Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi ve Türkiye'de Örnek Uygulama "Konya Karapınar"
Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi ve Türkiye'de Örnek Uygulama "Konya Karapınar"

Barçın AĞCA

Haziran 1992 tarihinde Rio de Janeiro'da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda alınan kararlar çerçevesinde, BM Örgütü uluslararası bir sözleşme hazırlanması için Hükümetlerarası Müzakere Komitesi kurulmasını kararlaştırmıştır. Bu Komite'nin çalışmaları ile Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi hazırlanmıştır. Sözleşme'yi Paris'te 14-15 Ekim 1994 tarihinde Türkiye adına dönemin Çevre Bakanı imzalamış ve yürürlük maddesi uyarınca, 50 ülke tarafından onaylamasından sonra 26 Aralık 1996'da resmen yürürlüğe girmiştir. Bugüne kadar sözleşmeye 172 ülke taraf olmuştur.

Sözleşme 21 Kasım 1996 tarihinde TBMM Çevre Komisyonu'ndan geçerek, TBMM'nde 11 Şubat 1998 tarih ve 4340 No'lu kanunla kabul edilmiş; 14 Şubat 1998 tarih ve 23258 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Onay işlemi Sekretarya'ya bildirilmiş ve Türkiye 31.08.1998 tarihinden itibaren resmen taraf olmuştur.

Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi, ülke liderlerinin 1992 yılında Rio'daki Dünya Zirvesi'nde kabul etmiş oldukları çölleşme tanımını kabul etmektedir. Bu tanım, hem iklim şartlarını hem de insanların faaliyetlerini sebep göstermekte ve "çölleşme; fiziksel, biyolojik, siyasi, kültürel ve ekonomik faktörler arasındaki karmaşık bir bileşim sonucu ortaya çıkar" fikrini benimsemektedir.

Öncelikli olarak, Afrika'daki çölleşmeye maruz ülkeler için hazırlanan Sözleşme'nin amacı, ciddi kuraklık ve çölleşmeye maruz ülkelerde sürdürülebilir bir gelişmenin sağlanmasına katkıda bulunmak üzere, uluslararası düzeydeki etkin önlemler yoluyla çölleşme ile mücadele edilmesi ve etkilerinin hafifletilmesidir.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)'nun desteğiyle genişletilen Sözleşme kapsamında Afrika, Asya, Latin Amerika ve Karaibler ile Kuzey Akdeniz Bölgesi olmak üzere 4 adet ek konulmuştur. Ülkemiz 4. ek olan Kuzey Akdeniz Bölgesi Uygulama Eki'nde yer almaktadır.

Sözleşme'nin temel yükümlülüklerinden ve uygulanması ile ilgili çalışmalardan bazıları; Ulusal Eylem Programı'nı hazırlamak, öncelikleri tespit etmek ve Bölgesel Eylem Programları'nın hazırlanmasında işbirliği yaparak katkıda bulunmak, çölleşme ve kuraklıkla mücadele amacıyla gereken çalışmalara öncelik vermek ve bu amaçla bütçeden uygun finans kaynaklarını tahsis etmek, sürdürülebilir kalkınma plan ve stratejilerine entegre etmek, çalışmalarda sivil toplum örgütlerinin, yerel halkın, özellikle de kadın ve gençlerin bilinçlendirilmesi ve katılımını sağlamaktır.

30 Kasım-11 Aralık 1998 tarihleri arasında Dakar'da yapılan Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi II. Taraflar Konferansı'na ülkemizden, ilk kez taraf ülke olarak katılım sağlanmıştır.

Ardından, 8-9 Temmuz 1999 tarihleri arasında Bolu/Gölköy'de ilgili kurum, kuruluş, üniversite ve gönüllü kuruluşların katılımı ile "Türkiye Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Ulusal Eylem Programı" başlıkları oluşturulmuştur. Ayrıca, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile Çevre Bakanlığı arasında imzalanan "Çevre ve Kalkınma Ulusal Programı" projesi altında, Ulusal Eylem Programı hazırlanması, Ulusal Çevre Fonu tasarlanması hususları ele alınmış, Ulusal Eylem Programı'nın kırsal alanlarda uygulanması için küçük ölçekli pilot projelerin tasarlanmasını ve uygulanmasını hedefleyen "Çölleşme ile Mücadele Ulusal Girişimi Programı" kabul edilmiştir.

Sözleşme'nin belirlenen hedefleri doğrultusunda yerel, ulusal, bölgesel, alt-bölgesel ve uluslararası ölçekte etkin olarak yürütülmesi, ulusal, alt-bölgesel ve bölgesel eylem programlarını hazırlamak ve ortak projeler geliştirmek amacıyla Bakanlığımız, Çevre Bakanlığı, Orman Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü'nün katılımlarıyla Sözleşme'nin öngördüğü, ancak yasal statüsü olmayan "Ulusal Koordinasyon Birimi" oluşturulmuştur.

Sözleşme'nin III. Taraflar Konferansı 15-26 Kasım 1999 tarihleri arasında Brezilya'nın Recife kentinde, IV. Taraflar Konferansı 11-22 Aralık 2000 tarihleri arasında Bonn'da ve V. Taraflar Konferansı ise 1-12 Ekim 2001 tarihleri arasında Cenevre'de gerçekleştirilmiş olup, ülkemizden her üç toplantıya da katılım sağlanmıştır.

2000 yılı başlarından itibaren sözleşmenin öngördüğü üzere Çevre Bakanlığı'nın koordinasyonunda ilgili kurumlar ile birlikte ÇMS Ulusal Raporu hazırlıklarına başlanmış ve aynı yıl içerisinde ilgili kurumların katkısıyla sözkonusu Ulusal Rapor tamamlanarak, 19 Mart-6 Nisan 2001 tarihleri arasında Bonn'da düzenlenen "Ad-Hoc Çalışma Grubu Ara Toplantısı"nda sunulmuş ve çölleşme alanında ülkemizde yapılan çalışmalar birçok katılımcı ülke tarafından en iyi uygulamalar olarak değerlendirilmiştir.

Dünyada toprakları en fazla erozyona uğrayan Güney, Güneydoğu Asya kuşağı içinde yer alan ve %46'sı 1000-2000 m. yükseklikte, %63'ü meyilli ve engebeli olan ülkemizde gerçek anlamda çöl bulunmamaktadır. Ülkenin zirai potansiyeli yüksek, önemli bir kesiminde yarı kurak iklim şartlarının hüküm sürdüğü ve bu kesimlerde yoğunlaşmak üzere, yanlış arazi kullanımları ve aşırı faydalanmalar sonucu meydana gelmiş çöl ve çöl benzeri birçok sahalarımızın bulunduğu bir gerçektir. Ülkemiz gerek sahip bulunduğu yarı kurak iklim koşulları ve gerekse engebe durumu itibariyle duyarlı bir ekosistemler kuşağı üzerinde bulunmaktadır. Dünya Çölleşme Tehlikesi Haritası'nda da Orta Anadolu ve çevresi olmak üzere Türkiye'nin önemli kesiminin "çölleşmeye çok fazla ve fazla duyarlı" olarak gösterildiği görülmektedir. Nitekim, Konya/Karapınar olayı da bunu teyid etmiş bulunmaktadır. Aşırı otlatmalar, yakacak için otsu bitkilerin köklenmesi, tarıma elverişli olmayan bu sahaların sürülerek makinalı tarım altına alınması, hassas olan dengeyi alt üst etmiş, beş on yıl gibi kısa sürede tipik bir çöl görünümü ve ona ilişkin sorunlarla karşı karşıya kalınmıştır.

Konya-Karapınar Uygulaması

Rüzgar Erozyonunun Doğuşu

Konya'ya bağlı 2675 km2 yüzölçümlü ve 42259 nüfuslu Karapınar 1960'lı yıllarda şiddetli rüzgar erozyonu nedeniyle göç tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. 43.000 dekar alanda kumların rüzgarla taşınması sonucu toz bulutları oluşmuş, kumul ve tepeleri yükselmiş, tarım arazileri verimliliğini yitirmeye başlamıştır. Ayrıca, iş makineleri ve taşıtlar çalışamaz duruma gelmiş, toz ve kum fırtınalarından kaynaklanan solunum yolu hastalıkları baş göstermeye başlamıştır. Rüzgarla birlikte kalkan toz bulutları Konya-Adana karayolunda trafiği olumsuz etkilemiş ve zaman zaman yolun kapanmasına neden olmuştur. Bu olumsuz koşullar bölge halkını tümüyle göç etmeye, Karapınar'ı ve yerleşim yerlerini terk etmeye zorlamıştır.

Karapınar'da Rüzgar Erozyonunun Nedenleri :

o Karapınar yöresinin eski bir göl yatağı olması ve tabanındaki kumulların zamanla gölün kuruması nedeniyle yüzeye çıkması (Kumulların içinde hala yer yer deniz hayvanları kabuklarının bulunması bu görüşü doğrulamaktadır),

o Bölgenin iklim yönünden son derece kurak ve sıcak olması (Yıllık yağış 260-280 mm, yıllık ortalama sıcaklık 11-12 C civarındadır),

o Yörede özellikle küçükbaş hayvancılığın yaygın olması nedeniyle, dipten ve ağır otlatma sonucu meraların tahrip olması,
o Meralarda hayvanların tüketmediği fakat toprağı tutucu özelliği olan bazı bitkilerin (geven, tapir, sığır kuyruğu, vb.) yöre halkı tarafından yakacak olarak kullanmak amacıyla sökülmesi sonucu meraların tahrip edilmesi,

o Nadas-hububat ziraatinde toprağı tam devirerek işleyen soklu-diskli pulluklar ile toprağı parçalayan diskharrow gibi aletler kullanılması.

Rüzgar Erozyonu Mücadelesi

Karapınar'da rüzgar erozyonu mücadelesi ilk aşamada 160.000 dekarlık sahanın tel çit ile çevrilerek kontrol altına alınmasıyla 1962 yılında başlamıştır. Bölgedeki çalışmalar günümüze değin aralıksız olarak sürdürülmektedir. 130.000 dekarlık alanda kontrol, üretim ve araştırma çalışmaları yapılmaktadır.

Kumul Tepeleri Sahası (43.000 dekar)

Karapınar'ın 7 km güneybatısında 43.000 dekarlık birinci derecede erozyon etkisi görülen arazi üzerinde ıslah çalışmaları yapılmaya devam etmektedir. Bu arazi tamamen çöl görüntüsüne bürünmüş ve hiçbir bitki örtüsü kalmamıştır. 40-45 metre yüksekliğinde, 50-60 metre eninde ve 250-300 metre uzunluğunda hilâl şeklinde kumul tepeleri oluşmuştur. En hafif rüzgar hareketlerinden bile etkilenen kumullar, şiddetli rüzgarlar estiğinde 15.000 dekarlık bazalt kayalarla kaplı Ketir Tepesi'ni aşarak Karapınar ilçesini tehdit eder olmuştur.

Öncelikle bu alanın kontrol altına alınması ve ıslah edilmesi için iki aşamalı bir çalışma yapılmıştır:

1. Fiziki Önlemler (Kamış perde tesisi):

Bitki örtüsünden yoksun ve rüzgar etkisiyle hareket edecek özellikteki kumul tepeleri üzerine rüzgarın hızını kıracak, hareketini önleyecek kamış perdeler tesis edilmiştir. Kamış perdeler, hakim rüzgar yönüne dik olmak üzere 1.5-2.0 metre yüksekliğinde ve iki perde arası mesafe 12-20 metre (perde yüksekliğinin 8-10 katı) ara ile tesis edilmiştir. Perdeler alt ve üst ucundan 40 cm kalacak şekilde iki sıra tel ile örülmüş ve araziye tespit yapılırken her iki metrede bir tahta kazıklarla sabitleştirilmiştir.

2. Kültürel Önlemler:

a) Otlandırma: Kumul tepeleri üzerinde oluşturulan kamış perdeler ile rüzgarın hızı kısmen kesildikten ve kum hareketi durdurulduktan sonra perdelerin arası otlandırılmaya başlanmıştır. Burada amaç toprak yüzeyini iyice kapatmak ve kum hareketini tamamen durdurmaktır. Bu çalışmalarda; yöre meralarından toplanan tabancı ot tohumları ile birlikte, sıcağa ve kurağa dayanıklı kum çavdarı (Scale sp.), otlak ayrığı (Agropyron cristatum) ve yüksek otlak ayrığı (Agropyron elongatum) gibi kültür bitkileri de yaygın olarak kullanılmıştır.

b) Ağaçlandırma: Kamış perdeler arası otlandırıldıktan sonra toprak hareketini tamamen durdurmak amacıyla kalıcı önlem olarak ağaçlandırma çalışmalarına geçilmiştir. Ağaçlandırma çalışmalarında yöreye has ve kurağa dayanıklı olan, iğde, akasya, dişbudak, karaağaç ve akçaağaç çeşitleri kullanılmıştır.

Hareketli Kumul Sahası (40.000 dekar)

Bu alanın eskiden çok kaliteli bir mera olduğu bilinmektedir. Meraların yanlış kullanımı, aşırı otlatma, yakacak olarak çalı formundaki bazı bitkilerin sökülmesi, tarla arazisi durumuna getirilmesi, arazinin kabiliyetlerine göre kullanılmaması ve yanlış toprak işleme aletlerinin kullanılması gibi nedenlerden dolayı bu alan tahrip olmuş ve erozyona açık hale gelmiştir.

Bu durumdaki arazi, ıslah çalışmaları kapsamındaki öncelikle, tel çit ile çevrilmiş, hayvan ve insan etkisi ortadan kaldırılınca mevcut bitkiler doğal olarak çoğalmış ve ekilen yeni bitkilerle toprak yüzeyi kapatılarak erozyon etkisi ortadan kaldırılmıştır.

Erozyona Duyarlı Düz Araziler (32.000 dekar)

Bu saha, üzerinde hiçbir bitki örtüsü bulunmayan, zamanında kuru tarım yapılmış ancak erozyon nedeniyle terkedilmiş tarım arazileridir. Bu bölgenin 10 000 dekarlık kısmında yapılan erozyon önleme çalışmaları başarılı olunca yöre halkı terk ettiği topraklarına geri dönmüş ve kontrollü tarım yapılmaya başlanmıştır.

Bu sahanın 20.000 dekarlık diğer bölümünde ise hakim rüzgarlara dik yönde olmak üzere 40-60 metre genişliğinde nadas-hububat şeritvari ekim yöntemiyle tarım yapılmaktadır. 2.000 dekarlık deneme arazisinde ise meyvecilik ve fidan üretimi yapılmaktadır.

Ketir Tepesi Sahası (15.000 dekar)

İlçenin hemen güneybatısından başlayıp kumul tepelerine kadar uzanan 15.000 dekar büyüklüğünde ve bazalt kayaları ile kaplı sahadır. Çok önceleri ağaçlarla kaplı olduğu söylenen bu bölgede ıslah çalışmalarına başlandığı sırada tek bir ağaç bile bulunmamaktaydı.

Erozyon önleme çalışmaları ile birlikte kum hareketi durdurulunca doğal flora yeniden canlanmış, karaçalı, yabani badem ve böğürtlen gibi bitkiler gelişmiş, ayrıca çalışmalar sırasında tepe eteklerine 700.000 adet badem ile çok sayıda çam ve sedir dikilmiştir.

Sonuç itibariyle, Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi çerçevesinde, etkilenen ülkeler, çölleşme ile kuraklığın etkilerinin azaltılmasına öncelik vermeli ve şartlara göre gereken kaynakları temin etmeli, bunun için, sürdürülebilir kalkınma planları ve/veya politikaları çerçevesinde stratejiler ve öncelikler geliştirmelidir. Çölleşmeye yol açabilecek sosyo-ekonomik faktörlere önem vererek, etkilenen bölgedeki halkın, özellikle kadınların katkılarını sağlayacak bir bilinçlendirme ortamı oluşturulmalıdır. Konu ile ilgili mevcut yasalar gözden geçirilmeli, gerekli görüldüğünde yeni düzenlemeler yapılmalı, uygun bir çalışma ortamı sağlanmalı ve uzun vadeli eylem programları oluşturulmalıdır.

Bütün bu çalışmalarda başarıya ulaşmak ve sözleşmenin hedeflerine varabilmek için ilgili tüm bakanlıklar, kurum, kuruluşlar, üniversiteler ve gönüllü kuruluşlarla ortak faaliyetler yapmak ve projeler geliştirmek zorunluluğu söz konusudur.

Dipnotlar
1- Su Danışmanı, Ekonomik İşler Genel Müdürlüğü, Dışişleri Bakanlığı