Sayın Bakanımızın Lüksemburg Başbakan Yardımcısı, Dışişleri ve Göç Bakanı Sayın Jean Asselborn Ortak Basın Toplantısı, 30 Haziran 2008

Değerli basın mensupları,

Lüksemburg Başbakan Yardımcısı, Dışişleri ve Göç Bakanı Sayın Jean Asselborn ile bugün bir seri toplantı gerçekleştiriyoruz. Kendisini ve beraberindeki heyeti Türkiye’de ağırlamaktan çok memnunuz. Biliyorsunuz, Lüksemburg ile Türkiye ilişkileri geleneksel bir dostluğa dayalı ilişkiler ve hem ikili ilişkilerde, hem çok taraflı platformlarda güçlü bir işbirliğimiz sözkonusu. Bu ziyaret, iki ülkenin Dışişleri Bakanları olarak sorunsuz seyreden ilişkilerimizin daha da geliştirmesi yönündeki karşılıklı siyasi iradeyi bir kez daha ifade etmemiz için bir imkân sunmuştur.

Görüşmelerimizde, ikili ilişkilerimizin farklı boyutlarını ele alıyoruz. Türkiye-AB katılım sürecini beraberce değerlendiriyoruz ve yine her iki ülkeyi de ilgilendiren bölgesel ve uluslararası konuları da derinlemesine konuşuyoruz. Dostum Sayın Asselborn’a, Türkiye’nin AB katılım sürecine Lüksemburg’un sağladığı destekten dolayı huzurlarınızda tekrar teşekkür etmek istiyorum ve bu desteğin, bu güçlü desteğin önümüzdeki dönemde de devam etmesini bekliyoruz. Biliyorsunuz, Lüksemburg, AB’ni kuran ülkelerden bir tanesidir. Aynı zamanda Lüksemburg, Avrupa’nın en dışa açık, en müreffeh ülkesidir.

Özellikle dünyanın önde gelen bankacılık ve finans merkezlerinden birisi olan Lüksemburg ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler de kuşkusuz önemli yer tutuyor. Önümüzdeki dönemde Lüksemburg’la olan ilişkilerimizi çok daha ileri boyutlara götürmek için, her alandaki ilişkilerimizi geliştirmek ve derinleştirmek için biz Türkiye olarak elimizden gelen çabayı sürdüreceğiz.

Ben tekrar değerli dostum, arkadaşım Jean’a ve heyetine Türkiye’ye hoş geldiniz diyorum.

KONUK BAKAN: Teşekkür ediyorum, biz de gerçekten çok memnunuz Türkiye’de bulunmaktan. Sayın dostum Ali Babacan’a çok teşekkür ediyorum bizi ağırladıkları için. Zaten daha önceki görüşmemizde kendisine ve Sayın Başbakanınıza da söylemiştim. Viyana’dan geliyorum ben. Viyana’da bir futbol karşılaşması oldu ve en iyi takım kazandı demek istiyorum, bu karşılaşmayla ilgili olarak. Ama biz Lüksemburglular olarak, Türkiye’nin de Avrupa Futbol Şampiyonasındaki Türk takımının da yapmış olduğu çabaları çok yakından izledik ve Türkiye gerçekten Avrupa içerisinde büyük bir ülkeye karşı son dakika golüyle kaybetti. Ama Türk takımının oyuncularının gerçekten güzel oyunları, savaşçı ruhları herkes tarafından takdirle izlendi ve Avrupa Şampiyonasında Türk takımının oyunu her zaman hatırlanacaktır. Sanıyorum 25 yıl önceydi, Lüksemburg Türkiye’yi 2–0 yenmişti. Bunu hatırladım.

Ama tabii ki, ben burada futbolda Türkiye’yi yenmek için veya herhangi bir alanda Türkiye’yi yenmek için burada bulunmuyorum. Tabii ki Lüksemburg ve Türkiye birbirinden iki farklı ülkedir. Ama bundan sonraki ilişkilerimizin daha da geliştirilmesi için çok fazla çalışmalar yapılacak. Mesela, gelecek sonbaharda ekonomik işbirliği anlamında daha iyi anlaşmaların, daha güzel anlaşmaların yapılabilmesi için bizim Ekonomik İşler Bakanımız Türkiye’ye beraberindeki heyetle birlikte bir ziyarette bulunacak. Ekonomik anlamda da gerçekten belirli şirketler, mesela Arcelor-Mittal Lüksemburg’da yer alıyor. Aynı zamanda Türkiye’de de çalışan şirketler var. Örneğin Lüksemburg’dan bir banka, aynı zamanda Türkiye’de de çok aktif bir şekilde çalışıyor. Ulaştırma konusunda belirli sorunlar var, ama eminim ki bunları da çözmeye çok yakınız.

Saygıdeğer Türk gazetecileri, sizlere çok önemli bir husustan bahsetmek istiyorum. Bunlar Türkiye ile Lüksemburg arasındaki ilişkiler değil, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerdir. Bana iki dakika izin verirseniz, bu konudaki hassasiyetimi ve hissettiklerimi sizlere açıklamak istiyorum.

Aralık 2004’te Avrupa Konseyi’nde bulunuyordum ben. Yani, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlatılmasına dair kararın alındığı sırada ve 3 Ekim 2005’te de yine bu müzakerelerin somut olarak başlatılmasına karar verildiğinde Lüksemburg’da yine aktif olarak bu işe dâhildim. Ve ben Lüksemburg’da siyasi bir kişi olarak hep şöyle düşünüyorum. Bizim çocuklarımıza, torunlarımıza karşı görevimiz, ileride AB’ne sırtını dönmüş bir Türkiye’den ziyade, AB’ne yüzünü dönmüş bir Türkiye sağlamaktır. Bu bizim siyasi olarak görevimizdir. Bu bizim yapmamız gereken bir şeydir.

Eğer zaman ilerledikçe, zaman içerisinde AB içerisindeki büyük liderlerin veya büyük ülkelerin bu konuyla ilgili sorunları varsa, onların tabii ki böyle bir tercihi var. Ama ben, böyle bir sorun görmüyorum ve göreceksiniz, Türkiye konusunda Türkiye’de de, AB’nde de, Türkiye’nin geleceği konusunda, AB’nin geleceği konusunda açık bir vizyona sahip kişiler, onlar doğru tarafta olacaklar ve bu düzende, daha önce de söylediğim gibi, AB içerisinde bizim görevimizi yapmamız gerekiyor. Tabii ki Türkiye’nin de görevini yapması gerekiyor. Üçüncü husus ise, reformların mutlaka devam etmesi gerekiyor ve bu anlamda Türkiye’yi gerçekten teşvik etmek istiyorum, diğer tüm hususlarda, ama en önemli olarak insan hakları konusunda, reformların devam etmesi gerekiyor. Şimdiye kadar gerçekten çok fazla şey elde edildi, başarıldı ve bunların da devam ettirilmesi gerekiyor.

Ve ikinci husus ise, tabii ki AB içerisindeki herkesin, AB adına konuşamam, ama kendi ülkem adına konuşabilirim. Herkesin mutlaka Kıbrıs meselesinin çözülmesine yardımcı olması gerekiyor. Ve şu anda bir fırsat görüyorum ben, Sayın meslektaşım, Dışişleri Bakanının da yine söylemiş olduğu gibi, Türkiye’nin bu anlamda doğru yolda adım atacakları mutlaka teşvik etmesi gerekiyor. Özellikle Kıbrıs’taki seçimlerden sonra ve bunların 2008’de yapılabilmesi için bir fırsat var.

AB antlaşmasından bahsetmek istiyorum biraz. Bu konuyla ilgili olarak, İrlanda’nın hayır demesinden sonra biz tabii ki biraz rahatsız olduk. En azından rahatsız diye tabir edebilirim bunları, ama ümitsiz değiliz. Eğer AB’nin gelişimini dikkate alacak olursanız, AB’nin genişlemesi ve derinleşmesi her zaman birbirine paralel olarak seyreden bir süreç olmuştur. Ancak ikisi bir arada olduğunda, ikisi işlediğinde işe yarayabilirler. Ancak şu anda onları birbirine karşıt olarak düşünemeyiz. Bir barış projesi olarak Avrupa, aynı zamanda Batı Balkanlardaki bütün bu hususları da dikkate almalıdır. Eğer bunlar yapılmazsa, artık bir barış projesi olmaz. Ve Avrupa’nın, aynı zamanda Türkiye ile ilgili 2004 ve 2005’teki hususları da dikkate alması gerekir. Biliyoruz ki, AB’ndeki kamuoyu dikkate alındığında bu kolay değil. Neden? Çünkü AB, daha entegre olmuş bir AB, Avrupa’daki halkın görüşüne göre bir anlamda egemenliğin kaybedilmesi gibi algılanıyor.

Fakat bizim AB içerisinde gerçekten çok sıkı bir şekilde çalışmamız gerekiyor. Sadece siyasi liderler, meclislerdeki, hükümetlerdeki liderler için değil, aynı zamanda halk için de çalışmamız gerekiyor ve şunu açıklamamız gerekiyor. Daha entegre olmuş bir AB, aynı zamanda küreselleşmenin olumsuz sonuçlarına karşı daha güçlü bir AB anlamına gelecektir. Ve Sayın Bakanım, sizlere ve aynı zamanda basın mensuplarına şunu söylemek istiyorum. Türkiye’de, sizin Türkiye ile iç sorunlarınızı çözmeniz gerekiyor. Bizim de AB içerisinde, AB’nde bize ait iç sorunlarımızı çözmemiz gerekiyor.

SAYIN BAKANIMIZ: Evet, teşekkür ediyorum. Konuk Bakana ya da bana soru sormak isteyen arkadaşlar varsa, birkaç soru alacağız. Ondan sonra biz toplantımıza devam edeceğiz.

SORU: Sayın Bakan, yarın itibariyle Fransa, AB Dönem Başkanlığını devralıyor. Ve İrlanda’nın AB anlaşmasına hayır demesinin ardından, Başkan Sarkozy “genişleme süreci durmuştur” dedi. Bu açıklamadan da hareketle, siz Fransa Dönem Başkanlığı’nın tarafsız olacağına inanıyor musunuz? Ayın 13’ünde yapılacak toplantının öncesinde Dışişleri Bakanları Toplantısına, Akdeniz İçin Birlik toplantısına katılacak mısınız?

SAYIN BAKANIMIZ: Şu ana kadar Fransa’dan farklı vesilelerle aldığımız mesajlar, bize gönderilen haberler, genelde Fransız Dönem Başkanlığı’nın bir normal dönem başkanlığı olacağı şeklinde. Bu ne demek? Bizim müzakere sürecimizin, aksamadan normal bir şekilde yürüyor olması demek. Bizim Fransa’dan, en üst siyasi seviyelerden aldığımız mesajlar genelde bu yönde. Tabii bu uygulamayı hep beraber göreceğiz. Ama bizim beklentimiz, Türkiye-AB ilişkilerinin ve Türkiye’nin AB müzakere sürecinin şeffaf bir şekilde ve ahde vefa ilkesine uygun bir şekilde devam edeceğiz. Ayın 13’ündeki, Akdeniz İçin Birlik Zirvesi ve ondan hemen önce yapılacak Dışişleri Bakanları toplantısına gelince, bu konuyla ilgili biz henüz kararımızı kesinleştirmiş durumda değiliz.

Ancak, geçtiğimiz günlerde bize bu zirvenin sonuç bildirgesinin taslağını Avrupa Komisyonu’ndan ilettiler. Bu taslağı inceliyoruz, bu taslak üzerindeki görüşlerimizi hem Avrupa Komisyonu’na, hem Dönem Başkanlığına ilettik. Karşılıklı bir temas trafiği olacak kuşkusuz. Sonuç bildirgesi tabi bizim için önemli. Yani sonuç bildirgesinde, Türkiye’nin konumu, bu sonuç bildirgesindeki farklı unsurlar önemli. Çünkü burada, yeni bir süreç başlıyor. Başlanan süreç, yeni bir safhaya giriyor ayın 13’ünden itibaren. Bu yeni projelerde, Türkiye yer alacak mı almayacak mı? Yer almaya eğer karar verirsek, sözkonusu zirveye hangi seviyede katılacağız, bunların kararlarını da önümüzdeki günlerde vereceğiz.

SORU: Benim Konuk Bakana bir sorum var ama. Kendisi 2006 yılında Troika toplantısı için Türkiye’ye geldiğinde ek protokol imzalanması için Ankara’yı teşvik etmiş ve bu sırada özellikle KKTC’ne yönelik ticari ve mali tüzüklerin çıkmasıyla ilgili olarak bizzat ilgileneceğine söyleyip söz vermişti. Türkiye, üç ay sonra ek protokolü imzaladı. Ancak iki yıl geçti, hala Kuzey Kıbrıs’a yönelik tüzüklerle ilgili bir gelişme olmadığı gibi birtakım gerilemeler görüyoruz. Bu sözün hala arkasında mı? Bu konudaki çabaları sürüyor mu?

KONUK BAKAN: Ben Türkiye’nin bu protokolü imzaladığını bilmiyordum. Ama şöyle söyleyebilirim, AB içerisinde Türkiye’nin dostu olan belirli kesimler, gerçekten bu zor sorunun aşılması konusunda bir anlamda bloke edilmiş durumdayız. Şu anda bu konuya çok derinlemesine girmek istemiyorum. Ama özellikle şunu söylemek istiyorum. AB içerisinde, Kıbrıs meselesinin çözümlendirilmesi için çok güçlü bir istek mevcut. Türkiye, gerçekten dış ilişkiler anlamında çok önemli bir aktör. Örneğin Suriye ile ilgili yapılanlar, İsrail ile ilgili yapılanlar, müzakerelerin yeniden başlatılması için yapılanlar çok güzel ve gerçekten çok önemli çalışmalar AB için. Çünkü AB içerisinde dış ilişkiler konusunda iki tane önemli sütun var. Bir tanesi AB, diğeri NATO’dur. Ve gerçekten, bu örgütler arasında güçlü işbirliğine ihtiyacımız var. Kıbrıs’la ilgili bu anlamda bir çözümün mutlaka bulunması gerekiyor. Çünkü Kosova’da, Balkanlar’da Afganistan’da yapacaklarımızı düşünecek olursanız, bu iki örgüt arasında çok iyi bir işbirliğine ihtiyaç var.

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Gerçekten, yine AB ile ilgili olarak doğrudan ticaret anlaşmaları veya ek protokol gibi konulara derinlemesine inmeksizin şunu söyleyebilirim. Şu anda gerçekten Kıbrıs’ta iki tarafta da olumlu sinyaller var. AB içerisinde eminim ki, herkes bu ilişkilerin iyi bir yöne sevkedilmesi için çaba sarfedecektir. Daha önce Sayın Dışişleri Bakanı ve Sayın Başbakanınızla yaptığım görüşmelerde de söylediğim üzere, bu görüşmelerin iyi yöne sevkedilmesi için herkesin yardımı olacaktır. AB’ni düşünecek olursanız ve coğrafi anlamda Avrupa’yı düşünecek olursanız, mutlaka Ortadoğu’yla ilişkiler veya AB-Rusya ilişkileri, bu anlamda çatışmaların önlenmesi, bunlar çok önemli ve son gelecek 10 yıldaki ilişkilerimizi belirleyeceği için bu tür çatışmalardan kaçınmamız gerekiyor. Özellikle şunu söylemek istiyorum, hem Türkiye’de, hem de AB’nde bu ilişkilerin iyi yöne sevkedilmesi için mutlaka çaba sarfedilmesi lazım ve bu anlamda Lüksemburg kesinlikle hiçbir şeyi bloke etmeyecektir.

SORU: Biraz önce AB kamuoyunda, Türkiye ile ilgili olumsuz bazı düşüncelerin olduğundan bahsedildi. Sayın meslektaşınız, Sayın Sarkozy’nin sözlerinden bahsetti. Ama genel olarak, AB’nin de içerisinde, mesela Almanya gibi ülkelerde de bazı siyasi liderler halkın bu olumsuz duygularını kullanıyorlar bir anlamda. Bu konudaki sizin görüşünüz nedir? AB halkında böyle olumsuz düşünceler konusundaki sizin görüşünüz nedir? Diğer bir soru, bu anlamdaki çıkış yolu nasıl olacak? Bir soru daha sormak istiyorum. Sayın Asselborn, biraz önce 2008 yılında Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunabileceğinden bahsetti. Bu çizelgeyle ilgili olarak sizin görüşünüz nedir? Gerçekçi midir? Bu gerçekten yapılabilir mi?

SAYIN BAKANIMIZ: Öncelikle ben şunu ifade etmek istiyorum ki, AB’nin genelinde şu anda, AB’nin kendisiyle ilgili, bir olumsuz iklim, bir olumsuz atmosfer var. Yani AB’deki AB vatandaşlarına şöyle bir sorduğunuzda, AB’nin genel gidişatı, AB’nin geleceğiyle ilgili olumsuz bir bakış açısı bugün için mevcut. Öte yandan genişlemeyle ilgili de, ülkeden ülkeye değişmekle beraber, bazı ülkelerde genişleme karşıtı görüşler daha baskın; bazı ülkeler ise, genişlemeye daha olumlu bakıyorlar. Tabii bu AB’nin geneliyle ilgili olan olumsuz hava ve genişlemeyle ilgili olumsuz hava Türkiye algılamasına da bir ölçüde yansıyor.

Bunun üzerine tabii Türkiye’nin kendisine özgü unsurları, Türkiye’nin kendisine özel faktörleri de eklediğimizde, ülkelerde değişen oranlarda, destek ya da Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan bir duruş görüyorsunuz. Şimdi biz bütün bu sorunları Türkiye olarak, genelde kısa vadeli sorunlar olarak görüyoruz. AB, orta ve uzun vadede bu sorunları aşacaktır diye düşünüyoruz. AB, güçlü bir birliktir. AB’nin kendi özgüvenini bulması, kendi sahip olduğu gücün daha çok farkında olması önemlidir. Şöyle bir tarihe bakacak olursak, dönem dönem zorluklar yaşamıştır AB. Fakat tüm bu zor dönemlerden her defasında başarıyla çıkmayı da bilmiştir. Şu anda öyle anlaşılıyor ki, bir kış iklimi yaşıyor AB. Ama bunun baharı da var, yazı da var. Ve o bahar ayları, yaz ayları geldiğinde, bütün bu sorunların gerimizde kaldığı, arkamızda kaldığı ve AB’nin gerçek anlamda dünya barışına katkıda bulunan güçlü bir siyasi birlik olduğunu tekrar hep beraber göreceğiz.

Tabii Türkiye algılamasıyla ilgili de bizim yapmamız gereken çok çalışmalar var doğrusu. Türkiye’nin, gerçekleri ile algılaması arasında büyük farklar olduğunun farkındayız. Türkiye’ye ömründe hiç gelmemiş bir AB vatandaşıyla, bir defa dahi ziyaret etmiş bir AB vatandaşının Türkiye algılamasında çok büyük fark vardır. Türkiye’nin gerçeklerini daha iyi tanıdıkça, Türkiye’nin AB’ne katkıda bulunacağı bir ülke olduğu ve Türkiye’nin AB için ne kadar önemli bir değer olduğu daha iyi anlaşılacaktır diye düşünüyorum. AB’nin kuruluşu, 20. yüzyılın en büyük barış projesidir. Türkiye’nin AB üyeliği ise, 21. yüzyılın en önemli barış projelerinden birisi olacaktır. Bu artık Avrupa’nın kendi içerisindeki barış değil, küresel barışın, medeniyetler arasındaki barışın da en önemli ifade edildiği gelişme olacaktır.

Kıbrıs konusuna gelince, biliyorsunuz, yarın sabah saatlerinde adadaki iki lider Sayın Talat ve Sayın Hristofyas tekrar bir araya gelecekler. Şu ana kadar teknik komitelerin, çalışma gruplarının yaptıkları, ortaya koydukları hazırlıkları değerlendirecekler. Bizim kuşkusuz görmek istediğimiz tablo, kapsamlı müzakerelerin, kapsamlı çözüme ulaşmak amacıyla mümkün olan en kısa zamanda başlaması. Biz Türkiye olarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ve Cumhurbaşkanı Sayın Talat’ın arkasındayız. Sayın Talat’a güvenimiz ve desteğimiz tamdır. İki lider kendi aralarında uzlaşma sağladıktan sonra, Kıbrıs sorununun çözülecek bir sorun olduğunu düşünüyoruz. Ümitli olmak için pek çok sebebimiz var. 2004 yılında olduğu gibi bugün de, hem Türkiye hem Kıbrıslı Türkler çözüm için çok güçlü bir siyasi irade ortaya koymaktadır.

KONUK BAKAN: Biraz önce dediniz ki, Avrupalı halk bir kere Türkiye’ye geldiğinde Türkiye hakkındaki görüşleri tamamen değişiyor, dediniz. Farklı bir Türkiye düşünüyorlar, dediniz. Fakat aynı şeyi, ben tam tersi bir durum için de söyleyeceğim. Çünkü Türkiye’den Avrupa içerisindeki herhangi bir ülkeye bir defa gittiğinizde, Avrupa’nın tamamını anlamak mümkün olmuyor. Çünkü AB, gerçekten çok karmaşık ve bunların anlaşılması çok kolay değil. Ama bütün dünyadaki diğer halklar, Latin Amerika olsun, Afrika olsun, diğer ülkeler olsun, daha az Avrupa değil, daha fazla Avrupa istiyorlar. Avrupa’nın büyümesini görmek istiyorlar ve gerçekten Avrupa’nın çok karmaşık olduğunu söylemiştim. Bunu anlamak kolay değil ve bazı halkların kafasında olumlu düşünceler olsa bile, bu düşünceleri gerçeğe dökmek kolay değil.

Çünkü hatırlayacaksınız, mesela genişleme olduğunda 2004–2005 yıllarında bu ülkelerin bazılarında, bu genişlemeyi idare edecek yapılar yoktu. AB içerisinde, bu idari yapıların daha da derinleştirilmesi gerekiyor bu anlamda ve bu konuda bir antlaşma hazırlandı. İlk başta Anayasal Antlaşma denilmişti, daha sonra Lizbon Antlaşması olarak adlandırıldı. Bazı ülkeler, yeni eklenen o ülkeler, bu anlamda halklarının, meclislerinin, hatta hükümetlerinin bu antlaşmayla kendilerini özdeşleştirme konusunda sorunları var ve bunu kabul etmek istemiyorlar. Yani bir taraftan, AB’nin genişlemesi konusunda bir ihtiyaç var, diğer taraftan ise AB’nin yapılarının derinleştirilmesi konusunda bir ihtiyaç var, ama bu bağlantı, bazı ülkeler tarafından reddediliyor. Benim gerçekten Avrupa halklarını mazur görmem lazım, kamuoyunun belirli düşüncelerini mazur görmem lazım. Çünkü Avrupa çok karmaşık bir yapı, anlaşılması kolay değil.

Türkiye ile ilgili olarak, bir tarafta Türkiye ile ilgili belirli bir geçmiş var, diğer tarafta ise AB’nin kendisi içerisinde belirli olumsuz gelişmeler var. Ama aynı zamanda olumlu yönleri de var bunun. Mesela son yıllardaki sosyal entegrasyonu düşünecek olursanız, siyasi entegrasyonu düşünecek olursanız, aynı zamanda AB’nin değerlerini düşünecek olursanız ve bu değerleri savunduğunu düşünecek olursanız, olumlu gelişmeler de var ve bizim tam şu anda yapmamız gereken, birlikte bu değerlerin ne kadar önemli olduğunu anlatmak, ama halka gerçekten bu genişlemenin ne kadar önemli olduğunu ve derinleşmenin ne kadar önemli olduğunu açıklamak çok zor, kolay değil ve bu anlamda, belki AB içerisindeki negatif düşünceler, Türkiye ile ilgili düşünülebilir. Ama aslında bu düşünceler, Türkiye ile ilgili değil, genişlemenin kendisiye ilgili olumsuz düşünceler var. Mesela normalde bir sonraki üyenin Hırvatistan olması gerekiyor. Şu anda bir sonraki üye olacak ülke ile, Hırvatistan’la ilgili bile olumsuz düşünceleri olan kişiler var.

Bazı ülkeler, örneğin Hırvatistan’ın üyeliğine de karşı. Yani şöyle düşünmemiz lazım. Sayın Bakanın da söylediği gibi, AB’nin ilk amacını unutmamamız lazım ve barış projesi olduğunu unutmamamız lazım. 50’lerde söylediğimiz şeyleri tekrar söylememiz lazım. Çünkü o zaman önemli olan Almanya’yla Fransa’nın aynı masa etrafında oturması ve o zamanki sorunlara birlikte çözüm bulabilmesiydi İkinci Dünya Savaşı sonrasında ve ben yine, 21. yüzyılda bir dünya savaşı çıksın istemiyorum. Türkiye’nin AB ‘ne entegre olmasını istiyorum, AB’nin değerlerini benimsemesini istiyorum, aynı zamanda AB’nin de Türkiye’nin değerlerini benimsemesini istiyorum. Aynı zamanda kültürlerimiz arasında da bir köprü olabileceğini düşünüyorum. Örneğin Avrupa ile Ortadoğu arasında Türkiye gerçekten çok iyi bir köprü vazifesi görebilir. Bunlar tabii ki zaman alıyor ve zaman alacaktır da. Ama eminim ki, 50’lerde Avrupa için yaptığımız şeyi şu anda tekrar yapabiliriz.

SORU: Benim sorum da Konuk Bakana olacak. AB’ni ve Türkiye’yi bu kadar çok yakından bilen ve analiz eden birisi olduğunuzu, anlattığınız derin bilgilerden de görmüş bulunuyoruz. İktidardaki bir partinin, yüzde 47 oy almış, halkın yüzde 47’sinin oyunu almış bir partinin kapatılma davası yaşadığı bir Türkiye’nin, önümüzdeki dönemde belki de parti kapatılacak ya da farklı süreçler yaşanacak. Böyle bir Türkiye’nin üyelik müzakere sürecini götürebilecek, ilerletebilecek güçte olabileceğine inanıyor musunuz? Sizce müzakereler, böyle bir parti kapatma davasından ya da partinin kapanması olasılığından nasıl etkilenir?

KONUK BAKAN: Bu konuyla ilgili olarak çok kısa konuşacağım. Tabii ki Ankara’ya gelmişken bu soruyla yüzleşmemek mümkün değil. Ben tabii ki AB üye ülkesinin bir Dışişleri Bakanı olarak, Türkiye’nin içişlerine müdahale edemem. Bunlar kesinlikle benim yetki alanım içerisinde değillerdir. Ama Türkiye’nin Anayasasını dikkate alacak olursak, Türkiye’nin Anayasası, tabii ki Türkiye’nin geçmişini temel alarak oluşturmuş bir Anayasadır. Eminim ki, bugün 21. yüzyılda, Venedik Komisyonu’nun ruhuna saygı gösterilmesi gerekir. Önümüzdeki günlerde, bildiğim kadarıyla, Anayasa mahkemesi bu konudaki kararını alacak ya da belki almaz, ama en azından benim haberlerden okuduğum bu şekilde. Türkiye’nin bu sorunu, sözünü ettiğim çerçevede çözeceğini umuyorum. Biz Türkiye ile müzakere kararı aldık AB olarak. Bu desteğe saygı göstermemiz gerekip gerekmediğini sordunuz. Benim açımdan sorunuzun yanıtı açık. Ben şahsen, Anayasa mahkemesi parti kapatma kararı alsa bile bu müzakereler durdurulamaz diye düşünüyorum. Her iki taraf da mutlaka devam etmeli. Ne zorluklarla karşılaşırsa karşılaşsın, bu müzakereleri sürdürmeli ve sonlandırmalı diye düşünüyorum. Eminim ki, Türkiye de kendi içerisinde çıkış yolunu bulacaktır, hukukun üstünlüğünü temel alarak bir çıkış yolu bulacaktır ve %47 oydan bahsettiniz. Venedik Komisyonu ruhunun çok önemli olduğunu tekrar vurgulamak isterim.

% 47 oydan tekrar bahsetmek istiyorum. AB içerisinde, bir hükümetin %47 seviyesinde halk desteğine sahip olması üye ülkelerde de çok nadir bulunan bir durumdur. Sanıyorum Bavarya’da yüzde 50’den fazla böyle bir oy var. Ama AB içerisinde tek bir partiye %47 oy verilen gerçekten ülkeler çok nadir oluyor. Bildiğiniz gibi, bizim ülkelerimizde daha çok koalisyon partileri oluyor ve sizin sorunuz şu yöndeydi. Halktan %47 oranında oy almış bir partiye sadece AB değil herkes tarafından da saygı gösterilmesi gerekir. Bu, açıktır.

SORU: Efendim Sayın Başbakan’ın Bağdat’a gitmesi sözkonusu. Sayın Başbakan, Bağdat’taki görüşmelerinde, merkezi hükümette görevi olmayan üst düzey Irak’lı bir Kürt yetkililerle görüşmesi düşünülebilir mi? Böyle bir şey söz konusu olabilir mi? Eğer böyle bir şey sözkonusu olursa, Kuzey Irak’ta Kürt yönetiminin PKK’ya karşı söylendiği de somut adımlar konusunda Türkiye’yi tatmin ettiğimizi düşünmemiz gerekir mi?

SAYIN BAKANIMIZ: Sayın Başbakanımızın Bağdat’a bir programı sözkonusu olacak, ancak henüz tarih konusunda net bir şey söylememiz mümkün değil. Programın içeriği şu anda çalışılıyor, oluşturuluyor. Ancak şunu ben ifade etmek istiyorum ki, daha önce de defalarca söyledim. Irak’ın Kuzeyindeki yerel yönetim, PKK ile olan mücadelede hem sözle, hem de fiziksel olarak yaptıkları ile ne kadar somut şeyler ortaya koyabilirse, bu onlarla olan diyaloğumuzu o kadar sıklaştıracaktır ve bu diyaloğu o kadar daha üst seviyelere taşımasına sebep olacaktır kuşkusuz.

Söylemleri, yapılanları hep beraber izliyoruz, görüyoruz. Bizim beklentimiz PKK’ya karşı çok daha güçlü bir siyasi irade ortaya konması, çok daha güçlü bir söylem. Aynı zamanda, sahada da çok daha somut adımlar. Bunu biz Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetimden bekliyoruz.

Teşekkür ediyorum, iyi akşamlar.