SETA’nın kıymetli Koordinatörü ve yöneticileri, Ekselansları, çok kıymetli
Büyükelçiler ve sevgili katılımcılar, bugün SETA’nın düzenlediği bu
programda sizlerle beraber olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.
Bugün kısa bir konuşma yapacağım. Daha sonra soru-cevap şeklinde
sohbetimizi daha samimi bir ortamda zenginleştirmeyi düşünüyorum. Umarım
sizler de öyle tercih ediyorsunuzdur.
Gerçekten SETA’nın özellikle dış politikadaki katkıları için biz Dışişleri
Bakanlığı olarak çok teşekkür ediyoruz ve birçok alandaki gelişmeleri
anlatma bakımından çok başarılı stratejiler uyguladığını görüyoruz. Ve
ülkemizle ilgili yanlış düşünce ya da algıların değişmesi konusunda da
gayretli çabalar sarf ediyorlar. Bizim anlattıklarımız biraz devletin resmi
dili olduğu için ilişkilerimiz ya da kişisel ilişkilerimiz ne kadar iyi
olursa olsun STK’ların, think tank’lerin yaptığı çalışmalar kadar etkili
olmadığını sahada da görüyoruz. Dolayısıyla SETA’nın yaptığı çalışmalardan
bizler de istifade ediyoruz. Bugün gerçekten dünyanın çok hızlı bir şekilde
değiştiğini sadece gözlemlemiyoruz, hepimiz yaşıyoruz. Özellikle dış
politikayı oluşturan ve uygulayan kişiler olarak, diplomatlar olarak bunu
sahada en çok yaşayan bizleriz. Burada birçok ülkeden büyükelçiler ve de
diplomat arkadaşlarımız da var, onlara da katılımları için çok teşekkür
ediyorum.
Bu değişim bazı kurumları zayıflatıyor, bazı kurumlar için de tartışmalara
yol açıyor. Örneğin Avrupalı dostlarımız alınmasınlar, ama son zamanlarda
içerideki köklü tartışmalardan dolayı Avrupa Birliği’nin zayıfladığını
görüyoruz. Ve Avrupa Birliği’nin politikalarındaki başarısızlık sebebiyle
AB’ye olan güvenin de özellikle son günlerde, son aylarda Balkanlar’da
zayıfladığını görüyoruz. Ama sorunların çözümü konusunda da elbette
beklenti yüksek. Keza geçtiğimiz yıl NATO dayanışması da tartışılır bir
hale geldi. Ve NATO’nun yeni sınamalara karşı kendisini adapte etmenin
yanında müttefiklerini koruma konusunda daha etkin olması özellikle
NATO’nun doğu ve güney kanadındaki ülkelerin ortak beklentisidir.
Bugün dünyamızda istikrarsızlık var olumlu gelişmelerin yanında, hatta
çatışmalar var. Ama bu çatışmaların yüzde 60’ı bizim coğrafyamız yaşanıyor.
İşte hemen yanı başımızda Suriye, biraz daha güneye gidersek Yemen, son
zamanlarda Libya önde, ama Yemen’de neler oluyor bunu da unutmamak gerekir.
Son günlerde bir ateşkes, daha sonra da kalıcı bir barış için çaba sarf
ettiğimiz Libya. Ve Balkanlar’daki, Kafkasya’daki kırılganlıklar,
dondurulmuş ihtilaflar, bunları da eklediğimiz zaman kolay bir coğrafyada
yaşadığımızı hep beraber söyleyebiliriz.
Peki, büyük güçlerin kendi aralarındaki mücadele bizleri nasıl etkileyecek?
Örneğin ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşı, bizim o ülkelerle ticaret
savaşımızı ya da bölgenin ya da dünyanın ekonomik kalkınmasını nasıl
etkileyecek? Daha iki hafta önce yaklaşık Yeniden Asya İnisiyatifimiz için
bir çalıştay düzenlemiştik Ufuk Beyin koordinasyonunda ve orada da
Büyükelçilerimiz vardı. Asya kıtasının ekonomik merkez olarak dünya
ekonomisine katkılarını konuştuk ve bu fırsatlardan bizler nasıl
yararlanabiliriz. Ticaret savaşlarının ve tek merkezli adımların da ortaya
çıkaracağı riskleri, sınamaları da yakından takip ediyoruz.
Ama bu bölgesel konuların dışında bir de tüm dünyayı gerçekten etkileyen ve
kurumlarımızı kökten sarsmaya başlayan, bizleri birleştiren, insanları
birleştiren ortak değerleri de yine aşındırmaya başlayan gelişmelere karşı
da hep birlikte nasıl çözümler üreteceğiz, hangi adımları atacağız?
Bunlardan bir tanesi, terör ve terörle mücadelede bir zafiyet içinde
olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Diğer taraftan göç yönetimi konusunda
da yine farklı bakış açılarımız var. Sırf güvenlik penceresinden bakanlar
var, insani boyutunu ihmale etmeyelim diyenler var. Her ikisinden de,
güvenlik yönünden ve diğer açılardan da etkilenen ülkelerin bu ikisinin
sentezini yaptığını da görüyoruz. Yine ciddi bir korumacılık var. Bu bir
taraftan liberalleşme, diğer taraftan korumacılık. Aynı şekilde biraz önce
söylediğim ticaret savaşları sadece büyük ülkeler arasındadır dersek
yanılırız. Son zamanlarda birçok ülkelerin kendi aralarındaki serbest
ticaret anlaşmalarını askıya aldığını ya da revize ettiğini görüyoruz bazen
olumlu anlamda-bazen olumsuz anlamda.
Bunları bir şekilde aşarız. Ama şu hepimizi endişeye sürükleyen popülizm
illetinden nasıl kurtulacağız? Ve yabancı düşmanlığı, hoşgörüsüzlük,
ırkçılık, İslam düşmanlığı, kendi inancından ya da kendi etnik grubundan
olmayan herkese karşı bir nefret. Şimdi Rus ortaklarımızla beraber AGİT
bünyesinde antisemitizme karşı daha önce karar alınmıştı ve İslam
düşmanlığı ve Hristiyan düşmanlığını da buraya eklememiz gerekiyor. Yani bu
düşmanlık tüm inanç sahiplerini etkiliyor bu nefret. Ve yeni bir dünya
savaşına sebep olmadan bu trendleri tersine çevirmemiz lazım. Ve özellikle
de popülist partilerin oyunun artmasından endişe duyup zemin kayması
yaşamak yerine, inandığımız ve bizleri birleştiren değerleri her
zamankinden daha fazla savunmamız gereklidir. İşte böylesi bir ortamda biz
Türkiye olarak ne yapmaya çalışıyoruz? Hep anlatıyoruz dış politikamızın
prensipleri ne? Yurtta sulh, cihanda sulh. Ama bugünün şartlarında yurtta
sulh, cihanda sulh deyip oturup kalamayız, onu destekleyici politikalar
oluşturmamız lazım, ilkeler ortaya koymamız lazım. O nedenle hep diyoruz
ki, girişimci ve insani dış politika. Girişimcilikte hem kendi
çıkarlarımızı koruyacağız hem de var olan sorunları çözmek için Türkiye
olarak, bazen tek başımıza bazen ikili, üçlü, dörtlü, çok taraflı
mekanizmalarla ve bazen de şu anda etkisini ve gücünü sorgulamaya
başladığımız, üyesi olduğumuz uluslararası örgütlerle çalışarak sorunlara
çözüm üretmeye çalışıyoruz. Ve yine bu alanlarda da güçlü adımlar atabilmek
için her ülke gibi biz de sahada ve masada güçlü olmak istiyoruz. Sahadaki
kazanımlarımız masada kaybedilmemeli, masada kazandıklarımız da sahada ki
kazanımlarımız da yine desteklenmeli. Bunu illa birisinin aleyhine
söylemiyoruz, ama yeri geldiği zaman sahadaki mücadelenin dünya barışına ve
istikrarına da katkı sağladığını görüyoruz. Örneğin YPG, PKK terör örgütüne
karşı daha önceki harekatlarımıza ilaveten Barış Pınarı Harekatı esasen
sadece bizim için bir güvenlik kaygısının neticesi değildir ya da sonucunda
güvenlik kaygımızın birazcık da azalmasına sebep olmamıştır, ama yanı
başımızdaki bir ülkenin sınır bütünlüğü ve toprak bütünlüğü bakımından da,
mültecilerin geri dönmesi bakımından da siyasi çözüme gidebilmesi açısından
da son derece etkin olmuştur. Yine Doğu Akdeniz’de yıllardır Avrupa
Birliği’ne, Rum Kesimine ve de Yunanistan’a çağrıda bulunuyoruz. Gelin tek
taraflı sondajlar yapmak yerine bu Kıbrıs etrafındaki kaynakların hakça
paylaşımı için yani gelir dağılımı konusunda bir anlaşma yapalım. Kıbrıs
Türk halkı buna hazır, ama bu telkinlerimiz hiçbir zaman dikkate alınmalı.
Dayanışma uğruna hep Rum Kesimi desteklendi, Kıbrıs Türk halkı daha önce
verilen sözler ve alınan kararlara rağmen yok sayılmaya devam edildi. İşte
o zaman garantör ülke olarak biz de sahada gücümüzü göstermek durumunda
kaldık. Ne yaptık?
Sondaj gemilerimizi Doğu Akdeniz’e, Kıbrıs etrafına gönderdik. Hem kendi
kıta sahanlığımızda hem de KKTC’nin bize ruhsat verdiği alanlarda
sondajları başlattıktan sonra dengeler değişti, olumlu ya da olumsuz
anlamda ama dengeler değişti. Ama biz aynı yerdeyiz, gelin hakça bunun
paylaşımın sağlayalım herkes kazansın, boş yere de gerginlik olmasın
diyoruz. Tüm bu sahada attığımız adımları tabii ki masada atılan adımlarla
desteklememiz lazım. Örneğin, Barış Pınarı Harekatını başlattıktan sonra
biz öncesinde de diplomasiyi sonuna kadar işlettik, ama dostlarımızın ve
müttefiklerimizin bize dürüst samimi davranmamasından dolayı Barış Pınarı
Harekatını başlattık. Ama harekat başladıktan hemen sonra ise 5 gün içinde
iki süper güçle önce ABD’yle Ankara’da masaya oturduk, daha sonra Soçi’ye
giderek Rus ortaklarımızla masaya oturarak bir ortak açıklama, bir de
mutabakat zaptı konusunda anlaştık ve yine diplomasiye döndük. Yani bu
aslında Türkiye’nin hem masaya hem de sahaya hazır olduğunun da
göstergesidir. Ve yine Libya ile imzaladığımız iki tane muhtıra da yine
Türkiye’nin masada yaptığı faaliyetlerin sonucudur. Burada biz Doğu
Akdeniz’de tüm Yunanistan başta olmak üzere Rum Kesimi hariç herkesle buna
benzer özellikle yetki alanlarının belirlenmesiyle ilgili, deniz yetki
alanlarının belirlenmesiyle ilgili mutabakat zaptını ya da anlaşmayı
imzalamaya hazırız. Yine bu anlamda da biz adaletli bir şekilde diyalog
yoluyla, diplomasi yoluyla bu paylaşıma hazır olduğumuzu bir kere daha
burada vurgulamak isterim. Yeter ki Türkiye dışlanmaya çalışılmasın.
Türkiye biz bu muhtıraları imzalayıncaya kadar ikili, üçlü, dörtlü
çabalarla dışlanmaya çalıştı. Ve Türkiye’nin içinde olmadığı hiçbir
anlaşmanın da geçerli olmadığını hatırlatmamıza rağmen çünkü Doğu
Akdeniz’de en uzun sınırları olan ülke biziz 1792 kilometre sınırımız var.
Tüm bu çağrılarımıza rağmen maalesef Türkiye’yi dışlama çabaları devam
etmişti. Burada da şimdi denklem değişti, ama biz bu denklemi sadece bizim
lehimize ve diğerlerinin aleyhine kullanmak istemiyoruz. Burada esasen bazı
ülkelerin de şu anda Libya’ya karşı olduğu için itiraz ediyorlar, ama gelip
de bize doğrudan bu bizim Libya’yla imzaladığımız deniz yetki alanlarının
belirlenmesiyle ilgili muhtıradan memnun olduklarını, kıta sahanlığı olarak
çok daha fazla kazanım elde ettiklerini de söylüyorlar. Keşke bu ülkeler
bize kapalı kapılar arkasında söylediklerini dürüstçe kamuoyuna da
söyleyebilsinler, ama biraz önceki söylediğim popülizm bunlara engel
oluyor.
Yine önümüzdeki süreçte biz bu alanlarda çabalarımızı sürdüreceğiz. Bir
taraftan Libya’da ateşkes, barış ve kalıcı bir siyasi çözüm. Önümüzdeki
günlerde Pazar günü yine Berlin Zirvesi var ve Berlin Zirvesi’ne ateşkes
için en çok çaba sarf eden iki lider Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve Sayın
Vladimir Putin’de katılacak. Bazı ülkeler daha düşük seviyede katılacakmış,
ama bu bizim esasen Libya’daki barışa ve ateşkese verdiğimiz önemin
göstergesidir. Siyasi çözüme ulaşıncaya kadar biz bir taraftan BM’nin
çabalarına destek vereceğiz, diğer taraftan tüm inisiyatifleri kendi
başlattıklarımız dahil desteğimizi sürdüreceğiz, aynı şey Suriye için de
geçerlidir. Bugün Suriye’ye baktığımız zaman hem sahada hem masada yoğun
çaba sarf ediyoruz. Terörle mücadele konusunda tek başımıza hiçbir proxy
kullanmadan diğer terör örgütleriyle angajmana girmeden ilkeli bir şekilde
terör örgütleriyle DEAŞ’la, YPG’yle, PKK’yla hepsiyle mücadele ediyoruz.
Diğer taraftan insani boyutunda kimse sanırım Türkiye’ye ders vermeye
kalkmaz, cüret edemez, örnek bir ülkeyiz. Ve sadece Türkiye’deki
Suriyeliler için söylemiyoruz, şu anda yaklaşık 9 milyon insana Suriye’de 9
milyon Suriyeliye içeride ve dışarıda insani yardımlar ulaştırıyoruz ve
toplamda da Suriye’ye ulaşan yardımların yüzde 80’i bizim üzerimizden
geçiyor, bu anlamda uluslararası toplumda da işbirliği içindeyiz. Ve bu
çabalarımızı da yine sürdüreceğiz. Ama burada en önemli olan bir taraftan
İdlib’deki ateşkesi, sükûneti devam ettirmek ki son zamanlarda çok ciddi
ihlaller oldu. Diğer taraftan ikinci toplantısını gerçekleştirdiğimiz
Anayasa Komisyonunun bundan sonra da düzenli bir şekilde toplanması ve
Suriye’nin geleceğiyle ilgili bir anayasanın Suriyeliler tarafından
hazırlanması ve de Suriye’nin istikrarı ve siyasi çözümü için Suriyelilerin
ortaklaşa, birlikte yani bugüne kadar çatışan taraflardan bahsediyorum
terör örgütleri hariç. Çatışan taraflar arasında kalıcı bir barış ve
Suriye’nin birliği konusunda adımların atılmasını da biz desteklemeye devam
edeceğiz. Burada Astana sürecinin katkılarını da kimse görmezden gelmesin.
Bugün Cenevre canlıysa bu Astana sayesinde olmuştur, Soçi formatındaki
toplantılarımızın sayesinde olmuştur. Bunu da açık bir şekilde söylemek
isteriz.
Son günlerde Irak, İran, Amerika arasındaki bu gerginliğin azaltılması
konusunda da çok çaba sarf ettik, biz her zaman diplomasiye inanıyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanımız İran, Irak, Fransa, Almanya, İngiltere, Katar,
Hırvatistan diğer taraftan Rusya Federasyonu İtalya ve AB liderleriyle
görüşmeler yaptı. Ve ben de başta tarafları, temsilcileri yani İran ve ABD
olmak üzere Irak ziyaretimiz oldu. Aynı şekilde İngiltere, Katar, Pakistan,
Cezayir, İtalya, Kanada, Ukrayna yine Genel Sekreter Gutteres ve yine Sayın
Borrell, İtalya Dışişleri Bakanı onları da ağırladım. Tüm platformlarda
Türkiye gerginliğin azaltılması için ciddi katkı sağlıyor.
Burada taraf tutmak doğru değildir, bazı Avrupalı ülkelerin son günlerde
taraf tutmaya başladığını görüyoruz. Önemli olan bu gerginliğin azaltılması
ve de mevcut anlaşmaların bir şekilde devam ettirilmesi, herkesin
endişelerinin ortadan kalkması. Ama burada en önemli bizim için hususlardan
bir tanesi de komşumuz Irak’ın başka ülkeler için bir çatışma alanına
dönüşmemesi lazım. Hali hazırda dönüşmüş durumda, bir an önce Irak’ın bu
baskıdan kurtulması gerekiyor. Irak zaten birçok sorunla baş etmeye
çalışıyor DEAŞ terör örgütüyle mücadeleden sonra ülkenin yeniden inşası ve
istikrarı için çaba sarf ediyor, biz de destekliyoruz. Ama bu ülkeler
arasındaki rekabet sadece İran’la, ABD arasında değil. Yine İran’la bazı
Körfez ülkeleri arasında Irak’taki rekabette Irak’ın istikrarına zarar
veriyor. Burada o ülkeyi, bu ülkeyi suçlamak için söylemiyorum, sadece ve
sadece dost ve kardeş Irak’ı kollamak için bunları söylüyorum.
Neticede değerli dostlar, şu saydıklarım bile bölgemizde epeyce sorunun
olduğunu gösteriyor ve böyle bir coğrafyada dengeli bir dış politika
izlememiz lazım ve ülkeler arasında tercih yapmak zorunda kalmamamız lazım.
Hiçbir ülkenin de bir ülkeye Irak başta olmak üzere o tarafı seç, bu tarafı
seç ya bendensin ya da hiç benden değilsin yaklaşımı içinde olmaması
gerekiyor. Bizim gibi ülkelerin de elbette NATO müttefikiyiz, elbette üye
olduğumuz tüm örgütler içinde aktif bir ülkeyiz, ama ilişkilerimiz de
herkesle iyi bir şekilde götürerek Cumhurbaşkanı’mızın da söylediği gibi
derdimiz dost kazanmaktır düşman kazanmak değil. Hem kendi menfaatlerimizi
korumak-kollamak, hem de bölgenin barış ve istikrarına katkı sağlamaya
devam etmek istiyorum.
İsterseniz ben burada son vereyim, soru-cevapla birlikte yine sohbetimize
devam edelim. Çok teşekkür ediyorum.