Avrupa bütünleşmesi projesinin temellerini atan 9 Mayıs 1950 tarihli
Schuman Deklarasyonu’nun üzerinden tam 68 yıl geçmiştir.
Coğrafi ve tarihsel olarak bir Avrupa ülkesi olan Türkiye Avrupa’nın
güvenliğine, istikrarına ve refahına katkıda bulunmuştur. Kurumsal olarak
da Avrupa’nın bir parçası olan ülkemiz, bu doğrultuda AB’ye tam üyelik
yolunda gereken çabayı göstermektedir.
Fakat son yıllarda, AB’nin kendi temel değerlerinden uzaklaşmaya başladığı
üzüntü ve endişeyle gözlemlenmektedir. Ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve
İslam karşıtlığı gibi aşırı akımlar Birliğin “çeşitlilik içinde birlik”
kültürünü aşındırmakta, küresel bir güç olmak isteyen AB’nin uluslararası
alanda etkinliğinin ve güvenilirliğinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Bu
durum, AB’yle ortak değerleri paylaşan geniş Avrupa coğrafyasında hayal
kırıklığı ve endişe yaratmaktadır. Benzer biçimde dayanışma kisvesi altında
AB ülkelerinin çıkarlarının hukukun üstünlüğünden üstün tutulması eğilimini
de endişeyle karşılıyoruz.
AB’nin içinde bulunduğu bu çelişkili durumların düzeltilmesi, ancak AB’nin
ayrımcılık ve popülizmden uzaklaşması ve Birliğin özünde yer alan
birleştirici ve kapsayıcı yaklaşıma dönmesiyle mümkündür.
Şimdiye kadar genişleme, üzerine kurulu olduğu değerlerin yayılması
açısından AB’nin en başarılı politikası olmuştur. Bu politikanın ilerleyen
dönemde de sürdürülmesi hayati öneme sahiptir.
AB’ye aday ülke olarak Türkiye, AB’nin karşı karşıya kaldığı mevcut
sınamaların üstesinden gelmesini temenni etmektedir. Türkiye, bu kapsamda,
ortak çıkarlarımız doğrultusunda her türlü samimi ve anlamlı işbirliği
fikrine açıktır.