Sayın Bakanımızın 9 Mayıs Avrupa Günü Vesilesiyle AB Üye ve Aday Ülkelerin Büyükelçilerine Verdiği Kahvaltıdaki Konuşması, 9 Mayıs 2008, Swissotel
Sayın Bakanımızın 9 Mayıs Avrupa Günü Vesilesiyle AB Ülkesi ve Aday Ülkelerin Büyükelçilerine Verdiği Kahvaltıdaki Konuşması, 9 Mayıs 2008, Swissotel
Çok Değerli Büyükelçiler, Değerli Konuklar,
Türkiye’nin 1999 yılında AB’ne adaylık statüsünü kazanmasıyla beraber, her sene 9 Mayıs Avrupa Gününü biz de Türkiye olarak kutlamaya başladık. 9 Mayıs Avrupa Günü çerçevesinde AB ve aday ülkelerin Büyükelçileriyle geleneksel olarak bir araya geliyoruz.
58 yıl önce bugün Robert Schuman, birleşik bir Avrupa’nın barış için kaçınılmaz olduğu inancıyla, Avrupa bütünleşmesinin ilk tohumlarının atılmasını önermişti. Geçen zaman bunun doğruluğunu gösterdi.
Bugünün Avrupası bir barış, istikrar ve refah alanıdır. Avrupa sadece bir coğrafi alanı ifade etmiyor. Bugün, Avrupa Gününü kutlarken bir coğrafya birliğinin varlığını değil, yüz milyonlarca insanın paylaştığı ortak değerleri, ortak idealleri ve ortak bir geleceği de kutluyoruz.
Biz de Avrupa Birliği’ni bir ortak değerler bütünü olarak görüyoruz zaten. Bu değerler demokrasidir, temel hak ve hürriyetlerdir, insan haklarıdır, hukukun üstünlüğüdür, çoğulculuktur, hoşgörüdür. Farklılıkları zenginlik saymaktır. Farklılıkların bir arada barış ve huzur içerisinde yaşamasıdır.
Değerli Konuklar,
AB, farklılıklar içinde çok büyük savaşların yaşandığı bir dönemden sonra, İkinci Dünya Savaşını takiben, kömür ve çelik gibi ortak ve belki bugün baktığımızda çok da önemli sayılmayacak bir alandan başlayan, ancak artık tüm dünyaca barış projesi olarak kabul edilen bir Birlik haline gelmiştir.
İlk önce 6 ülke, daha sonra gerçekleşen genişlemeler sonucu bugün 27 ülkeden oluşan bu Birlik, ortak değerler içerisinde kenetlenmiş, farklılıklardan zenginlik üretmiş bir ülkeler bütünüdür. Avrupa Birliği bugün aynı zamanda, demokrasilerin iyi çalıştığı ülkeleri içeren bir topluluk olmuştur. Demokratikleşme ve ekonomik entegrasyon açısından, dünyanın birçok bölgesi ve ülkesi için aynı zamanda bir ilham kaynağıdır.
Ancak 21. yüzyılın şartları, Avrupa Birliği’nin daha geniş bir vizyon benimsemesini gerektirmektedir.
Bu çerçevede, genişlemenin önemini asla azımsamamak lazım. Berlin duvarının yıkılması, Avrupa Birliği’ni liberal demokrasinin değerlerini benimseyen yeni üyelerle ödüllendirmiştir. Her yeni üye, Birliğin kültürel çeşitliliğine, değerlerine ve hepsinden önemlisi geleceğine ilişkin vizyonla önemli katkılarda bulunmuştur.
Avrupa Birliği aynı zamanda, önemli bir değişimden ve dönüşümden geçtiği bir süreç de yaşamaktadır. Lizbon Antlaşmasıyla beraber gelen kurumsal reformlar, artık bundan sonra hayata geçirilmeye başlanacaktır. Aslında, her ne kadar işleyişi hakkında çeşitli eleştiriler getirilmekte olsa da, Avrupa Birliği’nin önüne çıkan sorunları uzlaşma yoluyla bir bir aştığını ve şimdi de son derece kapsamlı bir reform sürecinin başarıyla ilerletildiğini görüyoruz.
Ülkemizde de önemli bir dönüşüm süreci yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım süreci de 2004 Aralık ayında verilen müzakerelere başlama kararıyla bambaşka bir döneme girmiştir.
Ekim 2005’te kabul edilen Müzakere Çerçeve Belgesi, Türkiye ile AB ilişkilerini tanımlayan, parametreleri belirleyen bir belgedir. Bu önemli parametrelerin kalbinde tam üyelik hedefi vardır. Bizim Türkiye olarak hedefimiz, Avrupa Birliği’ne tam üyeliktir ve herhangi başka bir hedef sözkonusu değildir.
Tam üyelik hedefinin sapasağlam yerinde durması, Avrupa Birliği’ne katılım sürecimizde ilerlemek için hayati önem taşımaktadır. Türkiye’de reformları gerçekleştirmek, bu reformların arkasında güçlü bir toplumsal desteği sağlamak, ancak ve ancak üyelik hedefinin yerinde duruyor olmasıyla mümkündür. Müzakereler, ortak bir şekilde benimsenen bu hedef doğrultusunda sürdürülmelidir. Müzakerelere siyasi içerikli engeller çıkarılmamalı ve teşvik edici bir yaklaşım sözkonusu olmalıdır.
Çok Değerli Büyükelçiler, Değerli Konuklar,
Türkiye’nin beş senedir sürdürdüğü reformlar sonucunda geldiği noktayı artık tüm dünya takdir etmektedir. Beş sene öncesinin Türkiye’siyle bugünün Türkiye’si neredeyse iki farklı, iki ayrı ülkedir. Ülkemizde dışarıdan gözlemleyenlerin “devrim” diye nitelendirdiği bir dönem yaşanmıştır. Beş sene, yedi sene ve on sene sonraki Türkiye de, bugünün Türkiye’sinden çok daha farklı bir ülke olacaktır. Kuşkusuz bu süreç, daha pek çok reform ve değişimi gerektirmektedir. Halkımızın reformlara desteği tamdır.
Türkiye her alanda standartlarını ilerlettikçe, demokrasisini derinleştirdikçe, temel hak ve hürriyetler alanında ilerlemeler sağladıkça, halkımızın günlük yaşantısını doğrudan etkileyen çevre gibi, gıda güvenliği gibi, sağlık gibi pek çok alanda normlarını, standartlarını yükselttikçe, bunlar bizim halkımızı mutlu ve memnun edecektir.
Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Başbakanımız, Hükümetimiz, Milletvekillerimiz bu reform sürecinin arkasındadır. Son beş yılda gösterdiği kararlılıkla pek çok anayasal değişikliği ve yeni yasal düzenlemeyi hayata geçirmiş olan TBMM, yeni yasama döneminde de önemli adımlar atmaktadır, atacaktır.
Takip ettiğiniz gibi, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi ile ilgili olan değişiklik TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmiştir. Yeni Vakıflar Kanunu yine yürürlüğe girmiştir.
Türkiye’nin geçtiğimiz beş yılda önemli bir değişim süreci yaşamış olmasının arkasında, öncelikle Avrupa Birliği reform süreci vardır ve tabii ki bunun hemen yanında da güçlü bir ekonomik program vardır. Siyasi istikrarla, siyasi alandaki reformların ekonominin güçlenmesine çok önemli katkıları olmuştur.
Siyasi istikrarla ekonomik istikrar elelele, beraberce gerçekleşen kavramlardır. Siyasi istikrarın olmadığı ülkelerde, ekonomik istikrarın sürdürülebilirliğinden de söz edilemez. AB süreci, Türkiye’yi çok daha öngörülebilir bir ülke haline getirmiştir. Bundan beş sene sonra, on sene sonra “nasıl bir Türkiye” sorusunun cevabını, hem kendi insanımız, hem Türkiye’yi dışarıdan gözlemleyenler, iş dünyası, yatırım dünyası AB sürecinde bulmaktadır.
Sektörel politikalar, sistemimizin işleyişi Türkiye ne kadar demokratik bir ülke olacak, Türkiye hukukun üstünlüğü ilkesini ne kadar benimseyebilecek, bütün bunların cevabı, aslında AB sürecinin sıhhatli yürüyüp yürümemesiyle yakından alakalıdır. Türkiye’nin önümüzdeki dönemde güvenilir bir ülke olması, Türkiye’de keyfiliklere yer bırakılmaması, Türkiye’nin açık, şeffaf, Türkiye’nin çok daha kestirilebilir, öngörülebilir bir ülke olması, bu yaptığımız reformlarla ve AB süreciyle son derece yakından ilgilidir.
Ekim 2005’te, yani bundan yaklaşık 2,5 sene önce, Müzakere Çerçeve Belgemizin kabul edilmesinden hemen sonra, Türkiye bir tarama sürecine başlamıştır. Bir yıl boyunca, AB müktesebatı bütün detaylarıyla incelenmiştir. Binlerce kişi Türkiye’den Brüksel’e gitmiştir. Brifingler almıştır ve Türkiye’deki uygulamaları da AB Komisyonuna anlatmıştır.
Ekim 2006’da biten bu tarama sürecinden sonra, Türkiye’nin artık önünde ne yapıp ne yapmayacağı ile ilgili harita kesinleşmiştir. Yani biz, müktesebatın detaylarını öğrendikten sonra, artık Türkiye için hangi adımları atacağız, hangi reformları yapacağız, sektörel politikalarda neler geliştireceğiz, bunlar bütün kurumlarımız tarafından detaylı bir şekilde öğrenilmiştir, anlaşılmıştır. Biz, kendi iç reform sürecimizde, özellikle müktesebata uyum anlamındaki iç reform sürecimizi gerçekleştirirken, bu çalışmanın bütün Bakanlıklara yaygın, tabana yaygın bir çalışma olmasını çok önemsedik. Türkiye’deki bürokrasi, Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları bizim çalışmaları derinlemesine anlamak ve benimsemek durumundaydı.
Bu sebeple, merkezi, hantal, çok büyük bir AB yapısı kurmadık. Bir müsteşarlık, bir bakanlık kurmadık. Merkezi güçlü bir kurumun, AB sürecinin sahibi gibi görünmesini asla benimsemedik. Bizim Türkiye’de kamu çalışanlarımızın sayısı pek çok AB üyesi ülkenin nüfusundan daha fazla. Bizde bir bürokrasi geleneği var ve mutlaka ve mutlaka güçlü bir sahiplenmeyle, bu reformların gerçekleşmesi sözkonusu. Bu sebeple, bütün bakanlıklara yaygın ve ilgili tüm bakanlıklarımızın sürecin içinde olduğu, tüm Bakan arkadaşlarımızın günlük çalışmasının bir parçası, doğal bir unsuru olarak, AB çalışmaları yer aldı.
Bu reformların çoğunu yaparken de, özellikle Kıbrıs’la ilgili sorunlarla karşılaştıktan sonra, bazı üye ülkelerdeki seçim sürecinde Türkiye ile ilgili değerlendirmelerin buraya oldukça olumsuz bir şekilde yansımasından sonra, yaptığımız pek çok çalışmada Avrupa Birliği’ne özel bir vurgu yapmadık. Hem Meclis’te, hem kamuoyunda yaptığımız işleri anlatırken bunu neden yapıyoruz, Türkiye’ye faydası nedir, bize neler kazandıracak, hep onu işledik. Çünkü attığımız adımların, yaptığımız açılımların sadece ve sadece “AB istiyor” diye yapılması, maalesef bugünün Türkiye’sinde ve bugünün Avrupa Birliği’nde çok gerçekçi, çok olası bir yaklaşım değil. Önce ne yapacağımıza kendimiz inanacağız, kendimiz ikna olacağız, tüm kurumlarımız buna güvenecek, TBMM sahiplenecek, halkımız atacağımız adımların doğruluğuna inanacak ve adımlar ondan sonra atılacak.
Özellikle üyelik tarihimizin belli olmadığı bir süreçte, takvim açısından kuşkusuz reformların ne zaman, nasıl yapılacağı da önemli bir ölçüde, yine Türkiye’nin inisiyatifindedir. Ne zaman ki üyelik tarihimiz, üyelik takvimimiz daha somutlaşır; işte o zaman belki takvim konusunda da AB ile daha ortak bir yaklaşım, daha farklı bir duruş gösterebiliriz.
Değerli Konuklar,
Ortak sorunları ele almak üzere çeşitliliği, zenginlik, hoşgörü ve karşılıklı anlayışı bir yaşam biçimi, dayanışmayı da davranış kuralı olarak benimseyen bir kültür, Türkiye tarafından da paylaşılan ve sürdürülecek olan bir yaklaşımdır. Bu kapsayıcı düşünce tarzı, sadece Avrupa için değil, Avrupa’nın çok ötesindeki coğrafyalar için de önem teşkil etmektedir.
Türkiye’nin bu coğrafyalara sağlayabileceği önemli katkılar mevcuttur. Bu bağlamda, Türkiye’nin AB’ne katılım sürecinin bölgesel ve küresel yansımaları göz ardı edilemez. İslam, demokrasi ve laikliğin bir arada, uyum içinde yaşayacağı ve bu üç kavramın bir arada daha sıhhatli bir şekilde var olacağı bir Türkiye’nin, Avrupa Birliği’ne üyelik süreci kuşkusuz sadece ülkemizde değil, bölgemizde ve hatta çok daha uzak coğrafyalarda, pek çok ülke için de son derece önemlidir ve çok yakından ilgi ile izlenmektedir.
Bu konudaki çalışmalarımızı, Medeniyetler İttifakı girişimimizde de zaten daha somut bir tabana oturtmuş durumdayız. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İspanya Hükümeti arasında bir eş başkanlıkla gündeme gelen bu proje, artık Birleşmiş Milletler’e mal olmuştur ve pek çok ülke ve uluslararası kuruluş şu anda somut çalışmalarla, somut projelerle bu girişime katkıda bulunmaktadır. Dostlar Grubu’na üye olan ülke sayısı 60’ı geçmiştir. 13 tane uluslararası kuruluş, yine bu Dostlar Grubu’nda yer almaktadır. Bu nedenle, Türkiye’nin AB süreci uzun vadede Avrupa’nın daha güvenli ve daha istikrarlı bir komşu bölgeye sahip olmasını da sağlayacaktır. Avrupa Birliği’ni kuşatan coğrafyanın daha istikrarlı ve barış içerisinde yaşayan bir coğrafya olması için, Türkiye’nin müzakere süreci büyük önem taşımaktadır.
Öte yandan, Türkiye, Avrupa Birliği’ne dinamizm katacak, rekabetçi gücünü artıracak, ekonomisine canlılık getirecek ve enerji konusunda yeni açılımlar sağlayacaktır. Türkiye’yi içine alan bir AB, temsil gücü çok daha yüksek bir AB olacaktır. Gerçek anlamda, küresel etkisi, erişimi ve vizyonu pekişen bir AB olacaktır. Bu sebeple, Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğu aynı zamanda stratejik bir projedir. Süreç, uzun dönemde bir perspektif ve stratejik bir bakış açısıyla değerlendirilmeli, günlük kaygılar ve dar bakışlı yerel politika çıkarlarından arındırılmalıdır.
Zamanla, Türkiye’nin AB için önemli bir değer ve kazanç olduğunun daha iyi anlaşılacağına inanıyorum. Bu anlayışla, Türkiye müzakere sürecinin başarıyla sonuçlandırılması amacıyla, elinden gelen gayreti gösterecek ve AB içinde hak ettiği yeri almak için çalışacaktır. Tabiatıyla, AB’nin de mevcut taahhütlerine bağlı kalması önemlidir.
AB üyeleri, kendi, birbirlerinden farklı kültürel kimliklerinden vazgeçmeksizin barış içerisinde, bir arada yaşamaktadırlar. Bizim Avrupa vizyonumuz, yakın işbirliği, karşılıklı etkileşim ve bütünleşme ekseninde, birlik ve beraberliğin teşvik edilmesi ve farklılıklara saygı duyulması yönünde tecelli etmektedir. Bu kapsayıcı vizyon çerçevesinde, Türkiye’nin içinde yer aldığı bir Avrupa Birliği’nin ekonomik ve stratejik boyutları daha da değişecektir.
Bu düşüncelerle, hepimizin 9 Mayıs Avrupa Gününü kutluyorum ve bugün burada bizlerle beraber olduğunuz için de ayrıca teşekkür ediyorum.