No: 385, 14 Aralık 2017, Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbantyan’ın İddiaları Hk.

Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbantyan’ın Atina’da 13 Aralık 2017 tarihinde yaptığı konuşmada dile getirdiği, Türkiye ile Ermenistan arasında 10 Ekim 2009 tarihinde Zürih’te imzalanan Protokollerin onaylanma sürecindeki gecikmenin sorumluluğunun Türkiye’ye ait olduğu yönündeki iddiaları gerçeği yansıtmamakta olup, uluslararası kamuoyunu yanıltmaya dönük bu ifadeler esefle karşılanmıştır.

Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirme yönündeki çalışmalarını, bu ülkenin bağımsızlığını ilan ettiği 1991 tarihinden bu yana çeşitli düzeylerde sürdürmüştür.

Bu bağlamda, sözkonusu Protokoller İsviçre’nin kolaylaştırıcılığında gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda hazırlanmış olup, Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesini amaçlamaktaydı.

Hal böyleyken, ilk olarak Ermenistan Anayasa Mahkemesi 12 Ocak 2010 tarihinde aldığı bir kararla Protokollerin lafzına ve ruhuna aykırı önkoşullar ve kısıtlayıcı hükümler ortaya koymuştur.

Ardından Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, 22 Nisan 2010 tarihinde Protokollerin onayının askıya alındığını kamuoyuna açıklamıştır. Ermeni diasporasının Protokollere baştan beri karşı çıktığı ve Protokolleri onaylamaması için Ermenistan Hükümeti üzerinde baskı kurduğu da bilinen bir gerçektir.

Son olarak, Sarkisyan 19 Eylül 2017 tarihinde BM 72. Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Protokollerin gecikmesinin sorumluluğunu mesnetsiz şekilde Türkiye’ye yükleyen iddialarda bulunmuş; gelişme sağlanamadığı için Protokolleri hükümsüz sayacaklarını ve 2018 baharına bu Protokoller olmaksızın gireceklerini açıklamıştır.

Ermenistan’ın bu olumsuz tutumuna rağmen Türkiye, Protokollerin asli hükümlerine bağlılığını muhafaza etmektedir. Protokoller halen TBMM Dışişleri Komisyonu’nun gündeminde olup, onaylanmaları için Güney Kafkasya’da uygun siyasi atmosferin ve barış ortamının oluşması elzemdir.

Ülkemizin protokol süreciyle hedeflediği ana unsur, Türkiye ile Ermenistan normalleşme sürecinin, Güney Kafkasya’da kapsamlı barış ve istikrar sağlayacak şekilde hayata geçirilmesi, bu bağlamda çeyrek yüzyıldır sürüncemede olan Yukarı Karabağ sorununun çözüm sürecinde, BM Güvenlik Konseyi kararları ışığında ve Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü temelinde ilerleme kaydedilmesidir. Herhalükarda, Ermenistan, Azerbaycan topraklarının işgaline son vermelidir.

Nalbantyan’ın sözkonusu konuşmada dile getirdiği soykırım iddiaları da gerçeği yansıtmamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarıyla da tespit edildiği üzere, 1915 olayları ifade özgürlüğü bağlamında meşru bir tartışma konusudur. Kötü niyetli çevrelerin sözkonusu tarihi olaylara ilişkin tek taraflı anlatılarını dayatma ve uluslararası kamuoyu nezdinde baskı kurma arayışları hukuken ve ahlaken yanlış olup, bölgemizde barış ve istikrara katkı yapmamaktadır. Ermenistan’dan beklentimiz, tartışmalı tarihi konuları bırakıp, yakın tarihin en önemli insanlık suçlarından biri olan Hocalı Katliamı’nın hesabını vermesidir.