Uluslararası Alanda Ortaya Çıkan Korumacı Eğilimler Küreselleşme Sürecini Etkiler Mi?

Dr. Mustafa DURAN (*)

1- Korumacı Girişimler

Son dönemlerde bazı gelişmiş ülkelerde küresel boyutta şirket evlilikleri ve satın almalarda (M&A) ülkeler ve firmalar arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır. Küreselleşmenin baş döndürücü bir hızla ilerlediği bir dönemde, bazı ülkelerin korumacı tutumu dünya kamuoyunda yeni bir takım tartışmaları gündeme taşımıştır.

Küreselleşmede yeni bir U dönüşümü mü yaşanıyor? Küreselleşme gelişmiş hakim ülkelerin aleyhine mi döndü? Bu tür eğilimler domino etkisi yaparak diğer ülkelere de sıçrar mı? Korumacılık sadece birkaç sektörle mi sınırlı, yoksa daha da yaygınlaşma ihtimali var mı? gibi sorular akademik alanda, politik platformlarda ve işdünyasında tartışılmaya başlanmıştır.

Yaşanan cari tartışmaların boyutu ile kısa ve orta vadede alabileceği şekli yorumlayabilmek için ana başlıklar altında, tartışma alanlarını ve tarafların konuya ilişkin görüşlerini incelemekte yarar bulunmaktadır.

Fransız-Arcelor & Hintli-Mittal: Hintli firma Mittal, Arcelor’u devralmak için 22.3 milyar dolar teklif sunmuştur. Şirket evliliğinin gerçekleşmesi halinde, ortaya çıkacak yeni şirketin piyasa değerinin 40 milyar dolara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Fransız, Lüksemburglu, Belçikalı ve İspanyol çelik üreticilerinin birleşmesiyle oluşan Arcelor, Mittal’den gelen teklifi ilk aşamada kabul etmemiştir.

Mittal, takınılan olumsuz politik tutuma karşı Avrupa Birliği nezdinde girişimlerde bulunarak, korumacı tutumun AB'nin “liberal” ruhuna aykırı olduğunu ileri sürmüştür . (1)

Alman-E.On & İspanyol-Endesa: Alman enerji dağıtım şirketi E.ON, İspanyol enerji şirketi Endesa için 29.1 milyar avro (35 milyar dolar) civarında bir teklif sunmuştur. Net finansal yükümlülükler, karşılıklar ve azınlık hissedarlara çağrı maliyeti gibi diğer maliyetlerle birlikte işlemin toplam değerinin yaklaşık 55 milyar avro’ya ulaşacağı belirtilmektedir. Bu işlemin gerçekleşmesi halinde, dünyanın en büyük doğalgaz ve enerji şirketinin doğacağı tahmin edilmektedir.

İspanyollar, Endesa’yı bir Alman şirketine satma yerine, halen yüzde 100 devlet işletmesi olan Gas Natural ile birleştirmeyi tercih etmişlerdir (2). Gas Naturel, geçtiğimiz yıl, Endesa’yı almak için 22,5 milyar avro önermiş, ancak bu teklif kabul görmemişti.

Beş yıl önce, Alman elektrik ve gaz piyasasına atılan E.On, kısa süre içinde hızla büyüyerek, Avrupa’nın en büyük enerji tekeli haline gelmiş, Doğu Avrupa ve Rusya’da önemli yatırımlara girişmiştir.

Endesa’yı alacak şirket, özellikle Latin Amerika pazarında önemli paya sahip olacaktır. Endesa, ağırlıklı olarak Şili ve Arjantin olmak üzere Latin Amerika’nın bir numaralı enerji dağıtım şirketi konumundadır. İspanya ve Portekiz’deki elektrik piyasasının yüzde 45’ini elinde bulunduran Endesa’nın Fransa ve İtalya’da da yatımları bulunmaktadır.

İtalyan-Enel & Fransız-Suez: Alman ve İspanyol enerji firmaları arasında yaşanan kavgaya İtalyan ve Fransız enerji şirketleri de eklenmiştir. İtalyan enerji tekeli Enel, Fransız enerji şirketi Suez’i almak istediğini açıklayınca, Fransızlar bunun düşmanca bir teklif (hostile takeover) (3) olduğunu söyleyerek karşı atağa geçmişlerdir. Ülkenin iki büyük enerji şirketi Gaz de France (kamu kurumu) ile Suez’in, yabancı tekellerce ele geçirilmemesi için özel bir yasayla birleştirileceği ilan edilmiştir.

İtalyan Enel, Suez için 60 milyar dolar önerirken, Suez’in, GDF için 46 milyar dolar ödeyeceği açıklanmıştır.

Kurulacak GDF/Suez tekeli, E.On’dan sonra, yılda 64 milyar avro ciroyla, Avrupa’nın ikinci büyük enerji tekeli olacağı tahmin edilmektedir. Şu anda, AB pazarında GDF ikinci, Suez beşinci sırada yer almaktadır. Suez ile GDF arasındaki birleşme, Fransız ilaç sektöründe Sanofi-Synthelabo SA'nın Aventis SA'yı satın almasının ardından en büyük birleşme ünvanını da almış olacaktır.

ABD-UNOCAL & Çin-CNOOC: Çin’in üçüncü büyük petrol şirketi CNOOC, Amerika’nın California merkezli en büyük petrol şirketlerinden Unocal Corporation’ı satın alma yönünde bir teklifte (18,5 milyar dolar) bulunmuştur. CNOOC’un, Unocal’ı alma teşebbüsü Amerikan resmî ve iş çevrelerinde ciddi tartışmalara yol açmış ve Amerika’nın “ulusal güvenliği” açısından sakıncalar doğurabileceği gerekçesiyle satın alma girişimi başarısız kalmıştır.

ABD & BAE: ABD'nin Atlas Okyanusu doğu kıyılarında en işlek 6 büyük limanın işletmesine talip olan Birleşik Arap Emirlikleri Dubai firmasının girişimi Amerikan kamuoyundan yükselen yoğun tepki üzerine “ulusal güvenlik”' gerekçesiyle Kongre tarafından kabul edilmemiştir.


2- Suçlamalar & Savunmalar (4)

Özellikle, AB’de ülkeler ve şirketler arasında yaşanan tartışmalara her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. Demir çelik, enerji ve finans (5) sektöründe ülkeler “milli şampiyon”larını korumak istedikleri ve bu yönde çeşitli tedbirler (AB ruhuna aykırı da olsa) geliştirme peşinde koştukları görülmektedir.

Tarafların konuya ilişkin dile getirdikleri suçlamalar ve savunmalar kısaca aşağıda yer almaktadır:

İtalya: Avrupalı firmalar büyük boyutlara ulaşamazsa yok olur. Avrupa’da, “Pan-Avrupa” boyutunda organizasyonlar geliştirilebilirse, üretim kaynaklarına daha kolay ulaşmak mümkün olacaktır.

Toplulukta açık ve eşit kurallar olmalıdır. Yabancı şirketlerden çekinen İspanyol Endesa, Fransız Suez gibi bir çok şirket İtalya piyasasına çoktan girmişlerdir. İtalya, piyasasını açmıştır, imtiyaz değil sadece “karşılıklılık” beklemektedir. Piyasada oluşan ticari ilişkilere yapılan siyasi müdahaleler doğru değildir.

Konu, gerekirse Avrupa Adalet Divanına getirilecektir. Fransa, AB kurallarını çiğnemektedir. AB, Fransa’nın şirket birleşmelerine uygun olmayan bir müdahalesinin olup olmadığını araştırmalıdır.

Fransa: İki Fransız şirketinin birleşme kararı alması, enerji temininin güvenliği ve Fransız sanayiinde “şampiyon” oluşturma açısından son derece önemlidir. Yapılan işlem rekabet kurallarına uygundur. İtalyan şirketin teklifi düşmanca bir tekliftir, kabul edilemez.

Fransa’nın “korumacı” politikalar uyguladığı suçlamaları bütünüyle anlamsızdır (6). 2004 IMF verilerine bakılırsa, bunun böyle olmadığı görülür. Fransa, Almanya kadar, İtalya’nın üç katından daha fazla yabancı yatırım çekmiştir. Yabancı yatırımlar, Fransa’nın tüm yatırımlarının yüzde 42’sini oluşturmaktadır. Bu oran, İngiltere’de yüzde 36, Almanya’da 24, İspanyada 21, ve İtalya’da 13 dür. Fransa’nın yabancı sermayeye ülkesini kapattığına ilişkin görüşler kabul edilemez. Fransa’da çalışanların yedide biri yabancı sermayeli firmalarda çalışmaktadır. Bu oran, Almanya’dan da, İngiltere’den de, Hollanda’dan da daha yüksektir.

Almanya: Avrupa’da kıta çapında “endüstriyel şampiyon”lara ihtiyaç vardır. Üye ülkelerin kendi milli enerji firmalarını dışa karşı kapatmaları, AB tek Pazar özelliği itibariyle anlamsızdır. Ulusal çapta düşünmeden, Avrupa şampiyonlarını kabul ettiğimizde ve elektrik AB genelinde serbestçe dolaştığı zaman ancak “tek bir iç piyasa”ya sahip olabiliriz. Sınır ötesi iletişim hatları ve şirket evlilikleriyle tek bir elektrik ve gaz piyasası yaratma konusunda üye devletler anlaşamazsa, Avrupa enerji politikasının oluşturulması imkansızdır.

İspanya: Enerji sektöründe özel bir durum sözkonusudur. Enerji “stratejik” bir sektördür, sadece İspanya’da değil, diğer ülkelerde de böyle, Almanya’da da böyledir. İspanya açık bir ülkedir, ancak “stratejik sektörler”de tüm Avrupa ülkeleri arasında eşit olarak İspanya da kendini güvende hissetmek istemektedir.

Pazar kurallarına saygı gösterilecek, ancak İspanyol “milli çıkarları” da korunacaktır. Pazar önemli olmakla birlikte, İspanya için vatandaşlar daha da önemlidir. Almanya’nın büyük küresel bir enerji şirketi istemesini anlayışla karşılıyoruz. Fakat bunu İspanya da istiyor. Hükümet, hiçbir ölçü bildirmiyor, sadece pazarın kurallarının uygulanmasını ve oyunun kurallarına göre oynanmasını istiyor.

Hindistan: Küreselleşme çağındayız, sınır ötesi yatırımlar ve liberalleşme giderek yaygınlaşıyor. Bu çağda, hiçbir yatırımcı derisinin rengine göre değerlendirilemez. Eğer yatırımcının pasaportuna, rengine ve milliyetine bakılacak olursa, ulusal tavırları yeniden tanımlamak gerekir. Korumacılığın yeniden ortaya çıkmış olması, gelişmekte olan ülkeler açısından kötü bir örnek teşkil edecektir(7). Bir çok açıdan bugünün Fransa’sı, eski Sovyetler Birliğinin zirve döneminden bile daha “korumacı” bir konumdadır.

AB: Avrupa’nın 25 ayrı “mini enerji politikası” uygulaması mantıksızdır. Mini enerji piyasalarıyla küreselleşmeye karşı konulamaz. Küresel anlamda değerlendirildiğinde, AB’nin büyük ülkeleri bile enerji sektörü açısından çok küçük kalmaktadır. Avrupa için tek bir elektrik ve gaz piyasası olması gerekir. Bunu gerçekleştirdiğimiz takdirde ancak küreselleşmeyle başa çıkabiliriz.

Sınır ötesi şirket evliliklerini engellemek, bunların rekabet edebilirliklerini de engellemek anlamına gelecektir. AB ülkeleri, pazarlarını diğerlerinden korumaya yönelik uygulamalardan kaçınmalıdır. Üye ülkelerin aralarında bariyerlerin bulunması durumunda Birlik ilerleme kaydedemeyecektir. Bu, Avrupa’nın geleceği için iyi bir sonuç doğurmayacaktır. “Ekonomik nasyonalizm olamaz” demek Birliğin görevidir. Ekonomik “nasyonalizm” geleceğin Avrupa’sını oluşturamaz. Sürdürülebilir, rekabet edilebilir ve güvenli piyasalar rekabete açılmadan sağlanamaz. Korumacı ve ulusalcı duruş AB ve üye ülkeler için negatif bir görüntüdür. Mevcut sorunlar “milliyetçi mantıkla” çözülemez. Avrupa’yı güçlü kılacak şey, ekonomik entegrasyon ve kurallara kesin saygıdır. Bariyerler kaldırıldıkça Avrupa ilerleyecektir. Komisyonun görevi, bunu taraflara hatırlatmaktır.

Doğru bir rekabetçi piyasa yaratmak istiyorsak milliyetçiliği ve korumacılığı bırakmalıyız. Vatanseverlik (patriotism) ve milliyetçilik Avrupa’da enerji piyasasını bloke etmemelidir. Birlik olarak, Avrupa’nın açık, liberal enerji piyasalarına zarar verici, duygusal hislere dayalı haksız müdahalelere izin verilmeyeceğini garanti etmeliyiz. AB, hükümetleri korumacılığın diğer ülkelere “negatif domino etkisi” yapmaması için uyarmalıdır.

Birlik içindeki bu tartışmalar, Rusya gibi enerji arz eden ülkelere karşı AB’nin elini zayıflatmıştır. Avrupa’nın, kendi içinde yaşadığı bu tartışmalardan sonra, Rusya’dan enerji piyasasını liberalleştirmesini istemesi zorlaşmıştır (8).

3- Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu

80’li yıllardan bu yana dünya ekonomisi giderek entegre olmuştur. Bir taraftan ulaşım ve haberleşme maliyetlerinin azalması (9) ve bilgi teknolojilerinin (IT) yaygınlaşması ülkeler arası “uzaklık” kavramının öneminin azaltmış, diğer taraftan yabancı doğrudan yatırımlar, sermaye akımı, güçlü ticaret hacmi ve teknoloji transferi ciddi oranda artmıştır.

Hızlı küreselleşmenin istihdam, gelir dağılımı, refah ve kalkınma üzerindeki etkileri açısından bir çok ülkede bazı kaygılar da ortaya çıkmıştır. Önceleri bu tür kaygılar daha çok gelişmekte olan ülkelerdeki “korunan sektörlerde” ortaya çıkacak üretim ve istihdam kaybı açısından dile getirilirken, son yıllarda küreselleşmenin özellikle büyüme ve istihdam üzerindeki olumsuz etkileri daha çok gelişmiş ülkelerde tartışmalara konu olmaktadır.

Cari tartışmaların ortaya çıkardığı sorunların derinliği ve boyutunu yorumlayabilmek için uluslararası alanda yaşanan sermaye hareketlerine, ticaretin gelişimine, şirket satın almalarına, özelleştirme programlarının genel düzeyine, hızına ve yönüne bakmakta yarar vardır.

Doğrudan Yabancı Yatırımlar: 80’li yıllarda uluslararası alanda hız kazanan sermaye dolaşımı günümüzde çeşitlenerek, yaygınlaşarak ve artarak devam etmektedir. Sermaye hareketlerinin gelişmiş ülkelerin kendi aralarında, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere, son zamanlarda ise gelişmekte olan ülkelerden de gelişmiş ülkelere doğru çok çeşitli yol ve yöntemler izlediği görülmektedir.

Küreselleşmenin boyutlarını daha yakından görebilmek için uluslararası alanda hareket eden doğrudan yabancı yatırımların (DYY) miktarına kısaca göz atmakta yarar vardır: 

- 2005 yılı itibariyle, dünya genelinde gerçekleşen doğrudan yabancı yatırımlarının miktarı (stok olarak) 10 trilyon doları aşmıştır. 70 bini aşkın çokuluslu büyük şirket ve bunlara bağlı 690 bin branşın yarattığı 20 trilyon dolarlık toplam satış tutarı bulunmaktadır.

-  Uluslararası alanda en aktif şirketlerin başında, General Elektrik (ABD), Vodafone (İngiltere), Ford Motor (ABD) firmaları yer almaktadır. 

-  2005 yılı itibariyle, doğrudan yabancı yatırım miktarı yıllık bazda 900 milyar dolara ulaşmıştır.

- Projeksiyonlarda, gelişmekte olan ülkelerden Asya ve Güneydoğu Avrupa en çok potansiyele sahip bölgeler olarak görülürken, gelişmiş ülkelerden Amerika en çok potansiyele sahip ülke gözükmektedir. Gelişmiş Avrupa ülkeleri ise düşük potansiyelli bölgeler arasında yer almaktadır. En çok DYY potansiyeline sahip ülkeler arasında; Çin, ABD, Hindistan, Rusya ve Brezilya sıralanmaktadır. 
-  Doğrudan yabancı yatırımların kompozisyonu incelendiğinde; yaklaşık yüzde 50’ sinin (450 milyar dolar) satın almalar ve şirket evlilikleri (M&A) şeklinde gerçekleştiği görülmektedir.
- M&A’nın sektörel dağılımı incelendiğinde; Hizmetler sektörünün (finans, enerji) ön plana çıktığı görülmektedir.
-  2005 yılında, yabancı yatırımlar da dahil, dünya genelinde meydana gelen şirket evlilikleri ve satın almaların toplam tutarı 2.9 trilyon dolara ulaşmıştır. - Doğrudan yabancı yatırım girişinde gelişmiş ülkelerin payının ağırlıklı olduğu görülmektedir. 2005 yılı verilerine göre, gelişmiş ülkelerin payı yüzde 65’dir.

Belli Başlı Satın Almalar: 90’lı yıllarda telekom sektöründe yaşanan şirket evlilikleri ve satın almalardaki patlama, son yıllarda finans, enerji ve diğer hizmet sektörlerine sıçramıştır. 2004 ve 2005 yılında gerçekleşen bazı örnekler aşağıda yer almaktadır:

Finans Sektöründe: İngiliz Abbey National, İspanyol Banco Santander Central Hispano tarafından 16,8 milyar dolara satın alınmıştır.

- Kanadalı Manulife Financial Corp’s, 14 milyar dolara Amerikalı John Hancock Financial Services tarafından satın alınmıştır. 
- İngiliz Royal Bank of Scotland 10,2 milyar dolar bedelle Amerikalı Citizens Financial Inc.’i satın almıştır. 
- Japon UFJ Holdingin yüzde 10 hissesi, 3 milyar dolara Amerikalı Capital Research and Management tarafından satın alınmıştır.

- Amerikalı Citigroup, Koreli KorAm Bank’ı 2.7 milyar dolara satın almıştır. 
- Koreli First Bank, İngiliz Standard Chartered tarafından 3.2 milyar dolara satın alınmıştır.
Gayrimenkul Sektöründe: İtalyan Fondo İmmobili Publici yabancı yatırımcılardan oluşan bir gruba 4.3 milyar bedelle özelleştirilmiştir.
- Amerikalı Fortness Investment Group LLC, Alman GAGFAH firmasının 4.3 milyar dolara tüm hisselerini satın almıştır.
- Fransız Sophia Sa 4.2 milyar dolara Amerikalı General Elektrik tarafından satın alınmıştır.
- İspanyol Metrovacesa Sa, Fransız Gecina Sa’nın yüzde 38,5 hissesi için 6.8 milyar Dolar ödemiştir.
Enerji Sektöründe: İngiliz Power PLC ve Japon Mitsui and Co ortak girişimi 5.5 milyar dolar bedelle Edison Mission Energyi satın almıştır.
- Son yıllarda yaşanan en büyük birleşmelerden birisi İngiliz Shell ile Hollandalı Royald Dutch arasında gerçekleşmiştir. Birleşmenin bedeli Royal Dutch’a 100 milyar dolara malolmuştur.
- Avustralyalı TXU 3.7 milyar dolar karşılığında Singapore Power Ltd tarafından satın alınmıştır.
- Alman Messer Griesheim GmbH 3.3 milyar dolara Fransız Air Liquide Sa tarafından devralınmıştır.
- Alman E.On, İsveç Sydkraft AB’nin yüzde 44.6 hissesi için 2.9 milyar dolar ödemiştir.
- Çinli, CNOOC Afrika’nın petrol ve gaz devi Nijerya’da 2,3 milyar dolara büyük bir petrol yatağının yüzde 45 hissesini satın almıştır.
- Çinli, CNP China National Petroleum adlı enerji şirketi Kazakistan’da faaliyet gösteren Kanadalı PetroKazakistan adlı petrol şirketini 4,2 milyar dolar karşılığında satın almıştır.
- İngiliz National Grid Tranco 5.7 milyar dolara bir yabancı konsorsiyuma satılmıştır.
- British Energy plc 5.8 milyar dolara kreditörlere borç karşılığı devredilmiştir.
- Avustralyalı Alinta'nın, Australian Gas Light Co.'ya 4.8 milyar dolara satın alma teklifi gerçekleşmiştir.
Telekom Sektöründe: Amerikan WorldCom Inc 10.7 milyar dolara bir yabancı kreditor grup tarafından satın alınmıştır.
- Çin Mobil Phone Company 4.1 milyar dolara China Mobile Ltd of Honkong tarafından satın alınmıştır.
- Alman merkezli bir grup 3.0 Milyar dolara İran’ın ikinci telefon operatörünün lisansını satın almıştır.
- Çinli elektrikli ev aletleri devi Haier de Amerika’nın bu daldaki devlerinden Maytag’ı 1,75 milyar dolar karşılığında satın almıştır.
- Çin, Amerika’nın en büyük bilgisayar şirketi olan IBM’in kişisel bilgisayar bölümünü Lenova adlı şirketi vasıtasıyla 1,75 milyar dolar karşılığına satın almıştır.
- İngiliz Vodafone Group 4.5 milyar dolar bedelle Hollanda ClearWave NV’yi satın almıştır.
- Türk Telekomun yüzde 55 hissesi, Suudi Eti-Salat firmasına 6,5 milyar dolara satılmıştır.
- Türkiye’nin ikinci büyük GSM şirketi Telsim 4,5 milyar dolara İngiliz Vodafone’a satılmıştır.
- Kimya ve Biyo Teknoloji Sektöründe: İsviçreli Novartis 5.7 milyar dolar bedelle Alman Hexal AG’yi devralmıştır.
- İsrailli Teva Pharmaceuticals Industries 3.4 milyar dolar bedelle Amerikalı Scor İnc.’i satın almıştır.
- Amerikalı Roche firmasının reçetesiz ilaçlar ünitesi 3.0 milyar dolara Alman Bayer AG’ye satılmıştır.
- Belçikalı UCB 2.7 milyar dolar bedelle İngiliz Celltech Group’u satın almıştır.

Avrupa’da şirket satın alma ve evliliklerinin dalgalı bir seyir izlediği görülmektedir. Bu alanda rekor düzeye 2000 yılında ulaşılmıştır. Bu yılda, toplam değeri 2 trilyon doları bulan 19.139 işlem gerçekleşmiştir. 2001 ve 2002 yıllarında süreç duraklamış ve 2003 yılında tekrar hareketlenerek toplam değeri 671 milyar dolara ulaşan 11.815 adet işlem gerçekleşmiştir. 2004 yılında da, 1.3 trilyon dolar tutarında 12.433 adet işlem gerçekleşmiştir. 2006 yılının ilk çeyreğinde, Avrupa genelinde değeri 193 milyar doları bulan 13 ayrı şirket satışına ilişkin teklif yapılmıştır. 2005 yılı geneline göre ciddi bir artış gözlenmektedir. 2005 yılı genelinde, toplam değeri 75 milyar doları bulan 22 teklif yapılmıştır.

Enerji Şirketleri Gündemde: Petrol fiyatlarında yaşanan patlama diğer enerji kaynaklarına da sıçramıştır. Bu gelişme, enerji üretim ve dağıtım şirketlerinin karlarının ve dolayısıyla değerlerinin artmasına neden olmuştur. Sektörün gelecekte daha da önemli konuma gelecek olması, enerji şirketleri arasındaki satın alma ve birleşme girişimlerini hızlandırmıştır.

PricewaterhouseCoopers’in (PwC) raporuna göre; özellikle Avrupa ülkelerinde son yıllarda elektrik ve gaz piyasasında ciddi boyutlarda satın alma ve şirket birleşmelerine dönük girişimler gözlenmektedir. Bu sürecin, 2007 yılından itibaren AB pazarının tam serbestleşmesiyle birlikte, daha da hızlanacağı öngörülmektedir. 2005 yılında, sektörde gerçekleşen şirket birleşmeleri veya satın almalar bir önceki yıla göre yüzde 15 artış göstererek toplam işlem miktarı 123 milyar dolardan, 196 milyar dolara yükselmiştir. Bu işlemlerin yüzde 80’i elektrik, diğer yüzde 20’si gaz şirketlerinden oluşmaktadır. Ayrıca, 2005 yılında tüm dünya genelinde sektörde hedeflenen birleşmeler ve satın almalar içinde Avrupa’nın payı yüzde 58 olmuştur. Bu gelişmeler, Avrupa piyasasındaki enerji şirketlerinin değerini hızla yükseltmiş ve ihale edilebilecek potansiyel tutarın 258 milyar dolardan 542 milyar dolara yükselmesine neden olmuştur.

Enerji şirketlerinin değerinin bu denli hızlı yükselmesi, bir taraftan mevcut şirketlerin karlarının astronomik düzeylere çıkmış olmasından, bir taraftan sektörün giderek daha önemli konuma gelecek olmasından, bir yandan da kamu elinde çok fazla şirket kalmamasından kaynaklanmaktadır. Üstelik sektöre, sadece sektörün kendi içinden talep gelmemekte, finans piyasalarından, uluslararası fonlardan ve diğer sektörlerden de ciddi anlamda alıcı çıkması şirketlerin değerlerinin şişmesinde etkili olmaktadır.

Enerji sektöründe yaşanan şirket birleşmeleri veya satın almalarda gözlenen bir başka önemli trend ise, 2005 yılı için, gerçekleşen satın alma ve şirket birleşmelerinin yüzde 71 gibi ağırlıklı bir kısmının iç pazarlarda gerçekleşmiş olmasıdır. Ülkelerin, stratejik olarak gördükleri enerji şirketlerini başka ülkelerin eline geçmesini tercih etmedikleri görülmektedir. Bunun yerine, uluslararası kuralları sakatlama pahasına da olsa, bir yolunu bulup ülke içinde el değiştirme veya birleştirme yöntemi ağırlıklı olarak tercih edilmektedir.

Geride Kalanlar: Gelişmekte olan bir çok ülke, liberalleşme rüzgarından etkilenerek ülkelerini yabancı sermayeye açmışlar, mal ve hizmet ticaretinin önündeki engelleri kaldırmışlar, ekonomide kamunun ağırlığını azaltmışlar ve hukuk sistemlerinde yerli yabancı ayrımı yapmayacak şekilde düzenlemeler yapmışlardır.

Latin Amerika ülkeleri, Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya gibi bir çok gelişmekte olan ülke 1990 sonrası dönemde özelleştirme işlemlerini önemli ölçüde tamamlamışlardır. 120 gelişmekte olan ülkede, 1990-2003 döneminde, 8.000 civarında özelleştirme işlemi gerçekleştirilmiştir. Yapılan özelleştirmelerden elde edilen gelir miktarı 400 milyar doları aşmaktadır. Bazı Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde işletmelerde halen kamu ağırlığı görülmektedir. Bazı ülkelerde ise, stratejik sektör olarak nitelendirilebilecek altyapı, madencilik, finans ve enerji alanlarında kamu ağırlığı görülmektedir. Dünya Bankası verilerine göre; bazı ülkelerde sayılan sektörlerde yüzde 50 civarında bir varlığın hâla kamu elinde bulunduğu hesaplanmaktadır.

Gelişme yolunda öne çıkan ülkelerden Çin, 2004 sonu itibariyle, sigortacılık faaliyetlerini yabancı sermayeye açmıştır. 2005 yılında, üç yabancı sigorta şirketine Çin’de faaliyet göstermek üzere izin verilmiş ve 25 yabancı sigorta şirketi Çin’de şube açmıştır. 2000’den 2005 yılına toplam yabancı sigorta şirketinin sayısı 46’ya yükselmiş olup, bunların 27’si “Fortune Top 500” içinde yer alan büyük şirketlerden oluşmaktadır. Çin, yabancı sermayeli bankacılık faaliyetlerinin kapsamını da her geçen gün daha da genişletmektedir. 2005 verilerine göre; yabancı sermayeli bankacılık faaliyetlerinin büyüme oranı, varlıklarının değerlenme oranı, mevduatları ve kredilerini yıllık bazda yüzde 30 büyüttüklerini göstermektedir. 2005 yılı itibariyle, 18 yabancı kurum, değeri 13 milyar doları aşan miktarla 16 Çin bankasına yatırım yapmışlardır. Royal Bank of Scotland ve Bank of Amerika gibi ünlü bankalar, Çin’in büyük bankalarının yüzde 10 hissesine 3.1 ve 2.5 milyar dolar ödemişlerdir. Bazı finans kurumları, bu fiyatları “astronomik” bulurken, bazıları Çin’deki büyük potansiyel dikkate alındığında “değer” değerlendirmesini yapmaktadırlar. Tahminler, 2014 yılına kadar, Çin bankacılık sisteminin dünyanın ikinci en büyük bankacılık sistemi olacağına işaret etmektedir.

4- Gelişen Ekonomiler Fırsat mı, Tehdit mi?

Dünya Ekonomi Forumu’nda Çin ve Hindistan’ın tartışılan konuların başında gelmesi, son yıllarda dünya ekonomisinde yaşanan gelişmelerin, gelişmiş ülkelerin belli alanlarda aleyhine döndüğü şeklinde yorumlara neden olmaktadır. Gelişmiş ülke ekonomistleri arasında giderek yaygınlaşan kanaat; gelecekteki tehditlerin büyük ölçüde gelişen ekonomilerden kaynaklanacağı yönündedir. Günümüzde gelişen ekonomilerin, küresel boyutta ilk 500 şirket içine girebilen, 25 civarında büyük şirkete sahip olduğu ve bu sayının 15 yıl içinde 100’e çıkacağı hesaplanmaktadır. Gelişen ekonomilerin bugün için her ne kadar dünya ekonomisi içindeki payları ve etkinlikleri düşükse de, gelişmeler gelecekte bu dengenin gelişen ekonomiler lehine değişebileceğine işaret etmektedir. Aşağıda ana başlıklar altında büyüme, ticari eğilim, Ar-Ge ve istihdam açısından dünyada meydana gelen trendler incelenmektedir.

Ekonomik Büyüme: Dünya ekonomisinde genel olarak bir durgunluk yaşanmakla birlikte, bazı gelişmekte olan ülkelerin yüksek büyüme oranlarını sürdürdükleri gözlenmektedir. Öne çıkan ülkelerin başında Çin, Rusya, Brezilya, Hindistan ve Türkiye gelmektedir. Bu ülkeler, uzun soluklu ve yüksek tempolu büyüme oranlarıyla gelişmiş ülkelerle kalkınmışlık açıklarını hızla kapatarak dikkatleri üzerlerine çekmektedirler.

Son yıllarda, başta ABD, bazı Avrupa ülkeleri ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerde ekonomik büyümenin yavaşladığı, buna bağlı olarak işsizlik, dış ticaret ve bütçe açığı gibi ciddi ekonomik sorunların ortaya çıktığı gözlenmektedir. Alınan tüm ekonomik tedbirlere rağmen, ortaya çıkan sorunlarda kayda değer bir iyileşme sağlanamamıştır. Bilakis bazı temel sorunların (işsizlik, bütçe açığı, dış ticaret açığı v.b.) kronikleşmesi ülkeleri endişelendirmektedir.

Gelişmiş ülkelerde yaşanan sorunların temelinde, bu ülkelerde yeterli oranda yeni yatırım yapılmaması, kurulu işletmelerin yatırım ve iş maliyetleri açısından daha cazip ülkelere taşınma eğilimi gibi nedenler yatmaktadır. Son yıllarda, gelişmiş ülkeler açısından sermaye kaçışının sadece imalat sanayii ile sınırlı olmadığı, hizmet sektörünün (10) de iş ve yatırım maliyetleri açısından avantajlı ülkelere taşınma veya hizmet tedarikinin gelişmekte olan ülkelerden karşılama eğilimi gözlenmektedir. Bu gelişmeler, gelişmiş ülkeler aleyhine kaybı ve kaygıları daha da derinleştirmektedir.

2006 yılı için ABD’nin yüzde 4, Latin Amerikanın yüzde 4, Asya’nın 7 ve Avrupa’nın yüzde 2 civarında büyümesi beklenmektedir. 2004-2005 döneminde Avro bölgesinin yıllık ortalama büyüme hızı sadece yüzde 1.3, ABD’nin 1.9’dur. IMF tahminlerine göre; 2050 yılına kadar Almanya’nın büyüme rakamlarında yüzde 1’in üzerinde bir orana rastlanmamaktadır. Bu durum, sadece Almanya için geçerli olmayıp, bir çok gelişmiş ülke için de benzer tahminler yapılmaktadır. Dolayısıyla, gelişmiş ülkeler açısından büyüme zayıflığı geçici olmayıp, uzun vadeli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.

Gelişmekte olan ülkelerden Çin, Rusya, Hindistan ve Türkiye son 4 yıldır ortalama yüzde 8 civarında büyümüşlerdir. GSMH itibariyle Çin, İtalya, Fransa ve İngiltere’yi geride bırakarak dünya dördüncülüğüne oturmuştur. 2040 yılına kadar (11) , Çin’in ABD’yi de geride bırakarak dünyanın en büyük ekonomik gücü olacağı hesaplanmaktadır. Ayrıca, Hindistan, Rusya ve Brezilya’nın da 2040 yılına kadar gelişmiş batı ülkelerini (Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa) geride bırakarak dünyanın en refah 5 ülkesi arasına girecekleri tahmin edilmektedir. Büyüme trendleri öngörüldüğü şekilde devam ederse, ülkelerin gelişmişlik sıralamasında yüzyılın ikinci yarısına kadar ciddi anlamda değişiklik olacağı görülmektedir. PwC araştırmasına göre; Endonezya, Meksika ve Türkiye de atak yapan ülkeler arasında yeralacaktır. 2050’ye kadar Türkiye’nin ekonomik büyüklük itibariyle 17. sıradan 12. sıraya yükselebileceği tahmin edilmektedir.

Ticari Eğilim: Dünya ticaret hacminde her geçen yıl artış eğilimi gözlenmektedir. Ticaret hacmindeki artış dünya ekonomisinin genel büyüme oranından daha yüksek gerçekleşmektedir. 1980 yılında dünya ticaret hacmi 5 trilyon dolar civarında iken, günümüzde 25 trilyon dolara yaklaşmıştır. Dünya ticaretinde ağırlık halen gelişmiş ülkelerde olmakla birlikte, gelişen ekonomilerin payı giderek artış eğilimindedir.

Özellikle, imalat sanayiinde gelişen ekonomilerin dünya ticaretinde daha avantajlı konuma gelmeleri gelişmiş ülkeler aleyhine ciddi anlamda dengesizliklere yol açmaktadır. Örneğin, ABD’nin ticaret açığı son 5 yılda ikiye katlanarak, 2005 yılı itibariyle, 750 milyar dolar gibi astronomik bir düzeye ulaşmıştır. Çin’in ise, son 5 yılda, ticaret fazlası 6’ya katlamıştır. ABD-Çin arasındaki ticari denge her geçen gün ABD’nin aleyhine dönmeye başlamıştır. Geçen yıl itibariyle, tek başına ABD, Çin’e karşı 200 milyar dolar gibi çok ciddi miktarda ticari açık vermiştir. Benzer şekilde, AB de, Çin’e karşı 2005 yılında 128 milyar dolar, Rusya’ya karşı 65 milyar dolar ticari açık vermiştir. 2006 yılı itibariyle, açığın ABD ve AB aleyhine giderek daha da büyüdüğü görülmektedir.

Çin’in toplam ticaret fazlası 2005’de 115 milyar dolara, toplam döviz rezervleri ise 900 milyar dolara yaklaşmıştır. Çin, sahip olduğu rezervler ve ticaret fazlasıyla uluslararası piyasalarda önemli bir aktör konumuna gelmiştir. Sermaye malları ithalatıyla gelişmiş ülkelerin, aramalı ve hammadde ithalatıyla gelişmekte olan ülkelerin büyümelerinde motor rolü oynamaktadır. Biriktirdiği rezervler ve ticaret fazlasıyla da uluslararası alanda stratejik sektörlerde şirket satın alma girişimlerinde ve finans piyasalarında (12) ciddi bir oyuncu konumuna gelmiştir.

ABD Kongresi, her geçen gün aleyhine dönen ticaret açığını azaltmak amacıyla, tüm Çin mallarına karşı yüzde 27,5 oranında tarife uygulamayı gündeme getirmiştir . Benzer görüşler AB ülkelerinde de gündeme gelmektedir. IMF ve OECD gibi uluslararası kuruluşlar ticarette, sermaye hareketlerinde ve yatırımlarda meydana gelen dengesizliklerin daha da büyüyerek yeni krizlere yol açmaması için, bir an önce lider ülkeleri tedbir almaya davet etmektedir.

1985-2003 döneminde ticaretin yoğunlaştığı bölgeler incelendiğinde; dış ticaret hacminin GSMH içindeki payları Latin Amerika’da yüzde 28’den 45’e (artış oranı yüzde 60), Güney Asya’da yüzde 18’den 34’e (yüzde 89), Doğu Asya ve Pasifik’te yüzde 33’den 81’e (yüzde 145) ve dünya genelinde ise yüzde 38’den 52’ye (yüzde 37) yükseldiği görülmektedir. En ciddi artışların Asya bölgesinde yoğunlaştığı dikkat çekicidir.

Ar-Ge Yatırımları: Ar-Ge yatırımlarının miktarı ve yönü gelecek yıllarda ülkelerin veya firmaların performansını etkileyebilecek önemli göstergelerden biridir. 2005 yılında gerçekleştirilen 595 adet uluslararası büyük Ar-Ge projesinin ülkeler itibariyle dağılımında; Hindistan 156 projeyle birinci sırada ve Çin 107 projeyle ikinci sırada yer almaktadır. Rusya’nın 22 projeyle Amerika’nın, Almanya’nın ve Kanada’nın önünde yer alması dikkat çekicidir.

Hindistan’a yönelen yabancı yatırım miktarı (14) ilk bakışta, ekonominin büyüklüğüne göre düşük olarak değerlendirilebilir. Ancak, Hindistan’a gelen yatırımların daha çok Ar-Ge’ye dönük olması ve sahasında lider konumundaki İntel, Microsoft, Cisco, Posco, IBM ve AMD-backed firmaların Hindistan’da yatırım planlamaları ülkenin gelecekte rekabet gücü kazanması ve büyüme potansiyeli açısından olumlu sinyaller vermektedir. Ar-Ge’nin Hindistan’da bu denli hızlı gelişmesi ve başarı göstermesinin altında yatan nedenler olarak; Hindistan’da köklü bir eğitim sisteminin olması, 600 binden fazla Hintli öğrencinin ABD okullarında eğitim görerek ülkelerine dönmesi, ABD ve diğer bir çok gelişmiş ülke AR-Ge şirketlerinde önemli oranda Hintli bilim adamı ve uzmanın çalışmış olması gibi nedenler sayılmaktadır. İlk önce, Motorola, 1993 yılında yabancı sermayeli Ar-Ge laboratuarı Çin’de kurmuştur. Bugün ise, Çin’de 700’ü aşkın yabancı sermayeli Ar-Ge ünitesi bulunmaktadır. General Elektriğin Hindistan’daki Ar-Ge şirketinde 2.400 personel çalışmakta ve uçak motorundan, dayanıklı tüketim mallarına, tıbbi cihazlara kadar çok çeşitli alanda araştırma yürütülmektedir. IBM’in Hindistan’daki şirketlerinde (software, hardware, laboratuvar ve müşteri hizmetleri merkezi) çalışanların sayısı son 2,5 yılda 9 binden 43 bine yükselmiştir. Hindistan’da yabancı dev Ar-Ge şirketlerinin yanı sıra yerli şirketlerin de (Infoys ve Wipro gibi) hızla büyüyerek uluslararası alanda rekabete katıldıkları görülmektedir. Ayrıca dünyaca ünlü ilaç firmalarından Astra-Zeneca, Eli Lilly, GlaxoSmithKline, Novartis, Pfizer ve Sanofi-Aventis Hindistan’da klinik araştırmaları yürütmektedir. Bu durum, bu ülkelerde sadece belli alanlarda yatırım yapılmadığını, bir çok farklı alanda eş zamanlı Ar-Ge yatırımı yapıldığını göstermesi açısından önem arzetmektedir. Son yıllarda, gelişmekte olan ülke üniversitelerine yapılan kayıtlarda dramatik artışlar olduğu göze çarpmaktadır. Örneğin Çin, Hindistan ve Rusya üçlüsü dünyadaki mühendislik okuyan öğrencilerin yüzde 30’unu ülkelerinde barındırmaktadır. Bunlara ilave olarak, gelişmiş ülkelerde yetişmiş bir çok bilim adamı ve mühendis, geliştirdikleri Ar-Ge projelerini yabancı veya lokal firmalara kabul ettirmek için Çin ve Hindistan’a yönelmektedir. Son zamanlarda, Hintli olmayan 35 bin yetişmiş beyin gücü, iş tecrübesi ve eğitim donanımıyla Amerika’dan Hindistan’a göç etmiştir. Tüm bu gelişmeler, gelişmekte olan ülkelerde de bilgi yoğun, yenilik içeren, kaliteli ürünler üretilebileceğini ve gelecekte teknoloji yaratmada iddialı olabileceklerinin işaretlerini vermektedir. Nitekim, Hindistan başta olmak üzere, İsrail, İrlanda ve Brezilya’nın kayda değer miktarda hizmet ihracatı yapmaya başladıkları gözlenmektedir. Ar-Ge’nin bu denli hızlı küreselleşmesinin (internationalization) altında yatan temel nedenler olarak; rekabetin yarattığı baskının firmaları daha fazla Ar-Ge yapmaya zorlaması, firmaların Ar-Ge yatırım maliyetleri açısından daha cazip bölgelere kayması ve yaşlanan bir çok gelişmiş ülkede ortaya çıkan yetişmiş insan gücü eksikliği gibi faktörler sayılmaktadır. Hindistan ve Çin’de Ar-Ge’nin bu denli hızlı gelişmesi “yüksek nitelikli işlerin -bu ülkelerde- düşük maliyetle yapılabilme kabiliyet ve kapasitesiyle” ilişkilendirilmektedir. Günümüzde çokuluslu şirketlerin, gelişmekte olan ülkelerde sadece ucuz emek peşinde koşmadıkları, bunun ötesinde büyüme, yetenek ve yeni teknolojilere ulaşmak amacıyla da bu ülkelere yöneldikleri görülmektedir. Ar-Ge faaliyetlerinin gelişmekte olan ülkelerde hızlı yayılabileceği ne teorisyenlerce ne de uygulamacılarca varsayılan bir olguydu. Çünkü, Ar-Ge bilgi, tecrübe ve güçlü finansal destekler gerektiren bir hizmetti ve bu gereksinimler geleneksel olarak sadece gelişmiş ülkelerce karşılanabilirdi. İstihdamın Gelişimi: Son dönemlerde, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, dünya genelinde ekonomik yapı imalat sektöründen hizmetler sektörüne doğru kararlı ve hızlı bir değişim sürecine girmiştir. 1995’den bu yana, imalat sanayiinde istihdam kaybı yaşanmaktadır. Yeni iş yaratan tek sektör, hizmetler sektörüdür. OECD ülkelerinde istihdamın yüzde 70’i hizmet sektörü tarafından karşılanmaktadır. Ülkeler ne kadar gelişmişse, hizmet sektöründe istihdam oranı da o denli yüksektir. Dünya genelinde, 1995-2002 döneminde, imalat sektöründe 22 milyon civarında istihdam yok olmuştur. Bu miktar, imalat sektöründeki toplam istihdamın yüzde 11’ine karşılık gelmektedir. Bu düşüşe Çin de dahildir. Güçlü yabancı ve yerli yatırıma rağmen Çin’de bile imalat sanayii istihdamında gerileme olması, bu yöndeki çok güçlü bir değişime işaret etmektedir. Gelişmiş ülkelerin, özellikle emek yoğun imalat sanayiinde Çin ve Hindistan gibi gelişen ekonomilerle rekabet etme imkanı azalmıştır. Buna ilaveten, son yıllarda hizmet sektöründe de gelişen ekonomilerin atak yapması, gelişmiş ülkeler aleyhine bu alanda da istihdam kaybının yaşanmasına yol açmaktadır. Nitekim, Batı’lı sendikalar; Çin’de işçilerin 30 günün 29’unda çalıştığını bu durumda onlarla rekabetin imkansız olduğundan yakınmaktadırlar. Tahminlere göre; önümüzdeki yıllarda dünya hizmetler sektörü istihdamının yüzde 1’i (iki milyon iş), gelişmiş batı ülkelerini terk edecektir. ABD’de ise, önümüzdeki 11 yılda 3,3 milyon işin ülkeyi terk edeceği öngörülmektedirler. Bu işlerin çoğunu faturalama ve finansal hizmetler oluşturmaktadır. PwC, Kanada’da -toplam istihdamın yüzde 37’sine karşılık gelen- 2.4 milyon nitelikli hizmet sektörü ve 3.3 imalat sanayii işgücünün gelecek on yıl içinde küresel rekabetten etkileneceğini öngörmektedir. Hesaplamalara göre; dünya genelinde 200 milyon hizmet sektörü işinin sadece yüzde 1’i ile 5’i arasında bir istihdam oranı belli bir coğrafyaya bağlı kalmak zorundadır. Diğer kısmı yer değiştirme esnekliğine sahiptir. Bu durum, “Pittsburgh’da (ABD) yaşayan bir müşterinin ihtiyacı New York’tan karşılanabiliyorsa, pekâla Dublin’den de, Pekin’den de veya İstanbul’dan da karşılanabilir” şeklinde ifade edilmektedir. Almanya ve Fransa gibi bazı gelişmiş ülkelerde işsizlik oranı yüzde 10 düzeyine ulaşmışken, ABD ve İngiltere’de görece düşük işsizlik oranı (4,5-5) bulunmaktadır. Bunun nedeni, ABD ve İngiltere’de güçlü bir hizmet sektörünün varlığına, emek piyasalarının esnek olmasına ve ayakta kalabilen sektörlerin verimlilik açısından kendilerini hızla yenilemiş olmasına bağlanmaktadır. Gelişmiş Ülkeler Yeni Tedbirler Peşinde: Gelişmiş ülkelerde yaşanan ekonomik sorunların önemli bir nedeni, bu ülkelerden ciddi miktarlarda sermayenin başka ülkelere kaçmasıdır. Sermaye kaçışına, kurulu şirketlerden rekabet gücü zayıflayanların bir başka ülkeye taşınması veya mal ve hizmet tedarikini (outsourcing) bir başka ülkeye kaydırması ya da faaliyetine son vermek zorunda kalması başta işsizlik olmak üzere ciddi sorunlara yolaçmıştır. Bu ülkeler, yatırım ve iş imkanları açısından ülkelerini tekrar cazip konuma getirebilmek amacıyla, yeni bir takım tedbirler almaya başlamışlardır. Bu tedbirlerin başında; istihdam maliyetlerinin düşürülmesi, istihdam piyasasını esnekleştirilmesi ve firmalara yatırım veya işletme maliyetlerini kısmen hafifletmeye dönük dolaylı veya doğrudan çeşitli destekler sunulması yer almaktadır. Örneğin, başka ülkelere taşınan Alman firmalarının tekrar Almanya’ya dönme eğiliminde olduğu yönünde çeşitli girişimler görülmektedir. Güvenlik gereçleri üreticisi Format, Polonya’da işçilik maliyetlerinin yükseldiği gerekçesiyle tekrar Almanya’ya taşınacağını açıklamıştır. Volkwagen otomotiv Polonya’dan ayrılarak Almanya’ya taşınacağını benzer gerekçelerle ilan etmiştir. Ayrıca, VW yeni geliştirilen spor bir ürünü Portekiz’de değil, Almanya’daki fabrikalarında üreteceğini açıklamıştır. Bu karar, Almanya’daki işçi sendikalarıyla yapılan görüşme sonucunda alınmıştır. Anlaşmaya göre; işçiler yüzde 20 daha az ücret alacaklar ve ayda bir saat daha fazla çalışacaklardır. Bu şekilde, firmanın otomobil başına maliyeti 850 avro daha düşük olacak, işçiler de işlerini kaybetmemiş olacaktır. DaimlerChrysler de işçilerle benzer bir anlaşma yaparak –daha az maaş, daha uzun çalışma süresi- bir başka ülkeye taşınmaktan vazgeçmiştir. Gelişmiş ülkeler, ekonomi politikalarında ciddi bir ikilem içinde kalmaktadırlar. Rekabet güçlerini koruyabilmek için yatırım ve iş maliyetlerinin rekabetçi bir düzeye çekmek zorunda olmalarına karşın ekonomik durgunluk, yaşlanan nüfusun ve artan işsizliğin bütçeye getirdiği yükler bu ülkelerde gelir azaltıcı bir düzenleme esnekliğini kısıtlamaktadır. 5- Sonuç Bir tarafta küreselleşme baş döndürücü bir hızla devam etmektedir. Liberalleşme sonucu uluslararası ticaret, sermaye, doğrudan yatırımlar, şirket evlilikleri ve satın almaların boyutu her geçen gün artmaktadır. Şirketlerin, sermayenin ve üretilen malların milliyeti giderek ortadan kalkmaktadır. Sermaye piyasaları vasıtasıyla şirketler farklı ülkelerden milyonlarca kişinin ortak malı konumuna gelmektedir. Bir şirketin branşları farklı ülkelere dağılmakta ürünün dizaynı bir ülkede, imalatı onlarca farklı ülkede, yönetim, pazarlama, Ar-Ge ve muhasebesi bir başka ülkede faaliyet gösterebilmektedir. Bir ülkenin cari açığı bir başka ülkenin fazla rezervleriyle dengelenmektedir. Ülkeler arası ekonomik ilişkiler her zamankinden daha çok bir birine bağlanmış ve izole bir ulusal ekonomi politikası uygulama imkanı kalmamıştır. Diğer tarafta, piyasa ekonomisinin mucidi konumunda olan bir çok gelişmiş ülkede korumacı bir takım tedbirlerin yeniden gündeme gelmiş olması, yaşanan trendle ikilem oluşturmaktadır. Aslında gelişmiş batı ülkelerinde içe kapanma sadece ekonomi alanında yaşanmıyor. Bu sürece sosyal, siyasal ve kültürel alanda (güvenlik, göç, entegrasyon, eğitim, çok kültürlülük, AB-genişleme vb.) daha korumacı ve muhafazakar politikalar eşlik ediyor. Tarihin çeşitli dönemlerinde küreselleşme eğilimine karşı dirençler olmuştur. Bu dirençler, küreselleşmeyi bir süre askıya almış olmakla birlikte, süreç sonradan tekrar hızlanarak devam etmiştir. Günümüzde de benzer bir gelişme yaşanmaktadır. Bazı gelişmiş ülkelerin başını çektiği ve serbest piyasa ekonomisinin mantığına uymayan “korumacı” eğilimlerin nereye kadar gideceğini ve ne kadar etkili olacağını bugünden kestirmek mümkün gözükmemektedir. Şirketler veya ülkeler arasında yaşanan tekil sorunlar bir şekilde çözülebilir. Korumacı tutumların bazıları, eldeki kamu şirketlerinin değerini arttırmak veya kısa vadede politik zemin kazanmak amacıyla da yapılmış olabilir. Ancak bu tür eğilimlerin yaygınlaşması sonuçta, küreselleşme sürecinde bir U dönüşüne yol açmasa bile, bir kırılma noktası yaratma potansiyeline sahiptir. Yaşanan sorunların altında yatan en önemli neden, ilgili ülkelerdeki ekonomik zaafiyet ve bunlara kalıcı ve etkili bir çıkış yolunun bulunamamasıdır. Korumacı girişimlerinin derinliğini ve etkisini bu ülkelerdeki ekonomik gelişmeler belirleyecektir. Bu ülkelerde, ekonomik göstergelerin daha da kötüleşmesi ve bunun etkilerinin ekonomik aktörler tarafından iyice hissedilmeye başlanmasıyla birlikte, uluslararası anlaşmaları ve serbest piyasa ekonomisinin temel mantığını sakatlayan başka, yeni bir takım tartışmalı adımlar da gündeme gelebilecektir. Yaşanan ekonomik sorunların bir tür dışa vuruş şekli olarak bugün karşımıza çıkan “korumacılık” gelecekte bir başka şekilde de ortaya çıkabilecektir. Gelişmiş bir çok ülkede uygulanan sosyal refah modeli yeni oluşan dünya gerçekleriyle çelişmeye başlamıştır. Dünyanın bir tarafında düşük ücretlerle, zor şartlarda, uzun saatler çalışan bir işgücü piyasası oluşurken, diğer tarafında az çalışan, çok kazanan ve iş garantisine sahip bir işgücü piyasası oluşmuştur. Gelişmiş Avrupa ülkelerinde piyasa, işçilerin korunması, cömert sosyal refah ve gelir dağılımı ile ilgili her türden kanunla uzun süre tadil edilmiştir. Bu sistem uzun yıllar sorunsuz işlemiş, ancak son dönemlerde, sosyal refahın artan maliyetleri, emek piyasasındaki verimsizlikler ve küreselleşen yeni piyasaların artan tehdidi ile ciddi baskılar altında kalmaya başlamıştır. Küreselleşme sonucunda, gelişmiş ülkelerin bu durumu daha fazla sürdürülebilme imkanları kalmamıştır. Korumacı ve içe kapanma gibi tedbirlerin uzun vadede bu tür ülkeler için bir kurtuluş reçetesi olabileceğine ilişkin ne pratik bir tecrübe ne de bu tür girişimleri destekleyen bir teorem bulunmamaktadır. Bu tür tedbirler, kısa vadede gündelik sorunların çözümüne katkı sağlayabilir, ancak uzun dönemde dünya gerçeklerine uygun bir piyasa oluşturmaktan başka çare gözükmemektedir. Bu da, gelişmiş ülkelerin belli oranda refahtan vazgeçmesi anlamına gelmektedir. Yaşanan sorunlardan çıkartılacak en açık mesaj, gelişmiş ülkelerin yeri geldiğinde tüm anlaşmaları bir tarafa iterek, çıkarları için, kendi koydukları kuralları çiğneyebilecekleri gerçeğidir. Amerikan ve Avrupalı küresel dev şirketlerin piyasalara hakim oldukları süreçte, söz konusu ülkeler, küresel şirketlerinin zarar görmemesi için, uluslararası kurallara belli ölçüde katlanmak zorunda kalmışlardır. Ancak, gelişen ekonomilerden gelen yeni ve güçlü rekabet karşısında gelişmiş ülkelerin rekabet gücünün (en azından bazı alanlarda) zayıflama eğiliminde olduğu yönünde ciddi sinyaller belirmektedir. Bu durumda, hakim ülkelerin henüz güçleri varken, süreci kendi lehlerine çevirebilecek yeni bir uluslararası ekonomik ve ticari düzen kurma yönünde niyet ve girişimleri muhtemel gözükmektedir. Bu yöndeki girişimler, ekonomik ve ticari alanda küresel boyutta gündemde olan tartışmalı alanlara yenilerini ekleyecektir. Referanslar - Anne O. Krueger, 2006. “Globalization and International Location Competition”, Symposium in Honor of Herbert Giersch, Kiel Instıtute. - Arcelor Takeover Bid Test EU Protectionism; http://www.iht.com/articles/2006/03/03/business/utility.php - A New Threat to America Inc.; http://www.businessweek.com/magazine/content/05_30/b3944123.htm - Aziz Choudry, 2003. “Neoliberal Globalization”; http://www.asej.org/downloads/WTO(81903)Green_Paper4.pdf - Bullish Chinese Banks Stoke Foreign Interest; http://www.fdimagazine.com/news/fullstory.php/aid/1522/Bullish_Chinese_banks_stoke_foreign_interest.html - Capital Flows to Emerging Market Economies, 2006. Institute of International Finance. - Catherine Mathieu ve Henri Sterdyniak, 2006. “The New Member States and The Stability and Growth Pact”, EUROFRAME Report. - Eddy Lee ve Marco Vivarelli, 2006. “The Social Impact of Globalization in the Developing Country”, IZA DP No: 1925, Bonn. - Endesa asks for Brussels ruling on Gas Natural takeover; http://www.eubusiness.com/archive/Energy/050922093431.d4ii182f - EU Leaders Set to Clash Over Energy Policy; http://www.intrades.org/news/835 - George Parker ve Chris Smyth, “Protectionism Fireworks to Dominate EU Talks”, Financial Time; http://www.pnews.ft.com/cms/s/50357l -………, “Tensions Rise as Chirac Walks Out on EU Forum, Financial Times; http://agonist.org/20060323/chirac_walks_out_on_eu_leaders_as_tensions_rise - İbrahim Öztürk, “Globalleşme ve 11 Eylül Sürecine Derinleşen Tepki”; http://www.turkishtime.org/21/18_tr.asp - Implementing the Takeover Directive in the EU, Freshfields Bruckhaus Deringer; http://www.freshfields.com/publications/pdfs/2006/TakeoverDirective.pdf - IMF Selected Issue: Germany Country Report 2005, (Washington: International Monetary Fund). - IMF Book Forum, “Is Globalization Here to Stay?”; http://www.imf.org/External/NP/EXR/BForums/2006/032906.htm - James Kanter, “EU Making France a Takeover Test Case”, International Herald Tribune; http://www.iht.com/articles/2006/03/03/business/utility.php - J. Bradford Jensen ve Lori Kletzer, “Jobs that Could Swim Offshore”; http://www.businessweek.com/magazine/content/05_34/b3948546.htm - Jean-Claude Trichet, 2006. “Structural Reform in Europe”, OECD Observer, Mayıs 2006, (Paris: Organization for Economic Cooperation and Development). - Kroes: Nationalism Has no Place in Cross-border Mergers; http://www.euractiv.com/en/ - Mark Lander ve Paul Meller, “Unity in the European Market, Except When It Comes to Takeover”, The New York Times; http://www.nytimes.com/2006/03/14/business/worldbusiness/14nationalism.html - Martin Neil Baily ve Diana Farrell, Mart 2006. “Breaking down Barrier to Growth”, F&D, (Washington: International Monetary Fund).

- OECD, 2005. International Investment Perspectives, (Paris: Organization for Economic Cooperation and Development).

- Paul Hilbers, İnci Otker-Robe, ve Ceyla Pazarbaşıoğlu, 2006. “Going too Fast”, F&D, (Washington: International Monetary Fund). - Paul Reynolds, “An Anglo-Saxon Takeover of the EU?”; http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/politics/4538249.stm - PwC: Globalization of Knowledge Work Threatens 2.4 million Canadian Jobs; http://www.consultant-news.com/article_display.aspx?p=adp&id=2430 - ------, 2005. Globalisation and Complexity; http://www.pwc.com/extweb/insights.nsf/docid/04C2B11D81F7A050852570F9006DBBCB/$FILE/9th_Annual_Global_CEO_Survey.pdf - Record M&A Activity in Global Electric and Gas Industry Expected to Continue; http://www.pwcglobal.com/extweb/ncpressrelease.nsf/docid/ - Rıberto Zagha, Gobind Nankani ve Indermit Gill, 2006. “Rethinking Growth”, F&D, (Washington: International Monetary Fund). - Sabina Kinkartz, “More Chances than Risk in Globalization for German Business”; http://www.dw-world.de/ - Summit Backs Energy Policy for Europe, Avoids Merger Clash; http://www.euractiv.com/en/energy/summit-backs-energy-policy-europe-avoids-merger-clash/article - Sunita Kikeri ve Aishetu Kolo, 2006. “Privatization Trends”, (Washington, DC: World Bank). - Tatiana Didier, Paolo Mauro ve Sergio Schmukler, 2006. “Vanishing Contagion”, IMF Policy Discussion Paper, (Washington: International Monetary Fund). - UNCTAD, 2005. World Investment Report, (New York and Geneva: UNCTAD). - UNCTAD, 2005. “Data Show FDI Climbed Sharply in 2005”, (New York and Geneva: UNCTAD). - UN, 2005. “Prospects for FDI and the Strategies of Transnational Corporations, 2005-2008”, (New York: United Nations). - William Boston, “Hostile Takeovers, Euro-Style”, Business Week; http://www.businessweek.com/globalbiz/content/apr2006/ - Yuan Step from the Edge; http://www.economist.com/opinion/displayStory.cfm?story_id=6744198 - Zhou, Jian-Ping, 2006, “Reforming Employment Protection Legislation in France”, IMF Working Paper, (Washington: International Monetary Fund).

(*) Ekonomi Nüşaviri, T.C.Berlin Büyükelçiliği
(1)- Mittal, Arcelor’un peşini bırakmıyor. Teklif fiyatını arttırarak piyasadan Arcelor hissesi toplamaya başlamıştır.

(2)-  İspanya yüksek mahkemesi, iki şirketin birleşme kararını durdurmuştur.
(3)-  Bir şirketin yönetiminin ve idaresinin karşı çıkmasına rağmen bir başka şirket tarafından ele geçirilmesi.
(4)- Çeşitli tarihlerde ilgili şirket yöneticileri veya hükümet yetkilileri tarafından basına yapılan açıklamalardan derlenmiştir.
(5)- İtalyan UniCredito Bank ile Polonya Pekao SA and BPH Bank arasındaki şirket evliliği Polonya tarafından engellenmiştir.
(6)- Fransa’nın sadece enerji alanında değil perakende ve gıda sektörlerinde de korumacı bir tavır aldığı gözlenmektedir. Geçen yıl Coca Cola ile Group Danone’nin birleşmeleri de engellenmişti. Fransa’nın 11 sanayi sektörünü koruma altına aldığı iddiaları basına yansımıştır. 
(7)- Bazı Latin Amerika ülkelerinde (Bolivya, Venezüella) enerji şirketlerinin tekrar kamulaştırılması yönünde eğilimler gözlenmektedir. 
(8)- Putin, Rus enerji tekeli Gazprom’un İngiliz enerji dağıtım şirketi Centrica’yı satın alma teklifinin özel düzenlemelerle engellenmek istenmesi üzerine; “Batılı ülkeler Rusya’da yatırım yaptıklarında bunun adı küreselleşme oluyor, biz Batı’da yapmak istediğimizde bunun adı yayılmacılık oluyor. Bu nasıl reaksiyondur, bu nasıl küreselleşmedir, bu nasıl serbest piyasadır, bu nedir? ” diye tepkisini dile getirmiştir.  
(9)-  1931 yılında, New York – Londra arası üç dakikalık telefon görüşmesinin maliyeti (1998 sabit fiyatlarıyla) 293 dolar iken, bugün sadece birkaç sente düşmüştür. 
(10)- Yapılan hesaplar; 2003-2008 döneminde, gelişmekte olan ülkelerden tedarik edilecek hizmetlerin (offshoring of services) yıllık bazda yüzde 30 oranında artacağına ve (bu oranın) toplam hizmet ticareti içindeki payının yüzde 3’ten, yüzde 10’a çıkacağına işaret etmektedir.
(11)-  Bazı tahminlerde bu tarih daha da erkendir. 20 yıl içinde, Çin’in satınalma gücüne göre dünyanın en büyük ekonomisine sahip olacağı, Çin + Hindistan’ın, ABD + AB ekonomisini geçeceği yönünde tahminler de bulunmaktadır.
(12)-   ABD Hazine verilerine göre; Ocak 2006 itibariyle, Çin’li yatırımcıların ABD hazine bonolarında 262 milyar dolar civarında yatırımları bulunmaktadır. 
(13)-  Çin ihracatının yüzde 59’u çokuluslu şirketler tarafından gerçekleştirilmektedir. Çin’de faaliyet gösteren yabancı şirketler arasında ABD’li şirketler ön sıralarda yeralmaktadır. Dolayısıyla, ABD’nin Çine karşı alacağı bir korumacı tedbir aynı zamanda kendi çokuluslu firmalarını da olumsuz etkileyeceğinden  bu alandaki politika seçeneklerini kısıtlamaktadır.
(14)- Hindistan’da 2005 yılında 5 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye yatırımı gerçekleşmiştir.
(15)-  2003 yılı itibariyle, İrlanda 8,5 milyar dolar, Hindistan 12 milyar dolar tutarında yazılım ağırlıklı hizmet ihracatı gerçekleştirmiştir.
(16)-  OECD verilerine göre; Avro bölgesinde, 2000-2004 döneminde, istihdam verimliliği yıllık ortalama yüzde 1.2 artarken, ABD’de yüzde 2.8 artmıştır. İstihdam verimliliği artış oranı geçmişte Avro bölgesinde daha yüksekti. Avro Bölgesi: 1980 2.4, 1990 1.8. ABD 1980 1.3, 1990 1.5 düzeyindeydi.   
(17)- Fransa’da bu yönde yapılan bir düzenleme sendikalar ve öğrencilerden gelen aşırı tepki üzerine askıya alınmıştır.