Yabancı Sermaye Çekimi Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşmaları
Yabancı Sermaye Çekimi Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşmaları

Yücel GÜÇLÜ  (*)


I. GİRİŞ

Türkiye ekonomisi son yıllarda, dünyada vuku bulan gelişmelere paralel şekilde, hızlı bir liberalleşme sürecine girmiştir. Ekonominin liberalleşmesinin doğal sonucu olarak Türkiye, daha önceki dönemlerle kıyaslanmayacak miktarda yabancı sermaye çekmeye başlamıştır. Bu durum, kaynağın kıt olduğu ülkemiz için önemli bir olay niteliğindedir. Ancak, bugün varılan nokta geçmişe nazaran daha olumlu bir manzara arzetmekle birlikte, Türkiye’de yabancı sermaye çekimi diğer ülkelere oranla hala düşük düzeyde kalmaktadır. Türkiye 2000’li yılların başında ulaştığı yıllık 2,7- 3 milyar Doların çok üzerinde doğrudan yabancı sermaye çekebilecek potansiyele sahiptir. 

II. DÜNYADA YABANCI SERMAYE

Dünya, günümüzde belli yönelimler doğrultusunda hızlı bir değişim süreci içindedir. Bu yönelimlerin başında globalleşme gelmektedir. Üç kıtada kurulan serbest ticaret bölgeleri ile bölgesel çapta serbestleşen mal ve sermaye hareketleri bu akımın ana etkenleridir. Globalleşme ile atbaşı giden ve yakın bağlantısı olan diğer bir yönelim de, serbest piyasa ekonomisinin gittikçe yaygınlaşması ve ekonomiye devlet müdahalesinin asgariye inmesidir. Bu eğilim beraberinde özelleştirme sürecini de getirmektedir. Halen dünyada bir özelleştirme dalgasının varlığından sözetmek ve yakın bir gelecekte devlet işletmelerinin büyük bir kısmının özelleştirilmiş, ya da özel teşebbüse devredilmiş olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bütün bu yönelimlerin yanısıra, sermaye ihraç eden gelişmiş ülkelerin ve çok uluslu kuruluşların statükoyu koruma ve riskleri asgariye indirme eğilimleri mevcuttur. Risk asgarileştirilmesi isteği, müteşebbisleri doğrudan sermaye yatırımlarında bulunurken, iş yapacakları yerleri belirlemede son derece dikkatli davranmaya sevketmektedir. Bu istek, serbest piyasa ekonomisinin giderek yaygınlaşması ve ekonomiye devlet müdahalesinin asgarileşmesi olgusu ile birlikte, yabancı sermaye çekilmesi konusunda ciddi bir rekabetin doğuşuna neden olmuştur. Özellikle Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’ndeki rejim değişiklikleri ve Güney Doğu Asya ülkeleri ile Amerika yarım küresinde oluşan elverişli işbirliği ortamları muvacehesinde yabancı sermaye tüm kıtalarda büyük rağbet görmeye başlamıştır. Dış yatırımlar konusunda alternatiflerin çoğalması, çok uluslu şirketlere daha seçici olma ve daha fazla avantaj arama imkanı sağlamıştır. Bu nedenlerle hemen tüm ülkelerin yabancı sermaye için cazip paketler hazırladıkları görülmektedir.

Günümüzün yeni şartları sonucunda, yabancı sermayenin yeni yararları ortaya çıkmıştır. Bilindiği üzere, geçmişte yabancı  sermayeden  umulan  klasik yararlar; sermaye açığını kapatmak, işsizliğe çözüm bulmak ve teknoloji getirmekten ibaretti. Günümüzde yabancı sermaye, gelişen yeni şartlara bağlı olarak ihtiyaç duyulan şu yararları da beraberinde getirmektedir: gelişmiş ve sermaye ihraç eden ülkelerin siyasi ve ekonomik desteği, promosyon (tanıtım), globalleşme (dışa açılım), çevresel koruma ve insan kaynaklarının geliştirilmesi.

Yabancı sermaye bütün bu yararları sağlarken muhakkak bunların karşılığında kârlı bir operasyon beklemektedir. Her ticari faaliyet türü gibi, yabancı sermaye yatırımı için de en temel güdü kârdır. Ancak bu kâr devamlılık arzetmelidir. Başka bir ülkede yatırımda bulunmak kararı verilirken, en az kârlılık kadar, bu kârlılığın devamlılığı da aranmaktadır. Kârın devamlılığını sağlayan en önemli etken ise istikrardır. Kalıcı bir istikrar da, sağlam bir demokrasi ile temel insan hakları, mülkiyet hakkı ve teşebbüs özgürlüğünün güvence altında olduğu ortamlarda mevcuttur.

Yabancı sermayenin herhangi bir ülkeye yatırım kararı alırken, istikrarla birlikte aradığı diğer önemli bir husus da ekonomik politikaların tutarlılık ve devamlılık arzetmesi şartıdır. Tutarlı ve devamlı ekonomik politika ve uygulamalar, en başta müktesep hakların muhafazasını ve makable şamil kararlar alınmayacağını temin etmeyi gerektirmektedir. 

Yabancı sermayenin aradığı bu ortamın yanısıra, altyapının gelişmişliği ile ülke içi ve bölgesel pazarın büyüklüğü de bu konuda varlığı en istenilen unsurlar olarak öne çıkmaktadır. Bir dış yatırım kararının alınmasında muhakkak gözönünde tutulan ucuz işgücü, eğitilmiş personel, zengin ham madde kaynağı gibi girdiler, dünyanın içinde bulunduğu hızlı değişim sonucunda, diğer hususların yanında adeta ikincil önemi haiz etkenler haline gelmiştir. 

En son OECD ve Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünyadaki toplam yabancı sermaye stoku halen 1,5 trilyon Dolar kadardır. Diğer bir deyişle, bütün dünyada 1,5 trilyon Dolar tutarında yabancı sermaye yatırımı yapılmıştır. Toplam doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının yüzde doksansekizi gelişmiş sanayi ülkelerince yapılmaktadır. Tüm yabancı sermaye yatırımlarının yüzde sekseni Amerika Birleşik Devletleri (A.B.D.), Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa tarafından  yapılmaktadır. Bu yatırımların yüzde sekseni yine gelişmiş ülkelere gitmektedir.

1980 öncesinde yüzde on-onbeş düzeyinde bulunan azgelişmiş, ya da gelişmekte olan ülkelerin yabancı sermaye yatırımlarından almakta oldukları pay, bugün yüzde yirmilere yükselmiştir. Ancak yüzün üzerinde ülke tarafından bölüşülmek  durumunda olan bu pay, çetin bir rekabet meselesi haline gelmiştir. Ülkeler bu rekabette ön sıraları alabilmek ve dış yatırımları kendi saflarına çekebilmek için yabancı sermayeye ilave bazı imkanlar tanımakta, ya da yabancı sermaye özel olarak teşvik edilmektedir. Bu teşviklerin başında, yabancı sermayeye altyapısı hazırlanmış arsa, hatta bina tahsis edilmesi, devlet dairelerinde kırtasiyeciliğin azaltılması ve izin keyfiyetinin kaldırılması ve özel vergi muafiyetinin tanınması gelmektedir. Üstelik bu özel teşvikler, esasen varolan istikrarlı ortama, nispeten gelişmiş finans kesimine, enflasyona endeksli faktörlere, ya da sermaye için geliştirilmiş koruyucu mekanizmalara (hedging) ve benzeri unsurlara ilaveten tanınmaktadır. Bütün bunların ötesinde, yatırım yapılması düşünülen ülke yönetimlerinin diyaloga açıklığı ve uluslararası camiayla kaynaşma konusundaki kararlılığı, yine yabancı müteşebbisin önem verdiği hususlardır. 

III. TÜRKİYE’DE YABANCI SERMAYE

Türkiye yabancı sermayeye kapılarını yasal anlamda 1950’lerde açmıştır. 1954 yılında çıkarılan 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu liberal bir görüşle hazırlanmıştır. Ancak kanunun hazırlanması ile ilgili olarak gösterilen serbestlik anlayışı daha sonra uygulamada gösterilememiştir. Bu nedenle 1980’lerin başına kadar Türkiye’ye gelen toplam yabancı sermaye miktarı 300 milyon Dolara dahi ulaşamamıştır. Ülkemizde yatırım yapan yabancı şirket sayısı ise yüzün altında kalmıştır. 

1980 sonrasında Türkiye’nin ekonomisini dışa açması, liberalizasyon politikalarının yürürlüğe konması, tüm yabancı sermaye yatırımları için tam yetki ile Yabancı Sermaye Dairesinin kurulması ve kırtasiyeciliğin azaltılması ile artmaya başlayan yabancı sermaye yatırımları, 30 Haziran 2002 tarihi itibariyle toplam stok olarak 32,3 milyar Dolara ulaşmış olup yatırım yapan yabancı şirketlerin sayısı da 6132’yi bulmuştur. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen Türkiye’nin yabancı sermaye gelişi açısından olması gereken, ya da arzu edilen düzeye ulaştığını söylemek zordur.

Türkiye, yabancı sermayenin kendisini tercih etmesi için önemli bazı avantajlara sahiptir. Bu avantajları şöyle sıralamak mümkündür:

            (i)         Avrupa Birliği’ne adaylık statüsünün tescil ettirilmesi ve gümrük birliğinin gerçekleştirilmesi,

            (ii)        Bölgede son yıllarda vuku bulan gelişmeler, ortaya çıkan yeni pazarlar ve Türkiye’nin yakın bölgesel işbirliği ilişkileri kurması, 

             (iii)       Türkiye’de birçok serbest bölge ihdas edilmesi,

             (iv)       Kambiyo rejiminin serbest, Türk Lirasının "konvertibl" hale getirilmesi,

             (v)        Gelişmiş altyapı ve komünikasyon imkanları,

            (vi)       Geniş bir iç pazar, nispeten ucuz ve eğitilmiş iş gücü, zengin ham madde kaynakları ve benzeri klasik etkenler.

 IV. YATIRIMLARIN KARŞILIKLI TEŞVİKİ  VE KORUNMASI ANLAŞMALARI

Beraberinde sermaye ile birlikte teknoloji, yönetim becerisi ve çeşitli pazarlara giriş şansını getiren doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını taraf ülkeler arasında teşvik etmek ve ilgili ülkenin hukuki düzeni içinde yatırımların korunmasını sağlamak amacıyla, yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması anlaşmaları aktedilmektedir.

Ülkemiz müteşebbis ve sermayesinin dış ülkelere açılması, aynı zamanda yabancı sermaye ve ileri teknolojinin ülkemize gelmesi yolu ile ekonomimizin globalleşen dünya ekonomisi içinde etkin bir şekilde yer alması, genel ekonomik politikamızın ana hedefleri arasındadır. Bu çerçevede, ülkemizde yapılan yabancı sermaye yatırımlarının korunması ve daha fazla yabancı sermaye gelişinin özendirilebilmesi için, yatırım ve ticari ilişkilerimizin yoğun olduğu veya bu ilişkilerin gelişmesine yönelik potansiyele sahip olduğu düşünülen ülkelerle, yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması anlaşmalarının imzalanmasına 1962 yılında başlanmıştır. Bu anlaşmaların müzakeresi ve sonuçlandırılması, Dışişleri Bakanlığı’nın 5 Mayıs 1969 sayılı Milletlerarası Münasebetlerin Yürütülmesi ve Koordinasyonu Hakkındaki Kanunda belirtilen yükümlülükleri saklı kalmak kaydıyla, Hazine Müsteşarlığı’nın yetki ve sorumlulukları arasındadır.

Türkiye;  A.B.D., Almanya, Arjantin, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Bangladeş, Belarus, Belçika, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Çin Halk Cumhuriyeti, Danimarka, Endonezya, Estonya, Etyopya, Fas, Filipinler, Finlandiya,  Güney Afrika Cumhuriyeti (GAC), Güney Kore, Gürcistan, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, İngiltere, İran, İspanya, İsrail, İsveç, İsviçre, İtalya, Japonya, Katar, Kazakistan, Kırgızistan, Kuveyt, Küba, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Makedonya, Malezya, Mısır, Moğolistan, Moldova, Nijerya, Özbekistan, Pakistan, Polonya, Portekiz, Romanya, Rusya Federasyonu, Slovakya, Sudan, Şili, Tacikistan, Tunus, Türkmenistan, Ukrayna, Ürdün, Yemen, Yugoslav Federal Cumhuriyeti (YFC)  ve Yunanistan ile yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması anlaşmaları imzalamıştır. Bu ülkelerden Cezayir, Etyopya, Fas, Filipinler, Finlandiya, GAC, Hindistan, İran, İtalya, Katar, Nijerya, Portekiz, Slovakya, Sudan, Şili, Ürdün, Yemen ve YFC ile imzalanan anlaşmalar henüz onaylanıp yürürlüğe girmemiştir.

Bahreyn, Malta, Mauritius, Oman, Singapur, Slovenya, Tayland ve Vietnam ile yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması anlaşmaları imzalanması için başlayan müzakereler halen devam etmektedir. Avustralya, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Norveç ve Uruguay ile bu anlaşmaların müzakereleri tamamlanmış olup nihai metin üzerinde mutabakat sağlanmış ve imza aşamasına gelinmiştir.

Yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması anlaşmaları metinlerinde genellikle yatırımcı, yatırım, gelirler ve ülke terimlerinin tanımları, milli ve en çok kayırılan ulus muameleleri, kamulaştırma, kayıpların tazmini, transferler, halefiyet, bir taraf ile diğer tarafın yatırımcısı arasındaki uyuşmazlıkların çözümü, akit taraflar arasındaki uyuşmazlıkların çözümü, diğer kuralların uygulanması ve özel taahhütler, anlaşmanın uygulanabilirliği ve yürürlüğe girme, süre, yürürlükten kalkma konuları ile ilgili maddeler yer almaktadır.

V. SONUÇ           

Türkiye’nin kaynak eksikliğini kısa ve orta vadede giderebilmesini ve ihtiyaç duyduğu kalkınmayı gerçekleştirebilmesini sağlayacak en sağlıklı yol, ülkeye büyük miktarda yabancı sermaye yatırımı çekilebilmesidir. Türkiye, bu konuda pek çok avantaja sahiptir. Yabancı sermaye konusunda, ilk önce Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde Yabancı Sermaye Başkanlığı adıyla oluşturulan, daha sonra 1991 yılında Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’na bağlanan ve Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü şeklini alan daire yetkili kılınmıştır. Böylece, 1980 sonrası dönemde artan yabancı sermaye girişi ile ilgili işlemleri hızla sonuçlandırmak mümkün olmuştur. 

Türkiye; akit taraf ülkelerinde yapılan yabancı sermaye yatırımlarının ve ilgili faaliyetlerinin tabi olacağı muameleyi belirleyerek daha yakın ekonomik işbirliği için uygun şartların yaratılması, akit taraf ülkelerinde özel teşebbüsle devlet arasında çıkabilecek uyuşmazlıkların çözüm yollarının tespit edilmesi, daha istikrarlı bir yatırım ortamının temini ve yatırımcılara ekonomik ve yasal güvence sağlanması amacıyla şimdiye kadar altmışyedi ülkeyle yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşmaların Türkiye ile üçüncü ülkeler arasındaki sermaye akışının artmasına yardımcı olmaları beklenmektedir. 

(*) Daire Başkanı, İkili Ekonomik İşler Genel Müdür Yardımcılığı; Dışişleri Bakanlığı