DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU- Girne Amerikan Üniversitesi’nin çok
kıymetli kurucu rektörü, çok kıymetli bakan arkadaşlarım, üniversitemizin
çok değerli Mütevelli Heyeti Başkanı Rektörümüz, hocalarımız, bugün yarıyıl
tatili olmasına rağmen bu salonda bulunan çok kıymetli öğrenci kardeşlerim,
Girne Amerikan Üniversitesi’nde bugün sizlerle beraber olmaktan büyük bir
onur duyuyorum. Şahsıma tevdi edilen fahri doktora unvanı için
üniversitemizin senatosuna ve yöneticilerine çok teşekkür ediyorum, bu
unvana layık olmaya çalışacağım.
Geçmişte KKTC kurucu Cumhurbaşkanımız rahmetli Rauf Denktaş’a ve
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a takdim edilen bu onursal doktora
unvanını ömür boyu taşımaktan da gurur duyacağım. Bugün bu tören
vesilesiyle bizleri yalnız bırakmayan Başbakan Yardımcımız ve Dışişleri
Bakanımız Kudret Özersay’a, Turizm Bakanımız Fikri Ataoğlu’na ve Ulusal
Birlik Partisi Başkanı Ersin Tatar’a da huzurlarınızda gönülden teşekkür
ederim. Gönül rahatlığıyla siyasetten de emekli olabilirim artık bir işim
var. Üniversitede bir kadro elde etmekten de ayrıca mutluyum.
Bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne bir ziyaret gerçekleştiriyorum.
Üniversitemizin daha önceden aldığı bu karar davetini arkadaşlarımız bana
iletmişti ama kısmet bugüneymiş tekrar çok teşekkür ediyorum. Bugünkü
ziyaretimde elbette Türkiye Cumhuriyeti ve yavru vatan Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerimizi ve birlikte neler yapabileceğimizi
değerlendireceğiz. Ama bugünkü ziyaretimde Kıbrıs davasını birlikte ele
alacağız. Ve Kıbrıs’ta kalıcı, adil, siyasi eşitliğe dayalı bir çözüm için
bugüne kadar ne yaptık, neyle karşı karşıyayız, neler yapmamız gerekir
bunları konuşacağız. Türkiye Cumhuriyeti olarak Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin gelişmesi için her türlü katkıyı sağlıyoruz. Ve turizm
sektörünün yanında eğitim sektörünün de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için
ne kadar önemli olduğunu yakinen bilenlerden birisiyim. 2002 yılında
yaklaşık 12 bin öğrenci vardı, şimdi ise 100 binden fazla öğrenci Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde okuyor. Bunu destekleyen yurt ve diğer
hizmetlerdeki artışlar da aynı şekilde devam ediyor. Girne Amerikan
Üniversitesi bu sene 35’nci yılını kutluyor. Tüm zorluklara rağmen 35 yılda
katedilen mesafe, elde edilen başarı tam bir gerçek başarı hikayesidir.
Buna katkı sağlayan üniversite yönetimine ve de çok kıymetli hocalarımıza
şükranlarımı sunuyorum. Üniversitemiz bugün dünya çapında bilinen bir
üniversitedir. Ve Rum Kesimi’nin ve Yunanistan’ın tüm engellemelerine
rağmen sadece 115 ülkeden buraya öğrenci getirmesiyle değil, BM çatısı
altında dahil uluslararası platformlarda üniversitemizin girişimci
çalışmalarını ve başarılarını takdirle izliyoruz, elimizden gelen desteği
veriyoruz.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki üniversitelere farklı ülkelerden
öğrenci gelebilmesi için yurt dışındaki tüm büyükelçiliklerimiz ve
misyonlarımız yoğun bir çaba sarf ediyor. Bunu sadece kendilerinden
istediğimiz için değil, tüm büyükelçilerimiz, başkonsoloslarımız ve
diplomatlarımız hepsi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sevdalısıdır ve bu
görevi de severek yapıyorlar, büyük bir aşkla yapıyorlar. Bundan sonraki
süreçte de diğer tüm arkadaşlarımızla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin
eğitim alanında, uluslararası alanda daha başarılı olması için, görünür
olabilmesi için her türlü katkıyı sağlayacağız.
Çok kıymetli hocalarımız, sevgili öğrenciler; bugün dünyada bir geçiş
dönemini yaşıyoruz. Tek kutuplu, çok kutuplu, iki kutuplu arayışların
içinden nasıl bir çıkış yapacağız, dünya nereye gidiyor, bu herkesin
kafasında soru. Elbette hocalarımız, akademisyenlerimiz, düşünürlerimiz,
fikir insanlarımız bu konularda kafa yoruyor. Ama biz de Türk dış
politikasını önceliklerini belirlemek için yakından takip ediyoruz. Bir
taraftan kendi çabalarımız, analizlerimiz tüm arkadaşlarımızla beraber,
diğer taraftan bu konuda kafa yoranların çalışmalarını inceleyerek dış
politikamızı da bu gelişmelere göre yön vermeye çalışıyoruz.
Diğer taraftan karşı karşıya kaldığımız zorluklar var. Bugün bazen bizleri
2. Dünya Savaşı öncesine götüren, yani o günleri hatırlatan, yaşayanlar
bilir, ama bizler de okuyoruz, görüyoruz gelişmeleri görüyoruz, özellikle
Avrupa’da. Ama dünyanın her bir bölgesine, yani neresine bakarsanız bakın
daha dün işte Venezuela’da yeni gelişmeler, iç savaş, sivil savaşlar,
yönetilemeyen ülkeler, çevre problemleri, terör ve buna benzer sorunlar,
tüm dünyayı istikrarsızlığa doğru götürüyor. Irkçılık, yabancı düşmanlığı,
hoşgörüsüzlük, kendisinden olmayan herkese karşı nefret duyguları ve bu
duyguları tetikleyen siyasi ideolojiler giderek güç kazanıyor. Belki bunu
sadece o siyasi partilerin ideolojisi olarak görebiliriz ama eğer böyle
düşünürsek yanılırız. Çünkü bu akımlar merkezdeki siyasi partileri ve
ideolojileri de aşındırmaya başladı. Bırakın siyasi partileri, demokratik
kurumları ve temayülleri de, ve de değerleri de kökten sarsmaya başladı.
İşte bunlara çare bulmamız gerekiyor. Ve dünya insanlığının karşı karşıya
kaldığı sınamaların üstesinden gelmek için neler yapmak lazım? Bugün bu
zorlukların yanı sıra önümüze çok önemli fırsatlar da çıkıyor. İnsani,
beşeri, ekonomik, siyasi, bu fırsatları nasıl değerlendireceğiz? Buna da
kafa yormak lazım. İşte biz Türkiye Cumhuriyeti olarak tüm bu alanlarda bir
taraftan Türkiye olarak, bir taraftan da uluslararası camia olarak neler
yapabiliriz, neler yapılması gerekiyor? Bunun için diyoruz ki, girişimci ve
insani diplomasi gerekiyor. Girişimci dış politikamız sadece çıkarlarımızı
dünyanın her yerinde aramak değildir, bu önemli. Ama var olan sorunları
çözmek için de veya muhtemel çıkabilecek sorunların önüne geçebilmek için
de girişimci olmak gerekiyor. Biz bugün bir taraftan Suriye’deki savaşı
durdurmak için bölgedeki ve ötesindeki tüm aktörlerle çaba sarf ediyoruz.
Bazen başkalarına göre bu bir çelişki olabilir, öyle görebilirler. Yani
aynı anda nasıl olur da hem Amerika’yla hem Rusya’yla bir çekilme sürecini
veya Suriye’deki süreci Türkiye yürütebiliyor? Ama bu gerçekçi aynı zamanda
reel politikten de uzaklaşmamak gerekiyor. Ve Türkiye neden en önemli aktör
oldu? Çünkü Türkiye’nin Suriye’yle ilgili, Suriye’nin istikrarı, barışı,
güvenliği ve de toprak bütünlüğünün dışında bir gündemi, ajandası yok.
Çünkü bu söylediklerim, Türkiye’nin kendisi için de elzemdir, önemlidir,
kendi güvenliğimiz, kendi istikrarımız bakımından çok önemlidir. O yüzden
Türkiye dengeli, objektif ve gerçekçi politikalar izlediği için herkes
Türkiye’yle çalışmak istiyor. Türkiye’nin herkesle bir çalışma arayışı yok,
olabilir bu da olması gerekiyor. Ama sadece Suriye açısından değil, Irak ve
Libya, Yemen dahil tüm savaşların, iç savaşların, sivil savaşların
yaşandığı ve terörizmin hakim olduğu yerlerde aynı çabayı sarf etmeliyiz,
sarf edeceğiz. Ve Türkiye olarak bir taraftan mevcut sorunların üstesinden
gelirken, diğer taraftan da dondurulmuş itiraflar dediğimiz ya da çözümü
dondurulmuş itiraflar dediğimiz alanlarda da girişimci bir anlayışla çaba
sarf ediyoruz Balkanlar’da, Kafkasya’da sadece Karabağ meselesi değil,
diğer sorunlar var. İşte Balkanlar’da gerginlik ara ara artıyor, Kırım,
Ukrayna, Gürcistan, Transnistria. Ama bizim için tabii ki Türkiye olarak
milli dava olarak gördüğümüz öncelikler var Azerbaycan’ın sınır bütünlüğü,
toprak bütünlüğü ve Karabağ problemi. Ama bizim için başka ve çok önemli
bir milli davaysa Kıbrıs davasıdır. Kıbrıs davası Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ortak davasıdır, bunu bazen farklı
göstermeye çalışanlar var. Ve Kıbrıs sorununa kalıcı, adil bir çözüm bulmak
için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye
Cumhuriyeti bugüne kadar samimi çabalar sarf etmiştir. En son
Crans-Montana’da hatta öncesinde ve sonrasında Crans-Montana bittikten
sonra Rum tarafının Ada’da hiçbir şeyi Türklerle paylaşmaya hazır
olmadığını ve hiç istemediğini gördük görüyoruz. Bu gerçekleri görmeden
Kıbrıs’ta yeni bir müzakereye başlamak hayalden öte bir şey değildir.
Crans-Montana’da Türkiye Cumhuriyeti olarak ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti olarak çözüm için var olduğumuzu samimi bir şekilde gösterdik.
Ama Kıbrıs Türk halkı için kırmızı çizgi olan alanlarda da dik duruşumuzu
da gösterdik. Ve orada 11 gün süren konferansta sadece Türkiye’nin
hamleleri oldu. Diğer masada yani yönetimin, güç paylaşımının ve siyasi
eşitliğin ve mülkiyet gibi konuların görüşüleceği masada hiçbir gelişme
olmadığı gibi burada Ada’da ve öncesinde İsviçre’de değişik şehirlerde
varılan mutabakatlar ya da yaklaşımlar konusunda Rum tarafının geri
adımlarını gördük. Ve şimdi Anastasiadis’in ve diğer bazı siyasi aktörlerin
açıklamalarında da görüyoruz ki, bu geri adım devam ediyor. Yani dönüşümlü
başkanlık olmaz, efendim karar mekanizmasında eğer Hükümette bir karar
alınacaksa mutlaka bir Türk’ün oyu şart ilkesinden vazgeçme ve diğer yetki
paylaşımı, güç paylaşımı gibi alanlarda çok ağır şartlar koymaya
başladılar. Biz federal bir çözüm için masaya oturduk, federal bir çözüm
için parametreler belliydi bu parametrelerin belirlenmesine de katkı
sağladık. Ama Rum tarafı böyle bir çözüme yanaşmadı ve bundan sonraki
süreçte de yanaşmayacak. Hangi kelimeyi söylerse söylesin, hangi cümleyi
kurarsa kursun bu gerçek görülmüştür. Ama Crans-Montana’da kimin çözümü
isteyip istemediği de net bir şekilde görülmüştür. Akılcı davranarak,
stratejik hamleler yaparak, Rum tarafının gerçek zihniyetini açığa çıkardık
ve Genel Sekreter gerçekleri gördü. Sadece Genel Sekreter değil, İngiltere
de gerçekleri gördü. Sadece İngiltere değil o gün, o hafta boyunca da 11
gün boyunca gözlemci olarak odada bulunan Avrupa Birliği de gerçekleri
gördü ki Rum tarafı böyle bir çözüm istemiyor. Ve tabiri caizse masa Rum
tarafının üstüne devrildi, Türk tarafının değil. Ve orada ilkeler
çerçevesinde esneklik gösteren tek kişi de Türkiye Cumhuriyeti’nin
Dışişleri Bakanı oldu, ama kırmızı çizgilerimizi de net bir şekilde yine
ortaya koyduk.
Şimdi ise yeni bir müzakere nasıl başlayacak, ne zaman başlayacak hepimizin
sorduğu soru bu. Bugün Sayın Cumhurbaşkanıyla ve de tüm siyasi partilerin
başkanlarıyla Başbakan, Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı ve
muhalefetteki UBP dahil diğer partilerin genel başkanlarıyla bunları
değerlendireceğiz. Reel politik dedim, gerçekleri görmezsek bir yere
varamayız. Laf olsun diye bir daha müzakereye başlamak boşuna enerji
kaybıdır, zaman kaybıdır, umutların yok edilmesidir. Ne için müzakere
edeceğiz, tüm seçenekleri masaya koymamız lazım. Tek bir seçeneğe dayalı,
dayatmacı bir anlayışla bir yere varılamayacağını gördük. Annan Planını
desteklediniz Kıbrıs Türk halkı yüzde 65’in üzerinde bir oyla destekledik,
ama Rum tarafı da yüzde 75’in üstünde bir oyla reddetti. Eğer
Crans-Montana’da bir anlaşmaya varsaydık yine öyle olacaktı, öyle
görünüyordu. Burada gerek Anastasiadis, gerek diğerleriyle ikili düzeyde
yaptığımız görüşmelerde elde ettiğimiz bilgileri paylaşmayacağım, bu çünkü
bazen etik olmayabilir, ama yeri geldiği zaman paylaşırız, çünkü ikircikli
tutumlar görüyoruz, söylemler görüyoruz, çelişkiler görüyoruz, kurnazlıklar
görüyoruz. Ne için müzakere edeceğiz? Yine federal bir çözüm için mi? İki
devletli bir çözüm mü veya konfederasyon mu veya başka bir seçenek mi? Bunu
önceden belirlememiz lazım şu anda yaptığımız bu, tüm taraflarla gayri
resmi görüşmelerimizin amacı bu. Sonra bunun çerçevesini belirlememiz
lazım, ayrıca sonuç odaklı olması gerekiyor. Artık uzun uzun yıllara sari
müzakerelere kaybedecek vaktimiz ve enerjimiz yok. Kıbrıs Türk halkını
umutlandırıp umutlandırıp tekrar hayal kırıklığına uğratmaya kimsenin de
hakkı yok.
Kıbrıs davası büyük bir davadır. Kıbrıs davası birilerinin siyasi
ideolojilerine veya siyasi hırslarına kurban edilmeyecek büyük bir davadır,
bunu da hiç kimse aklından çıkarmasın. Yani ben böyle istiyorum, ben böyle
demiştim, ben böyle söyleyeceğim diyerek Kıbrıs davasına tek başına kimse
yön vermeye çalışmasın. Bugün Ada’ya gelmemizin sebebi de budur, hep
birlikte ne yapacağız? Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
olarak tüm buradaki aktörlerle, hükümetteki herkesle ve Cumhurbaşkanıyla
beraber birlikte neler yapacağız bunu konuşmaya geldik, bugüne kadar olduğu
gibi. Crans-Montana’da masa üstümüze devrilmediyse Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’yle, Türkiye Cumhuriyeti’nin tek bir devlet gibi hareket
etmesinden birlikte istişare ettik, birlikte stratejiler belirledik,
birlikte adımlar attık. Ve bugünkü toplantıda inşallah yine bu birlikteliği
sağlayarak Kıbrıs davasında önümüzdeki süreçte daha güçlü olacağız ve haklı
davamızı sonuna kadar savunacağız ve sahip çıkacağız. Ve inşallah Kıbrıs
Türk halkının da haklarını her alanda korumaya devam edeceğiz. Ada
etrafındaki hidro karbon zenginlikleriyle ilgili Rum tarafının tek taraflı
attığı adımlara karşı olduğumuzu başından beri söyledik. Hatta buna bir
çözüm bulmaları için Avrupa Birliği ve diğer uluslararası camiaya da her
platformda çağrılarda bulunduk. Ama maalesef Rum tarafı tek taraflı olarak
bu adımları atmaya devam etti. Ama bunun karşısında da çaresiz olmadığımızı
da söyledik ve gerekli adımları atacağımızı söyledik. Şimdi Barbaros
Hayrettin Paşa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin TPAO’ya verdiği ruhsat
alanlarında ve de Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgelerinde sismik
çalışmalarını sürdürüyor. Ama artık sadece sismik çalışma yapma dönemi
bitmiştir. Şu anda Alanya 1 bölgesindeki Fatih platformumuz önümüzdeki
aylar içinde güneye doğru yönlendirilecektir ve Şubat ayı içinde ikinci
platformumuz gelecek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ruhsat verdiği
alanlarda ve münhasır ekonomik bölgelerimizde artık biz de sondaj
çalışmalarına başlıyoruz. Ve bunun için gerekli tedbirlerimizi aldık ve
Kıbrıs Türk halkının hakkını da kimseye yedirmeyeceğiz, bu bizim asli
görevimizdir. Elbette Türk dış politikasının önceliklerine baktığımız zaman
girişimci ve insani bir dış politika çerçevesinde, anlayışında yurtta sulh,
cihanda sulh anlayışı içinde dünyanın her yerinde var olmaya çalışıyoruz.
Ama milli davalarımıza sahip çıkmak da bizim en önemli görevlerimizdir.
Türk dış politikasının diğer önceliklerini ve unsurlarını burada uzun uzun
sizlere anlatarak vaktinizi almak istemiyorum. Ama özellikle Kıbrıs
davasıyla ilgili, Kıbrıs’la ilgili düşüncelerimi bu vesileyle paylaşma
fırsatı buldum.
Girne Amerikan Üniversitesi’ne bu imkanı verdiği için çok teşekkür
ediyorum. Ve üniversitemize fahri doktora unvanına layık gördükleri için
bir kere daha şükranlarımı sunuyorum. İkinci yarı akademik yılında
hocalarımıza ve öğrencilerimize başarılar diliyorum. 35. yılınızı, yılımızı
tebrik ediyorum ve nice başarılı, başarılarla dolu yıllar temenni ediyorum.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.
Sağ olun, var olun.