No:103 -;13 Haziran 2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 4 Haziran 2003 tarihinde onaylanan Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme hakkında basınımızda yer alan bazı haber ve değerlendirmelerin, sözkonusu Sözleşmeler hakkında bilgi yetersizliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne 148, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne ise 145 ülke taraftır. Avrupa Birliği üye ve aday ülkelerinin tamamı, ayrıca, tüm Avrupa Konseyi ve Batı ülkeleri Sözleşmeler’e taraf olan ülkeler arasındadır. Sözleşmeler’e taraf olmayan ülkeler şunlardır:

Antigua ve Barbuda, Bahamalar, Bahreyn, Bhutan, Birleşik Arap Emirlikleri, Brunei Sultanlığı, Endonezya, Fiji, Katar, Kazakistan, Kiribati, Komor Adaları, Küba, Marshall Adaları, Moritanya, Mikronezya, Myanmar, Niue, Oman, Pakistan, Papua Yeni Gine, Saint Kitts ve Nevis, Saint Lucia, Samoa, Suudi Arabistan, Singapur, Svaziland, Tonga, Tuvalu, Vanuatu.

Listeden görülebileceği gibi, Türkiye BM üyesi ülkeler içinde Sözleşmeler’e son katılan ülkelerden biri olacaktır. Böylece, Türkiye, kurucu üyesi olduğu Birleşmiş Milletler’in insan hakları alanındaki altı temel sözleşmesine taraf durumuna gelecektir.

2001’de benimsenen Ulusal Programın “Siyasi Kriterler” başlığı  altında, anılan Sözleşme’ye taraf olunması orta vadeli hedefler arasında yer almaktadır. Ayrıca, Hükümetimiz’e verilmiş olan AB Katılım Ortaklığı Belgesi’nde, sözkonusu Sözleşmelere diğer AB üyeleri gibi Türkiye’nin de taraf olması beklentisi yer almaktadır.

Sözleşmelere taraf olunmasına ilişkin olarak dile getirilen kaygılar dayanaksızdır. Sözleşmeler’e taraf olurken her Sözleşmeye üç beyan ve bir çekince tarafımızdan konmuştur. Her iki Sözleşme’ye eklenen üç beyan ortaktır.

Birinci beyan, İkiz Sözleşmeler'in ortak birinci maddesinde yer alan “self-determinasyon” ile ilgilidir. Bu beyanda, Sözleşmeler'den kaynaklanan yükümlülüklerimizin BM Şartı'nın toprak bütünlüğüne ve ulusal güvenliğe ilişkin birinci ve ikinci maddelerine göre yerine getirileceği belirtilmiştir. Sözleşmelerin ortak birinci maddesi ile ilgili beyanda bulunan ülke sayısı altıdır. Ülkemiz bu konuda beyanda bulunan yedinci ülke olmaktadır. 140'ın üzerindeki diğer ülkeler birinci madde ile ilgili beyanda bulunmaya dahi gerek duymamışlardır.

Sözleşmeler’in “self-determinasyon” ile ilgili ortak birinci maddesi, 1960’lı yıllarda sömürgeciliğin tasfiyesi bağlamında kaleme alınmıştır. Günümüzde bu bağlam geçerliliğini yitirmiştir. Bugün uluslararası hukukta “devletin ülkesinin bütünlüğü” yerleşmiş bir ilkedir. Bu ilke, BM Şartı’nın ikinci maddesinde hükme bağlandığı gibi, 1960’lardan bu yana kabul edilen BM kararları ile de uluslararası hukukta bugün geçerli olan anlamına ulaşmıştır. Nitekim, Sözleşmeler’e taraf yaklaşık 150 ülkeden yalnız altısı birinci madde ile ilgili beyanda bulunmuşlardır. Bunlardan Fransa ve İngiltere’nin beyanları, bizim beyanımıza benzer biçimde, BM Şartı’nın birinci ve ikinci maddelerine atıfta bulunmaktadır.

İkinci beyan, Sözleşmeler'in hükümlerinin yalnızca diplomatik ilişkimiz bulunan taraf devletler bakımından geçerli olacağını belirtmektedir. Böylece, diplomatik ilişkimiz olmayan ülkelere  karşı bir yükümlülüğümüzün doğması önlenmiştir.

Üçüncü beyan, Sözleşmeler'in ancak Anayasamız’ın ve yasal ve idari düzenimizin yürürlükte olduğu ülkesel sınırlar itibariyle geçerli olacağını ifade etmektedir. Böylece, Türkiye'nin ülkesel sınırları dışındaki uygulamalardan sorumlu tutulması önlenmiştir.

Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme'ye konan çekince, Sözleşme'nin azınlık hakları ile ilgili 27. maddesine ilişkindir. Sözkonusu çekincede bu maddenin Anayasamızın ve Lozan Barış Andlaşması'nın ve eklerinin ilgili hükümlerine göre uygulanacağı vurgulanmaktadır.

Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme'nin 13. maddesine ilişkin çekincemiz, bu maddenin Anayasamız’ın ilgili hükümleri çerçevesinde uygulanacağını belirtmektedir. Böylelikle eğitim hakkına ilişkin düzenlemelerin ancak Anayasal sınırlar içerisinde yerine getirileceği öngörülmüştür.

Türkiye gibi demokratik bir ülkenin bütünlüğünün, tüm uygar ülkelerin taraf olduğu iki Sözleşme’ye katılmasıyla tehlikeye gireceği yolunda dile getirilen görüşler yersiz kaygılara dayanmaktadır.