Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Burak Özügergin’in Olağan Basın Toplantısı (24.03.2010)

ÖZÜGERGİN : Günaydın arkadaşlar, önce bir açıklamamız var. Yarın Makedonya’ya gidiyoruz. Sayın Bakan, karşıtı Makedonya Dışişleri Bakanı Miloşoski’in davetine icabetle yarın ve öbür gün, 25-26 Mart tarihlerinde Üsküp, Ohri, Manastır ve Kalkandelen’i de kapsayan bir ziyarette bulunacak. Makedonya Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakanı tarafından kabul edilecek. Türkiye-Makedonya Parlamentolararası Dostluk Gurubu’yla da görüşecektir. Buna ilişkin ayrıntıları içeren basın açıklamasını öğleden sonra veya öğleye doğru sizlere göndeririz. Burada bizim Makedonya’ya vereceğimiz temel mesaj, Makedonya’nın Avrupa ve Atlantik kurumları ile bütünleşmesine verdiğimiz destek. Bunu vurgulayacağız. Zaten uzun bir süredir yaptığımız gibi, daha önceden yaptığımız gibi.
Benim başta söyleyeceklerim bu kadar. Eğer başka bir şey yoksa Makedonya’yla ilgili….

SORU : Burak bey, Almanya Başbakanı Merkel gelecek hafta Türkiye’ye yapmayı planladığı ziyaret öncesinde bugün bazı Türk gazetelerine açıklamalarda bulundu. Ve bu imtiyazlı ortaklık garabetini Türkiye’de savunmaya devam edeceğini söyledi. Bu konuda bir tepkiniz var mı acaba?

CEVAP: Sayın Merkel geçen Eylül ayında yapılan seçimlerden sonra ülkemizi ilk defa ziyaret edecek. Beraberinde işadamları ve milletvekilleri olacak. Tabii ki birçok konuyu görüşeceğiz, ama Türkiye’nin AB müzakere sürecinin ana konulardan birini oluşturmasını bekleyebiliriz.
Sayın Merkel’in Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki tutumu yeni değil. Düşünceleri daha doğrusu, yeni değil. Bizim de AB üyeliğimiz konusundaki düşüncelerimiz en az Sayın Merkel’inki kadar açıkça bilinmektedir. Tam üyelikten başka bir opsiyon Türkiye için yoktur.

Şimdi alınan kararlara bakacak olursak, 1999’da üyelik kararımız, 2004’te müzakerelere vakit geçirilmeden başlanacak olması kararı, 2005’te fiilen müzakerelerin başlaması; bunlar AB’nin müktesebatını oluşturuyor. Ve bu müktesebat kişilerle kain değil. Bu müktesebat AB’nin bir kurum halinde ortaya çıkardığı müktesebat ve bu devletlerin tutumunu yansıtır. Devletlerde de süreklilik esastır. Dolayısıyla ortaya atılan değişik fikirler olabilir, bunlara saygı gösteririz. Ama bu bazı gerçekleri, biraz önce size söylediğim gerçekleri değiştirmiyor.

Bunu söyledikten sonra, yani hukuki zeminde herhangi bir değişiklik yok dedikten sonra şunu da ilave etmek lazım yalnız. Türkiye, Almanya’nın dönem başkanlığı sırasında üç fasıl açtı. Yani Almanya, Sayın Dışişleri Bakanı Westerwelle’nin geçenlerde ülkemize yaptığı ziyarette de söylediği gibi, Sayın Merkel’in düşüncesi bu yönde olmakla birlikte, Almanya bugüne kadar önümüze engel çıkarmadı. Hatta hatırlarsınız size anekdot olarak söylemiştim toplantı çıkışında, Sayın Westerwelle toplantıda “ahde vefa Türkçe nasıl deniyor?” diye sormuştu bize. Biz birkaç kere söylemiştik. Tam doğru telaffuz ettiğine inandığı zaman çıktı burada aynı şeyi Türkçe söyledi. Dolayısıyla bu konuda müzakerelerde bir değişiklik beklemiyoruz. Bugüne kadar Almanya’nın sergilediği ahde vefa ilkesine uygun tutumun sürmesini bekliyoruz.

SORU : Yine daha önceki mahkeme kararları çerçevesinde, Almanya’nın Türk vatandaşlarına yönelik olarak vize uygulamasıyla ilgili Türkiye’nin talepleri vardı. Hatta Dışişleri bir çalışma başlatmıştı. Merkel’in bugünkü sözlerinde Türkiye’nin sınırlarının güvensiz olduğuna bir vurgusu var ve şu an AB’yle müzakereleri süren Geri Kabul Anlaşması var. Bu yönde Dışişlerinin hazırlıkları bitti mi? Merkel’in önüne vatandaşların girişiyle ilgili, Türk vatandaşlarının vize kolaylığıyla ilgili ne koyacaksınız?

CEVAP : Sorunuzun içinde aslında üç değişik kategori var. Bir vize. Bununla bağlantılı olarak Geri Kabul. Bir de pasaport. Yani Geri Kabul, Sınırların Güvenliği, bunlar birlikte de değerlendirilebilir ayrı da değerlendirilebilir, haklısınız.

Vize konusunda tutumumuzu biz gayet net ortaya koyuyoruz. Biz kolaylık değil muafiyet istiyoruz diye kaç kere söyledik. Uzun bir hukuki tartışmaya girmek istemem ama, Soysal kararı var geçen sene alınan. Bu karar uyarınca da belirli bir mesafe alındı. Tabii çarklar oldukça yavaş işler bu konularda. Nitekim Danimarka’nın aldığı karar da bununla ilintili olsa gerek. Onun için, o kulvarda bir mesafe kaydediliyor. Biz her vesileyle gerek Komisyon’a, yani çok taraflı ortamda, gerek ikili temaslarımızda kolaylık değil muafiyet istiyoruz diyoruz. Bunun müktesep hakkımız olduğunu da ifade ediyoruz.
Pasaport konusu yine bu vizeyle bağlantılı. Biraz önce ilgili birimlerimizle temas ettim. Hatta şu anda Bakanlıkta bir toplantı var. Biyometrik pasaportların yürürlüğe konması için çok hızlı bir çalışma var. Şimdi bir kere cüzdanlar hazır. Prototip cüzdanlar hazır. Şu anda kullandıklarımıza göre daha ufak. Cihazlar da Mayıs ayında yerleştirilecekmiş. Gerek Başkonsolosluklarımız gerek iller çerçevesinde çalışmalar yapılıyor. Yani fiziki altyapının oluşturulması yönünde. Birtakım teklifler alınmış, değerlendiriliyor. İşin teknik boyutuna girmeyeceğim. Netice itibariyle, 1 Haziran itibariyle yeni pasaportları devreye sokmaya çalışıyoruz. En azından hedefimiz bu diyebilirim. Bu konuda önümüzdeki günlerde daha ayrıntılı ve sırf bu konuya hasredilecek bir bilgilendirme toplantısı yaparız.
Bu arada şu anda kullandığımız pasaportların 2015’e kadar kullanılmaya devam edilebileceğini de öğrendim. Bu da enteresan bir bilgi.
Geri kabul konusuna gelince; müzakereler son aşamasına gelmiş. Bunu da sabah itibariyle öğrendim. Yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın haklarını koruyacak bazı hükümleri koydurmuşuz metne. Bizim amacımız yasadışı göç bakımından transit ülke olmaktan çıkmak, ki böylece bunun da caydırıcı etkisi olacağını ümit ediyoruz. Çünkü transit ülke olarak görüldüğünüzde burası bir kanal olarak görüldüğünden trafik de ona göre artıyor. Külfet paylaşımı konusu tabii en ciddi, en ağır konu bu. Başından beri bizi sıkıntıya sokan konu bu. Bu konudaki müzakerelerin devam ettiğini anlıyorum. Katılım öncesi fonlar devrede, sadece bu fonlar değil, bunların dışında da ayrıca bu iş için bir fon yaratılması gerekiyor. Talebimiz budur. Netice itibariyle çalışıyoruz ve bu anlaşmayla vize muafiyeti konusunda önemli bir engeli aşacağımızı düşünüyoruz.
Sınırlarımızın güvenliği konusu dediniz. Hatırlayacaksınız bu Reform İzleme Grubu toplantılarının da ana gündem maddelerinden birini oluşturuyor. İlgili Bakanlıklarımız, İçişleri başta olmak üzere, ve güvenlik birimlerimiz yoğun bir çalışma içinde. Dolayısıyla o alanda da Türkiye üzerine düşeni yapmaktadır.

SORU : Soysal kararının etkisini veya Türkiye’nin beklentilerini Merkel’in önüne getirecek misiniz?

CEVAP : Elbette.

SORU : Elbette dediğinizin içerisinde neler var? Asıl oydu soru.

CEVAP : Anladım ama herhalde Sayın Başbakan geldiği zaman önce bir konuşalım, ne konuştuğumuzu ondan sonra sizlerle paylaşırız.

SORU : Burak bey ilgili olduğu için, bağlantılı olduğu için soruyorum. Geçen günlerde BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin de bir raporu vardı ve Yunanistan’a yasadışı girmeye çalışan mültecilere son derece kötü davranıldığını, ama bizi ilgilendiren konu, bu insanların daha deniz yolundayken Türkiye’ye yönlendirildiğine ilişkin resmi tutanakları vardı. Bu konuda Yunan makamlarıyla yapılan görüşmelerin içeriği nedir acaba?

CEVAP : Şimdi bu tabii daha büyük bir sorunun aslında bir parçası. Dönüp dolaşıp Ege sorunlarını gündeme getirteceksiniz bana. Şimdi Ege’de Yunanistan’la aramızda birçok sorun var. Yani deniz sahalarının hukuki statüsü konusunda. Yan sınırdı, karşılıklı sınırlardı, karasularıydı vs. Arama-kurtarma bölgesinin nerede bitip nerede başladığı da bu sorunlardan birisi. Bu konuyu görüşüyoruz Yunanistan tarafıyla. Dediğim gibi daha büyük bir paketin parçası olarak çözülemeyecek bir şey değil. Karşılıklı olarak birbirimizin çıkarlarına, meşru çıkarlarına saygı gösterdiğimiz takdirde, ki bizde bu saygıyı bulmak mümkündür, aşılamayacak bir sorun değil.

SORU : Aynı raporda Türkiye’nin de bu kişileri yasadışı olarak kendi ülkelerine zorla geri gönderdiği söyleniyor. Kabul ediyor muyuz?

CEVAP : İşte AB ile imzalanması öngörülen Geri Kabul Anlaşması bu tür sorunların da önüne geçmemizi sağlayacak hükümler içerecektir, bunun için uğraşıyoruz. Şimdi bu insanlar Türkiye’ye geliyorlar. Türkiye’yi bir transit ülke olarak kullanıp Batı’ya gidiyorlar. Batı da bunlar sizden geldi deyip bize iade ediyor. Peki biz ne yapacağız? Külfet paylaşımı burada devreye giriyor. Sonuçta bu insani bir sorundur. Bu gelen kişilerin bir obje olarak değil insan olarak görülmesi lazım. Yani bizim Emniyet güçlerimiz, Valiliklerimiz elinden geleni yapmaya çalışıyor. Kendi rızkını paylaşıyorlar. Doğru dürüst bir külfet paylaşımı yok. Bütüncül bir şekilde çözmeye çalışıyoruz bu sorunu. RİG toplantılarında epey konuşuluyor bu.

SORU : Ortadoğu barış süreciyle ilgili bir şey sormak istiyorum. İsrail’in son tavırları, özellikle yerleşim alanları konusunda ve barış sürecini baltalama konusundaki adımları Türkiye’nin Suriye ile İsrail arasındaki arabuluculuk sürecini nasıl etkiledi?

CEVAP : Ortadoğu’da maalesef tansiyon son dönemde arttı. Bir taraftan belirsizlikler sürüyor, bir taraftan da tansiyon artıyor. Bu olabilecek en tehlikeli senaryolardan biri. Doğu Kudüs’te İsrail’in inşa etmeyi öngördüğü 1600 konut konusundaki görüşlerimizi daha önce ifade ettik. Doğru bulmuyoruz. Ne zamanlama ne içerik bakımından doğru bulmuyoruz. Sadece bizim değil, bütün uluslararası toplumun tepkisini çekti. Gerek bu yerleşimler konusu, gerek Halil İbrahim Cami, gerek Kudüs eski şehir duvarlarının kültür mirası listesine alınması; İsrail ve Filistin arasında dolaylı barış görüşmelerinin başlatılmasının konuşulduğu bir dönemde en azından talihsizlik olarak nitelendirilebilir. En azından, ki bunun ötesinde bazı etiketler kullanmak mümkün.
İsrail’in Kudüs ve Batı Şeria’da uluslararası hukuka riayet etmesini istiyoruz, bunu bekliyoruz. Bu tür hareketlerin, yani küçük de görünse, daha büyük resmi bulandırdığını hep ifade ediyoruz. Bunlardan kaçınılması gerektiğini söylüyoruz. Son dönemde sadece yerleşim birimleri veya İslam kültürüne ait bazı yerleri ilgilendiren kararlar değil, geçenlerde Nablus’ta dört kişi öldü. Bu konuda da tepkimizi ortaya koyduk. Tahrik edici uygulamalar bunlar. Bunların durdurulması gerekir.
Sözünü ettiğim durgunluk nasıl aşılır? Doğrusu çok emin değilim, Sayın Mitchell bölgedeydi, Amman’daydı galiba. Aslında son dönemde, son bir hafta on gün içerisinde en azından diplomatik trafik var. Sonuç alınmış değil, ya da sonuçları görülmüş değil diyeyim. Karamsar olmayalım. Ama epey bir trafik oldu. Dediğim gibi Mitchell bölgeye gitti. BM Genel Sekreteri bölgedeydi. Moskova’da Quartet toplantısı yapıldı ve bundan sonra bir açıklama yapıldı hatırlarsanız. Ashton bölgeye gitti vs. Dolayısıyla bütün bu temaslardan umarız ki kalıcı barışa doğru bir ivmelenme sağlanır.

SORU : Suriye-İsrail barış meselesine cevap vermediniz. Türkiye hala o dolaylı arabuluculuğu sürdürmeye niyetli midir o gelişmelerden sonra?

CEVAP : Bu görüşmeleri biz belirli bir noktaya kadar getirmiştik. Görüşmelerin kesilmesine sebep olan biz değiliz. Görüşmelerin kesilmesine sebep Gazze’dir. Gazze’de yaşananlardır. Gazze olaylarından bu yana fazla bir gelişme olmamıştır. Gazze insanının yaşam koşullarının iyileştirilmesi yönünde ortaya koyulabilecek somut bir şey yok. Suriye tarafı defaatle bu görüşmelere yeniden başlamaya hazır olduğunu ve bunun için de Türkiye’yi aracı olarak görmeye devam ettiklerini söylemişlerdir. İsrail’den de bazı sinyaller gelmekle birlikte, devlet kararı nedir tam belirgin bir husus yok ortada. Bunu bekleyeceğiz. Ama Türkiye hazırdır. Bıraktığımız yerden devama hazırız, bunu da hep söylüyoruz.

SORU : Geçen hafta Amerika’dan Dışişleri Bakanlığı’ndan bir açıklama geldi. Eğer Türkiye İran’a daha fazla yaptırımı desteklemezse bu hayal kırıklığına yol açar ve sonuçları olur şeklinde bir açıklamaydı. Bir de Büyükelçi’nin Vaşington’da olması gerekir dendi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz, bir de Büyükelçi acaba ne zaman döner?

CEVAP : İki ayrı konu. İran’la ilgili olarak; İran’a yönelik yeni yaptırımlar uygulanması yönünde bir çaba var. Tansiyon o tarafta artıyor, bu doğru. Yani Birleşik Milletler Güvenlik Konseyi üyesi bazı ülkelerin yeni bir yaptırım kararı üzerinde -biz de BMGK üyesiyiz ama o çalışmanın içinde olmadığımızı herhalde söylemek gerekir- yeni bir yaptırım rejimi üzerinde çalıştıkları doğrudur. Fakat Güvenlik Konseyi’nin bu konuda yeknesak bir fikir sahibi olduğunu da söylemek zor. Hatta mümkün değil. Yaptırımlar konusunda bizim pozisyonumuz açık. İran’ın veya bölgedeki başka bir ülkenin nükleer silah sahibi olması elbette istediğimiz bir şey olamaz. Ama barışçıl nükleer enerji hakkına da her ülkenin, İran dahil her ülkenin sahip olduğunu teslim etmek gerekir.

Şimdi, yaptırım konusunda değişik düşünüyor olabiliriz. Yalnız da değiliz. Yaptırımların istenen amaca hizmet etmeyeceği konusunda görüş ortaya koyan tek Türkiye değil. Ama belki Irak tecrübesini yaşamış bir ülke olarak, Türkiye’nin görüşlerinin nasıl oluştuğunu, neye dayandığını görmek de çok zor değil. Yaptırımlar konusunda değişik düşünüyor olabiliriz dedim. Bundan sonra atılması gereken adımlar nedir? Bir durgunluğa girdi son dönemde dikkat ettiyseniz. İran’ın nükleer dosyası konusunda bir durgunluğa girildi. Şimdi bu bir bakış açısıyla, sizin dile getirdiğiniz kişilerin bakış açısıyla değerlendirilirse, “Denendi, olmadı. Onun için zaman yaptırım zamanıdır” diye de düşünülebileceği gibi, “Yeteri kadar uğraşılmadı. Diplomasiye ve diplomatik çabalara daha fazla ihtiyaç var” diye düşünmek de mümkün. Şimdi biz bu ikinci grup içerisindeyiz. Halen önümüzde fırsat vardır ve bu fırsatın iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Daha fazla diplomasi, daha az değil.

SORU : İran’ın yeterli çabayı gösterdiğini, girişimlere yanıt verdiğini düşünüyor musunuz?

CEVAP : Biz İran’ın iyi niyetle bu konuya yaklaştığını, bir çözüm arzu ettiğini düşünüyoruz. Zaten öyle olmazsa bu kadar çabalamazdık. Dolayısıyla bazı Batılı dostlarımızı da edindiğimiz izlenimler konusunda düzenli olarak bilgilendiriyoruz. Orada bizim bir şüphemiz yoktur.

SORU : Pardon Büyükelçi…

CEVAP : Büyükelçi konusunu dün Bakan Beye de sorduk. Orada verdiği cevabı tekrarlamak durumundayım. Değerlendiriyoruz, zamanı gelince her iki Büyükelçimiz de görev yerlerine dönebilirler.
SORU : Burak Bey İran konusuyla bağlantılı olarak, Sayın Davutoğlu’nun İran’da yoğun görüşmeleri sırasında da görüşülen, uzun zaman uluslararası kamuoyunun gündeminde olan takas formülü. Şimdi uluslararası basına baktığımızda bu takas formülü sanki masadan kalktı gibi bir manzara oluşuyor ve Amerikalı yetkililere ısrarla bu takas meselesi masada mıdır değil midir diye sorduğumuz da ise net yanıt alamıyoruz. Takas meselesi masada mıdır? Bunun üzerinde hala sürdürülebilecek bir diplomatik çaba var mıdır? Amerikalıların yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

CEVAP : Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın Tahran araştırma reaktörünün ihtiyaç duyduğu bu yakıtın İran’ın elindeki zenginleştirilmiş uranyum stokunun bir bölümü karşılığında sağlanması yönündeki önerisi hala masadadır. Bir şeyi masadan kaldırmadığınız sürece o masadadır. Biraz önce arkadaşımıza verdiğim cevapta da söylediğim gibi, bu önerinin hayata geçirilmesine, İran’ın nükleer programı üzerindeki görüşmelerin ilerletilebilmesini teminen önem veriyoruz. Buna devam ediyoruz, önem vermeye devam ediyoruz. Diplomasi bir sabır oyunudur. Taktik-stratejik hamlelerin sonuç vermesini beklemek gerekir. Yani bir günden öbür güne, hele ki bu kadar önemli bir konuda, görünür gelişme olmasını beklemek gerçekçi olmaz.

SORU : Yunanistan Dışişleri Bakan Vekili’nin önümüzdeki hafta Türkiye’yi ziyaret etmesi bekleniyor. Programın detaylarına ilişkin bilgi verir misiniz?

CEVAP : Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın önümüzdeki dönemde ülkemizi ziyaret etmesi sözkonusu, program üzerinde çalışıyoruz. Henüz tarih de dahil olmak üzere çalışmalarımız sürüyor. Onun için birkaç gün müsaade etmeniz gerekecek. Programı netleştirelim ondan sonra sizlere bilgi veririz.
SORU : Burak Bey, Ermeni iddialarına karşı parlamentoların tarihi kararları değerlendiremeyeceğine ilişkin Türkiye uluslararası hukuka başvurmayı düşünüyor mu bu yönde bir hazırlık var mı? Teşekkür ederim.

CEVAP : Neler yapılabileceğini, bu konu da dahil olmak üzere değerlendiriyoruz. Parlamentoların tarih konusunda hüküm verilecek yer olmadığını da her fırsatta dile getiriyoruz tabii. Ne metodoloji bakımından ne içerik bakımından bu tür konuların parlamentolarda ele alınmasını doğru bulmadığımızı söylüyoruz. Son örneklerde de olduğu gibi, içeriği reddettiğimiz gibi bu tip kararların o ülkeyle ikili ilişkilerimizi olumsuz yönde etkileyen sonuçlar doğurabildiğini görüyoruz. Aslında bir üçüncü tarafı da Ermenistan’la olan ilişkilerimizi de olumsuz yönde etkiliyor. Dolayısıyla, hiçbir şekilde bu konuların parlamentolarda ele alınmasının doğru olduğunu düşünmüyoruz. Şöyle de söyleyeyim. Parlamentolardaki oylamalarda tersi bir sonuç çıksaydı da aynı şeyi söylerdik. Yani olumsuz kararlar çıktığı için söylemiyoruz. Bir sürü başka parlamentoda, örneğin Bulgaristan Parlamentosunda birkaç ay önce bu yönde bir teklif gelmişti ve reddedildi. O zaman da aynı şeyi söyledik. Bu konu parlamentoda görüşülecek bir konu değildi. Tutumumuz sonuca ilişkin değil demek istiyorum. Yani ilkesel bir tutum bizimki.

SORU : Burak Bey, aslında Buket’in sorusuna bir devam sorusu olacak bu. Bu değerlendirdiğiniz konular arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’nin devlet başvurusu yapması konusu da var mı?
CEVAP : Var, bu da dahil olmak üzere opsiyonlar arasında…

SORU : Opsiyonlar arasında bu var. Peki bunun bir zaman sınırı var. Türkiye daha önce 2007’de o zaman sınırını geçti ve yapmadı. Yani devlet başvurusunda bulunmadı. Bireysel başvurular da AİHM’den geri çevrildi. Devlet başvurusu yapmanız gerekiyor diye. 2007’de bu olmadı. Peki şimdi, yani gerek Amerika gerek İsveç’deki kararın ardından o altı aylık süreyi bizim kullanmaya niyetimiz var mı? Yani bu altı aylık süre içinde bu opsiyonu değerlendirecek miyiz?

CEVAP : Şimdi çok ayrıntılı bir soru sordunuz. Hukuki bir tartışmaya girmek doğru değil. Hele ki önümüzdeki dönemde atmayı öngördüğümüz adımlardan biri olabilecek bir konuda bu kadar ayrıntılı konuşmak doğru değil. Fakat, uluslararası hukuka başvurmak da opsiyonlarımızdan, değerlendirdiğimiz opsiyonlardan biridir deyip burada durmak zorundayım.

SORU : Peki hukuk yerine ben siyasi tarafına geçeceğim sorunun. Phil Gordon, Clinton, Gates Türkiye’ye kabul edilen tasarının yönetimin inisiyatifinde olmadığını, yönetimin buna destek olmadığını belirten açıklamalar yaptı. Birincisi bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir de Sarkisyan’ın Suriye ziyaretinin ardından acaba Şam’dan Ankara’ya iletilen bir mesaj var mıdır?

CEVAP : Sondan başlayayım. Var ise bile bize bir mesaj henüz ulaşmadı. Şu ana kadar herhangi bir mesaj görmedim. Amerikan yönetiminin ortaya koyduğu tutumu Komite oylaması bağlamında geç kalmış ve cılız olarak nitelendirmek mümkün. Ama önümüzdeki döneme ilişkin bir işaret olarak görmeyi tercih edersek doğru yönde ilerliyorlar. Yani yönetimin bu tür oylamaları desteklemediğini, bu konuları demin söyledik, parlamentolara gelmesini onaylamadıklarını söylemeleri tabii ki yerinde. Ama bakın geçenlerde de bu konuyu ele aldık. İsveçliler aktif olarak Parlamentolarında görüşülmekte olan o garabeti uygun görmediklerini, desteklemediklerini ortaya koymuşlardı. Gayet net bir şekilde koydular. Yani bu bizim için bir sürpriz değildi. Başından beri öyle konuşuyorlardı. Oylamalar esnasında da bu görüşlerini dile getirdiler. Daha sonra daha da kuvvetle dile getirdiler. Arada fark var.

SORU : Gerçi dün Sayın Bakan cevaplamıştı ama Hindistan açıklarında kaçırılan Malta bandıralı gemiyle ilgili herhangi bir gelişme var mı?

CEVAP : Bugünkü basında oldukça ayrıntılı bir şekilde yer aldı o konu ve bendeki notlar basınımızdaki bilgilerden farklı değil. 23 Mart, dün Hint okyanusunda kaçırılıyor. Frigya isimli bir gemi. Otuzbin ton amonyum nitrat yüküyle Tayland’a gitmekte. Mürettebatın 19’u Türk, 2’si Ukraynalı. Türk Karya denizcilik firmasına ait.

Buna ilaveten söyleyebileceğim veya dikkatinizi çekmek isteyebileceğim konu şu. Biz deniz haydutluğu ile uluslararası mücadelenin aktif bir parçasıyız. Bugüne kadar operasyonlara beş tane firkateynimiz ve 500 tane personelimiz katıldı. Sayısız gemiyi de, sadece Türk bandıralı veya ülkemizle bağlantısı olan gemiler değil tabii ki, sayısız gemiyi de korsanların elinden, haydutların elinden kurtardık. Bu çabalarımıza devam edeceğiz. Gerek ABD’nin liderliğini yaptığı görev gücü CTF, gerek NATO’da ayrı bir operasyon var. İkisinde de yer aldık ve almaya da devam edeceğiz. Bu uluslararası toplumun tamamını ilgilendiren bir sorun. Dolayısıyla bireysel değil çok taraflı çabalarla ancak bu sıkıntıyı aşabileceğimizi düşünüyorum.

Teşekkürler.