Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zeki Levent Gümrükçü’nün Olağan Basın Toplantısı, 11 Eylül 2013

Hepinize hoşgeldiniz diyorum. Öncelikle Sayın Bakanın programı hakkında kısaca bilgi vereyim. Bugün öğleden sonra, daha önce bildirdiğimiz üzere, Irak Meclis Başkanı Sayın Usame Nuceyfi’yle bir görüşmesi olacak. Önümüzdeki günlerde herhangi bir dış ziyaretimiz söz konusu değil. Gelecek haftanın sonunda BM Genel Kurul Toplantılarına katılmak üzere Sayın Cumhurbaşkanımızla beraber New York’a gideceğiz. Bu süre içerisinde ise daha çok dışarıdan ziyaretler üzerinde çalışılıyor. Önümüzdeki günlerde, ayrıntılı programlarını daha sonra açıklayacağımız, Nikaragua, Kanada ve Finlandiya Dışişleri Bakanlarının ülkemizi ziyareti öngörülmektedir. Bunların haricinde daha ziyade rutin programlarımızı takip edeceğiz.

Benim başkaca yapacağım bir açıklama yok. O yüzden isterseniz doğrudan sorularınıza geçebiliriz.

SORU: İki sorum olacaktı. Birincisi, Rusya ve Amerika’nın önerisiyle şekillenen Suriye’deki kimyasal silahların kullanımı iddiasına, ve onların uluslararası toplum kontrolüne alınmasına ilişkin gelişmelerle ilgili Sayın Bakan endişelerini geçtiğimiz günlerde ifade etmişti. Bu endişelere istinaden ilgili ülkelerdeki muhataplarıyla temasları oldu mu acaba? Önümüzdeki süreçte bu endişelerin karşılanması için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği yönünde beklentiniz var? İkinci sorum ise, PYD lideri Salih Müslim’in yeniden Türkiye’ye önümüzdeki günlerde geleceğine ilişkin haberler var. Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle böyle bir teması olacak mı? Netleşmiş bir takvim var mı? Bir diğer sorum, PYD’nin Türkiye’de bir büro açması yönünde beklentileri ifade ediliyor. Bu yöndeki görüşünüzü merak ediyorum. Teşekkürler.

CEVAP: Rusya ve ABD’nin önerisi, Suriye’nin elindeki kimyasal silahların uluslararası kontrol altına alınması ve imha edilmesidir. Esasen Sayın Bakanımız, yanılmıyorsam iki gün önce, bir televizyon programında bu konudaki görüşlerimizi açıkladı. Ama bazı basın yayın organlarında farklı yansımaları olduğundan bir kez daha ifade edeyim.

Öncelikle, kimyasal silah değil kullanmanın, bulundurmanın dahi suç olduğu bir dünyada herhangi bir ülkenin kimyasal silahlarının uluslararası kontrol altına alınması ve nihayetinde imha edilmesi başlı başına olumlu bir gelişmedir. Biz de bunu memnuniyetle karşılarız. Ancak, burada önemli olan, Esad rejiminin Suriye’de bugüne kadar yaptıkları ışığında bu konuda ne kadar emin, ne kadar ümitvar olabileceğimiz. Bu noktada sadece Türkiye değil, herhalde uluslararası toplumun çok büyük bir çoğunluğu ciddi tereddütler ve şüpheler yaşıyor.

Süreç özü itibariyle bir sonuca ulaşması halinde bizim tarafımızdan da memnuniyetle karşılanacak bir gelişme olabilir. Ancak, bu süreç somut bir şekilde hayata geçirilse dahi unutulmaması gereken iki şey var: Bir tanesi kimyasal silah kullanımının cezasız kalmamasıdır. Diğer bir deyişle, kimyasal silah kapasitesini uluslararası kontrol altına aldırmak ve imha ettirmek daha önceki kimyasal silah kullanımlarının sorumluluğunu hiçbir şekilde ortadan kaldırmaz. Kimyasal silah kullanmak her şart altında insanlığa karşı işlenmiş bir suç ve uluslararası hukukun en ağır şekilde ihlalini teşkil etmektedir. O bakımdan, bunun sorumlularının tespit edilerek cezalandırılması lazımdır. Biz de biliyoruz ki sadece 21 Ağustos’ta değil daha öncesinde de olmak kaydıyla Suriye’de Esad rejimi kimyasal silah kullanmıştır. Bunun sorumlularının bulunarak cezalandırılması lazımdır. O yüzden bu başlatılacak yeni süreç hiçbir şekilde hesap verme zorunluluğunu ortadan kaldırmamalıdır.

İkincisi, bu süreç Suriye’deki krizin uluslararası ve bölgesel barış ve güvenliğe esas tehdit teşkil eden unsurlarını unutturmamalıdır. Bu yönde bir taktik adım teşkil etmemelidir. Zira hepimiz biliyoruz ki, kimyasal silah kullanımı Suriye’deki krizin bir parçasıdır. Ancak bu tek başına Suriye’deki krizin tamamını oluşturan bir unsur değildir. İki buçuk yıldan beri devam eden bir kriz sözkonusudur. Yüz binin üzerinde insan ölmüş, iki milyonu aşkın insan yerlerinden olmuştur. Bunun tek sebebi ise halkına karşı ayırım gözetmeksizin ve giderek artan şekilde şiddet uygulayan bir rejimin varlığıdır.

Her gün yüz, yüz elli kişi kimyasal silah kullanımı olmadan, rejimin uyguladığı şiddet nedeniyle ölmeye devam ediyor. Komşu ülkelere yönelik göç yine her gün artan bir şekilde devam ediyor. Ülkede ve bölgede mezhepsel fay hatları bir şekilde kırılmaya ve derinleşmeye devam ediyor. O yüzden uluslararası bölgesel barış ve güvenliğe esas tehdit teşkil eden unsurların bunlar olduğunu görmeli ve bunları gözeterek, hedef alarak bir strateji geliştirmeliyiz. Bu çerçevede, uluslararası toplumun biran evvel etkin adımlar atmasına yönelik ihtiyaç elan devam etmektedir. Biz kimyasal silahlarla ilgili olarak başlatılacak veya başlatılabilecek olan sürecin, krizin bu asıl tehdit teşkil eden hususlarını unutturmaması gerektiğini, uluslararası toplumun bu konuda etkin adımlar atması gerektiğini vurguluyoruz. Siyasetimiz bundan önce olduğu gibi bundan sonra da bu temel üzerinde devam edecek.

Salih Müslim’le ilgili ikinci sorunuza gelince… Ben de bugün haberlerde gördüm. Kendisinin tekrardan Türkiye’ye gelmesiyle ilgili olarak bizimle henüz yapılmış bir temas yok. Bu konuda oluşturulmuş bir takvim yok. Daha önce bildiğiniz gibi, kendisi iki kere Türkiye’ye geldi ve görüşmeler yapıldı. Görüşmelerin önümüzdeki dönemlerde de yapılabileceği konusunda bir mutabakat var. Ama şu aşamada yeniden Türkiye’ye gelmesi ve böyle bir ziyaretin veya görüşmenin olması yönünde bir gelişme yok.

Yine dünkü bazı haberlerde PYD tarafından Ankara'da bir büro açılmasına yönelik haberleri gördük. Bu konu da bugüne kadarki görüşmelerde hiçbir şekilde gündeme gelmedi. O bakımdan benim şu aşamada bu konuda söyleyebilecek bir bilgim yok.

SORU: temaslar konusunda paylaşabileceğiniz bir husus var mı?

CEVAP: Evet, Suriye ile ilgili olarak çeşitli düzeylerde diplomatik temaslarımız devam ediyor. Henüz Sayın Bakanımızın muhataplarıyla şu aşamada, son iki günde bir teması olmadı. Ancak, farklı düzeylerde ABD ve diğer müttefik ve ortaklarımızla diplomatik düzeydeki temaslarımız devam ediyor.

SORU: Sayın Başbakanın, BM için iş göremez hale geldi diye bir eleştirisi olmuştu. Bir gönüllüler koalisyonu kurulması durumunda Türkiye’nin de katılabileceğinden söz etmişti. Şu anda son durumda bir sürüncemede bırakma eleştirisi var. Bu durumda Amerika da iş göremez hale gelmiş gibi bir anlayış doğuyor. Bir gönüllüler koalisyonu kurulmasına Türkiye öncülük edebilir mi? Ya da bu konuyu gündeme getirebilir mi?

CEVAP: BM Güvenlik Konseyi’ne yönelik eleştirimiz, iki buçuk yıldan beri devam eden ve biraz önce kısaca anlatmaya çalıştığım şekilde, bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliğe çok ciddi bir tehdit teşkil eden konuda bugüne kadar hiçbir karar alamamış olması, hiçbir etkin adım atamamış olmasıdır. Bu eleştirimiz tabiatıyla halen devam etmektedir. Bizim her zaman için en öncelikli beklentimiz, uluslararası barış ve güvenliğin idamesine birincil derecede sorumluluğu haiz olan BM Güvenlik Konseyi’nin bir bütünlük içerisinde hareket ederek bu konuda kendisinden beklenen sorumluluğu yerine getirmesidir. Bu beklentimiz devam ediyor. Bu çerçevede, ABD ve Güvenlik Konseyinin diğer daimi olan ve olmayan üyeleriyle temaslarımız da devam ediyor. Önümüzdeki süreçte de bizim en büyük önceliğimiz bu olacaktır. Bu kapsamda, Suriye’deki krizin özünü gözetecek ve bu konuda çözümler üretebilecek adımların atılmasından ziyade taktiksel bazı adımlara yönelmek veya böyle tuzaklara düşmek tabi ki yanlış bir adım olur. O bakımdan bütün muhataplarımızla bu konudaki görüşlerimizi paylaşmaya devam edeceğiz.

SORU: İzninizle ekleme yapabilir miyim? Bu son gelişme sanki işleri Esad rejiminin değiştirilmeyeceği yönünde bir noktaya götürüyor ama Türkiye’nin ısrarı Esad rejiminin değişmesi gerektiği yönünde. Türkiye operasyon konusundaki ısrarını sürdürecek mi?

CEVAP: Suriye’deki çözümün nasıl olacağına ilişkin parametreler esasında uluslararası toplum tarafından belirlenmiş durumdadır. Suriye Halkının Dostları dediğimiz bir grup var. Bunun içerisinde 138 tane ülke var. Türkiye zamanında bu grubun kurulmasına öncülük etmiş ülkelerden bir tanesi. Bu grubun ortaya koyduğu parametreler, Esad’ın ve şiddete karışmış olan yakın çevresindeki kişilerin Suriye’nin ne geçiş yönetiminde ne de geleceğinde rol alamayacağı yönündedir. Esas konu bir an evvel Suriye’de bağımsız kişilerden oluşan bir geçiş yönetiminin kurulması ve ülkenin, hür ve adil seçimler gerçekleştirilmek kaydıyla, yeni bir geleceğe doğru taşınmasıdır. Bu noktada da esasen çok ciddi bir ayrılık yok. Yani uluslararası toplumun büyük bir çoğunluğu bu temel amaç üzerinde mutabık. Ancak bu yönde daha etkin adımların nasıl atılabileceği konusunda ise istişareler, tartışmalar devam ediyor. Önümüzdeki dönemde de devam edecek. Biz de bu konuda görüşlerimizi açıklıkla ifade etmeye devam edeceğiz.

SORU: Levent bey, öncelikle BM Genel Kurulu programıyla ilgili elinizdeki bilgileri paylaşabilir misiniz? İkincisi, Adana’da yapılan bir operasyonda El Nusra cephesine ait iki kilo sarin gazı ele geçirildiği yönünde haberler var. Sizdeki bilgileri paylaşır mısınız?

CEVAP: BM Genel Kuruluyla ilgili olarak benim arzum önümüzdeki hafta ayrılmadan hemen evvel bir basın toplantısı daha yapmak suretiyle kesinleşen programı sizlerle paylaşmaktır. Şu aşamada tam olarak paylaşabileceğim unsurlar yok.

Ama her zaman olduğu gibi BM Genel Kurulu, 192 ülkeden üst düzey heyetlerin bir araya gelerek, hem ikili hem çok taraflı temaslarını ve toplantılarını yaptıkları bir etkinlik oluyor. Bu sefer de Sayın Cumhurbaşkanımız başkanlığında bir heyetle katılacağız. Sayın Cumhurbaşkanımız Genel Kurul’un ilk gününde bir konuşma yapacak. Onun dışında az önce dediğim gibi gerek Sayın Cumhurbaşkanımızın gerek Sayın Bakanımızın çok sayıda ikili temasları olacak. Ve tabi ki, bu kadar çok ülkenin bir araya gelmesinden bilistifade yapılan, çeşitli uluslararası örgütlerin ve girişimlerin toplantıları oluyor. Önümüzdeki hafta içerisinde hepinizle daha ayrıntılı bilgi paylaşmayı ümit ediyorum.

Adana sorunuza da teşekkür ediyorum. Bu esasında Dışişleri Bakanlığının bir konusu değil ancak iki gün önce yine az önce bahsettiğim televizyon mülakatında Sayın Bakana da bu soru soruldu ve Sayın Bakanımız bu konuyla ilgili cevabı verdi ama bir kez daha tekrarlamakta fayda var. Keza Adana Valiliği ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından da iki kere bu konuda açıklama yapıldı. Ele geçirilen gazın sarin olmadığı hatta bırakın sarin olmayı, kimyasal silah yapımında kullanılabilecek nitelikli bir madde olmadığı da açığa çıktı. Bunun antifriz olduğu ifade edildi. Bu haberlerin halen sanki bu konuda açıklığa kavuşmamış bir konu varmış gibi basın yayın organlarında yer alması yanlış. Bu haberleri biz spekülatif ve art niyetli buluyoruz. O bakımdan bu konuya bir kez daha açıklık getirmekte fayda var.

SORU: Türkiye’nin Güvenlik Konseyi adaylığının BM’ye yönelik eleştirileri nedeniyle tehlikeye düşebileceği yönünde bazı yorumlar. Sizin bakış açınız nedir?

CEVAP: Tam aksine, az önceki soruya cevap verirken belirttiğim gibi, BM Güvenlik Konseyi’ne çok önem veriyoruz. BM Güvenlik Konseyi’nin birincil sorumluluğunun uluslararası barış ve güvenliği sağlamak olduğunun bilinci içerisinde, uluslararası meşruiyetin ana zeminlerinden birisi olduğunun bilinci içerisinde, Güvenlik Konseyine büyük önem veriyoruz. Ve bu verdiğimiz önem nedeniyle de Güvenlik Konseyinin iki buçuk yıldan beri herkesin gözü önünde cereyan eden Suriye konusunda gerekli adımları atamamasından dolayı üzüntü duyuyoruz. Güvenlik Konseyinin işleyişiyle ilişkin endişelerimizi açıklıkla dile getiriyoruz. Bu esasında Güvenlik Konseyi adaylığımızı zedeleyecek değil, tam tersine Güvenlik Konseyi’nin daha etkin ve iyi işleyişini sağlamaya yönelik fikirleri ve bu konuda ciddi kararlılığı olan bir ülke olmamız bakımından bence bize yarar da sağlayabilecek bir konu olabilir. Zira Türkiye 2009-2010 dönemindeki Güvenlik Konseyi üyeliği sırasında da bu konuda ciddi çalışmalar yaptı. Sadece Güvenlik Konseyi’nin reformu ve Konseyin çeşitli konulara yaklaşımından öteye, bizatihi çalışma usullerine yönelik olarak oluşturulan komitede yeralan Türkiye bir dönem başkanlık da yaptı. O bakımdan Türkiye’nin bu konudaki görüşleri uzun bir süreden beri biliniyor. Suriye krizi sadece bu görüşlerimizi somut bir konu üzerinde de ifade etme imkanı verdi bize. Bu, esasen uluslararası toplum tarafından da görülen ve takdir edilen bir görüş olduğu için adaylığımız sürecinde herhangi bir negatif etki yapacağını düşünmüyorum.

SORU: Efendim şimdi gönüllüler koalisyonu diyoruz, kimyasal silah takası diyebiliriz veya başka bir şey diyebiliriz. Türkiye stratejisini nasıl belirleyecek bu süreçte? BM’ye ne götüreceğiz? BM’de bundan sonra ne olacak?

CEVAP: Stratejimiz bugüne kadar olduğu gibi devam edecek. Bizim bu konudaki görüşümüz başından beri çok açık. Suriye krizinde bugün gelinen aşamada kesinlikle etkin ve acil adımlar atılması gerektiğini düşünüyoruz. Uluslararası toplumu bu konuda sürekli uyarmaya ve harekete geçirmeye çalışmaya devam edeceğiz. Bunu hem BM üzerinden hem ikili temaslarımızda yapacağız. Suriye Halkının Dostları Gurubu ve bunun içerisindeki çekirdek grup çerçevesindeki temaslarımızla yapacağız. Parametreler bellidir. Onları az önce ifade ettim. Amacımız bir an evvel bir geçiş yönetiminin kurulması ve tekrardan bütünlüklü bir yapı içerisinde adil ve hür seçimleri gerçekleştirmek suretiyle yeni bir Suriye’yi inşa etmek. Bu konuda gerek muhalefetle gerek uluslararası toplumdaki diğer ülkelerle görüşmeye devam edeceğiz. Stratejimiz budur. Belki şu aşamada halen açık kalan husus bu yönde atılacak adımların zamanlanması ve metodu. Bu konuyu da önümüzdeki dönemde yapacağımız görüşmelerle bir şekilde açıklığa kavuşturmaya çalışacağız.

SORU: Efendim Suriye konusunda ve başka bir konuda iki sorum olacak. Özellikle uluslararası basında Türkiye üzerinden Suriye’ye çok sayıda silah geçtiğine dair sık sık haberler çıkıyor. Hatta geçtiğimiz günlerde 400 ton silah geçti, bu bir rekor diye çeşitli yetkililer açıklamalar yaptılar. Böyle bir veri var mıdır? Dışişleri Bakanlığının elinde net bir rakam var mıdır? Ya da silah geçiyor mu? İkincisi, Suriye içerisinde biliyorsunuz bir Türk toprağı var. Ceber Kalesi ve Süleyman Şah Türbesi. Süleyman Şah Türbesi tehlike altında mıdır? Buraya yönelik herhangi bir önlem var mıdır? Diğer konuyla ilgili sorum, biliyorsunuz bundan yaklaşık altı ay kadar önce İngiltere’nin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i izlediği ve dinlediği ortaya çıkmıştı. ABD’nin de Türkiye’nin dış temsilciliklerini, adı açıklanmamıştı ama Vaşington Büyükelçiliği olduğu söylendi. Ortam dinlemesiyle dinlendiğine ilişkin haberler çıktı. Türkiye her iki ülkeye de Nota vermişti. Bu Notalara yanıt geldi mi? Teşekkür ederim.

CEVAP: Silah geçişiyle ilgili başlayayım. O konuda çıkan her haberden sonra esasında gerek ben gerek diğer Dışişleri yetkililerimiz bu haberleri yayınladı. O bakımdan sizin söylediğiniz çerçevede veriler yok.

Süleyman Şah Türbesinin durumuyla ilgili olarak da, hayır şu aşamada ilave bir tehdit algılamamız yok. Ancak, olabilecek her türlü gelişmeye karşı da hazırlığımız mevcut. Süleyman Şah Türbesi Türk birlikleri tarafından korunmaktadır. Uzun bir süreden beri devam eden bir düzenleme çerçevesinde zaten bunlar yapılmaktadır. O çerçevede de herhangi bir eksiklik veya herhangi bir yeni gelişme sözkonusu değil.

Dinleme konusu gelince… Evet dediğiniz gibi bu iddialar ilk ortaya çıktığında ilgili ülkeler nezdinde diplomatik girişimlerde bulunmuştuk. Gerek Notayla yaptığımız bilgi talepleri, gerek Sayın Bakanımızın veya üst düzey Dışişleri yetkililerimizin görüşmeleriyle yapılan istekler oldu. Bunlar zaman içerisinde farklı görüşmelerde yine dile getirilmeye devam ediliyor. Henüz şu aşamada tam manasıyla bir bilgi sunumu gerçekleşmedi. Ancak, bu konuyu gündemimizde tutmaya devam ediyoruz. O zaman da söylediğimiz gibi, bu iddialar gerçekse uluslararası ilişkilerde yeri olmayan uygulamalardır. Bu konuda açıklama talebimiz devam ediyor.

SORU : Mısır’ın Ankara büyükelçisi Selahaddin’in bugün bir gazetede verdiği röportaj var. Türkiye’den dönüş için iyi niyet bir jest beklediğini söylüyor. Buna bir yanıtınız olacak mı?

CEVAP: Mısır’daki duruma ilişkin görüşlerimiz zaten herkes tarafından biliniyor. Bu konuda bizim arzumuz ve beklentimiz biran evvel yeniden demokrasiye geçilmesi ve bunun gereklerinin yerine getirilmesi. Büyükelçilerin geri dönmesi konusunda, malumunuz, Kahire Büyükelçimizi danışmalar için çağırmıştık. Kendisi 20 gün kadar Türkiye’de kaldı. Sayın Cumhurbaşkanımızla görüştü. Bakanlar Kurulu’na bir sunumda bulundu. Onun dışında Bakanlığımızda ve ilgili diğer kurumlarla çeşitli toplantılarda çok yoğun bir istişare sürecini tamamladı ve geçen hafta itibariyle Mısır’a geri döndü. Mısır da kendi Büyükelçisini bizden sonra danışmalar için çağırmıştı. Geri gönderip göndermeme kararı tamamıyla onlara ait bir husus. O bakımdan bu konuda benim herhangi bir yorum yapmam doğru olmaz.

SORU: Türkiye’nin Suriye’den gelen göçmenlerle ilgili politikası hakkında soru sormak isterim. Bildiğim kadarıyla en az 520-530 bin Suriyeli Türkiye’de. Şu ana kadar Türkiye’nin iyi bir iş yaptığını da oraya giden bütün gazeteci arkadaşlarım biliyorlar. Bu konuda bir şüphe yok. Yalnız Türkiye’nin istiapb hattı aşılmış değil midir? Yani bu nereye kadar gidecek? Açık kapı güzel ama kapının ne zaman aralanması gerekecek? Türkiye’nin kendi içinde bazı adli yada sosyal sorunları var. Bunların da bunun üstüne geldiği zaman daha fazla olduğu söyleniyor. Bu nereye kadar devam edecek acaba?

CEVAP: Çok güzel bir soru. Aslında bu konu en son 4 Eylül’de Cenevre’de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin Suriye’ye komşu dört ülkeyle beraber düzenlediği toplantıda da görüşüldü. Sonrasında yapılan basın toplantısında da dört Bakana bu soru soruldu. Esasında hepsinin verdiği cevap, bu ülkelerin Türkiye dahil istihap hadlerinin çoktan aşılmış olduğu yönündeydi. Lübnan’da 700 küsur bin, Ürdün’de 565-570 bin civarında Suriyeli var. Türkiye’de de 500 bin rakamını bulduk. Irak’ta ise 160 bin kayıtlı ama 200 binin üzerinde olduğu söyleniyor. Yani iki milyonu aşkın Suriyeli bu ülkelerde maalesef göçmen veya misafir statüsünde bulunuyor. Biz açık kapı politikasını ortaya koyarken bunu herhangi bir siyasi gerekçeyle ortaya koymamıştık. Bu tamamıyla insani gerekçelerle ortaya atılan ve hemen yanı başımızda, komşu bir ülkede acı çeken insanlara yardımcı olmamanın mümkün olmadığı anlayışıyla ortaya konan bir politikaydı. O yüzden bunu durdurmak ya da sona erdirmek sözkonusu değil. Olabildiğince, elimizden gelen imkanlarla bu politikayı devam ettireceğiz.

Ancak burada uluslararası toplumun yapması gerekenler var. Cenevre toplantısında ve ondan sonra ortaya konan basın bildirisinde de bu çok açık bir şekilde ifade edildi. Bugüne kadar Türkiye’nin kendi ülkesindeki 500 bin kadar Suriyeli için yaptığı harcama iki milyar doları buldu. Ve bunun sadece 133 milyon doları üçüncü ülkeler ve uluslararası kuruluşlar tarafından karşılandı. Bunun 50 milyon dolarının da sadece bir ülkeden, Suudi Arabistan’dan geldiğini düşünürseniz, geri kalan 83 milyon dolar bütün uluslararası toplumun Türkiye'ye yaptığı yardımdır. Ne kadar yetersiz, ne kadar az olduğunu açıkçası bu rakamlara baktığımız zaman dahi görebiliyoruz. O bakımdan, Cenevre toplantısında komşu ülkelere bu yüklendikleri aşırı yükü hafifletmek için her alanda yardımcı olmaları konusunda çok kuvvetli bir çağrı çıktı uluslararası topluma. Gerek maddi yardım gerek açık kapı politikasını kendileri de üstlenmek suretiyle Suriye’den gelen Suriye’deki şiddetten kaçan insanlara kendi topraklarını açmaları konusunda bir çağrıda bulunuldu. Önümüzdeki dönemde bu çağrıya devam edilecek. Eylül ayı sonunda yine Cenevre’de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin bir icra komitesi toplantısı var. O toplantıya kadar bu konuda bir eylem planı hazırlanması sözkonusu.

Öte yandan, BM’in Suriye’deki durumla ilgili olarak bugüne kadar iki acil yardım planı var. Bu iki plan şu anda yüzde elli düzeyinde bile karşılanmış değil. Yani bırakın bize yardımları, BM’in bu çağrılarına dahi uluslararası toplumdan maalesef yeterince katkı verilmiş değil. Öncelikle bunların karşılanması lazım.

İkinci husus ise, özellikle Sayın Bakanımızın gündeme getirdiği ve gerek diğer üç ülke gerek BM Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından desteklenen bir unsur. O da gerek Suriye içinde gerek Suriye’ye komşu ülkelerde yaşanan bu insanlık dramı hakkında uluslararası toplumun daha fazla bilgilendirilmesi, bilinç ve duyarlılık yaratılması. Çünkü şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Bu ülkeler bütün zorluklara rağmen bu insan akışını karşılayabildikleri sürece uluslararası toplum nezdinde bu rakamlar istatistik gibi gözükmeye başlıyor. İşte iki milyon insan, 700’ü orada 500’ü burada... Şu kadar rakam harcanmış.... Halbuki bunların hiçbiri istatistik değil. Her biri başlı başına bir insanlık dramı. O bakımdan Sayın Bakanımızın önerisiyle, belki bu dört ülkedeki mülteci kamplarında bulunan kişilerin kendi aralarında temsilciler seçmeleri, bu temsilcilerin bir araya gelerek temsili bir meclis oluşturmaları ve bu şekilde beklentilerini uluslararası topluma birebir kendilerinin aktarmaları gibi bir durum gündeme geldi . Özellikle anne babasını kaybetmiş öksüz çocukların dramlarının belki bu çerçevede biraz daha aktif ve yoğun bir şekilde uluslararası topluma aktarılması sağlanabilir diye düşünülüyor. Tabii bu konuda, başka bir çok yaratıcı öneriler de olabilir. Ama özellikle uluslararası toplum nezdinde bu insanların sadece birer istatistik olmadığı, her birinin birer insanlık dramı yaşadığına yönelik bir duyarlılık ve bilinç yaratmak konusunda karara varıldı.

Keza bu dört ülke ve Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 4 Eylül’de yaptıkları toplantıyı önümüzdeki aylarda düzenli bir şekilde tekrarlamaları, hatta mümkünse bizzat kamplara gidilerek bu toplantıların oralarda yapılması yönünde öneriler dile getirildi Sayın Bakanımız tarafından. O yüzden önümüzdeki dönemde bu konuda uluslararası topluma yönelik çağrılarımızı devam ettireceğiz. Ama açık kapı politikamızı da elimizden geldiğince, elimizdeki imkânlar doğrultusunda devam ettirmeye çalışacağız.

SORU: Levent Bey ben Mısır’la ilgili sormak istiyorum. Mısır’daki askeri darbenin ardından Türk yetkilileri en üst düzeyde Sayın Mursi’nin Türkiye için hala Cumhurbaşkanı olduğunu söylemişti. Bu hala geçerli midir? Sayın Mursi Türkiye için hala Mısır’ın Cumhurbaşkanı mıdır? İkinci sorum, TRT’nin Kahire bürosunun dün polis tarafından baskına uğradığı yönünde haberler geldi. Bu konuda Türkiye’nin bir girişimi oldu mu? Bir de gazeteci Metin Turan için yoğun girişimler yaptığını biliyoruz Türkiye’nin. Ancak, uzun süre geçmesine rağmen hala bir netice alamadık. Bu Türkiye açısından üzüntü verici değil mi?

CEVAP: İlk soruya cevaben, evet Sayın Mursi halen seçilmiş Cumhurbaşkanıdır.

İkinci soru, TRT bürosunda dün gerçekleşen bir arama konusunda ilk andan itibaren Büyükelçiliğimiz olaydan haberdar olmuş ve gereken yardımı ve girişimleri yapmıştır. Anladığım kadarıyla bir mali denetim çerçevesinde büroda arama yapılmış. Bazı belgelerin, bilgilerin eksik olabileceği veya olduğu yönünde bazı hususlar dile getirilmiş. Büyükelçiliğimizin avukatı hemen olay yerine gitmiş ve TRT bürosundaki arama devam ederken TRT yetkililerine bu konuda yardımcı olmuştur. TRT bürosunun Kahire’de kurulmasına ilişkin olarak bizdeki bazı bilgi ve belgeler de tahsis edildi. Konuyu yakından takip ediyoruz. TRT’ye ve Kahire bürosuna elimizden gelen yardımı kanunlar çerçevesinde vermeye devam edeceğiz. Sayın Büyükelçimiz de TRT yetkilileriyle temas halindedir.

Metin Turan’ın durumu elbette ki üzüntü verici. Biran evvel serbest bırakılmasını istiyorduk. Ancak gözaltı süresi iki kere uzatıldı. Halen devam ediyor. Geçmişteki bazı olaylara ilişkin bilgi ve belgelerin ilgili diğer kurumlardan temin edilmesine çalışıldığı, bunun da vakit aldığı yönünde bir açıklama getiriliyor. Büyükelçiliğimiz yetkilileri hemen hemen her gün kendisiyle temas etmeye çalışıyorlar. En son bundan 4-5 gün önce galiba yine Büyükelçiliğimiz müsteşarı, avukatı ve basın müşavirimiz Metin Turna’ı bizzat tutulduğu yerde ziyaret etti. Ailesiyle telefon görüşmesine imkan sağladı. Türkiye’de TRT ve Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü yetkilileriyle de kendisini görüştürdük. O bakımdan konuyu yakından izlemeye devam ediyoruz. Ümit ediyoruz ki, bu bilgiler, belgeler temin edilir ve Metin Turan da en kısa sürede hürriyetine kavuşur.

Aynı zamanda bugün bir haberde gördüm. Süveyş’te yine gözaltına alınan bir başka vatandaşımız, Reşat Öztürk’le ilgili olarak çeşitli endişeler dile getirilmiş. O konuda da aynen Metin Turan’da olduğu gibi Büyükelçiliğimiz avukatı ve yetkilileri Süveyş’e gitmek kaydıyla soruşturmayı takip ediyorlar. En son yanılmıyorsam bundan bir hafta önce kendisiyle yine tutulduğu yerde görüştüler. Ailesiyle bir telefon görüşmesi yapmasını da sağladılar. Kahire Büyükelçiliğimizin mesaisinin önemli bir kısmı bu şekilde gözaltında tutulan vatandaşlarımızın hem soruşturmalarını takip etmek hem durumlarını yerinde görmek için yapılıyor. Her ikisinin de sağlık durumu ve moralleri gayet iyi.

SORU: Levent Bey, Başbakanlık Müsteşarı İbrahim Kalın diplomasiye değerli yalnızlık kavramını sokmuştu. Amerika’nın müdahale kararını almaması sonrasında Türkiye’nin Suriye’ye operasyon konusunda değerli bir yalnız olduğunu düşünüyor musunuz?

CEVAP: Bu sorunun cevabı birçok kere verildi esasında. Türkiye, sonuç itibariyle dış politikasını değerleri ve çıkarları doğrultusunda oluşturmaktadır. Gerek Suriye politikamız gerek diğer konulara yönelik izlediğimiz politikalar ülkemizin ulusal çıkarları ve değerlerimiz çerçevesinde oluşturulmaktadır. Bunun sonucunda nerede durduğumuzun çok da fazla önemi bulunmamaktadır. Tabi ki dış politika dinamik bir ortamda sürekli gözden geçirilerek oluşturulan politikalardır. O bakımdan, Dışişleri Bakanlığı olarak diğer kurum ve kuruluşlarla da yakın bir eşgüdüm içerisinde bu politika oluşturma ve uygulama sürecimizi devam ettiriyoruz. Bunu dışında herhangi başka bir şey söylememe gerek olduğunu düşünmüyorum.

SORU: Ben bu konuyla bağlantılı olarak bir şeyi merak ediyorum. Amerikan Dışişleri Bakanıyla John Kerry’nin çıkışına kadar, bu çözüm süreciyle ilgili olarak dengeler değişene kadar neredeyse her gün telefonda görüşüyordu Bakan. Ondan sonra da bir daha bildiğimiz kadarıyla görüşmedi. Bir talebimiz oldu mu? Yanıt mı gelmiyor? Yani neden görüşme olamıyor Amerikan Dışişleri Başkanıyla?

CEVAP: Hayır sözkonusu değil. Yani bir talebimiz olmadı. Dediğim gibi, Sayın Bakanımızın dünkü ve bugünkü yoğun programı çerçevesinde bir telefon görüşmesi sözkonusu olmadı ancak daha değişik düzeylerde diplomatik temaslar devam ediyor. Gerek Amerika’yla gerek ilgili olabilecek diğer ülkelerle temaslarımız konusunda en ufak bir güçlük yok. Önümüzdeki günlerde de sürecin gelişimine bağlı olarak görüşlerimizi yine her düzeyde iletmeye de devam edeceğiz.

SORU: Mursi’yi hala Mısır’ın meşru Cumhurbaşkanı olarak kabul ettiğimize göre Türkiye’nin Mısır’ın geçici yönetimine ilişkin siyasi tepkisi hangi aşamaya kadar devam edecek? Yeni kurulacak bir seçimin ardından yeni kurulacak bir hükümete kadar, Türkiye siyasi ambargo uyguluyor şu anda geçici yönetime, bunu devam ettirecek mi? Yoksa o yönetime ilişkin de birtakım kendimizce ön şartlarımız var mı? Üst düzey, siyasi ilişki kurmak için?

CEVAP: Bu konuda çok spesifik bir cevap vermek belki doğru olmaz. Sonuçta bizim Mısır’da neyi görmek istediğimiz çok açık. Biran evvel demokrasiye geri dönüşü arzu ediyoruz. Bunun için de bugüne kadar müteaddit defalar neler yapılması gerektiğine ilişkin kendi görüşlerimizi ortaya koyduk. Bu görüşler de esasında sadece Türkiye’nin görüşleri değil. Uluslararası toplumun çok büyük çoğunluğu da benzer görüşleri dile getiriyor. Siyasi tutukluların serbest bırakılması, biran evvel tüm tarafları içerecek şekilde bir siyasi diyaloğun başlatılması, bu siyasi diyaloğun sonucunda bir yol haritasının belirlenmesi ve tekrar hür ve adil seçimlerle Mısır’da demokrasiye tam dönüşün sağlanması. Bizim Mısır politikamızı gerek özünde gerek günlük uygulamalarımızda belirleyen unsurlar bunlar olacaktır. Bu konuda atılacak veya atılmayacak adımlara göre de politikamızı tabi kalibre etmeye devam edeceğiz. Bence şu aşamada, spesifik olarak şunu yapar mıyız, bu olur mu gibi hususlar beklentilerimize ve sahadaki gelişmelere bağlı olarak belirlenebilecek şeylerdir. Biliyorsunuz, Büyükelçimiz Kahire’ye tekrardan geri döndü. Orada temaslarını devam ettiriyor. Ondan da bize gelecek olan değerlendirmeler çerçevesinde Mısır politikamızı devam ettireceğiz.

SORU: Levent Bey Suriye konusunda bir operasyon için karar almak isteyen ülkeler genelde kendi kamuoylarının da ne düşündüğüne ilişkin araştırmalar yapıyorlar. En son biliyorsunuz Obama’nın dün bir açıklaması oldu, Amerikan halkını yanımda bulamıyorum, diye. Dışişleri Bakanlığının da Türkiye’deki düşünce kuruluşlarıyla bağlantıları var, SAM var mesela. Bu yönde araştırmanız var mı? Suriye’ye bir askeri operasyon konusunda Türk kamuoyunun nasıl baktığı konusunda bir araştırma yapmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim.

CEVAP: Dışişleri Bakanlığının bu tür kamuoyu yoklamaları yapma gibi bir uygulaması yok. Stratejik Araştırmalar Merkezimiz var, Siyaset Planlama Genel Müdürlüğümüz var. Tabiatıyla onlar aracılığıyla birçok farklı düşünce kuruluşuyla Türk dış politikasının daha iyi anlatılmasına yönelik zaman zaman ortak çalışmalar yapıyoruz, yapılmakta olan toplantılara katılıyoruz. Ama bu tür bahsettiğiniz çerçevede bir kamuoyu yoklaması Dışişleri Bakanlığı tarafından veya Dışişleri Bakanlığının çeşitli birimleri tarafından yapılmakta olan bir uygulama değil.

SORU: Sayın Bakanın bir açıklaması olmuştu. Mursi ile görüşmek için gizli diplomasi yürütüyoruz demişti. O konuda bir gelişme var mı?

CEVAP: Hayır, Sayın Bakanımızın açıklaması o dönemde kendisinin Kahire’yi ziyaret etmesi söz konusu olduğunda yapılan girişimlere dairdir. Ziyaret yapılması gündeme gelmiş ancak bunun için Sayın Mursi ile de görüşülmesi gerektiği belirtilmişti. Yani ziyaret programında her hal ve karda Sayın Mursi ile de bir görüşmenin olması kaydıyla bu ziyaret gerçekleşebilirdi. O dönemde yapılan görüşmeler vardı. Tabi ki bunlar kamuoyuna açık değil, diplomatik yollardan yapılan görüşmelerdi. Maalesef o dönemde bu bir sonuç vermedi. Ama dediğim gibi, bu konudaki tutumumuz açıktır. Türkiye’den Mısır'a herhangi bir ziyaretin olması halinde Sayın Mursi’yle görüşme kesinlikle bu program içinde görmek isteyeceğimiz bir unsurdur.

SORU: Su ana kadar yapılan araştırmalar Türkiye’de aslında Suriye’ye askeri bir operasyonun halk tarafından onaylanmadığını gösteriyor. Bakanlık ya da Türk Hükümeti halkın bu yöndeki görüşlerini dikkate alarak hareket eder mi etmez? Bu yönde de Dışişleri Bakanlığı bir araştırma yapıyor mu karar verirken?

CEVAP: Elbette ki. Arkadaşlar dış politika yapılırken hem ulusal çıkarlarımız hem de değerlerimizi bir bütünlük içinde eriterek oluştururuz. Dış politika esasen en başta Türk halkının kendi çıkarları ve beklentileri için oluşturulan bir süreçtir. Türk halkının görüş ve değerlendirmelerini dikkate almamak diye bir şey söz konusu olamaz. Bugüne kadar olduğu gibi bu anda da, bundan sonra da Türk dış politikası bu çerçevede yürütülecektir. Dediğim gibi biz son dönemde özellikle gerek düşünce kuruluşlarıyla yaptığımız işbirliği, gerek kamu diplomasinin her aracını kullanmak suretiyle, Türk halkıyla, dış politikayı takip eden uzman çevrelerle de sürekli işbirliği içerisindeyiz. Gerek onların görüş ve değerlendirmelerini alıyoruz, gerek değerlendirmelerimizi onlarla paylaşıyoruz. Bu çerçevede en doğru yolu bulmaya çalışıyoruz. Bu önümüzdeki dönemde de tabiatıyla devam edecektir.

Toplantıyı kapatmadan önce kısaca bir hususu dikkatinize getirmek istiyorum. Gazetecilerimizin yurtdışına, özellikle zor coğrafyalarda göreve giderken, gitmeden önce orada varsa Büyükelçiliklerimize bilgi vermelerinde, geldiklerini bildirmelerinde, Büyükelçiliklerimizden o ülkede görev yaparken uygulanacak mevzuata ilişkin ayrıntılı bilgi almalarında, eğer Büyükelçiliğimiz yoksa bunu Dışişleri Bakanlığımızın Enformasyon Dairesi kanalıyla yapmalarında çok büyük fayda var. Karşılaşabileceğiniz idari zorlukları bu şekilde ortadan kaldırabiliriz. Yurtdışında görev yaptığınız süre boyunca temsilciliklerimizin size en etkin ve azami desteği sağlamasına çalışıyoruz. Esasında çok büyük bir çoğunluğunuz buna uyuyorsunuz. Sizleri kastetmiyorum, başka arkadaşlarınız için bir kez daha hatırlatmak istedim bu hususu. Hem bizim sizlerin orada olduğunu bilmemiz ve gereken desteği sağlamamız bakımından, hem sizlerin oraya gitmeden önce ve oradayken uymanız gereken kuralları ve prosedürleri öğrenmeniz açısından çok önemli.

Ayrıca, uzun bir süreden beri arzu ettiğimiz bir çalışmayı, yaklaşık iki hafta önce sonuçlandırdık. Artık Türkçe, İngilizce, Fransızca’nın yanı sıra Arapça web sitemiz de hayata geçmiş durumdadır. Eğer ilgilenenler varsa, Dışişleri Bakanlığının web sitesi Arapça olarak da şu anda yayına devam etmektedir.

Çok teşekkür ediyorum.