Libya’yla imzalanan anlaşma ile Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarımızın
batıdaki sınırlarının bir bölümü belirlenmiştir. Bu, başta uluslararası
hukuk içtihatlarını oluşturan mahkeme kararları olmak üzere, Birleşmiş
Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri dahil, uluslararası
hukuka uygun olarak imzalanmış bir anlaşmadır.
Esasen, tüm taraflar Doğu Akdeniz’de en uzun anakara kıyısına sahip ülke
olan Türkiye’nin kıyı projeksiyonunun adalarla kesilmeyeceğinin, iki
anakara arasındaki ortay hattın ters tarafında kalan adaların karasuları
dışında deniz yetki alanı yaratamayacağının ve deniz yetki alanları
hesaplaması yapılırken kıyıların uzunluklarının ve yönlerinin hesaba
katıldığının farkındadır. Nitekim, Türkiye bu anlaşmayı imzalamadan önce
tarafları hakkaniyet çerçevesinde bir uzlaşı için görüşmelere çağırmıştır
ve halen de görüşmelere hazırdır. Ancak, Türkiye’nin uluslararası hukuka
dayalı ve hakkaniyeti temel alan bu yaklaşımı karşısında görüşmelere
başlamak yerine sadece tek taraflı adımlar atarak Türkiye’yi suçlamak
tercihine gidilmiştir. Bu anlayışın altında örneğin Türkiye’nin
anakarasının karşısında küçük bir ada olan Meis’e kendi yüzölçümünün 4 bin
katı kadar deniz yetki alanı kazandırmaya çalışan maksimalist ve uzlaşmaz
Yunan-Rum tezleri yatmaktadır. Bu anlayış, zamanında Mısır’a 40 bin
kilometre kare alan kaybettirmiştir.
Libya’yla imzalanan son anlaşmayla iki ülkenin oldubittilere izin
vermeyeceği en açık şekilde ortaya konmuştur.