Türkiye ve Yunanistan’ın taraf olduğu anlaşmalar uyarınca Batı Trakya’daki
Türk nüfus ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum Ortodoks nüfus, iki
ülke arasındaki zorunlu mübadelenin dışında bırakılmıştır. Bu çerçevede,
halihazırda Batı Trakya'da sayıları 150.000 civarında Müslüman Türk Azınlık
bulunmaktadır. 1923 Lozan Barış Antlaşması’yla Batı Trakya Türk toplumuna
“azınlık” statüsü tanınmıştır. Lozan Antlaşması’nın 37. ila 44. maddeleri,
Türkiye’deki Müslüman olmayan Azınlıkların haklarına ilişkin düzenlemeleri
içermekte; 45. maddesi ise, Türkiye’nin Müslüman olmayan Azınlıklara
tanıdığı bu hakların Yunanistan tarafından da, topraklarında bulunan
Müslüman Azınlığa tanındığını belirtmektedir.
Yunanistan’daki Türk varlığı Batı Trakya’yla sınırlı olmayıp, Rodos ve
İstanköy ağırlıklı olmak üzere Onikiadalar’da yaşayan ve sayıları 6.000
civarında olan bir Türk nüfus da bulunmaktadır. Ancak, Yunanistan 1923
yılında Lozan Barış Antlaşması imzalandığında Onikiadalar’ın İtalyan
yönetimi altında bulunduğu gerekçesiyle sözkonusu soydaşlarımıza azınlık
statüsü tanımamaktadır.
A. BATI TRAKYA TÜRK AZINLIĞI (BTTA)
Batı Trakya coğrafi olarak Rodop, İskeçe (Xanthi) ve Meriç (Evros) illerini
kapsamaktadır. Türk-Yunan ilişkilerinin seyrine paralel olarak Yunanistan
yönetiminin Batı Trakya Türk Azınlığı (BTTA) mensuplarının “vatandaşlık
haklarını” kullanmaları bakımından son yıllarda olumlu değişiklikler
olmuşsa da, “azınlık hakları” konusunda herhangi bir iyileşmeden söz
edilmesi mümkün değildir. Aksine, özellikle eğitim ve dini özgürlükler
alanlarında geriye giden uygulamalar hayata geçirilmektedir.
Azınlığa yönelik baskı politikaları neticesinde, 1920’li yıllarda Batı
Trakya nüfusunun % 65’ini oluşturan BTTA’nın bölgedeki nüfus oranı %
30'lara gerilemiştir. Keza, Batı Trakya Türklerinin 1923’te % 84 civarında
olan bölgedeki toprak sahipliği, % 25 düzeyine kadar inmiştir.
Soydaşlarımızın azınlık haklarından yararlandırılmaları açısından
bakıldığında, Yunan yönetimlerinin uygulamalarının 1960’lardan itibaren
tedricen gerilediği görülmektedir. Örneğin, soydaşlarımız 1967 yılından
itibaren vakıf yönetimlerinden uzaklaştırılmışlar; 1970’lerden itibaren
“Türk” sıfatının kullanılması suç olarak nitelendirilmeye başlanmış;
1980’lerde isminde “Türk” sıfatı olan azınlık sivil toplum kuruluşları
yasadışı ilan edilmiş ve Batı Trakya vakıflarına yönelik ayrımcı yasa kabul
edilmiş; 1990’larda Müftülerin seçimine ilişkin 1920 tarihli yasa
feshedilerek, çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle “tayinli Müftü”
uygulamasına başlanmış; iki ülke Dışişleri Bakanlıkları arasında 1952 ve
1955 yıllarında yapılan mektup teatileri uyarınca ülkemiz tarafından Batı
Trakya’daki azınlık okullarında görevlendirilen 35 kontenjan öğretmeninin
sayısı Yunan tarafınca 1991 yılından başlayarak tek taraflı olarak
azaltılmış ve nihayetinde 16’ya indirilmiş; son dönemde yeni azınlık
okullarının açılmasına ilişkin talepler cevapsız bırakılmış, öğrenci sayısı
azlığı gerekçesiyle azınlık ilkokulları kapatılmıştır.
Etnik kimliğin tanınmaması sorunu:
Yunanistan yönetimi, "Türk Azınlık" ifadesinin Lozan Barış Antlaşması’nda
yer almadığını ileri sürerek, Azınlığın etnik kimliğini tanımlama hakkını
kabul etmemektedir. Lozan Barış Antlaşması’nın “Azınlıkların Korunması”
başlıklı maddelerinde “Müslüman” tabiri kullanılmışsa da, Antlaşma’nın
diğer hükümlerinde geçen “Türk” sıfatından ve Konferans tutanaklarında yer
alan beyanlardan, mübadele dışı bırakılan Batı Trakya’daki Azınlık
mensuplarının Türk oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca, “Türk ve Rum
Ahalinin Değişimine dair Türkiye ile Yunanistan arasında İmzalanan Sözleşme
ve Protokol” çerçevesinde mübadeleye tabi olmayanlara verilen “etabli”
belgelerinde, Batı Trakya’da kalanlar “Türk” ve İstanbul’da kalanlar ise
“Rum” olarak tanımlanmaktadır.
Yunanistan makamları 1950’li yıllarda “Müslüman” yerine “Türk”, “Müslüman
okulları” yerine ise “Türk okulları” ifadelerini kullanmaya başlamış, hatta
dönemin Trakya Valiliği, 1954 ve 1955 yıllarında, azınlık için “Müslüman”
yerine “Türk” kelimesinin kullanılmasını zorunlu kılan iki genelge
yayımlamıştır. Yunanistan, 1970’lerde siyasi saiklerle bu politikasını
değiştirerek, bu kez “Türk” yerine “Müslüman” kelimesinin kullanılmasını
zorunlu tutmuştur.
1927’de kurulan ve Azınlığın en eski sivil toplum örgütü olan “İskeçe Türk
Birliği”nin (İTB) isminde “Türk” kelimesi bulunduğu gerekçesiyle
yasaklanması üzerine, bu konuda açılan dava ve benzeri gerekçelerle
kurulmalarına izin verilmeyen “Rodop İli Türk Kadınları Kültür Derneği” ile
“Evros Azınlık Gençleri Derneği” (“azınlık” geçmesi nedeniyle) davaları,
Azınlık mensuplarınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınmıştır.
AİHM, sözkonusu üç davada Yunanistan’ın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(AİHS) dernekleşme özgürlüğüne ilişkin 11. maddesini ihlal ettiğine
hükmetmiştir. İskeçe Türk Birliği davasında ayrıca, AİHS’nin 6. maddesinin
(adil yargılanma hakkı) ihlal edildiğine hükmetmiş ve bu çerçevede
Yunanistan 8.000 Avro manevi tazminat ödemeye mahkum edilmiştir. Yunanistan,
sözkonusu kararları uygulamaya yanaşmamaktadır. AİHM kararının kesinleşmesi
sonrasında kapatılma kararlarının kaldırılması ve eski resmi statüye
kavuşulması amacıyla bahsekonu dernekler hukuki mücadelelerini
sürdürmektedirler.
AİHM tarafından alınan bu kararlara rağmen kapatılan derneklerin yeniden
faaliyete geçmesinin sağlanamamasının yanısıra isminde “Türk” kelimesi
bulunan yeni derneklerin kurulmasına da izin verilmemektedir.
Yunanistan’ın AİHM kararlarını uygulamaması nedeniyle keyfiyet AİHM
kararlarının icrasının gözden geçirilmesinden sorumlu merci olan Avrupa
Konseyi Bakanlar Komitesi’nin gündeminde yer almaya devam etmektedir.
Eğitim alanındaki sorunlar:
-
Çift dilli azınlık anaokulları açılmasına izin verilmemesi
: Yunanistan’da 2007 yılında yapılan mevzuat değişikliği uyarınca, ilkokul
öncesi anaokulu da zorunlu hale getirilmiş ve bu değişiklik, 2011-2012
eğitim-öğretim yılından itibaren azınlık okulları için de uygulamaya
konulmuştur. Ancak, soydaşlarımızın Lozan’dan kaynaklanan eğitim hakları
çerçevesinde Türkçe de eğitim almalarını sağlayacak çift dilli anaokulu
açılması talepleri, Yunan makamlarınca 2011 yılından bu yana cevapsız
bırakılmaktadır. Yunan devletinin Azınlık çocukları için açmış olduğu,
sadece Yunanca eğitim veren anaokulları mevcuttur. Bu okullarda Yunan
öğretmenler görev yapmakla birlikte 2018 yılı itibariyle pilot uygulamayla
Yunan anaokullarında “tercüman” sistemine geçilmiştir. Bu uygulamada Yunan
anaokullarında Türk soylu öğretmen sınıfa tercüman olarak dahil
edilmektedir. Bilimsel çalışmalarla uyuşmayan bu uygulama ile Türk
azınlığın çift-dilli anaokulu talebinin önü kesilmek istenmektedir.
Nitekim, Azınlık kuruluşlarının 2011 yılından itibaren kendi imkanlarıyla
özel anaokulu açma talepleri Yunanistan Eğitim ve Din İşleri Bakanlığına
birçok kez iletilmiş, ancak bu talepler karşılık görmemiştir.
-Azınlık okullarının kapatılması ve birleştirilmesi:Yunan
Hükümetinin idari reform çalışmaları kapsamında, 2011 yılından bu yana Batı
Trakya’daki Türk Azınlığa ait onlarca ilkokul kapatılmış ve/veya
birleştirilmiştir. Bu uygulama, soydaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı,
azınlık okuluna ihtiyaç duyulan başka yerlerde azınlık okulu açılmasına
olanak sağlamamıştır. Yunan tarafı bunun “kapatma” değil, öğrenci
yetersizliğinden dolayı “askıya alma” uygulaması olduğunu iddia etmekte;
soydaş veliler ise azınlık öğrencilerinin Yunan devlet okullarına
gönderilmesini amaçlayan bir adım olarak görmektedirler. Bu çerçevede,
azınlık ilkokullarının sayısı giderek azalmaktadır.
-
Azınlık okullarının yetersizliği ve yeni azınlık okullarının açılışına
izin verilmemesi:
Batı Trakya’da her yıl Azınlık ilkokullarından mezun olan 1000 kadar
öğrencinin devam edebileceği, biri Gümülcine
(Celal Bayar Azınlık Ortaokulu-Lisesi
), diğeri İskeçe’de (İskeçeAzınlık Ortaokulu-Lisesi) olmak üzere
sadece iki Azınlık ortaokulu-lisesi mevcut olup, sözkonusu okulların fiziki
koşulları ihtiyaca cevap vermemektedir. İki Azınlık ortaokul ve lisesinin
fiziki kapasite yetersizliğinden dolayı, soydaş öğrencilerin önemli bir
kısmı zorunlu olarak Yunan ortaokul ve liselerine devam etmektedir. İskeçe
Azınlık Ortaokulu-Lisesi’nin tümüyle yeni bir binaya ihtiyacı vardır.
Azınlığın yeni azınlık okulu açma talebi karşılanmamaktadır.
- Azınlık okullarında nitelikli öğretmen
ihtiyacı:2002-2003 eğitim-öğretim yılından bu yana azınlık
ilkokullarında, Türkiye’deki öğretmen okullarından mezun soydaşlarımızın
görevlendirilmesine Yunanistan tarafından izin verilmemektedir.
Ülkemizdeki Eğitim Fakültelerinden mezun soydaş öğretmenlerin yerine
alternatif öğretmen kadrolarının oluşturulması amacıyla Yunanistan’da 1968
yılında cunta yönetimi tarafından Selanik Özel Pedagoji Akademisi (SÖPA)
kurulmuştur. SÖPA’da verilen formasyonun yetersizliği azınlık okullarında
verilen eğitimin kalitesini de olumsuz yönde etkilemiş, bu nedenle BTTA’nın
sözkonusu akademiye yönelik uzun yıllar süren tepkisinin ardından 2014
yılında SÖPA kapatılmıştır.
Ayrıca, 1952 ve 1955 yıllarında iki ülke Dışişleri Bakanlıkları arasında
yapılan mektup teatilerine istinaden, Batı Trakya’daki Türk azınlık
okulları ile ülkemizdeki Rum azınlık okullarında karşılıklı olarak
görevlendirilen 35 kontenjan öğretmeninin sayısı, Yunanistan tarafından 1991
yılından itibaren aşamalı olarak azaltılarak 16’ya düşürülmüştür Azınlık
okullarında yeterli sayıda nitelikli öğretmenin görev yapmasına izin
verilmemesi, eğitim kalitesinin de düşmesine neden olmaktadır.
-
Azınlığın Okullarını Yönetme/Denetleme Özerkliğinin
Gözetilmemesi:
Lozan Barış
Antlaşmasının Azınlık için öngördüğü eğitim özerkliği uyarınca velilerden
müteşekkil Encümen Heyetlerinin (öğrenci veli derneklerinin) okulların
yönetiminden sorumlu olması gerekirken, Azınlık ilkokullarındaki her türlü
müfredat ve idari kontrol, uygulamada Yunan devletindedir. Encümen
Heyetlerinin, okulların kurulmasında, Türkçe ders öğretmenlerinin seçiminde
ve müfredatın belirlenmesinde sahip olduğu yetkiler zaman içerisinde
aşındırılmıştır. Okullara atanan Yunan müdür yardımcıları, okulların
gözetiminde belirleyici rol üstlenmeyi sürdürmektedir.
Dini özgürlükler alanındaki kısıtlamalar:
Azınlığın dini lideri olan Müftülerini seçme hakkı 1913 tarihli Atina
Antlaşması’yla öngörülmüş olup, Yunan yönetimince 1920 yılında kabul edilen
bir yasayla (“2345/1920”) Yunan iç hukukuna dercedilmiştir.
Yunan yönetimi 1990 yılında bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle BTTA’nın
bu hakkını elinden almış ve Müftülerin Yunan yönetimince tayinle işbaşına
getirilmeleri şeklinde yeni bir uygulama başlatmıştır. Bunun neticesinde
bugün Gümülcine ve İskeçe’de, hem Azınlık tarafından seçilmiş Müftüler hem
de Yönetim tarafından “atanmış Müftüler” bulunmaktadır. “Atanmış Müftüler”,
Yunan makamlarınca muhatap kabul edilmekle birlikte, kendilerine bağlı
camilerin sayısı ve Azınlıkla ilişkileri bakımından etkisiz bir konumda
bulunmaktadırlar.
Yunan yönetimlerinin 1990’ların ikinci yarısından itibaren seçilmiş
Müftüler aleyhinde görev gaspı suçlamasıyla açmış oldukları ve mahkumiyetle
sonuçlanan davalar, iç hukuk yolları tüketildikten sonra AİHM’e taşınmış ve
AİHM, beş kez Yunanistan’ın AİHS’nin düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü
güvence altına alan 9. maddesini ihlal ettiğine hükmetmiştir.
Seçilmiş Müftüler üzerindeki baskılar sürmektedir. Seçilmiş Müftüler,
Müftülük makamını gasp suçlamasıyla adli süreçlere maruz kalmaktadır.
Yunan Parlamentosu, “240 İmam Yasası” olarak bilinen, seçici bir kurul
kanalıyla camilere, okullara, Müftülüklere “Din Görevlisi/Din Öğreticisi”
görevlendirilmesini öngören 3536 sayılı yasayı, Azınlığın, Lozan
Antlaşması’yla sağlanan inanç özgürlüğü alanındaki otonomisine müdahale
teşkil ettiği cihetle karşı çıkmasına rağmen, 2013 yılında kabul etmiş ve
uygulamaya koymuştur.
Vakıflar:
1967 yılında göreve gelen Cunta Yönetimi, Lozan Antlaşmasının 40. maddesi (
Batı Trakya Türk Azınlığı’nın giderlerini kendileri karşılamak üzere,
her türlü hayır kurumu, dinsel ve sosyal kurum, her türlü okul ve buna
benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek, denetlemek ve
buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini
serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olması
) hilafına, seçimle işbaşına gelmiş olan Gümülcine ve İskeçe Türk Cemaati
Vakıfları İdare Heyetlerini azletmiş ve bu heyetlere kendi belirlediği
kişileri tayin etmiştir. Halihazırda Batı Trakya’daki Azınlık vakıflarının
tamamının yönetim kurulları, soydaş toplumun hür iradesini en alt seviyede
yansıtabileceği kurumlar olmasına rağmen, buna imkan verilmeyerek yönetim
kurulları üyeleri Yunan makamları tarafından yapılan atamalarla
belirlenmektedir.
Azınlığın 1967 yılından itibaren yönetiminde söz hakkına sahip bulunmadığı
vakıflarına tahakkuk ettirilen gelir ve emlak vergilerinin yüksekliği
nedeniyle vakıf malları, vergi borçları nedeniyle ipotek altına alınmıştır.
Yunan Parlamentosu tarafından 27 Mart 2007 tarihinde kabul edilen yasa ile
getirilen vergi affı, sorunları çözememiş olup, vakıflar geçmişten
kaynaklanan borçlar nedeniyle halen baskı altındadır.
19. madde mağdurları/Yunan vatandaşlığından çıkartılan Azınlık
mensupları:
1955 tarihli Yunan Vatandaşlık Yasası'nın 1955 ile 1998 yılları arasında
yürürlükte olan “
Yunan kökenli olmayan bir kişinin geri dönme niyeti olmadan
Yunanistan’ı terk etmesi halinde, Yunan vatandaşlığını yitirdiği ilan
edilebilir
’’ şeklindeki 19. maddesi işletilmek suretiyle, genellikle gıyaben yapılan
idari tasarruflarla, çoğunluğunu Batı Trakyalı soydaşlarımızın oluşturduğu
onbinlerce kişi vatandaşlıktan çıkartılmıştır.
Yunanistan İçişleri Bakanlığı, 19. madde çerçevesinde Yunan vatandaşlığını
kaybedenlerin sayısını 46.638 olarak açıklarken, ECRI (Irkçılığa ve
Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu), 24 Şubat 2015 tarihinde yayınlanan
Yunanistan hakkındaki raporunda, sözkonusu rakamın 60.000 olduğunu
kaydetmiştir.
Yunan vatandaşlığını kaybeden soydaşlarımızın bir kısmı Türk
vatandaşlığına, bazıları ise yaşamakta oldukları Batı Avrupa ülkelerinin
vatandaşlığına geçmişlerdir. Halen 19. madde mağdurları arasında “vatansız”
statüsünde soydaşlarımız dahi bulunmaktadır.
Yunanistan vatandaşlığından çıkarılan BTTA mensupları, aynı zamanda AB
vatandaşı olarak sahip olmaları gereken haklardan da mahrum kalmışlardır.
Sözkonusu madde, 1998 yılında yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, 19.
madde mağdurlarının tekrar Yunan vatandaşlığına alınmalarını sağlayacak ve
soydaşlarımızın mağduriyetlerini “geriye dönük” olarak giderecek özel bir
düzenleme öngörülmemiştir.
Siyasi temsil düzeyi:
Merhum Dr. Sadık Ahmet, ilk kez 1989’da, bilahare 1990 yılında yapılan
erken seçimler sonucunda Yunanistan Parlamentosuna bağımsız Azınlık
Milletvekili olarak girmiştir. Ancak, Yunanistan’da Seçim Yasası’nda 24
Ekim 1990 tarihinde yapılan bir değişiklikle getirilen %3'lük ülke barajı
uygulamasının bağımsız adaylar için de geçerli olması nedeniyle, BTTA’nın
Yunanistan Parlamentosu’na, bağımsız temsilci gönderme imkanı fiilen
elinden alınmıştır.
Dr. Sadık Ahmet’in 1991 yılında kurduğu, Azınlığın Dostluk Eşitlik Barış
(DEB) Partisi, 25 Mayıs 2014 tarihinde düzenlenen ve ilk defa katıldığı
Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde, Rodop ve İskeçe illerinde sırasıyla
% 42 ve % 26 oy oranlarıyla birinci parti; Rodop, İskeçe, Meriç, Kavala ve
Drama’yı içine alan Doğu Makedonya Trakya bölgesinde ise % 12.23’lük oy
oranıyla üçüncü parti olmuştur. Ancak, %3’lük ülke seçim barajı nedeniyle
AP’ye temsilci gönderememiştir. DEB Partisi, 2019 ve 2024 AP seçimlerine de
katılarak seçimlerdeki başarısını yinelemiş, Rodop ve İskeçe illerinde
birinci parti olmuştur.
Seçimlerdeki % 3'lük ülke barajı uygulamasının bağımsız adaylar için de
geçerli olmasından ötürü BTTA mensuplarının milletvekili seçilebilmeleri
için diğer siyasi partiler tarafından aday gösterilmeleri zorunluluğu
ortaya çıkmıştır. Son olarak, 15 Haziran 2023 tarihinde yapılan genel
seçimlerde,
2’si İskeçe, 2’i Rodop ilinden olmak üzere,
toplam 4 Azınlık mensubu farklı siyasi partilerden parlamentoya girmiştir.
B. ONİKİADALAR’DA YAŞAYAN SOYDAŞLARIMIZ
Yunan makamları, 1923 yılında Lozan Barış Antlaşması imzalandığında
Onikiadalar’ın İtalyan yönetimi altında bulunduğu gerekçesiyle, Rodos ve
İstanköy Adaları’nda yaşayan soydaşlarımıza azınlık statüsü tanımamaktadır.
Rodos ve İstanköy Adaları, 1912 yılında İtalya tarafından ilhak edilmiş,
1947 yılında ise Paris Barış Antlaşması uyarınca Yunanistan’a
devredilmiştir. Yunanistan’ın Onikiadalar’ın yönetimini devralmasının
ardından çıkarılan 517/1947 sayılı Kanun ile mevcut İtalyan yasalarının ve
düzenlemelerinin Yunan mevzuatına aykırı olmadığı sürece geçerliliğini
sürdüreceği kabul edilmiştir.
İtalyan mevzuatı, İslam Cemaati ve Vakıf idarelerinin hak ve yetkilerini
belirlemiş, Başkan ve Yönetim Kurullarının oluşturulmasını ayrıntılı bir
şekilde saptamış ve Cemaat, Vakıflar ile Müftülük’ten oluşan üçlü bir
sistemi, bu unsurların birbirlerini denetleyeceği bir şekilde
yapılandırmıştır. 1965 yılına kadar aynen yürürlükte kaldığı bilinen ve
“Onikiadalar Hukuku” olarak anılan bu mevzuat, sonradan tedricen uygulanmaz
olmuştur. Onikiadalar’da yaşayan soydaşlarımızın bu durumdan kaynaklanan
hak kayıpları sözkonusudur.
20. yüzyılın başlarında Onikiadalar’daki Türk nüfusun 20.000 civarında
olduğu bilinmektedir. Ancak, iş kurma ve gayrımenkul satın almalarına izni
verilmemesinden dolayı 1950’den sonra adalardan ayrılmak zorunda kalan Türk
soylulara Rodos’a tekrar dönmeyeceklerine dair belge imzalatılmış; 1967
yılında Yunanistan’da cuntanın yönetime gelmesiyle, Kıbrıs’la ilgili
gelişmelerin de etkisiyle, Rodos ve İstanköy’de yaşayan soydaşlarımız
üzerindeki baskılar artmış ve 1974 yılında adalardan göç edenlerin sayısı
en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Keza, 1955-1998 yılları arasında, Yunan
Vatandaşlık Kanunu’nun 19. maddesi nedeniyle birçok soydaşımız Yunan
vatandaşlığını kaybetmiştir. (
Daha fazla bilgi için “Batı Trakya Türk Azınlığı/19. madde
mağdurları/Yunan vatandaşlığından çıkartılan azınlık mensupları”
bölümüne bakınız.
) Bu gelişmeler neticesinde, günümüzde Rodos ve İstanköy’de yaşayan
soydaşlarımızın sayısının 6.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
1970 yılında çıkartılan ve “Katalipsis” olarak bilinen, on yıl içerisinde
tapu dairesine bildirilmeyen taşınmaz mal ve mülklerin hazineye intikal
edeceği hükmünü içeren kanun, vatandaşlıktan çıkartılmış ve Yunanistan’a
girmelerine izin verilmeyen soydaşlarımıza ait malların da gasp edilmesine
gerekçe sağlamıştır.
Etnik kimliğin inkârı: Yunanistan, Batı Trakya’da olduğu
gibi, Rodos ve İstanköy’deki soydaşlarımızı da ‘Müslüman’ nüfus olarak
tanımlamakta; ‘Türk’ veya ‘Azınlık’ nitelendirmesini içeren dernekleri
tescil etmemektedir.
Anadilde eğitim veren okulların kapatılması: 1972 yılında,
Rodos’ta Türkçe ve Yunanca eğitimin verildiği Süleymaniye Medresesi dâhil
üç çift dilli okul, İstanköy’de ise, iki çift dilli okul herhangi bir
gerekçe gösterilmeden kapatılmıştır. Bu nedenle, şu anda Onikiadalar’da
Türkçe olarak eğitim verilen okul bulunmamaktadır.
Dini özgürlükler alanındaki kısıtlamalar: Onikadalar 1947
yılında Yunanistan’a bağlandıktan sonra Rodos Müftüsü görevini yapmaya
devam etmiştir., Rodos Müftüsü 1961 yılında, halefi ise 1974 yılında vefat
etmiş, ardından Rodos Müftü Naibi, 1990 yılındaki vefatına kadar görev
yapmıştır. Ancak, 1990 yılından bu yana Müftülük makamı bütünüyle boş
kalmış olup müftülük kurumu ortadan kaldırılmıştır. Onikiadalar’daki
soydaşlarımız, imamlarını bile seçme hakkından mahrum bırakılmaktadır.
Rodos’ta tek cami (İbrahim Paşa Camii) Cuma namazlarına ve ikindi
namazlarına açık olup, İstanköy’de de keza ibadete açık tek cami (Cezayirli
Hasan Paşa Camii) bulunmaktadır.
Vakıfların durumu:Rodos Türklerini temsil eden Cemaat-i
İslamiye (İslam Cemaati İdaresi), Evkaf (Vakıf) İdaresi’nin üzerinde
denetleme yetkisini haiz bir konumdayken, İslam Cemaati Başkanı Ziyaettin
Pekmezci’nin 1980 yılında Evkaf İdaresi Başkanlığına atanmasıyla, Cemaat
İdaresi fiilen ortadan kaldırılmıştır. Günümüzde Evkaf İdaresi de Yunan
Devleti’nin mutlak denetimi altında bulunmaktadır. İslam Cemaati
İdaresi’nin ortadan kaldırılması sürecine paralel olarak, Yunan Devleti
Rodos ve İstanköy’de yaşayan soydaşlarımıza ait vakıflara müdahalede
bulunmaya başlamıştır.
1967 yılından itibaren cemaat ve vakıf idaresini kontrol etmek amacıyla
Yunan makamlarınca, vakıfların yönetim kurullarına Hükümet murahhası
atanmaya başlanmıştır. Ayrıca, vakıf geleneğinde vakıf mallarının satılması
uygulaması tercih edilmemesine rağmen, birçok vakıf malı Yunan makamlarınca
atanan vakıf idarecileri tarafından gereksiz yere bağışlanmış veya
değerlerinden daha düşük bir fiyata satılmış; satışa çıkarılan vakıf
mallarının soydaşlarımız tarafından alınabilmesinin önüne geçilmek için ise
soydaşlarımızın bu konuda açılan ihalelere katılmaları yasaklanmıştır.
Diğer yandan, ağır vergi borçları altına giren vakıfların, sahip oldukları
mülkleri onarma imkanı bulunmamaktadır.
C. YUNANİSTAN’DAKİ ORTAK KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASI
Yunanistan’da çok sayıda Osmanlı tarihi eseri ve cami bulunmaktadır. Ancak,
zaman içinde birçok eser, gerekli bakım ve onarım yapılmadığı için
varlıklarını sürdürememiştir. Son yıllarda, Yunan makamlarınca atılan bazı
olumlu adımlara karşın, Yunanistan’da ortak kültürel miras gerektiği gibi
korunmamaktadır.
Bazı durumlarda, Yunan makamları tarafından restorasyon çalışmaları yapılsa
da bu çalışmalar sırasında kültürel varlığın karakteri bozulmaktadır. Yunan
makamları, Türk makamları ile işbirliği halinde tarihi Osmanlı eserlerinin
restorasyonuna sıcak bakmamaktadır.
Batı Trakya Türk Azınlığı ile Onikiada Türklerinin, vakıflarını idare etme
haklarından mahrum tutulmaları da, kültürel varlıklarını koruma yönündeki
çabaları olumsuz etkilemektedir.