Dünya Ticaret Örgütü ve Uluslararası Ticaret Müzakerelerinin Geleceği
Dünya Ticaret Örgütü ve Uluslararası Ticaret Müzakerelerinin Geleceği

Mustafa PULAT

Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) çerçevesinde uluslararası ticaret müzakerelerinin sürdürülmesi ve yeni bir çok taraflı ticaret müzakereleri turunun başlatılıp başlatılamayacağı uluslararası toplumun gündemindeki önemli maddelerden biridir. Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) Başkanlık seçimlerinin sonuçlanması, bu alanda yakın zamanda bazı gelişmeler olması ihtimalini beraberinde getirmektedir. Bu makalenin dar kapsamlı amacı, yeni tur uluslararası ticaret müzakerelerinin yakın geçmişine atıfla DTÖ'nün ve müzakerelerin geleceği hakkında değerlendirmelerde bulunmaktır.

Yeni tur uluslararası ticaret müzakerelerini başlatması öngörülen Seattle III. DTÖ Bakanlar Konferansı sonuçsuz kalmıştır. Seattle Bakanlar Konferansı'nı "başarısızlık" olarak nitelemekten bilinçli olarak kaçınılmıştır. Zira, çok taraflı uluslararası ticaret müzakerelerinin geçmişinde benzer olaylar cereyan etmiş, süreç bir süre kesintiye uğrayarak devam etmiştir. Seattle Bakanlar Konferansı'nın sonuçsuz kalmasının nedenleri aşağıda irdelenmeye çalışılacaktır.

Seattle'a Gidiş

DTÖ Seattle III. Bakanlar Konferansı, uluslararası ticaret müzakerelerinin seyri bakımından önemli bir kilometre taşı olmuştur. Geçmişte yapılan uluslararası ticaret müzakereleri toplantılarının hiçbiri Seattle Konferansı kadar dünya kamuoyunun ilgisini çekmemiştir. Bu konferansın basın yayın organlarında ve televizyonlarda geniş yankı bulması, uluslararası ticaretin günlük yaşantımızın bir parçası haline geldiğini teyid etmektedir.

DTÖ, Seattle Bakanlar Konferansı'na hazırlanırken lidersiz kalmıştır. Zira, genel müdürlük seçimi, toplantı hazırlıkları ile çakışmıştır. DTÖ üyesi ülkeler, Bakanlar Konferansı hazırlıkları yerine seçime odaklanmışlardır.

Son aşamasında Taylandlı Supachai Panitchapakdi ile Yeni Zelandalı Mike Moore'un seçilmek için mücadele ettiği DTÖ genel müdürlük seçimi, iki tarafı destekleyen kamplar arasında amansız bir mücadeleye sahne olmuştur. Seçim sırasında DTÖ Genel Konseyi'nde yapılan tartışmalar zaman zaman diplomasi sınırları dışına taşmıştır.

Genel Müdürlük seçimi uzun bir müzakere maratonu sonucunda, Panitchapakdi ile Moore'un üçer yıl genel müdürlük yapmasını ve görevin ilk olarak Moore tarafından üstlenilmesini kapsayan bir formülle sonuçlanmıştır.

Bu durum, yeni Genel Müdür Moore'un konferans için gerekli hazırlıkları yapabilmesinin önünde ciddi bir engel teşkil etmiştir. DTÖ geleneğinde, genel müdürlerin asli görevleri arasında, ticaret müzakerelerinde karşıt görüşler arasında uzlaştırıcı rol oynamaları, bir nevi "katalizör" işlevi üstlenmeleri bulunmaktadır. Bu bakımdan, seçimle Bakanlar Konferansı hazırlıklarının çakışması talihsiz bir gelişme olmuştur.

Genel Müdür seçimine paralel olarak yürütülen Bakanlar Konferansı hazırlıkları sonucunda, seçimde hakim olan olumsuz atmosferin de etkisiyle, ilkelere dair genel nitelikli birkaç sayfalık bir Bakanlar Konferansı Bildirgesi yerine, her ülkenin öncelikli gördüğü konulara ilişkin müzakere pozisyonlarını ayrıntılarıyla içeren yaklaşık 40-50 sayfalık bir taslak metin ortaya çıkmıştır. Böyle bir taslağın, Seattle'da birkaç gün içerisinde Bakanların üzerinde uzlaştığı bir bildirge haline gelmesi, çoktaraflı ticaret diplomasisi dinamiklerini zorlayıcı nitelikte idi; zira, Seattle Bakanlar Konferansı Bildirgesinde yer alan konuların listesi, Uruguay Round gündeminden uzundu.

Seattle Bakanlar Konferansı, "The Battle of Seattle"

Uluslararası ticaret müzakerelerinin motor görevini yapan ve "Quad" olarak da adlandırılan ABD, Avrupa Birliği (AB), Kanada ve Japonya arasındaki görüş ayrılıklarının Seattle Bakanlar Konferansı sırasında giderilmesi mümkün olamamıştır. Özellikle ABD ve AB arasında yeni turun hangi konuları ne şekilde kapsaması gerektiği hususlarındaki ciddi görüş ayrılıkları konferansın gidişatını olumsuz etkilemiştir.

ABD, tarım ihracatçısı ülkelerden oluşan "Cairns Grubu" ile birlikte hareket ederek, tarım sübvansiyonlarının kaldırılması yönünde bir politika izlemiştir. Bu tutum, AB'nin Ortak Tarım Politikası'nı (CAP) hedeflemektedir. ABD, genetik değişime uğratılmış (GMO's) tarım ürünlerinin en büyük ihracatçısı ve GMO teknolojisinin lider konumundaki ülkelerinden birisidir. Keza, GMO ürünleri ticaretinde AB tarafından benimsenen ihtiyatlı politika en fazla ABD'nin ve "Cairns Grubu"nun tarımsal ürün ihracatını etkilemektedir.

AB ise, tarım sübvansiyonlarını, dolayısıyla CAP'ı, DTÖ Tarım Anlaşması'nın 20. maddesinden hareketle "non-trade concerns" çerçevesinde geliştirdiği "tarımın çok yönlülüğü" kavramı ile korumaya çalışmaktadır. "Tarımın Çok Yönlülüğü" kavramı ile tarımın kendine özgü bir sektör olduğu savunulmaktadır. AB tarımın korunmasının, çevrenin, yerel-kültürel mirasın, biyo-çeşitliliğin ve kırsal yaşantının da korunmasını sağlayacağını ileri sürmektedir. Ayrıca, her ülke için önem taşıyan bir ulusal güvenlik meselesi olan gıda güvenliği de bu kapsamda kullanılmaktadır.

AB'nin ABD'ye karşı atağının ilk hamlesi, ABD'nin tekstil, demir-çelik gibi önemli sektörlerini korumak için kullandığı anti-damping uygulamalarının gözden geçirilmesini önermek olmuştur. AB ikinci hamle olarak, ABD'nin DTÖ Tekstil Anlaşması'ndan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediği yolunda gelişmekte olan ülkelerce ortaya atılan savları desteklemiştir . ABD'nin anti-damping uygulamalarından rahatsız olan Japonya, üretiminde dışa bağımlı olmak istemediği pirinç gibi bazı tarımsal ürünlere verdiği sübvansiyonları da korumak amacıyla bu kamplaşmada AB'nin yanında yer almıştır.

ABD ile AB arasında müzakerelere ilişkin bir başka anlaşmazlık, müzakerelerin hangi konuları içereceği hususunda odaklanmıştır. ABD, tarım, hizmetler, çevre ve işgücü ölçütleri gibi konuları içeren dar kapsamlı bir ticaret müzakereleri turuna taraftar olduğunu, AB ise daha geniş kapsamlı bir turdan yana olduğunu açıklamıştır. ABD için amaç, güçlü olduğu sektörlerde serbestleşmeyi ilerletmektedir. AB için ise amaç, müzakere konularını mümkün olabildiğince geniş tutarak, tarımda vereceği tavizler karşılığında pazarlığa tabi diğer sektörlerde tavizler elde etmek olmuştur.

Seattle'da, gelişmekte olan ülkelerin sistemden taleplerinin gelişmiş ülkelerce dikkate alınmadığı yolundaki eleştirileri bir başka anlaşmazlık noktası olarak ortaya çıkmıştır. Bu eleştiriler, Seattle Bakanlar Konferansı vesilesiyle güçlü bir biçimde vurgulanmıştır. Seattle toplantısı DTÖ üyelerinin 3/4'ünü oluşturan gelişmekte olan ülkelerin müzakere güçlerini sınadıkları ve bu gücün farkına vardıkları bir Bakanlar Konferansı olarak da tarihe geçmiştir. Bu ülkeler, gerek hazırlık toplantılarında, gerek konferans sırasında, Uruguay Round Anlaşmaları'nın uygulanamadığı, uygulamaya ilişkin yükümlülüklerin gelişmiş ülkelerce yerine getirilmeden, yeni konuların müzakere edilemeyeceği, DTÖ Anlaşmaları çerçevesinde, gelişmiş ülkelerin, DTÖ müktesebatı konusunda teknik işbirliği ve eğitim sağlama sözlerini tutmadıkları gibi savlar ortaya atmışlardır. Burada, uygulamaya yönelik adımların, gelişmiş ülke pazarlarının, gelişmekte olan ülkelerin başta tarım ve tekstil olmak üzere diğer ürünlerine daha fazla açılması olarak anlaşılması gerekmektedir.

Gelişmekte olan ülkeler, çevre ve istihdam ölçütleri gibi konuların DTÖ görev alanı içine girmediğini savunmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerin yüksek işçilik maliyetlerinin, gelişmekte olan ülkelerin ucuz işgücü avantajlarıyla dengelenmesi amacıyla bu konuları gündeme getirdiği kanısı gelişmekte olan ülkeler arasında yaygındır.

ABD Başkanı Clinton, çevre ve istihdam ölçütlerine uygun olmayan biçimde üretilmiş ürünlere ek vergi veya yaptırım uygulamasına taraftar olduğunu Bakanlar Konferansı sırasında açıklamıştı .

Seattle Bakanlar Konferansı sırasında, ABD ve AB'nin başta tarım konusunda anlaşamamaları, ayrıca ABD ve gelişmekte olan ülkelerin karşılıklı olarak birbirlerinin taleplerini kabul etmemeleri müzakereleri sonuçsuz bırakmıştır.

Görüleceği üzere Seattle'deki sonuçsuzluk, esasen sistem içindeki dinamiklerden kaynaklanmaktadır. Bakanlar Konferansı'nın Seattle'da bir araya gelen yaklaşık 30-40 bin gösterici tarafından fiziki olarak sekteye uğratıldığı doğru olmakla beraber, müzakerelerin sonuçsuz kalmasında bu protestoların rolünü abartmak yerinde değildir. Bununla birlikte, protestocuların Seattle'daki güvenlik güçlerinden daha örgütlü ve hazırlıklı oldukları konferans sırasında ortaya çıkmıştır. Güvenlik güçleri olayları denetim altına almakta zorlanmışlardır. Esasen güvenlik konusu konferansın fiyaskosu olmuştur.

Seattle'daki Sonuç Sürpriz miydi?

Seattle'da yeni tur ticaret müzakerelerinin başlatılamaması sürpriz olmamıştır. Genel Müdür seçiminde ilgili taraflar arasında yaşanan kamplaşma, Cenevre'de konferansa hazırlık safhasında delegeler arasında mutabakat oluşmaması ve nitelik bakımından Bakanlar Konferansı Bildirgesi olmaktan uzak taslak metin, kritik bir yeni turun başlangıcı için ciddi engellerdi.

Seattle sırasında, gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklar tescil edilmiştir. Toplantıları protesto eden, çoğunluğu gelişmiş ülkelerden gelen göstericilerin, gelişmekte olan ülkelerde çevrenin ve istihdam ölçütlerinin ne şekilde korunması gerektiği yönündeki eleştirileri ve protestoları bu ülkelerde içişlerine karışma olarak algılanmıştır.

Dünya Ticareti Neden Herkes İçin Önem Kazandı?

Seattle Bakanlar Konferansının bu denli elektrikli geçmesinin temel nedenlerinden biri uluslararası ticaretin bütün ülkeler için öneminin artmasıdır.

1960'lı ve 1970'li yıllarda ithal ikameci kalkınma modelleri revaçta iken, 1980'li yıllardan itibaren dışa açık, ihracata dayalı ve yabancı sermayeyi özendiren kalkınma politikalarına ağırlık verilmiştir. Bunda, kapalı ekonomik modellere dayalı sistemlerin zayıflayarak, Soğuk Savaşın 1990'lı yılların başında "Özgür Dünya" lehine sonuçlanması rol oynamıştır.

Uluslararası ticaret, ulusları ekonomik bakımdan birbirlerine bağlama özelliği ile küreselleşme tartışmalarının odak noktasında yer almaktadır. Uluslararası ticaret sayesinde dünyanın farklı kıtalarında üretilen ürün ve hizmetler, bir başka kıtada kıyasıya rekabet etmektedir. Bu rekabet, iş güvencesi, gelecek endişesi gibi kavramları günlük hayatın bir parçası haline getirmiştir.

Küreselleşme süreci dünyanın her yerinde günlük hayatı değiştirmektedir. Ekonomik ve sosyal bakımlardan dışa açılma, yeni imkanlar yaratırken, toplumlarda bazen içgüdüsel bir endişe kaynağı da olabilmektedir.

DTÖ, anlaşmalarının bağlayıcılığı ile küreselleşme sürecinde sivrilen bir uluslararası örgüttür. DTÖ sistemi, Anlaşmazlıkların Halli Organı kararlarına uyulmaması halinde, şikayetçi tarafa yaptırım hakkını tanımakta, bu yaptırımın nasıl olacağını ve ne şekilde uygulanacağını tanımlamaktadır. Bu yasal altyapı DTÖ'nün gücünün temelini oluştururken, DTÖ'den beklentileri de artırmaktadır. DTÖ'nün bu gücü, ulusal planda dahi olsa şikayeti olan her türlü muhalif grubu veya çıkar grubunu ondan yararlanmaya yöneltmektedir.

Uluslararası Ticaret Müzakereleri Neden Devam Etmelidir?

Uluslararası ticaret sistemi, II. Dünya Savaşından sonra yeni bir sıcak savaşın ticari ve ekonomik nedenlerini ortadan kaldırmıştır. Uluslararası ticarette serbestleşme ve karşılıklı ekonomik bağımlılığın artırılması sistemin iki ana unsuru olmuştur.

1930'lardaki büyük ekonomik bunalım, yanlış bir tercih olarak ülkeleri korumacılığa sevketmiş, gümrük duvarlarının hızla yükselmesi, bunalımın denetimden çıkarak yayılmasına ve bilahare komünizm ve faşizmin beslenip güçleneceği sosyo-ekonomik ortamın doğmasına yol açmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan sistemde, Soğuk Savaşın varlığına rağmen, ekonomik ve siyasi özgürlükler, gelişen uluslararası ticaretle birlikte, birbirlerini tamamlayan ve güçlendiren unsurlar haline gelmişlerdir.

Bu uluslararası ortamda, 1950'lerde uluslararası ticaret dünya gayri safi hasılasının %7'si iken, bu oran 1999'da %23'ü bulmuştur. 1948 ile 1997 yılları arasında dünya mamul mal ticareti 14 kat artmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin dünya ticaretinden aldıkları payı son 15 yılda %20'den %25'e yükselmiştir. Bu oran, mamul mal ticaretinde %10'dan %15'e ulaşmıştır. Bu eğilim sürdüğü takdirde, anılan oranın 2020 yılında %50'yi aşacağı öngörülmektedir. Dünya ticaretinde en fazla paya sahip 25 ülkenin üçte biri gelişmekte olan ülkelerdir. Gelişmiş ülkelerin milli gelirleri ise 1970'lerde ortalama 10.000 dolar iken bu rakam 1990'larda iki katına çıkmıştır .

DTÖ'nün ve Yeni Tur Ticaret Müzakerelerinin Geleceği

Uluslararası ticaret sisteminin güçlenmesinin temel koşulu ticarette serbestleşmenin sürdürülmesidir. Serbestleşme sürecinin alternatifi ülkelerin korumacılığa yönelmeleridir.

DTÖ'de reform yapılması, sistemin geleceği bakımından önem taşımaktadır. Sistemde şeffaflık bulunmadığı DTÖ'nün en fazla eleştiri aldığı konulardan biridir. DTÖ üyelerinin varacakları bir mutabakatla, gizlilik taşımayan DTÖ belgelerinin vakit geçirilmeden ilgili çevrelerin bilgisine sunulmasıyla ve keza gizlilik derecesi olmayan, olağan nitelikteki bazı DTÖ oturumlarına ilgili NGO'ların izleyici olarak alınmasıyla şeffaflık konusundaki eleştirilerin hafifletilmesi mümkün olabilir. Her iki konu da, DTÖ üyeleri arasında halen uyuşmazlık konusudur. Dolayısıyla bu alanda atılacak adımlar zaman alabilecektir.

Şeffaflaşma ve DTÖ'nün dışa açılma politikası çerçevesinde, ilgili NGO'lar ile işbirliğine gidilmesi gerekmektedir. Bu konuda da halen DTÖ üyeleri arasında anlaşmazlık olduğu dikkate alınarak, atılacak adımlarda bu örgütleri üye ülkeler ve DTÖ'nün doğrudan muhatabı haline getirecek bir yaklaşımdan kaçınılmalıdır. DTÖ Sekretaryası tarafından bu örgütleri bilgilendirici faaliyetlerin yaygınlaştırılması olumlu bir adım olacaktır.

DTÖ'nün ulusal parlamentolarla işbirliğini geliştirici adımlar da şeffaflık alanında atılabilecek önemli adımlardandır. DTÖ sonuç itibariyle bir hükümetlerarası örgüttür ve üyelerine karşı sorumludur. DTÖ'nün dışarıya açılması politikası çerçevesinde, NGO'larla işbirliği geliştirilirken bu ayağın geride kalması doğru olmayacaktır. Esesan DTÖ Genel Müdürü Mike Moore da bu ihtiyacı farketmiş ve parlamentolarla işbirliğine önem verdiğini, belli başlı DTÖ üyesi ülkelerin parlamentolarını ziyaret ederek göstermiştir. Bu alandaki işbirliğini en kısa zamanda kurumsallaşmış bir yapıya kavuşturmak yararlı olacaktır.

Gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkelerin sistemden en büyük beklentilerinden birisi, DTÖ konusunda teknik yardımdır. Eğitim programlarını da içeren bu yardım DTÖ'de halen kısıtlı bütçe kaynaklarıyla yapılmaya çalışılmaktadır. DTÖ'nün teknik yardıma ilişkin bütçe kaynağının artırılması gerekmektedir.

DTÖ Anlaşmazlıkların Halli Organı'nı kapsayan hukuk eğitimi keza teknik yardım alanında dikkate alınması gereken bir husustur. DTÖ içinde bu mekanizmadan yararlanabilmek, ancak mekanizmayı iyi tanımakla mümkündür. Bu alanda atılacak adımlar, gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkeleri sistem içinde marjinalleşmekten koruyacak ve sisteme desteklerini artıracaktır.

Gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkelerin DTÖ karar alma sürecine daha fazla dahil edilmeleri sistemin geleceği bakımından ihmal edilmemesi gereken bir husustur. Süreci yavaşlatıcı etkisine rağmen, bütün tarafları müzakerelerde olabildiğince söz sahibi kılabilmek yarar sağlayacaktır.

Yatırım, rekabet politikaları, kamu alımlarında şeffaflık, çevre ve istihdam ölçütleri, uluslararası ticaretle bağlantıları nedeniyle uzun vadede DTÖ gündemine mutlaka girecek yeni konulardan bazılarıdır. Bu konuların bağlayıcı karar alma gücüne sahip DTÖ'nün müktesebatına dahil edilmesinde, bütün üyelerin kaygı ve endişelerinin gözönünde bulundurulması sistemi güçlendirici etki yapacaktır.

DTÖ sistemine yönelik en ciddi ve potansiyel tehdit sistemin büyük üyelerinden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda özellikle ABD'nin korumacı ticaret politikalarına dönmemesi ve Avrupa-Atlantik uyumunun korunması DTÖ'nün geleceği bakımından önem taşımaktadır. Bugüne kadar DTÖ Anlaşmazlıkların Halli Organını en fazla kullanan iki taraf olan ABD ve AB'nin uluslararası ticaretteki rekabetlerini, bugüne kadar olduğu gibi gelecekte de sistem içinde kalarak çözümlemeye devam etmeleri gerekmektedir.

DTÖ 140 üyesiyle kural koyma ve koyduğu kuralları uygulama bakımından evrensel bir örgüttür. Ancak halen DTÖ'ye üye olmayan 20'den fazla ülke bulunmaktadır. Bunların arasında Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Azerbaycan ve Suudi Arabistan gibi dünya ekonomisi bakımından önemli ülkeler bulunmaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti'nin DTÖ'ye üyeliği son aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Sistem dışında kalan diğer ülkelerin sisteme dahil edilmeleri hem bu ülkeler hem sistem bakımından yarar sağlayacaktır.

DTÖ küreselleşme sürecini bir ölçüde yönlendirebilmek için uluslararası toplumun elinde bulunan etkili nadir silahlardan birisidir. Yukarıda sunulan hususlara paralel nitelikte bir yaklaşımın benimsenmesinin, yeni tur ticaret müzakerelerinin başlatılarak başarıyla sonuçlandırılması ve küreselleşmenin olumsuz etkilerinin dolaylı olarak bir nebze törpülenebilmesi açılarından önem taşıdığı düşünülmektedir.

KAYNAKÇA:

1. "Lauinching New Global Trade Talks, An Action Agenda", Institute for International Economics, Eylül 1998
2. "Dünya Ticaret Örgütü'nün Kaçınılamaz Yükselişi ve Seattle Bakanlar Konferansı Sonrasında Bazı Düşünceler", Güven Erdal, DTÖ Nezdinde Türkiye Daimi Temsilci Eski Yardımcısı, Şubat 2000
3. DTÖ Genel Müdürü Mike Moore'un konuşmaları, "Seattle, What is at Stake?", "The Post Seattle Agenda", "Revisiting the Multilateral Trading Sytem", "Conference on Developing Countries' Interests in a Millenium Round", "The WTO, the Challenge Ahead", DTÖ'nün web sayfası: www.wto.org adresindeki "A-Z List"ten "Speeches" alt başlığı.
4. "Trading Into the Future", Nisan 1999, DTÖ yayını.
5. "The WTO Agreements, Deficiencies, Imbalances, and Required Changes", Bhagirath Lal Das, 1998, Third World Network.
Sayfa metni: