Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Konyalı Bürokratlar İftar Yemeğinde Yaptıkları Konuşma, 25 Temmuz 2012, Ankara

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Sayın Bakanım, değerli milletvekillerimiz, değerli oda başkanlarımız, temsilcilerimiz, değerli Konyalı bürokratlarımız, değerli hemşerilerim; her şeyden önce hepinizi mübarek Ramazan Ayı’nda saygıyla, muhabbetle selamlıyorum, bu bereket ayının hepimize hayırlar getirmesini niyaz ediyorum.

Tabii özellikle Konya Ticaret Odası, Konya Sanayi Odası, Konya Ticaret Borsası ve MÜSİAD’a tekrar teşekkür ediyorum. Çok güzel bir gelenek başlattılar, her sene bir araya geliyoruz, hem yıllık bir muhasebe yapıyoruz, hem de Konya’mızla ilgili ortak meselelerimizi paylaşıyoruz. Bundan sonra da bu geleneği, aynı kararlılıkla, aynı muhabbet ortamında devam ettireceğimize inancım tam. Bir muhasebe dedim, bizler günde 5 kez, yılda birçok kez, ama Ramazan Ayı’nda sürekli olarak bir muhasebe, bir muhakeme yaparız. Dünyada genel gidişat dışında İslam dünyasında ülkemizdeki bütün olayları zihnimizin, gönlümüzün süzgecinden geçirir ve gelecek planlaması yaparız.

Geçen sene burada buluştuğumuzda hepimizin yüreğinde Somali’nin acısı vardı. Somali’de açlıktan kıvranan kardeşlerimizin acısı ve Libya’da büyük çatışmalar altında kadın, çoluk çocuk bütün fertleriyle Libyalı kardeşlerimizin çektiği acıları paylaşmıştık. Bu sene de yine bir muhasebe ayında bir taraftan Arakan’daki kardeşlerimizin kardeşlerini yüreğimizde hissediyoruz, diğer taraftan da Suriye’de büyük siyasi çalkantılar içinde ayakta kalma mücadelesi veren Suriyeli kardeşlerimizle kader birliği yapıyoruz. Geçen sene o muhasebeyi yaparken, yüreğimizde o acıları hissederken boş durmadık. Somali’ye bildiğiniz gibi Sayın Başbakanımızla birlikte, birçok bakan arkadaşımızla, ailelerimizle birlikte bir ziyarette bulunduk. İstedik ki dünyaya bir insanlık vicdanının sesini duyuralım. Çünkü bizim dış politikamızda, hayat felsefemizde sadece çıkar yok, esas itibariyle savuna geldiğimiz, bütün insanlık adına savuna geldiğimiz değerler var. Bu değerlere dayalı olmayan bir dış politikanın veya herhangi bir politikanın halkımız nezdinde itibarı olmayacağı gibi tarihte de kalıcılığı olamaz. Tabi değer boyutu dışında stratejik perspektifimiz de dış politikamızı yönlendiriyor. Bu değer boyutunun bir sonu olarak geçen sene Somali’ye yaptığımız seyahat aslında bütün insanlık vicdanını ve Afrika’nın gönlünü, yüreğini ayağa kaldırdı. Unutulmuş addedilen, terk edilmiş bilinen ve yıllardır hiçbir liderin ziyaret etmediği, hiçbir devlet adamının inmediği Mogadişu’ya, düzenli uçak seferlerinin yapılmadığı o şehre bizler gittik. Bakınız bir muhasebe olsun diye zikretmek istiyorum, o gün Mogadişu’ya inen uçakla birlikte verdiğimiz sözlerin hemen hemen tümü yerine getirildi. O zaman Somali’ye gittiğimize Somali insanı ümitsizdi, umudunu kaybetmişti. Bize yardım elini uzatacak kimse yok mu diye feryat eden bir halktı. Bugün kendine güvenen bir Somali varsa, aziz milletimizin temsilcileri olarak Somali’ye, o kardeşlerimize bu mesajı götüren Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bunda payı çok büyüktür. O zaman Sayın Başbakanımızla gittiğimizde birtakım sözler verdik. Şimdi her ay bu sözlerin ne kadar yerine geldiğini tek tek kontrol ediyoruz, muhasebeden geçiriyoruz. Demiştik ki Somali’ye ilk fırsatta bir büyükelçilik açacağız. Çünkü Somali’de çalışan hiçbir büyükelçilik yoktu. Somali diplomatik olarak izole edilmişti. Evet, şu anda Somali’de Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği var ve aziz bayrağımız Somali’de dalgalanıyor. Ve bütün kapasiteyle, tam kapasiteyle çalışan Somali’deki tek büyükelçilik de Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği. Çok gayretli bir doktor arkadaşımız gecesi gündüzüyle birlikte Somalili kardeşlerimizin hizmetinde. Somali havaalanına inerken ikinci uçağımız biliyorsunuz kanadı yere çarpmıştı ve bir kaza geçirmişti. Fark ettik ki Somali Havaalanı uçuşlara müsait değil, Somali Havaalanını rehabilite ettik. Şehirden Somali’ye yol uygun şartlarda değildi, Mogadişu’dan Havaalanına olan yolu rehabilite ettik, hastaneleri tekrar inşa ettik. Ve en önemlisi, Somali’ye düzenli seferler başlattı Türk Hava Yolları. Bugün Somali insanı eğer geleceğe ümitle bakıyorsa aziz milletimizin yardımlarıyla gerçekleştirilen bu hizmetlerin büyük bir payı var. Bugün aynı hissiyatı Arakan için hissediyoruz, Myanmar’daki Müslümanlar için hissediyoruz. Nerede bir mazlum varsa onların acılarını yüreğimizde hissederek bir gelecek planlaması yapmaya çalışıyoruz.

İlahi bir takdir, bundan birkaç ay önce Şubat ayında Somali’ye ilk büyükelçimizi gönderdik. Şimdi de Arakan’a, yine bu Şubat ayında Myanmar’da büyükelçimiz göreve başladı. Myanmar’da görev başlamadan önce usuldendir gelip bizden talimat istedi. Şu anda yüreğimizi yakan o sahnelerin canlandığı Arakan bölgesinin de içinde bulunduğu Myanmar’a giden büyükelçimize 2 talimat verdik: Birincisi; 1. Dünya Savaşı’nda İngilizler tarafından esir alınan dedelerimizin ve orada şehit düşen dedelerimizin mezarlarını tek tek bulması ve o şehitlikleri ihya etmesi. Geçen hafta Myanmar Dışişleri Bakanı’na bu çerçevede bir mektup gönderdim. Ve Büyükelçimiz, Myanmar’daki şehitlerimizin makamlarını, mekanlarını tek tek buldu. Bir şehitlikte 700, diğer şehitlikte 300 ve buna benzer 6-7 şehitlik daha tespit ettik. Ona talimatımız açık ve netti. Bu aziz bayrak için şehit düşen bu dedelerimizin makamlarına varacaksınız, huzurlarına gireceksiniz ve önce onlardan ruhsat alacaksınız diyeceksiniz ki, uğruna şehit düştüğünüz bu al bayrağı size getirdik, ebediyen burada dalgalanmak üzere getirdik.

İkinci talimatımız; uzun zamandır takip ettiğimiz Arakan’daki kardeşlerimizin kaderleriyle ilgilenmesi ve onlarla temasa geçmesi. Son 2 hafta içinde bütün o bölgedeki gelişmelerle ilgili olarak büyükelçimiz yakın bir temas trafiği içinde. Geçtiğimiz hafta da Dışişleri Bakanı benim mektubumu ve ayrıca da Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bu konuya ilgisini muhtevi bir mesajı ilettiler. Ayrıca bütün çevre ülkelerden, Bangladeş başta olmak üzere, onlarla temas halindeyiz, İslam İşbirliği Teşkilatıyla birlikte temas halindeyiz. Myanmar’a ve özellikle de Arakan bölgesine insani yardımları en kısa zamanda iletebilmek için büyük bir çaba sarf ediyoruz. Orada bizim bir çıkarımız olmayabilir. Ama esas itibariyle oradaki vicdana sahip çıkmak, oradaki acıları çeken, büyük acılar çeken o kardeşlerimize yardım eli uzatmak dış politikamızın en temel hedeflerinden biridir.

Yine geçen sene Libya’da büyük acılar yaşanıyordu, Mısır’ın geleceği belirsizdi, Tunus’ta süreç nasıl işleyecek belli değildi. Geçen sene Ramazan ayında bir araya geldiğimizde kendi halkları için ayağa kalkan bu dost ve kardeş halkların geleceği, hepimiz için zihnimizde, gönlümüzde büyük bir meseleydi. Hamd olsun bugün 1 yıl geçti, Libya’da büyük bir yokluk, kıtlık ve ıstırap içinde Ramazan’ı geçirmek için çabalayan kardeşlerimize o zaman da yine Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin yardım eli uzanmıştı. 100 milyon dolarlık yardımımız Bingazi’ye ulaştığında Bingazi’deki kardeşlerimiz 1911’de terk ettiğimiz o topraklarda tekrar Türklerin şefkat ve merhamet elini duymaktan, görmekten duydukları mutluluğu bize ilettiler. Şimdi bir efsane gibi tekrar ediliyor. 2011 Ramazanı Libya’da kara bulutların dolaştığı bir Ramazanken, o Ramazanı Türkiye’den uzanan o şefkat eli bir bayrama dönüştürmüştü. Ve biz o zaman şunu demiştik, yine aynı şeyi söylüyoruz, Libya’ya da, Suriye’ye de ve diğer kardeş halklara da aynı şeyi söylüyoruz, oradan tahliye yaparken söylediğimiz şey. Sakın ola ki kardeşlerinizin sizi terk ettiğini düşünmeyin. Geldiğimizde tekrar burayı inşa etmek, kendi ülkemiz gibi inşa etmek için dönüşümüz de aynen asırlar sonra buraya gelişimiz gibi temel ilkeler etrafında merhamet, şefkat ve kardeşlik dönüşü olacak. Bugün Libya’da eğer seçim süreci işlemiş, sağlıklı bir şekilde Libya kendi yolu üzerinde hareket ediyorsa bunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yaptığı katkıların büyük payı var ve Libyalı kardeşlerimiz bunu hep zikrediyorlar. Yine aynı şekilde Tunus’ta bugün geçen seneye göre seçilmiş, halkın seçtiği bir demokratik iktidar varsa bunda daha ilk gün verdiğimiz Ebu Azizi kendini yaktığında ve Tunus halkı Yasemin Devrimiyle ayağa kalktığında Ankara’dan yükselen sesin büyük hissesi var, payı var. Nasıl Bayrağımız Tunus Bayrağıyla aynı renkleri, aynı sembolleri taşıyorsa, Tunus halkıyla da bizim kaderimiz bir ve aynıdır. Bugün Libya Bayrağına baktığınızda da bizim ay yıldızlı sembolümüzü görürseniz, çünkü o sembol asılardan beri taşınan bir ortak idealin sembolüdür. Madem ki o sembol gönüllerde Kuzey Afrika’da yaşamıştır, bizim için önümüz, ilkemiz, kararlığımız, idealimiz açık ve nettir, bu kardeşlerimizin kaderleri bizim kaderimizdir.

Mısır’da, o büyük medeniyet ülkesi Mısır’da hamd olsun 1 sene sonra seçilmiş bir Cumhurbaşkanı var. Ve Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanını ilk ziyaret etme şerefine nail olan Dışişleri Bakanı da benim, büyük bir gurur duydum.

Sayın Başbakanımız Tahrir’de Mısır gençliğine seslenirken ve artık Mısır halkının kendi kaderini tayin etme hakkı elinden alınmamalıdır derken, Türkiye’de birçok ses Sayın Başkanımızı, Hükümetimizi tenkit etmişti. Ama şimdi Mısır halkının gönlünde, Mısır halkının gelecek planlamasında hiçbir zaman yeri sarsılmayacak olan bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti var. Her zaman Mısır’ın yanında olacağız.

Bugün Mısır’da yeşeren demokrasi, inşallah Mısır’ı bölgenin en büyük istikrar gücü haline getirecek ve Türkiye’yle Mısır arasında kurulacak ortak stratejik ilişkiler Ortadoğu bölgesinin yeniden inşasında, kardeşçe yeniden inşasına büyük bir katkıda bulunacak.

Önümüzdeki 2 ay içine Mısır’la yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyi mekanizmasını tekrar hayata geçireceğiz. O zaman gittiğimizde Mısır cumhurbaşkanı Sayın Mursi’ye Türkiye’den getirdiğim o mesajı iletmiştim, biliniz ki Türkiye her zaman yanınızda olacak. Mısır’ın başarısı bizim başarımızdır. Biz bu bölgede hiçbir ülkeyi rakip, hiçbir kardeş halkı hasım görmüyoruz. Bütün ülkeler dosttur, bütün kardeş halklar bizim aziz kardeşlerimizdir. Bu bölgeyi 10 yıllardır, yaklaşık 1 yüzyıldır birbirinden koparılmış bu bölgeleri tekrar birbirine ebediyen kenetleyecek bir dış politika anlayışını egemen kılmaya çalışıyoruz.

Aynı hissiyat Yemen için geçerli. Tevekkül Kerman, Yemen’de devrim ateşini başlatan o yiğit kadın, o hanım, gerçekten cesur, vizyon sahibi, Nobel ödüllüyle de ödüllendirilen o hanım kardeşimiz aslında Yemen halkı adına yeni bir geleceğin inşa edicisi olarak yola çıktı. Ve ilginçtir ki, o dönemin idarecileri Tevekkül Kerman için dediler ki, bu Yemenli bile değil, çünkü Kerman, Karaman’dan gelmiştir, Konya kökenli bir Türk’tür, onu bir anlamda itibarını zedelemek için. O da gururla söyledi, evet, ben Karamanlıyım. Ve Türkiye ziyaretinde bildiğiniz gibi Konya’mıza geldi, Karaman’ı ziyaret etti ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kendisine tevdi ettik.

Yemen’de geride bıraktığımız ahfadın çocukları. Yüzyıl önce hani yemen türküsüne temel teşkil etmiş olan o insanlar bizim için aziz kardeşlerimiz ve en yakın akrabalarımız kadar yakındır, dosttur, kaderleri kaderimizdir. Yemen’le de ilgilenmeye devam edeceğiz.

Kim ne derse desin, kim bu politikaları çok idealist, çok iddialı bulursa bulsun ve kim dönüp dönüp, tekrar tekrar bunlar doğru olabilir, ama bizim buna gücümüz yeter mi diye tekrar tekrar sorarsa sorsun, biz gür sesle diyeceğiz ki, evet, bizim gücümüz yeter. Nasıl ki asırlarca bütün bu topraklarda adaleti ve Konya’dan ilham aldığımız Hazreti Mevlana’nın barış perspektifini egemen kılmayı başardık, bundan sonra da bütün topraklarda huzurun, barışın sözcüsü olmaya devam edeceğiz.

Şimdi bütün bu birikim üzerinde Suriye’ye bakalım.

Tunus’la, Fas’la, Mısır’la, Libya’yla, Yemen’le ilgilenen Türkiye’nin Suriye’ye bigane kalması mümkün olabilir miydi?

Bizim dış politikamızın esası 3 temele dayanır.

Bir; insanlık vicdanıyla bütünleşmek ve biraz önce vurguladığım gibi bu vicdanın temelini teşkil eden bizim değerlerimizle bütüncül bir politika takip etmek.

Adalet anlayışından, ahlaki değerlerden yoksun, çıkar hesabına dayalı bir dış politika kısa dönemli başarılar sağlasa bile uzun dönemde kalıcı olamaz. Biz yanı başımızdaki zulme sessiz kalamazdık. Onun içindir ki, 10 yıldır çok iyi ilişkiler kurduğumuz Suriye Yönetimine hep bu değerlere dönmesini telkin ettik. Adaletten ayrılmamasını, insanlara zulüm yapmamasını hep her ziyaretimizde, her mesajımızda Sayın Beşar Esad’a ilettik. Ama insanlar kendi tercihleriyle yargılanırlar. O kendi halkıyla bütünleşmek yerine, kendi halkına orduyu sürerek, topla, tankla kendi halkına saldırmayı ve 1 yıl içinde 20 bin kardeşimizin ölümüne sebep olmayı tercih eden bir yöntemi benimsemişse, bizim için tek bir yol vardı, bu yönetimin karşısında Suriyeli mazlum kardeşlerimizin yanında yer almak; yanında yer aldık, almaya devam edeceğiz.

Bu ahlaki değerleri kim ne derse desin her yerde savunacağız; Myanmar’da savunacağız, Somali’de de savunacağız, Haiti’de de savunacağız, Ruanda’da da savunacağız, Afrika’da da, Orta Asya’da da, dünyanın her yerinde bu ahlaki değerleri savunacağız. Politikamız bu ahlaki değerlerden hiçbir zaman uzaklaşmayacak, zulmün yanında hiçbir zaman yer almayacağız.

İkinci temel prensimiz, ilkemiz; tarihin akışını doğru okumak. Güncellik içinde konjonktürel analizler yerine uzun dönemli tarihi perspektifi her zaman zihnimizin bir kenarında tutmalıyız. Son aylarda hepiniz bize yönetilen eleştirileri mutlaka okuyorsunuzdur. Ama birçok eleştiride ne kadar konjonktürel etkilerin olduğunu görürsünüz. Bu eleştirilerin birçoğu, bakınız, Mısır’da Mübarek düşerken gidip Mısır’a yönelik bu açık mesajımızı teknik edenler, bir ay sonra Mübarek’in düşeceğini göremeyenler, şimdi de Suriye’ye dönük bu açık ve mesajımızı tenkit ediyorlar, şu anda da etmekteler. Ama tarih gösteriyor ki, o tarihin temel ilkesi bize öğretiyor ki, “zulüm ile abat olunmaz.” Kendi halkına zulüm edenler hangi güçler arkalarında olursa olsunlar kalıcı olmazlar.

Biz tarihin akışını doğru okuduk, doğru okumaya devam edeceğiz. Ve bu tarihin akışında bizi kimi zaman bu sebeple tenkit edenler olursa olsun, kimler tenkit etmiş olurlarsa olsun, yine aynısını söylüyorum, bu kürsüden de söylüyorum, tenkit edenlere cevap olarak da söylüyorum, biz geçen asırda, yüzyıl önce Trablusgarp Savaşından, Balkan Savaşından Yemen Savaşına kadar olan dönemde hangi kardeşlerimizle, halklarla ilişkilerimiz koparılmışsa, aramıza hangi duvarlar örülmüşse o duvarları tek tek yıkacağız, o kardeşlerimizle ebedi dostluğumuzu tekrar inşa edeceğiz.

Bu eğer iddialı bulunuyorsa, evet, burada söylüyorum; biz bu iddianın sahibiyiz, takipçisiyiz. Bunu yanlış bulanlar, bunu hayalperest bulanlar şunu bilsinler ki, tarihte ancak ve ancak zihninde bir ideal, gönlünde bir hedef taşıyanlar kalıcı iz bırakırlar. Biz, bize empoze edilen statükoyu sürdürmek için değil, aksine bizim zihnimizdeki dünyayı inşa etmek için siyaset yapıyoruz. Eğer bu dünyayı değiştiremeyeceksek, eğer bu dünyada söyleyecek sözümüz olmayacaksa, eğer bir özne olarak kendi bölgemize sahip çıkamayacaksak, o bölgedeki kardeşlerimizin kaderini, tarihini paylaşamayacaksak, siyaset yapmanın da, dış politika yapmanın da bir anlamı yoktur. Çünkü nihai hedef, mevki ve makam sahibi olmak değil o mevkiinin, o makamın hangi değerlere, hangi tarihi akışa hizmet edecek şekilde kullanıldığıdır. Dolayısıyla, ahlaki değerler olarak Suriye politikamız doğrudur, tarihin akışını okumak anlamında doğrudur. Her gün konjonktürel olarak resme bakıp bizi eleştirilenler uzun dönemli tarih akışı anlamış olsalardı, emenim bu eleştirilerinde çok daha dikkatli olurlardı. Bazen bu eleştirilerin edep sınırını aştığını da görüyoruz.
 
Özellikle Konyalı hemşerilerime buradan teşekkür etmek istiyorum. Bu edep sınırını aşan siyaset, muhalefet anlayışına verdiklerini anlamlı tepki dolayısıyla şahsen teşekkürlerimi, takdirlerimi ifade etmek istiyorum. Sizler bu eleştirilere karşı ahlakın ve ebedin sözcülüğünü yaparken, aynı zamanda Hazreti Mevlana’nın torunları olarak nasıl bir felsefeyle hareket ettiğinizi de ortaya koydunuz; teşekkür ediyorum.

Özellikle Ana Muhalefet Partisi Liderinin son dönemdeki söylemlerini, hele hele Ramazan ayı yaklaşırken kullandığı bu söylemleri de burada bir kez daha hem kınıyorum, hem de kendisini ahlak ve edep sahibi Cumhuriyet Halk Partili kardeşlerime havale ediyorum.

Üçüncü temel ilkemiz, ahlak ve değer boyutu dışında, tarihi akış dışında üçüncü temel ilkemiz; Türkiye’nin aziz ülkemizin stratejik hedefleri, çıkarlarıdır.

Biz kısa dönemli stratejik çıkar peşinde değiliz, ama uzun dönemli olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve aziz milletimizin stratejik hedeflerini hayata geçirmek için siyaset yapıyoruz. Ve bu stratejik planlamada da yine Suriye siyasetimiz doğrudur. Bugün Suriye’de, Suriye’nin geleceğinde en etkili söz sahibi ülke, komşusu, kardeşi, kaderdaşı, kader arkadaşı olarak Türkiye’dir.

Biz, Ortadoğu Bölgesi yeniden şekillenirken, dünya yeniden şekillenirken bu şekillenmeyi geriden izleyen bir ülke olamazdık. Önümüzde üç yol vardı; ya Suriye’deki zulme sessiz kalıp statüko adına bu zulmü işleyenin yanında yer alacaktık. Bu stratejik olarak da yanlıştı, ahlaki olarak da yanlıştı.

Ya başkaları planı yapsın, biz risk almayalım, biz bir planlama yapmayalım, herkes planlamasını yapıp olaylar geliştikten sonra bir şekilde “bekle gör” politikasıyla bunu takip ederiz denebilirdi. Bu da geçmişte benimsenmiş bir politika olabilir ama, bizim hiçbir zaman benimsemeyeceğimiz bir politikaydı, bunu da yapamazdık. Hiçbir zaman bekle gör politikası takip etmeyeceğiz. Olayların arkasından koşmayacağız, olayları yöneten, olayları akışını belirleyen bir aktör olacağız.

Üçüncü yol ise, kendi özgün politikamızla, kendi değerlerimizle, kendi vizyonumuzla bölgedeki bu büyük değişimin içinde kardeşlerimizle birlikte yol almaktı; işte biz bu yolu benimsedik. Şimdi bu yolun ne kadar doğru olduğu Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da, Fas’ta, Yemen’de yükselen o büyük Türkiye dostluğuyla ve Suriye’de Dera’dan Lazkiye’ye, Deyrizor’dan Halep’e, Humus’a, Şam’a kadar her bir sokakta artan Türkiye muhabbetiyle ortaya çıkmaktadır. İnşallah bu acılar bir gün dinecek. Bu acılar dindiğinde ve bu zulme yönelen rejimler, anlayışlar tarihin çöplüğüne atıldığında Suriye ve Türkiye iki dost ve komşu ülke olarak, Suriye ve Türkiye halkları iki kardeş halk olarak geleceğe el ele birlikte yürüyecek. Ben geleceğinizin bu anlamda büyük bir parlak gelecek olacağına inanıyorum.

Ve şunu da bir kez daha vurgulamak istiyorum: Bizim Türkiye olarak nihai hedefimiz, kendi ülkemizde barışı, huzuru egemen kıldığımız gibi, istikrarı, kalkınmayı egemen kıldığımız gibi komşu ülkelerde ve komşu bölgelerde de barışı, huzuru, istikrarı ve kalkınmayı egemen kılmaktır ve bu bölgeleri dünya siyasetinin öncü bölgeleri haline getirmektir. Çünkü bu bölgeler, Ortadoğu, Balkanlar, Orta Asya, Kafkasya bizim bölgelerimiz, bizim coğrafyamız, bizim gönül coğrafyamız, bizim siyaset coğrafyamız geçmişte birçok medeniyete beşiklik etmişti, geleceğin medeniyetini de inşa edecektir.

Bütün bu dış politikanın ilhamı da Konya’mızda mevcuttur. Hazreti Mevlana’nın insanlığı barışa çağıran felsefesi, anlayışı aslında bu dış politikamızın temelini teşkil etmektedir. Aynı şekilde Selçuklu Devletini kuran iradenin bugüne yansıması, bu dış politikanın da arkasındaki iradeyi temsil etmektedir. Nasıl Selçuklu Devleti Anadolu’yu ebediyete kadar bizim yurdumuz yapmıştır, nasıl Osmanlı Devleti bu yurttan, bu felsefeden hareketle bütün dünyaya adaleti yaymaya gayret etmiştir, Türkiye Cumhuriyeti devletinin hedefi de nihai olarak bu tarihi birikimin üzerinde yeni bir yükselen Türkiye inşa etmektir. Türkiye’nin yükselen bir güç olarak dünya siyasetinde yer almasıyla, Konya’mızın merkez bir şehir olarak yükselen şehirler arasında yer alması birbirine paralel gelişmelerdir.

Ben büyük bir iftiharla şunu ifade etmek isterim ki, son 1 yıl içinde geçen Ramazan’dan bu Ramazan’a kadar Konya’da birlikteliğimiz, beraberliğimiz çok büyük mesafeler kat etti. Sivil toplum kuruluşlarımıza teşekkür ediyorum, bu konuda emeği geçen valimiz, belediye başkanlarımıza, üniversitelerimize teşekkür ediyorum. Konya’mıza her gittiğimde bu birlik ve beraberlik ruhunun daha da sinmiş olduğunu görmekten büyük mutluluk duyuyorum.

Ve mega projeleri başlattık, bunları da sürdüreceğiz. Geçen sene burada vurgulamıştım, Konya bir merkez şehirdir; kültür ve medeniyetimiz açısından bir merkez şehirdir, tarım kapasitemiz açısından bir merkez şehirdir, yükselen bir sanayi sektörü açısından bir merkez şehirdir, lojistik taşımacılık açısından bütün ulaştırma hatlarının üzerinden geçtiği bir merkez şehirdir. Böyle bir şehrin temsilcisi olmak bizim için büyük bir onurdur. Bunun hakkını vermek boynumuzun borcudur.

Hamd olsun ki manevi derinliğiyle ekonomik kapasitesini böylesine birleştirecek bir şehrin milletvekilleriyiz, böyle bir şehre hizmet ediyoruz. Onun için, geçen sene hızlı trenin devreye girmesiyle ulaştırma açısından merkez niteliğimiz güçlendi. Bunu en kısa zamanda Konya-Karaman-Mersin, üçlü çalışmamızla Ekonomi Bakanımız Sayın Zafer Çağlayan’la birlikte Konya’mızın Akdeniz’de bir lojistik aks olarak akması ve lojistik hattın tamamlanması için ortak çalışmalar yürüteceğiz üç vilayet olarak.

Yine geçen sene başlattığımız Konya organize hayvancılık bölgesi projesi ciddi aşamalar kaydetti. Türkiye’nin en büyük organize hayvancılık bölgesini Konya’mızda kurmaya kararlıyız.

Daha iki hafta önce Karapınar enerji endüstrisi sanayi bölgesi projesi bütün teknik süreçlerden geçti, tamamlandı, Karapınar’da sadece Konya’mıza değil bütün Türkiye’ye büyük bir katkı sağlayacak yepyeni bir enerji bölgesi inşa edeceğiz.

Mavi Tünel ve onunla birlikte KOP projesi, Konya’mızı sulama ve tarım alanında Türkiye’nin büyük bir potansiyelini barındıran bir vilayet haline zaten getirecek.

Ve yine köprü tarihimizden gelen o güzel mimarimizi, şehir dokumuzu muhafaza etmek üzere bir kentsel dönüşüm projesi hayata geçirildi, Büyükşehir Belediye Başkanımızla birlikte bu çalışmaları yakından takip ediyoruz.

Benim buradaki ricam, bu akşamın bir bereketi olarak ricam, bütün Konyalı hemşerilerimizin bu projelere ve yeni devreye girecek olan projelere sahip çıkması ve bizi, Ankara’da Konya’ya hizmet eden milletvekillerimizi, Bakan olarak bendenizi ve bütün bürokratlarımızı sürekli bu projelerle muhatap kılmaktır. Konya’dan gelecek her projeyi sonuna kadar yakından takip etmek hepimizin borcu.

Hamd olsun ki böylesine bir güçlü bürokrat lobisi var Konya’nın Ankara’da, bu bürokrat hemşerilerimizi hiç boş bırakmamamız lazım. Konya’dan, yerelden gelecek bütün projeleri tek tek hayata geçireceğiz. Milletvekillerimiz olarak, bakan yardımcılarımız olarak, Ankara’daki bürokratlar olarak Konya’mızın bu yeni vizyonunu hayata geçirmek için gece ve gündüz çalışmaya kararlıyız.

Birlikte Konya’yız. Hep beraber hangi siyasi görüşe sahip olursak olalım Konya’ya hizmet etmek büyük bir onurdur. Hep beraber inşallah bu yükselen Türkiye’de yükselen ve merkezi konumunu gittikçe pekiştiren Konya’yı geleceğe taşıyacağız.
 
Ben tekrar Ramazanınızı tebrik ediyorum, hayırlı ve sağlıklı bir şekilde bayrama ulaşmayı niyaz ediyorum.

Arakan’daki, Suriye’deki kardeşlerimizin de bayramı gerçek bayram olarak idrak edecekleri duasıyla hepinizi saygıyla selamlıyorum, Allah’a emanet olunuz.