DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU- Saygıdeğer Meclis Başkanımız, Akdeniz
Parlamenterler Asamblesi’nin çok kıymetli Başkanı ve Akdeniz Parlamenterler
Asamblesi’nin çok kıymetli üyeleri, Milletvekilleri, Ekselansları,
Büyükelçiler, değerli konuklar, Akdeniz Parlamenterler Asamblesi’nin Başkan
ve tüm üyelerini Gazi Meclisimizde, ülkemizde ağırlamaktan büyük bir
mutluluk duyuyoruz. Bu toplantının burada, Türkiye’de gerçekleştirilmesinde
özellikle emeği olan Sayın Başkanı, Genel Sekreteri ve bizim Heyet
Başkanımız Atay Beyi tebrik ediyorum ve teşekkür ediyorum.
Parlamenterler olarak bugün yaşadığımız tüm sınamalara karşı halklarımızı
temsil eden insanlar olarak her zamankinden daha fazla duyarlı olmamız
gerektiğine inanıyorum. Ve Genel Sekreterin, sevgili dostumun da söylediği
gibi, parlamenter diplomasiye inanan bir insanım. Avrupa Konseyi
Parlamenter Meclisi Başkanı ve 11 yıl üyesi olarak ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nde de parlamenter diplomasisinde görev alan bir arkadaşınız olarak
ve bugün Dışişleri Bakanı olarak parlamenter diplomasinin bazen bizim
kariyer memurları olarak, Dışişleri Bakanlıkları olarak yürüttüğümüz
diplomasiden çok daha etkin olduğunu bizzat gördüm, yaşadım, yaşıyoruz ve
bizlerin özellikle yaptığı çalışmalara da çok ciddi katkı sağladığını
bizzat biliyorum. Dolayısıyla karşı karşıya kaldığımız sınamalara karşı
parlamenter diplomasiye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Bugünkü toplantının teması olarak göç ve güvenliğe öncelik vermenizden
ayrıca mutluluk duydum. Sadece yaklaşık 4,5 milyon göçmen ve mülteciye ev
sahipliği yapmış bir ülkenin Dışişleri Bakanı olarak değil, geçmişte de
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde Göç, Mülteciler ve Demografi
Komisyonu Başkanlığı yapmış birisi olarak ve göç konusuna siyasi hayatıma
başladığım günden bu yana önem veren bir kişi olarak bu temanın
belirlenmesi eminim çok faydalı olacaktır.
Öncelikle bu sorunların sebeplerini çok iyi tespit etmemiz lazım.
Yaşadığımız Akdeniz coğrafyasının bir istikrar, barış ve huzur bölgesi
olması için neler yapmamız gerektiğini iyi tespit edip uygulamamız
gerekiyor. Bugün bir dünya savaşı yok, ama İkinci Dünya Savaşı döneminden
daha fazla insan neden evini ve ülkesini terk etmek zorunda kaldı? Ekonomik
sıkıntılar mı, çevre sorunları mı ve yine göçle birlikte güvenlik diye
bugün temasını belirlediğimiz özellikle buna sebep olan terör olaylarından
mı, yönetilemeyen ülkelerden mi, sivil savaşlardan dolayı mı ve bunlara
nasıl çözümler bulmamız lazım. Buna kafa yormamız lazım.
Ayrıca, göç konusuna hangi açıdan bakmamız gerekiyor? Bugün Akdeniz
etrafındaki ülkelere baktığımız zaman bizler hem kaynak ülkeyiz, hem
transit ülkeyiz, hem de destinasyon, hedef ülkeyiz. O yüzden hep birlikte,
yani kaynak, transit ve hedef ülkeler olarak bu konuya nasıl, hangi açıdan
bakmamız lazım. Bugün Avrupa'da bu konuya sadece güvenlik perspektifinden
bakan ülkelerin ve halkların olduğunu görüyoruz, siyasi partilerin olduğunu
görüyoruz. Ama bu konuya insani açıdan da bakmamız gerektiğini de
öğrenmemiz gerekiyor. Esasen ikisinin sentezini yaptığımız zaman daha
sağlıklı çözümler bulacağımızı düşünüyoruz. Bugün göçmenlere, elimizden
ekmeğimizi, işimizi alan insanlar olarak bakabiliriz, ama bu sorunu çözmez.
Bu insanları eğer geri gönderemiyorsak, nasıl entegre edeceğimizi de ve
yeni nesillerin kaybolmaması için eğitim dahil hangi imkanları vermemiz
gerektiğine de kafa yormamız lazım. Bugün bunun maliyetinden çekinirsek,
yarın önümüze çok daha büyük bir külfetin geleceğini unutmadan sağlıklı
politikalar üretip ve bu üç gruba ait ülkeler arasında da, yani kaynak,
transit ve hedef ülkeler arasında da çok yakın bir işbirliğinin olması
gerekiyor.
Güvenlik konusunda da, özellikle yabancı terörist savaşçılar konusunda da
aynı işbirliğini sergilememiz gerekiyor. Başlangıçta Türkiye olarak,
özellikle transit ülke olarak bu konuda işbirliğinin eksik olmasının
ızdırabını çok çektik. Ama maalesef bunun bedelini bazı Avrupa ülkeleri ve
de bizler de ağır ödedik, çok ciddi terör saldırılarına maruz kaldık. O
yüzden yabancı terörist savaşçılar konusunda şimdi işbirliğimiz daha iyi,
daha da iyi olması gerekiyor.
Bugün üç tane konuya kısa kısa değinmek istiyorum. Yani Akdeniz bölgesinin
istikrarını olumsuz etkileyen üç konuya değinmek istiyorum. Bir tanesi,
Suriye, Suriye'deki durum. Yani bugün Suriye'deki mevcut durum, maalesef
Akdeniz bölgesinde bizi çok ciddi sınamalarla karşı karşıya bırakıyor.
Astana’da, Soçi’de ve Cenevre’de Suriye ile yakından ilgilenen tüm
aktörlerle Birleşmiş Milletler çatısı altında çözüm bulmaya çalışıyoruz.
Bir taraftan başta İdlib olmak üzere ateşkesin devam etmesi konusunda çaba
sarf ediyoruz. Diğer taraftan, yeni bir Anayasa Komisyonunun kurulması
dahil ki çok yaklaştığımızı görüyorum, yakın zamanda bunun ilanını
yapabiliriz, Suriyelilerin kendi anayasalarının hazırlanması ve siyasi
çözüme doğru ilerleme konusunda çaba sarf ediyoruz. Ama bu işin insani
boyutunu da ihmal etmiyoruz ve gördük ki gönüllülük esasıyla Suriyeliler
Suriye’de birazcık güvenlik tesis edildiği zaman geri dönebiliyorlar.
Bugüne kadar hem DEAŞ’tan, hem de YPG/PKK'dan temizlediğimiz 4 bin
kilometrekarelik bir alana 330 binden fazla Suriyeli gönüllü olarak döndü.
Şimdi hepimiz o dönen insanlara da en azından temel ihtiyaçlarını
karşılamak için neler yapmamız gerektiğini düşünüp çözümler üretmemiz
lazım. Yani en azından eğitim, sağlık, su, elektrik gibi temel
ihtiyaçlarını o dönen insanların karşılamamız gerekiyor. Avrupa Birliği ve
birçok ülkeyle şimdi bunları konuşuyoruz. Diğer taraftan, aynı sorunu
Libya’da görmeye başladık. Bugün Libya'daki çatışmalar maalesef beraberinde
çok ciddi sorunları getiriyor. Oysa Libya’da yapılması gereken şey, tam da
bunun için yeni bir konferans düzenlenecekti, herkesi birleştiren bir
siyasi çözüm, gücün, yetkinin herkes tarafından paylaşılması, yani
kapsayıcı bir yönetimin işbaşına gelmesi. Ama görüyoruz ki bir taraf gücü
paylaşmak istemiyor, sadece gücü bazı ülkelerin de desteğiyle elde etmek
istiyor bütün gücü. Ama olan Libya halkına oluyor. Biz Birleşmiş
Milletler’in bu yöndeki çabalarını destekliyoruz. Ve şimdi Sayın Saraç’ın
da önerdiği gibi yeni bir konferans düzenleme ihtimali var, umarım bu sefer
Skhirat’ta olduğu gibi kapsamlı bir konferans düzenlenir ve çözüm bulunur.
Aksi takdirde hepimizi etkileyen yansımalar olacak, göç, mülteci, terör
konusu, ekonomik sıkıntılar ve buna benzer sorunlar, sadece Libya'yı değil,
Afrika kıtasını değil Avrupa'yı da ve Akdeniz etrafını da çok ciddi bir
şekilde sarsacaktır, etkileyecektir.
Diğer bir sorun ise bugün, Sayın Başkanın da söylediği gibi Ortadoğu
sorunu, yani İsrail-Filistin meselesi. Bu sorunun da çözümü esasen son
derece basit, parametreleri ortada, Birleşmiş Milletler kararı ortada.
Burada tek bir çözüm var, o da iki devletli çözüm. İki devletli çözüm
dışındaki hiçbir çözüm ya da dayatma Ortadoğu’ya ve Akdeniz’e barış ve
istikrar getirmez. Yani 1967 sınırları çerçevesinde Doğu Kudüs'ün başkent
olduğu bağımsız bir Filistin Devleti'nin İsrail Devleti ile yan yana
yaşamasını sağlamadığınız sürece burada bir barış olmaz. Özellikle iki
devletli çözümü ve evini terk etmek zorunda kalan, zor şartlar altında
yaşayan Filistinlilerin haklarını parayla satın alma teşebbüslerinin de
reddedileceğini bugün buradan İslam İşbirliği Teşkilatı’nda vurguladığım
gibi vurgulamak isterim. Dolayısıyla bu çabalar beyhude çabalardır ve bu
soruna katkı sağlamak isteyen, çaba sarf eden herkesin de tarafsız,
objektif ve dengeli olması gerekiyor.
Bugün göç ve mültecileri konuşurken hep Suriye’den, Libya’dan ve diğer
yerlerden ülkemize gelen mültecilerden bahsediyoruz. Oysa bu Filistin
sorunu sebebiyle bugün Yakın Doğu’da milyonlarca Filistinli halen 70 yıldır
Ürdün’de, Libya’da, Mısır’da, aynı şekilde özellikle Lübnan’da mülteci
olarak yaşıyor. Bu mültecilere yardım etmek için kurulan UNRWA, UNRWA’ya da
son zamanlarda özellikle ABD’nin desteğini kesmesi, yani insani konularda
bile desteğinin kesilmesi işte maddi yollardan Filistinlileri köşeye
sıkıştırarak istedikleri planı kabul ettirme çabasıdır. Sadece UNRWA’nın
desteklediği okullarda 500 bin Filistinli çocuk var. Yani göç olgusu,
mülteci olgusu bugün canlı olarak karşı karşıya kaldığımız, yaşadığımız bir
olgu değil. Bugün ihtilaflar var ama, dondurulmuş ihtilafların yarattığı
sorunları da unutmadan onların çözümü için de çaba sarf etmemiz lazım.
İşte tam bu konu da bizi Kıbrıs meselesine getiriyor. Bugün Kıbrıs’tan da,
Güney Kıbrıs’tan da, Rum Kesiminden de milletvekili arkadaşlarımızla da
biraz önce tanıştım. İki tarafın siyasi eşitliğine, iki tarafın diyorum,
siyasi eşitliğine dayanmayan bir çözüm kalıcı olmaz. İki tarafın siyasi
eşitliğine dayanan ve Kıbrıs Türk halkının da haklarını garanti altına alan
bir çözüm için çaba sarf ediyoruz. 2017’de Crans-Montana’da 11 gün orada
kaldık, ama maalesef olmadı, tüm yapıcı çabalarımıza rağmen. Ve 2004’te
Annan Planı da maalesef Rum Kesimi tarafından reddedildiği için o plan da
yürürlüğe girmedi. Şimdi ise neyi müzakere edeceğimizi Kıbrıs Rum
Kesimiyle, yine KKTC’yle, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yunanistan ve
İngiltere’yle gayriresmi götürüyoruz. Ama diğer taraftan özellikle Akdeniz
etrafında, Kıbrıs etrafında doğal kaynakların paylaşılması konusu da bugün
en önemli konulardan bir tanesidir. Biz Kıbrıs etrafında ve Akdeniz’deki
doğal kaynakların birbirimizi ayrıştırıcı unsurlar olarak görmüyoruz,
görmek istemiyoruz, tam tersi birlikte paylaşarak Doğu Akdeniz’in ve
Kıbrıs’ın refahını ve istikrarını güçlendirmek istiyoruz.
İstediğimiz tek bir şey var, Rum tarafı, Yunanistan, Avrupa Birliği,
herkesin kabul ettiği, Kıbrıs Türklerinin haklarının da garanti altına
alınması. Çok mu fazla bir şey isteniyor? Bu kadar basit. Paylaşmayı
öğreneceğiz, hukuka riayet ederek paylaşmayı öğrendiğimiz zaman, o zaman
işte siyasi çözüm de gelir, bu zenginliklerin paylaşılması konusunda da
hiçbir sorun yaşanmaz. Bu konudaki çabalarımızı elbette sürdüreceğiz.
Bizlerin yanında siz parlamenterlerin tabii ki üstleneceği rolü de çok
önemsiyoruz.
Bugün terörle mücadele hepimizin önceliğidir, ama terörle mücadelede de
gerçekçi politikaları uygulamamız lazım. Her şeyden önce terör örgütleri
arasında ayrım yaparsak terörle mücadele edemeyiz. Yani ideolojisine
bakarak, aynı şekilde hedefine bakarak, dinine, inancına, ırkına bakarak
terör örgütleri arasında iyi terörist-kötü terörist ayrımı yapmaya
başladığımız zaman o zaman teröristlerin ekmeğine yağ süreriz.
Bugün parlamenterlerde, sizleri tenzih ederim benim de 11 sene görev
yaptığım Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde ve Avrupa Parlamentosunda
gördüğüm bir yanlışı sizinle paylaşmak istiyorum. Parlamenter arkadaşlar,
siyasi partiler, ulusal meclislerde de görüyoruz, aynı ideolojiyi
paylaştığı terör örgütlerini destekliyor ve terör listesinden çıkarmaya
çalışıyor. Herkesin farklı ideolojisi olabilir, ama siz bir siyasi
partisiniz ve ideolojilerini halkın önünde savunuyorsunuz, halktan destek
arıyorsunuz. Elinize silah alıp, havan topu alıp veya başka silahlar her
türlü ağır silahları alıp da başkalarını öldürerek bir hedefe ulaşmaya
çalışmıyorsunuz. O yüzden farklı görüşlerde de olabilirsiniz, aynı görüşte
de olabilirsiniz.
Şimdi elhamdülillah biz Müslümanız, şimdi DEAŞ terör örgütü bizim dinimiz
İslami suiistimal etti diye o terör örgütünü desteklememiz mümkün mü? Tam
tersine DEAŞ’la göğüs göğüse askerlerini savaşa gönderen, savaşan ve o
terör örgütlerini buralardan temizleyen bir ülkeyiz. Ama DEAŞ gibi terör
örgütlerini sahada, yani kontrol ettiği sahalarda temizlemek yetmez.
Onların güç bulduğu kaynakları kurutmamız lazım bir. İkincisi,
ideolojilerini birlikte yok etmemiz lazım. Burada Christchurch’te Cuma
namazında ibadet eden Müslümanları öldüren ve İslam düşmanlığı
ideolojisiyle öldüren kişiyi suçlarken Hıristiyanlığı ya da başka bir dini
suçlarsak olmaz. Bugün Sri Lanka’da yani burada terör saldırısından sonra,
ki o terör saldırısını da Sri Lanka’daki terör saldırısı gibi aynı şekilde
değerlendiriyoruz, hiçbirini kabul etmiyoruz. Ama bugün görüyorum ki
oradaki Budistlerin liderleri monklar ya da en üst liderleri nedir
bilmiyorum. Oradaki Müslümanların taşlanması talimatını veriyor ki, aynı
şekilde biliyorsunuz Myanmar’da da Birleşmiş Milletler raporu diyor ki,
soykırım. Bizzat monkların katıldığı. Şimdi bundan dolayı Budizm’i biz
hedef alırsak bir yere varamayız. O yüzden DEAŞ’tan dolayı bizim barış
dinimiz İslam’ı hedef almak yerine, bu tür ideolojileri yok etme konusunda
hep birlikte çalışırsak işte bu tür terör örgütlerinin yeni yeni insanları
bünyesine katmasını engelleriz. Bugün birçok ülke bizden yardım istiyor.
Niçin yardım istiyor biliyor musunuz? DEAŞ terör örgütü, dağılmış gitmiş,
öldürülmüş ya da kaçmış, geride bıraktığı kadınlar ve çocukları kendi
ülkesine götürüp orada rehabilite etmek için, biz de transit ülke olduğumuz
için bizden yardım istiyor. İşte bunların önüne hepimiz geçebiliriz.
Akdeniz hepimizin ortak denizidir. Akdeniz etrafındaki ülkeler olarak bu
bölgenin barışı, istikrarı için hepimizin çok çalışması gerekiyor.
Toplumsal duyarlılık bakımından da siz Parlamenterlere, halkları temsil
eden siz arkadaşlarımıza da önemli görevler düşmektedir. Bu konuda bundan
sonra da birlikte çalışmaya devam edelim.
Tekrar hoş geldiniz, hepinize çok teşekkür ediyorum. Sağ olun.