir şeyde pay sahibi olmayan -o dönemki Kıbrıs Cumhuriyeti’nden bahsediyorum- daha sonra 74’teki darbeden sonra zaten, tamamıyla Yunanlı cuntanın ele geçirmeye çalıştığı Ada’daki bir yer olunca… Dolayısıyla bizim başka çaremiz yoktu. Tarih bizi buraya getirdi, şu anda Ada’nın kuzeyinde Türkler yaşıyor, güneyinde Rumlar yaşıyor ve Türk askerinin varlığından dolayı da ‘74 yılından itibaren de bir kişi bile burnu kanamadan hayatına devam ediyor. Bu gerçekten bir barış operasyonu diyorduk, bir propaganda için barış operasyonu değil. Bunun getirdiği barış ve huzur ortamından en fazla Rumlar istifade ediyorlar aşağıda.

SUNUCU- Avrupa Birliği demişken Efendim, gündemin sıcaklığı arasında Avrupa Birliği meselemiz ne zamandır konuşulmuyor, görüşülmüyor meselesi ama bizim bir Avrupa Birliği’ne girme meselemiz vardı. Avrupa Birliği de bize şartlar sunuyordu. Ne aşamadayız Avrupa Birliği meselesinde? Yani olayı biz böyle; “İstemiyorsanız tamam birader biz böyle takılıyoruz burada” mı diyoruz, yoksa Avrupa Birliği bize her türlü böyle problem mi çıkarmaya devam ediyor? Ya da işte Başkan Erdoğan’ın defaatle başka yerlerde söylediği işte o Hristiyan kulübü ya da başka yerlerde de ifade edilen, yani bizi gerçekten istemiyorlar mı? Ne aşamadayız Avrupa Birliği’ne girme sürecinde?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Avrupa Birliği’yle ilgili süreçte zaman ilerledikçe biliyorsunuz zamanın ruhu değişiyor, yenilenen bir ruh ortaya çıkıyor. Aktörler aynı kalsa da aktörleri kuşatan ruhlar, ortamlar, psikolojiler, şartlar değişiyor. Şu anda yeni bir şart ve psikoloji seti içerisindeyiz, buna uygun davranış ve politikalar üretmek gerekiyor. Burada her zaman söylüyorum, belirleyici temel birinci unsur, Cumhurbaşkanımızın 2023 Mayıs ayında tekrar seçildikten sonra Avrupa Birliği konusundaki ortaya koyduğu irade. Beni de Dışişleri Bakanı olarak atadıktan sonra bir köşeye çekti dedi ki, “Ben senden bu konuda elinden geleni yapmanı istiyorum” dedi, bir talimat olarak verdi Avrupa Birliği konusundaki iradesini. Yani bu dışarıya karşı iç politikada yumuşak gözüken, olumlu gözüken piyasaları rahatlatmak için söylenmiş sözler değil bizim Avrupa Birliği’yle ilgili konumuz. Cumhurbaşkanımızın bu konudaki o engin liderliğiyle uluslararası sistemi, dengeleri, arenayı, bütün konuları artısını, eksisini değiştirerek ortaya koyduğu bir tercihtir, bir iradedir. Şimdi bu konuda şöyle bir husus var: Biz tabii ki yoğun bir şekilde çalışıyoruz ilk önce çözümleme yapmak gerekiyor, analiz yapılıyor. Avrupa Birliği bir kolaylığa gitti kendi içerisinde başarılı bir proje oldu birçok açıdan diğer emsallerine kıyasla, ulusüstü bir entite olmayı başardı. Ama medeniyetler üstü entite olamadı. Ulusüstü oldu, çünkü Hıristiyan ülkeler bir araya geldiler biz dediler bu kulübü kuruyoruz. Aslında Avrupa Birliği’ni anlatırken şöyle yapmak lazım: Onu mümkün kılan şartları da biz atlıyoruz, Avrupa Birliği bir boşluk içerisinde bir araya gelmedi. Avrupa Birliği’ni mümkün kılan en tepedeki Amerikan güvenlik şemsiyesinin ona istikrar alanı açmasıydı. Onun altında ülkeler bir araya geldiler ve ülkeler kendi iradelerinin bir kısmını Brüksel’e aktardılar. Dolayısıyla, ülkelerde olan siyasi krizler, finansal krizler çok fazla ülkeleri etkilemiyor, oranın içerisine bir defa girip belli kurallara tabi olduktan sonra.

Şimdi bu noktada bizim bir tespitimiz daha var. 2007 öncesi Sayın Schröder ve Chirac tarafından oluşturulan iradesinin, -Cumhurbaşkanımız o zaman Başbakandı- Avrupa Birliği’nin ana itici liderleri Fransa ve Almanya’nın “evet Türkiye gerekli şartları taşıdığı, karşıladığı zaman Avrupa Birliği üyesi olmalıdır” iradesinin, Sarkozy iktidara geldikten sonra ideolojik nedenlerle tekrar terse çevrilmesi, bir tarihsel sapma oldu. Onun gerekçesi neydi? Aşırı sağ yükselir, şu olur, bu olur vesairesiydi. Şimdi Türkiye, Avrupa Birliği üyesi yapılmadı. Diğer küçük, maliyeti yüksek Hristiyan ülkeler yapıldı, Balkan ülkelerinden. Aşırı sağ yükseldi mi Avrupa’da?

SUNUCU- Evet.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Türkiye’nin olmaması bunu engelledi mi?

SUNUCU- Hayır.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Engellemedi. Peki, maliyeti ne oldu Avrupa Birliği’ne? İngiltere çıktı mı?

SUNUCU- Çıktı.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Rusya savaş açtığı zaman Ukrayna’ya çıkan güvenlik ortamında daha zayıf bir Avrupa Birliği’yle karşılaştı mı? Karşılaştı. Bir de Amerika da şimdi güvenlik garantisini çekiyor, teknik adını öyle koyalım, Amerika güvenlik garantisini artık çekiyor. NATO kapsamında duruyor, ama Avrupa Birliği’yle artık bu ilişkiyi çok fazla götürmek istemiyor. Şartlı, orada da beklediği ticari tavizler ve anlayışlar var. Çünkü Amerika artık bütün sistemi yeniden sorguluyor.

Şimdi burada bizim en başta söylediğimiz, Cumhurbaşkanımız daha Başbakanken ortaya koydu irade ve çaba, Türkiye’deki milliyetçi ve muhafazakar kitleler nezdinde Avrupa Birliği konseptini meşrulaştıracak tek lider kim olabilirdi?

SUNUCU- Başkan Erdoğan tabii ki.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yani Avrupa’ya bu kadar septik bakan bir milletiz. Bir güvenilir liderin ancak evet demesiyle insanlar bunun arkasında… Şimdi Avrupalılar önemli bir kısmı bunun kıymetini anladılar, bildiler. Biz Avrupalılara diyoruz ki güya Doğulu olan, kapalı olması gereken, rezerve olan, muhafazakar olan bizim olmamız lazım. Biz Müslümanız, daha böyle rezervimiz yüksek vesaire. Ya şimdi bu yalanı atıyorsunuz asıl başka ülkeler, toplumlarla ve medeniyetlerle etkileşim içerisine girmekten kaçınan, sizsiniz. Sadece bunun adını koymaktan kaçınıyorsunuz, yani bu bir yüzleşme meselesi.

SUNUCU- Ama başka yere evrilince de sanki biraz yakınlaşıyor gibiler ne dersiniz? Mesela BRICS gibi oluşumlar konuşulduğunda da mesela zaman zaman bir yakınlaşma mesajı da veriyorlar. Kaybetme korkusu mu denir ona Sayın Bakan?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben her zaman söylüyorum yani musibetle değil de hikmetle yolumuza devam edebilsek. Başımıza problem geldiği zaman ders alan değil de aslında en başta hikmet yolu belliyken gideceğimiz, aklın yolu bir derler. Oradan gidebilirdik, bütün sorunları çözmeye hazır böyle bir irade varken, böyle bir çaba varken. Ama dediğim gibi, tarihin akışında bazı şeyler var o sizin gücünüzün ötesinde sadece zamanını bekliyor, oluşunu bekliyor. Olanda da hayır vardır demek lazım, biz elimizden geleni iyi niyetle yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. Türkiye, çok şükür, Avrupa Birliği’nden öyle büyük fonlar almadan da kendi altyapısını, üst yapısını, temel hizmetlerini, enerji altyapısını, savunma altyapısını, sağlık altyapısını, haberleşme altyapısını, eğitim altyapısını, çok şükür, 20 küsur yılda tamamladı, bitirdi. Birçok Avrupa ülkesinin standardının çok üstünde bir altyapısı var şimdi Türkiye’nin ve nüfusu da 90 milyona yaklaşmış durumda. Böyle bir canlı ekonomi var.

Biz gerçekten gerek Avrupa Birliği’nde olsun, gerek doğumuzda, gerek kuzeyimizde, gerek Akdeniz’de bütün ortaklarımızla refaha dayalı bir iş birliğini hayata geçirmek istiyoruz. Artık bu mümkün. Türkiye bu konuda çok tecrübeli bir ülke. Buna yönelik çok ciddi politika tekliflerimiz var, uygulama tekliflerimiz var, bunu hayata geçirmek mümkün. Avrupa Birliği’yle ben burada yeni dönemde birtakım ilerlemeler olacağını düşünüyorum. Sayın Merz’in Ankara ziyareti esnasında çıkıp “biz Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde olmasını istiyoruz” demesi önemli bir irade tazelemesi olmuştur, bunun Almanya’dan geliyor olması. Bu önemlidir, biz bunu kıymetli buluyoruz. Bununla ilgili çalışmaların devam ettirmesi lazım, çünkü arkasında bizim yaptığımız çok fazla çalışma ve konuşma var, bunun devam etmesi lazım.

SUNUCU- Var mı bir takvim, bir süreç ilerleyen günlere dair Avrupa Birliği meselesinde?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Yani Avrupa Birliği’yle alakalı şimdi çeşit çeşit konular var. Yani Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesi, vize serbestisiyle ilgili yapılması gereken konular ve yüksek düzeyli liderler toplantıları, belli teknik komitelerin tekrar çalışmaları, Genişleme Komiseri’yle bizim yürüttüğümüz görüşmeler, yani bunların daha sistemli bir iradeyle tekrar hayata geçmesi gerekiyor.

SUNUCU- Evet, peki. Pek çok konu başlığı da var, Merve ben müsaadenle FETÖ meselesini de sormak isterim. Çünkü en büyük hedeflerden biri de sizdiniz FETÖ konusunda. Gerek Türkiye’de gerek yurt dışında nedir tam olarak bilmiyorum ama Türkiye’deki en büyük hedeflerden bir tanesi sizdiniz. FETÖ elebaşı öldü gitti. Nedir FETÖ’deki durum an itibariyle peki? Yani FETÖ’de öldü gitti, ama dağılıyor mu, yapı dağıldı mı FETÖ meselesinde? Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir yapıydı FETÖ meselesi. Çıban oradaydı. Nedir, hala mesela hedef alınıyor musunuz bununla ilgili?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi o kan davası anlaşılan hiç bitmeyecek şu anda yine gece-gündüz hedef alınmaya devam ediyorum, 6-7 tane spesifik networkleri var açıktan sürekli yayın yapan, diğer gizli networkleri anonim hesaplardan, gece-gündüz yeryüzünde artık söylenecek hiçbir şey bırakmıyorlar. Söylemeleri problem değil, zaman zaman bizim muhalefet de onlardan veri alıyor onlar da onun üzerinden gidiyor. İnsan gerçekten üzülüyor kendi muhalefetinin FETÖ’den söylem ödünç alması meselesi de bir enteresan. Bu adamların son 15 yıldır benimle ilgili söylemedikleri şey kalmadı, yapmadıkları şey kalmadı, halen de devam ediyor. Ama hep söylüyoruz, Cumhurbaşkanımız yaşayan örnek, liderimiz olarak. Memleketinize iyilik yapmaya çalışıyorsanız, bağımsız durmaya çalışıyorsanız, vesayet altına girmek istemiyorsanız, bu milletin onurunu kurtarmaya çalışıyorsanız, bu düşmanlıklar gelip sizi bulacak, yani bu işin bedeli bu, başka çaresi yok. Çünkü bunlar başka vesayet odakları adına hareket eden, maalesef şu anda onlarla beraber çalışarak, Türkiye aleyhine bilgi vererek, Türkiye aleyhine faaliyet yaparak bulundukları yerde oturma izni alabilen… Ben görüyorum o çocukları, bu çocuklar buradan kaçıp gitmişler, her gün gidip bir Batı ülkesinde bir servise her hafta iki haftada bir gidip rapor vermek zorunda, varlığını devam ettirebilmek için.

Şimdi bir insana Allah daha büyük bir zillet verebilir mi Hikmet Bey? Güya bir mukaddesat adına, bir din adına yola çıkıyorsun bunun da en kutsalında, merkezinde vatan var. Sen, kendi vatanının sırlarını başkasına vermeyle artık ayakta durabilen bir hale geliyorsun. Ona verebildiğin zarar ölçüsünde kendini orada kabul ettiriyorsun uluslararası networkünü.

SUNUCU- Ve varlığını devam ettiriyorsun.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Evet. Bundan daha büyük bir zilleti Allah kimsenin başına şey yapmasın. Derler ya Anadolu’da “Allah düşmanımın başına vermesin” diye, gerçekten öyle bir zilletin içerisine düşebiliyorlar. Ve sebebi de işte bu sözünü ettiğiniz o yapının, o çarpık anlayışın ortaya koyduğu bu çarpık güç mücadelesinin ortaya çıkardığı şey. Şimdi tabii ki artık milletimiz, başta inananlar olmak üzere, buradaki problem alanını, sapkınlığı, aldatmayı görmüş durumdalar ve öyle katılım-matılım vesaire yok. Şimdi varlıklarını devam ettirmeye çalışıyorlar ve bunu yaparken de en büyük sermayeleri, Türkiye’nin aleyhine konuşmak. Umarım, o lider tayfasının ben çok fazla şey olacağını düşünmüyorum, ama gerçekten kandırılmış olan kitlelere, Allah hidayet nasip etsin, Allah tövbe istiğfar nasip etsin bir an önce. Öldü artık, kurtulurlar ondan. Yani memlekete, millete bu derece zarar vermekten kaçınırlar. Aklınıza, hayalinize gelmeyecek hıyanetler işleniyor her gün ve bu çocuklar bunları yaparken böyle bir faaliyetin içerisinde olduklarına dair bir bilinçleri yok. O zombi kodlaması devam ediyor, o üst irade onları Türkiye aleyhine olan her türlü konuda… Yunan istihbaratıyla da konuşabilir, Batılı istihbaratla da konuşabilir, Afrika’da da konuşabilir her yerde konuşabilir, Ortadoğu’da da onu yapabilir, bunu yapabilir. Ama bunu yaparken biz düşman olarak gösteriliyoruz, bize karşı yapılan her şey meşru ve herkesle yapılan her şey meşru. Hiçbir şeyin yasaklılığı yok, böyle bir anlayış var. Tabii milletimizin sağduyusu, sahih imanı, ihlası esas itibariyle bu türden imtihanları, zehirleri de bünyemizden çok şükür attı. Bu milletimizin gerçekten tarihi yürüyüşünün karşılaştığı büyük bir test ve imtihan oldu. Çok şükür tabii ki güç mücadelesinde -bizim güç mücadelemiz ayrı bir konu ama- belki bence en büyük mücadele alanı, sahih çizginin devam ettirilmesinde inanış çizgisinin, yani insanların kendi akidevi doğruluğunun, yani Allah’ın bu toplumu doğru yol üzerine, sırat-ı müstakim üzerine tutma iradesinin bir tecellisini yaşıyoruz. Bu insanlar Allah muhafaza, yani Allah’ın ismiyle insanların aldatılması konusunun en tipik misali. Dediğim gibi yani saldırıyorlar, bugünden sonra da saldırmaya devam edecekler. Yeryüzünde söylenmedik hiçbir şey bırakmadılar, onu da yapacaklar.

SUNUCU- Sayın Bakan, sürenin de artık yavaş yavaş sonuna geliyoruz o yüzden biraz daha zamanı da şöyle hızlı verimli kullanalım istiyorum. Şimdi biz Satır Arası’nda hep konuşuyoruz bu dünya nereye gidecek? İşte Üçüncü Dünya Savaşı çıkacak mı? Hangi bölgeler savaş bölgesi diye. Ekonomist’in kapağına bakmışsınızdır mutlaka, 2026 kapağına. Biraz böyle satır aralarına bakıldığında Trump etkisi de görülüyor değil mi? Trump’ın “Ben dünyaya barışı getireceğim” dedikten sonra çıkan savaşlar, gerilimler o noktalara da işaret ediliyor. Siz nasıl okudunuz kapağı?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben açıkçası Ekonomist’in kapaklarına, her sene yazdığı kapaklarına çok anlam yükleyen bir insan değilim. Belki benim formasyonumdan kaynaklanıyor, oraya bakıp da gizli zihinler, iradeler dünyadan ne murat ediyor, böyle bir şeyim yok yani. Ama şunu söylemek gerekiyor, Trump’ın merkeze alındığı bir kavram temsilinde: Şimdi Trump seçildikten sonra, ikinci defa seçildikten sonra, birincisinde çok ders aldıkları belli, özellikle bir defa bir konuda çok ciddi hassasiyeti var, ben kendi irademi sisteme vermeyeceğim. Çünkü Amerikan sisteminde şöyle bir yapı var biliyorsunuz: Çok kurumsallaşmış, çok büyük bürokrasi var, çok fazla menfaatin iç içe geçip kurallaştığı bir yer. Yani seçilen Başkana yönetiyormuş hissi verip aslında yönettirmeyen.

SUNUCU- Ya da Başkanı yöneten.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- İşte bir yapı. Şimdi Trump geldiği zaman ekibiyle beraber, ben bunlardan kendimi beri tutuyorum benim bunlarla bir alakam yok. İyiyi de kötüyü de kabul etmiyorum, ben kendim her şeyi sorgulayacağım. Yani “Sağlığı sorgulayacağım, savunmayı sorgulayacağım, eğitimi sorgulayacağım”. Bunu yaparken bir politik düşünce seti var, ben davranış olarak söylüyorum, normatif yaklaşmıyorum, politik düşüncedeki doğruluk yanlışlık o ayrı bir konu. Herkesin durduğu yere göre sübjektivitesi olan bir yaklaşım bu, ama ben metodolojiyi anlatıyorum. Buradaki aslında biraz da eskilerin tabiriyle devrimci bir yaklaşım var burada da. Var olan her şeyi “disrupt” eden. Aslında onun için orada da “tornado” diyorlar buna, yani gelen bir fırtına bunu yok ediyor. Şimdi burada sadece iç politikada değil, iç politika da aslında çok yakından takip ettiğim bir konu. Orada da enteresan konular var, şu ana kadar Amerika’nın iç politikasındaki gündeme bu kadar açık gelmemiş, ama o başka bir tartışmanın konusu ve benim de Dışişleri Bakanı unvanıyla yapmamam gereken bir tartışma, belki daha kapalı ortamda entelektüel bir tartışma olarak yaparız ama. Dış politika itibariyle şu ana kadar oluşturulmuş birçok konuyu tekrar gözden geçiriyorlar, sorguluyorlar. Yani var olan uluslararası sistemin Amerika için çok fazla bir şey üretmediğini çok daha net bir şekilde ifade ediyorlar. Bu sistemin başkasına hizmet ettiğini öngörüyorlar. Burada hiç ittifaklarına falan da bakmıyor, Doğu, Batı, Avrupa, Çin vesaire burada belli şeyleri yaptığını görüyoruz. Belli konuları çok radikal sorgulayıp, daha sonra eski pozisyonlarına döndükleri, devraldıkları pozisyona döndükleri “default” pozisyonlar olmuyor mu? Oluyor. Ama sorgulama çok sert başlıyor, retorik çok yüksekten çıkıyor.

Bizimle ilgili birkaç tane önemli husus var, o bizim için önemli. Suriye meselesi, Ukrayna meselesindeki barışı istemesi, Suriye’deki çözüme destek vermesi, Gazze’de ateşkesle ilgili bir inisiyatifin öncü rolünü oynaması, bunlar tabii ki bizim politikalarımızla örtüşen konular. Özellikle daha da önemlisi Türkiye gibi bir ülke açısından önemli olan, bölgesel sorunların artık Amerika’nın hegemon rolü oynayıp, gelip belli bir maliyet ödeyerek müdahaleci rolü olmasından ziyade, bölgesel sorunların bölge aktörleri tarafından üstlenilmesiyle ilgili Trump’ın bir yaklaşımı var, bu önemli. Avrupa’ya diyor ki, “kendi güvenliğinizden kendiniz sorumlu olun”. Bizlere diyor ki, “kendi bölgenizdeki sorunlara kendiniz sahip çıkın”. Bu da bizim zaten aslında baştan beri Cumhurbaşkanımızın politikasına uygun olarak dillendirdiğimiz bir kavram. Ama şimdi Trump’ın Amerika’nın menfaatini önceleyip bir yüksekten, sorgulayıcı dil kullanıp, ama günün sonunda daha çok barışa ve uzlaşmaya evrilen bir dille hareket ettiğini görüyoruz aslında birçok konuda. Bunu da ben açıkçası kıymetli buluyorum, yani burada alışılmışın dışında biraz da zaman zaman karikatürize edilen yaklaşımlar vesaireler var, belki kişiliğinden, belki politika yapımı tarzından dolayı. Ama etrafındaki aktörlerle beraber değerlendirdiğiniz zaman Amerika’nın uzun yıllardır o kurumsallaşmış politikasının çözümden daha ziyade birçok problem ürettiğini ve ürettiği faydanın belli bir ülke grubu için aslında işe yaradığını hep gördük. Ama aslında şu anda gelinen noktada, Trump’ın ortaya koyduğu politik iradenin birçok konuda yeniden sorgulayıcı olduğu bir döneme girmiş durumdayız. Bu ne kadar ileri taşınabilir? Kendi politik tabanı buna ne kadar müsaade eder? Bunu bekleyip göreceğiz, ama dediğim gibi her şeyi yeniden sorgulayan bir Trump Yönetimi var. Ve biz de bunu en iyi şekilde anlayıp koordine edip yolumuza gitmeye çalışıyoruz. Cumhurbaşkanımızın tabii Sayın Trump’la olan liderlik ve dostluk ilişkisi çok belirleyici, yeni dönemdeki en belirleyici parametre bu. Bizler de Dışişleri Bakanları olarak ve ilgili arkadaşlar olarak bu ender rastlanan ilişkinin iki ülke arasındaki ilişkiler açısından verdiği alanı somut çıktılara nasıl dönüştürebiliriz ve bölgemizdeki diğer bizim milli menfaatlerimizi ilgilendiren konular açısından nasıl çevirebiliriz orada yoğun çalışmalarımız var. Onlar da açık yüreklilikle konuşuyorlar, biz de açık yüreklilikle konuşuyoruz.

Dünyada güzel olan şuydu: Eskiden Amerika’yla ilişkilerinde en fazla problem alanı yaşayan ülke bizdik, şimdi herkes aynı sorgulama içerisinde, şimdi burada bir eşitlik var. Herkesle bir araya geldiğim zaman siz ne yapıyorsunuz, siz ne yapıyorsunuz konusu var, çünkü Amerika bütün ilişkilerini kendisi baştan sorguluyor. Bu sorgulama süreci bir müddet daha devam eder benim gördüğüm, ama daha sonra oturmaya başlar. Belli ilişkilerin oturmaya başladığını da görüyoruz, yani belli kararlar verildikçe. Çünkü belli bazılarıyla hesaplaşmaları var, bazılarıyla pazarlık ilişkileri var, yani bunları netleştirmek istemiyorum. Ama mümkün olduğunca savaştan kaçınan bir dil görüyoruz yani bu önemli.

SUNUCU- Peki, şimdi Sayın Bakan tüm bu çerçeveler gelişmesinde sizin teknolojiyi çok yakından takip ettiğinizi biliyoruz. Nasıl yorumluyorsunuz son gelişmeleri? Biraz teknolojiyle aranız da nasıldır? Sosyal medya kullanır mısınız mesela? Siz de böyle günlük haber akışlarına bakar mısınız? Ne dersiniz? Böyle günlük kullanımınız nasıldır mesela sosyal medyayı, teknolojiyi?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teknolojik gelişmeleri çok yakından takip ediyorum. Birkaç sebepten dolayı yani Milli İstihbarat Teşkilatı’ndayken zaten bir olmazsa olmazdı, teknoloji olmadan nitelikli istihbarat ve analiz yapma şansınız yok. Bir de milli gücü oluşturan en önemli unsurların başında geliyor teknoloji. Bizim hangi türden teknolojiye sahip olmamız gerekiyor? Rakipleriniz, dostlarınız nelere sahip? Ne yeni teknolojiler var? Onlara bakmamız gerekiyor.

Şimdi bir Kabine üyesi olarak, Dışişleri Bakanı olarak, Milli Güvenlik Kurulu üyesi olarak gerçekten ülkem adına dertlendiğim en önemli konuların başında. Zaten Dışişleri Bakanlığı alanında, uluslararası ticaret, ekonomi ve teknoloji takibi fevkalade önemli. Burada özellikle Kasım 2022’den sonra yani ChatGPT’nin çıktığı tarih, yapay zekada bir dönüşüm var, kimsenin beklemediği bir dönüşüm. Zaman zaman bu dönüşüm niye kimse beklemeden bu kadar erken oldu? Çünkü ondan önce yapay zekada ağır etiketlemelerle giden bir nöron eğitim sistemi vardı. Şimdi nöron yapılarının, mimarilerinin daha değişken hale geldiği bir yapay zeka sistemiyle karşı karşıyayız. Şu anda ChatGPT’den sonra dil tabanlı, zihinsel faaliyetlerin çoğunu artık kendi üstüne alabilen ve gittikçe de iyileşen bir yapay zeka gelişimi var. Bu, teknolojik olgunluğunu tamamlayıp ticarileşmeye başlıyor birçok konuda. Şimdi bunu çok yakından takip etmemiz gerekiyor. Buna adaptasyonumuz önemli. Ve tahmin edilen de şu ki: Bu yapay zeka, yapay genel zeka dediğimiz bir aşamaya ulaşacak, o da insan zekasının olduğu aşama. Ondan sonra da yapay süper zekaya gidilecek insan zekasının da üstünde olduğu aşama. Ve herkesin tahmini aslında bir tahminsizlik, tahmin edilenden çok daha erken bu aşamalara ulaşacağız. Ben bunu niye söylüyorum? Çünkü bunlar bizim ekonomimizi, eğitimimizi, savunmamızı, sağlığımızı, çalışma şekillerimizi, sosyal hayatımızı, her şeyimizi baştan sona etkileyecek olan konular.

SUNUCU- Ve milli güvenlik tabii.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tabii, savunma sanayimiz, milli güvenliğimiz derken o. Ve burada çok ciddi bir seferberlik içerisinde olmamız gerekiyor. Bir de ekonomiyle alakalı şimdi yapay zeka dil tabanlı gelişip zihinsel görevleri üstüne alıp bu alanda çalışanları işsiz bırakacak, yani muhasebeden, program yazımına, analizciden işte birçok konuya kadar. Ama fiziksel zeka dediğimiz yapay zekanın robotik zeka ile sensörlerle birleştiği yerde artık fiziksel işler de beklenenden daha hızlı bir şekilde yapay zeka tabanlı robotik otonom ortamlar yapacak. Bu insan şeklindeki çalışanlar da olabilir veya diğer robotik araçlar da olabilir veya savunma sanayiindeki alanlar da olabilir.

Şimdi buna paralel olarak bir de eğer kuantumda beklenmedik bir sıçrama olursa, yapay zekayla o da birleşirse o zaman çok daha hızlı her şeyin geliştiğini göreceğiz. Yani yapay zekada en fazla işlem olan büyük veri merkezleri, depolama sistemi ve hızlı hesaplama yöntemleri, “computing power” dediğimiz konu. Yani bunu “process” edecek kuantumlara taşıyabilirlerse, o zaman… Şimdi süper çipleri üretiyorlar, orada bir yarış var biliyorsunuz. Yani Nvidia başta olmak üzere bunların her birinin satışı artık sınıflandırıldı, herkese her şey satılmıyor, kısıtlanıyor, yasaklanıyor, bir ara Türkiye de onun içerisine girdi, sonra çıkartıldı. Büyük veri merkezleri kuruluyor. Amerika’da 1 trilyon Dolar’a yakın bir şu anda para ayrılmış durumda. Hadi parayı bulsanız, veri merkezini kursanız, çipi bulsanız, bu sefer çok ciddi enerji tüketmesi gerekiyor. Şimdi en büyük enerji tüketicisi şu anda yapay zeka ve her işimiz yapay zekaya taşındıkça daha fazla enerji almamız gerekiyor. Şimdi Enerji Bakanlığımıza da yeni bir alan açılıyor. Eskiden, hatırlıyorum 3-4 sene önce konuştuğumuz şöyle bir şey vardı: Seçimlerden önceydi o zaman seyahatlerde konuşurduk Enerji Bakanımızla. Elektrikli otomotivler çıkıyordu, bunları biz alırsak, Hükümet hangi kararı alsın? Bunları ne kadarlık bir zaman dilimi içerisinde biz mecburi hale getirelim? AB’ye uyarsak ne olur, ne olmaz, bizim elektrik gridimiz her yerde buna hazır mı? Şebekeler bunu taşıyacak mı? Tartışma yaparken şimdi biz geldiğimiz noktada dünya aslında yapay zekanın veri merkezlerini nasıl besleriz noktasıyla karşı karşıya. Burada tabii Teknoloji Bakanımız da Fatih Bey de, bu konuda gerçekten farkındalığı çok yüksek bir Bakanımız. Onun, Milli Eğitim Bakanımızın, Milli Savunma Bakanımızın, Savunma Sanayii… Herkesin çok yoğun çalışmaları var. Bu teknolojiyi bizim yakalamamız gerekiyor ve en önemlisi de belki daha önce de söylemiştim biraz sosyal bilimcilerin de buna bakması gerekiyor. Çünkü her zaman teknolojik gelişme bir sosyal yaşantıda da değişikliğe sebep oluyor. Sosyologlar, din alimleri bunu çok sonradan yorumlamaya başlıyorlar, şimdiden aslında biraz konuşmaları gerekiyor. Felsefesini bu işin yapması lazım, sosyoloji etkisini de şimdiden düşünmeleri lazım. Eğitimde ne olacağız, çocuk yetiştirmede ne olacağız, sağlıkta ne olacağız, bunların hepsi önümüzdeki 3-4 sene içerisinde önümüze gelecek olan konular.

SUNUCU- Sayın Bakan aslında bunu söylemeyecektim, ama sizin programa çıkacağınızı anons edince bana gençler çok yazdılar. Sizi gençler özellikle çok takip ediyor, programlarınızı, bilmiyorum sosyal medyada hakkınızda yazılanları, editlerinizi görüyor musunuz ama sizin böyle büyük bir hayran kitleniz var. Ve bana dediler ki, siz şimdi bu teknoloji konusundan da gelince ben de biraz şöyle düşünüyorum: Kişiler belki gelir geçer, ülkeler, savaş bölgeleri değişir, ama sizin bu söyleyecekleriniz belki biraz geleceğe de not olsun. Gençlere de bu kadar önem veriyorsunuz, gençlere ne tavsiye edersiniz? Onlar da diyorlar ki, biz de çok yolun başındayız, Sayın Bakan gelecek için bize ne tavsiye eder? Daha yolun başındaki gençler için siz bu bilgi birikiminizle, bu geçmişinizle ne söylersiniz gençlere?

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ederim. Şimdi tabii benim belki söyleyeceğim onlara bir abileri olarak ülkü ve dava sahibi olsunlar, bu çok önemli. Yani hayatlarında bir pusula olacak o ve bunun peşinde gerçekten bir çaba ve azim ortaya koysunlar bu önemli. Yani hayatlarına anlam katar, hayatlarını daha bereketli, daha verimli hale getirir, bunun peşinde gitmeleri önemli. Vakit kaybetmesinler, yani gerçekten şimdi sosyal medyadan bahsediyoruz, ekrandan bahsediyoruz, ama ekran tüketim sürelerine baktığınız zaman onun öyle bir gücü var ki. Bakın şöyle bir şey olacak gelecekte: Şimdi biz ofis çalışmalarına geçtiğimiz için insanlar ağır beden işinden kurtuldular, sanayi devriminden sonra. Tarladan kurtuldu, işçilikten kurtuldu, şimdi kendi bedenlerini sağlıklı tutabilmek için, hareket için başka bir yere gidiyoruz biz. Şimdi bilgisayara o kadar çok mahkum oluyoruz ki, bundan belli bir süre sonra artık zihnimizi sağlıklı tutmak için zihin egzersizleri yapacağımız yerlere gideceğiz belki, yoksa zihniniz çökmeye başlayacak. Yani aşırı seyretmekten, aşırı ekspoze olmaktan, aşırı ekran, sizin adınıza bilgisayarın yapması. Okumaya devam etmeleri, tartışmaya devam etmeleri, bunlar çok kıymetli şeyler, fevkalade önemli. Bedenlerini sürekli meşgul edecek hareketlerde bulunsunlar, böyle bir orantı da yapsınlar. “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur” bu fevkalade önemli. Ülkü sahibi olurlarsa, okumaya, araştırmaya kendilerini verirlerse ve bedenlerini de sağlıklı tutarlarsa, kötü alışkanlıklardan kaçınırlarsa, bu da önemli, yani bedenleri de onlara emanet açıkçası. Ben gençlerimize bakıyorum, imreniyorum pırıl pırıl. Bizden, bizim gençliğimizden 100 kat daha donanımlı, 100 kat daha umut dolu, daha iyi şartlarda olan kardeşlerimiz. İnşallah çok daha iyi şeyleri, bizlerden çok daha iyi şeyleri yapacaklarına inanıyorum, ama kafalarını berrak tutsunlar, hedefe kilitlensinler. Başkalarının özellikle dışarıdan gelen akımların onlara yüklemeye çalıştığı toksik ideolojileri reddedecek… Zihinleri hacklenmesin, ben onu istiyorum. Çok güçlü bir yazılımları olsun o yazılım da istikamet demek. Zihinlerinin hacklenmesine izin vermesin gençlerimiz. Zihinlerinin hacklenmesine izin verirlerse, hackleyen ele geçiriyor o zihni. O da neyle mümkün oluyor? İşte dışarıdan gelen sosyal medyayla. Sosyal medyayı kullansınlar, bilgisayarı iyi kullansınlar, herkesten daha fazla yapsınlar, ama zihinsel üstünlüğü elde tutsunlar. Edilgen olmasınlar, yani bizim insanımız çok edilgen, çok fazla komplo teorisine, çok fazla “mış”lığa gidiyor. Ve şöyle bir şeyin de her zaman kurbanı olabiliyoruz: Ya işte her zaman üstün olan, güçlü olan, iyi bilmem ne yapan başkaları, yani bizde bu olmaz, bir öğrenilmiş çaresizlik sarmalına zihinlerin atılması, yani yeise düşürmek, ümitsizliğe düşürmek nesilleri en büyük şey. Ben yeni neslin aslında genç olarak muazzam bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum, ama bir o kadar da karşılarına konulan engeller ve sınamalar var. İnşallah hayat boyunca onların birer birer üstesinden gelirler ve geleceklerine inanıyorum.

SUNUCU- Sayın Bakan çok teşekkür ediyoruz.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Misafir ettiğiniz için teşekkür ederim.

* Interpress deşifresidir.