DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU- … bin kişi bile toplayamıyorsun... Yüzde 19-20 oy aldım, birinci oldum diye Hollanda’da seviniyorsun. Yüzde 20 bizim zamanında 3-4 partili koalisyonlar zamanındaydı, o partilerin hepsi de gitti. Paçayı kaptırmışsınız faşist Wilders’a, onun peşinde gidiyorsunuz. Faşistin peşinde gidiyorsun, aynı şeyleri uyguluyorsun dediğin zaman bozuluyor, niye gidiyorsun o zaman? İki fazla oy kazanmak için tüm değerleri çiğnemenin ne anlamı var? Şimdi de nasıl düzeltiriz... Nasıl düzeltiriz diye bir şey yok ki; özür dileyeceksin, hatalarını düzelteceksin, düzelir. Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız ki bu kadar onursuz değiliz. Hata yaptıysan hatanı anlayacaksın, özür dileyeceksin, gerekli adımları atacaksın, ondan sonra bakacağız. Ben her şeyi yapayım, Türkiye de sineye çeksin; yok, geçti artık, o Türkiye geride kaldı. Yeni Türkiye artık başkasının aldığı kararlarla hareket eden bir Türkiye değil. Bundan da çok rahatsız olan var.
Yeni Türkiye herkesle işbirliği yapmak isteyen, ama yanlış bir şey varsa da gerek Türkiye’yle ilgili, gerekse Suriye’yle ilgili, başka konularla ilgili yanlış bir şey varsa, yanlış olduğunu söyleyen bir ülke. Şöyle yapalım dediğin zaman, hayır bu böyle değil, böyle yapalım diyebilen bir ülke veya alınan bir karar yanlışsa, “kusura bakma ben buna katılmıyorum” diyen bir ülke.
2010 yılında hatırlıyorsunuz İran’a karşı, İran’ın nükleer silahlanmasına ve uranyumun zenginleştirilmesine karşı Brezilya’yla bir anlaşma yaptık. Hem de Amerika Birleşik Devletleri’nin o günkü Başkanı Obama’nın yazdığı mektubun içeriğindeki her şeyin dahil olduğu bir anlaşma, her şeyin. Daha sonra o günkü Brezilya Cumhurbaşkanı Lula anlatıyor, Portekiz’le beraberdik, ben de Avrupa Konseyi Başkanıyım. Amerika tepki gösterdi, İsrail önce gösterdi. Ama Lula Başkan Obama’nın mektubundaki gibi bir anlaşma imzaladık deyince, o günkü Dışişleri Bakanı Clinton “hangi mektup?” demiş. Ama Cumhurbaşkanımız Washington’a gittiği zaman Beyaz Saray’da bu konu açıldığı zaman “kardeşim Hüseyin Barack bu mektup senin değil mi?” “Evet benim”. “Peki, anlaşmanın içeriği bu mektupların aynısı değil mi, bunların hepsi vardı, niye itiraz ettiniz?” Söyleyebildiği tek şey, “bana İran’ı savunmayın”. Biz İran’ı savunmuyoruz, biz doğruyu savunuyoruz. Hem bu konuda arabuluculuk istiyorsun, hem de sonra karşı çıkıyorsun.
İşte böyle çifte standartlara karşı net tutum sergileyen bir ülke ve Güvenlik Konseyi’nde İran’a karşı oylamada Brezilya’yla beraber İran’ın lehine oy kullandık. Bu, İran’ın her yaptığını desteklediğimiz anlamına gelmez. Bugün Suriye’de, Irak’ta, Bahreyn’de, Yemen’de İran’ın politikalarını desteklemiyoruz. Yine de İran’la çalışıyoruz ateşkesi sağlamlaştıralım, siyasi çözüme gidelim diye. Ama genel anlamda onların kafasındaki politikayı desteklemiyoruz, tehlikeli buluyoruz. Ülkeleri ayırmamamız lazım, mezhepçilik çok kötü, çok tehlikelidir. Din ayrımı da çok kötü bir şeydir, herkesin inancı kendisine. Avrupa zamanında 100 yıl savaştı; Katoliksin, Protestansın diye 100 yıl savaştı, yetmedi, bir 30 yıl daha savaştı. Şimdi Müslümanlar olarak illa bu acı tecrübeleri yaşamak zorunda değiliz. Tarihten ders alın, Cumhurbaşkanımız ne güzel diyor; ben ne Sünni’yim, ne Şii’yim, ben Müslümanım. Benim dinim ne Şia, ne Sünni, benim dinim İslam diyor, buna inanmak lazım. Ama İran’ın bugünkü politikası maalesef bunlarla çelişiyor, biz de karşıyız. İran komşumuz, iyi ilişkiler kurmak istiyoruz, geçen sene İran’a yönelik ihracatımız arttı. Ama sırf ihracatımız artıyor diye yanlış bir şey varken görmezden gelmek, bugünkü yeni Türkiye’nin anlayışı değil. (Canlı Yayın Kesintisi)