Sayın Bakanımız'ın Almanya Dışişleri Bakanı ile Ortak Basın Toplantısı

SAYIN BAKAN: Değerli basın mensupları, bugün çok değerli meslektaşım, arkadaşım, Sayın Guido Westerwelle’yi Türkiye’de İstanbul’da ağırlamaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Artık ikili görüşmelerimiz aylık bazda düzenli hale geldi. Hem karşılıklı ziyaretlerle sık görüşüyoruz hem de uluslararası toplantılarda her fırsatta bir araya geliyoruz ve konuları gözden geçiriyoruz.  Bildiğiniz gibi, ben aslında birkaç hafta önce Almanya’ya bir ikili ziyaret gerçekleştirecektim. Bakanlığımla ilgili olarak TBMM’deki kanun çalışmaları dolayısıyla gidemedim. Kendisinden özür diledim. Kendisi de dedi ki, aramızda bunların karşılıklılık esası yok. Ben gelirim. Büyük bir hoşgörü gösterdiler.

Kendisi İstanbul’a Türkiye’ye geldi. Dün akşam yemekte birlikte olduk, bu sabah baş başa kahvaltı yaptık. Arkasından heyetlerarası görüşme gerçekleşti. Her zaman olduğu gibi son derece büyük bir anlayış birliği içinde konuları ele aldık. İkili ilişkileri gözden geçirdik ve şu konuda mutabakata vardık: Türkiye ile Almanya belki de dünyada çok az devlete nasip olacak şekilde birbirleriyle iç içe geçmiş, entegre olmuş iki millet ve iki devlettir. Çok sayıda Türk kökenli vatandaşımız, daha sonra Alman vatandaşı olan Türk kökenli soy kardeşlerimiz Almanya’da yaşıyor. Çok sayıda Alman artık daimi olarak Türkiye’de yaşıyor. Bu kadar iç içe geçmiş iki halk, iki devlet çok daha fazla stratejik diyalog gerçekleştirmelidir. Bizim de çok başka ülkelerle gerçekleştirdiğimiz tarzda yoğunlaştırılmış bir stratejik diyalog mekanizması kurmaya karar verdik. Bakanlıklarımız arasında bunun ön çalışmalarını yapacağız ve Türkiye ile Almanya arasındaki tarihi dostluk, daha operasyonel, daha günlük işlerde de çalışır hale gelecek.

Mesela, yine birçok dost ülkeyle yaptığımız gibi Almanya ile genç diplomatların karşılıklı olarak birbirimizin Bakanlıklarında çalışmaları konusunda bir çalışma yapmaya karar verdik. Böylece diplomatlarımız daha erken yaşlarda birbirlerini tanıma imkanına sahip olacaklar. Yine bir stratejik diyalog çerçevesi üzerinde çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Ayrıca gelecek sene Türkiye’den Almanya’ya göçün 50. yılını kutlayacağız. Bu, dediğim gibi, tarihte çok az görülen bir olgudur ve 50 yıl sonra bütün o göçün olumlu yönlerini, olumsuz yönlerini –olumsuz hiçbir yönü yok aslında ama- doğabilecek sonuçlarını ele alan, kapsamlı bir faaliyeti gelecek sene, 2011 yılında “Göç Yılı” ilan ederek yapmayı planlıyoruz. Tabii en olumlu yönünü geçen ay birlikte yaşadık. Türk kökenli futbolcuların Alman takımına ne kadar ciddi katkı sağladığını herkes, dünya gördü. Mesut Özil’in nasıl iki ulus tarafından da büyük hayranlıkla izlendiğini hepimiz gördük. Aynen futbolda olduğu gibi, diplomaside de bizim başarımız Almanya’nın başarısıdır, Almanya’nın başarısı bizim başarımızdır. Böyle bir ortak başarı perspektifiyle olaylara bakıyoruz.

Yine bu çerçevede, vatandaşlarımızın değişik konulardaki sorunlarını ele aldık. Son dönemde Türkiye’nin vize konusunda yaptığı çalışmaları ben kendisine aktardım ve Avrupa Birliği’nin son dönemde Batı Balkanlardaki vize liberalleştirme çabaları, vize muafiyeti çabalarını takdirle takip ettiğimizi, ancak Türkiye’nin artık bu çabaların dışında kalmasının hiçbir meşru temelinin kalmadığını da kendilerine ifade ettim. Birlikte bunları çok dostane bir şekilde paylaştık. Bundan sonra atılacak adımlar konusunda da ben kendilerine bilgi aktardım.

Yine bu çerçevede, Türkiye’nin özellikle bugünlerde son derece hayati bir konusunu gündeme getirdik: Teröre karşı ortak mücadele. Biz Türkiye olarak bütün dostlarımızın, vatandaşlarımızı, polislerimizi, masum insanlarımızı, askerlerimizi şehit eden bu terör faaliyetine karşı dayanışma içinde olmalarını bekliyoruz. Maalesef terörün en önemli finansal ve lojistik kaynakları -kontrol dışında olacak şeklide tabi- Avrupa’da odaklanmış bulunuyor. Biz Avrupalı dostlarımızdan genelde, özelde de Almanyalı dostlarımızdan, ortak kaderi paylaştığımız Almanya’dan, teröre karşı mücadelede çok daha aktif ve günbegün işleyen operasyonel bir işbirliği bekliyoruz. Bu konuda Alman Dışişleri Bakanı’nın önümüzdeki Eylül ayında bir Türkiye ziyareti var. O vakte kadar da teknik çalışmaların yürütülmesi ve bütün bu güvenlik konularının ele alınması konusunda mutabık kaldık. Kendileri Türkiye’nin teröre karşı verdiği mücadelede Türkiye’nin yanında olduklarını ifade ettiler. Biz de bundan memnuniyet duyduk. Ama bizim kamuoyumuzun da, Türkiye’nin de bu konuda daha somut beklentileri var. Hepimiz bu konuda birlikte çalışacağız. Sadece teröre karşı mücadelede değil, yasa dışı suç örgütlerine karşı, uyuşturucu kaçakçılığına karşı mücadelede de birlikte tavır almaya kararlıyız.

Yine çok önemli bir gelişme, Türk-Alman Üniversitesi’nin kurulması çalışmalarını gözden geçirdik. Çok mesafe aldık. Kendisinin Ocak ayında Türkiye’ye yaptığı ziyarette bunları ele almıştık. O ziyaret çok verimli geçen bir ziyaretti ve orada aldığımız kararlar çerçevesinde artık Türk-Alman Üniversitesi’nin temel taşının konması aşamasına gelindi. İnşallah Alman Cumhurbaşkanı Sayın Wulff’un Türkiye ziyaretinde, Ekim ayında, bu adımı atmaya kararlıyız. Karşılıklı olarak, Türk Kültür Merkezi’yle ve Alman Kültür Merkezi’yle, iki ülke arasındaki ilişkileri de yoğunlaştıracağız.

Bu ikili ilişkiler dışında, başta İran olmak üzere, bölgesel konuları ele aldık. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta Pazar günü Türkiye’de, İstanbul’da, yine burada, Türkiye-İran-Brezilya arasında üçlü bir toplantı gerçekleştirmiş ve yeni bir diplomasi perspektifi açılmıştı. İran onun üzerine Pazartesi günü Viyana Grubu’na cevabi mektubunu yazdı. Aynı gün AB İran’la ilgili bazı kararlar aldı. Biz bu diplomasi atmosferinin devam etmesine önem veriyoruz. Özellikle İran ile Viyana Grubu arasındaki teknik müzakerelerin bir an önce başlaması gerektiğini düşünüyoruz. Sayın Celili ile Sayın Ashton arasındaki, P5+1 arasındaki müzakerelerin bir an önce başlaması istiyoruz. Ben bu konudaki temaslarımız konusunda değerli dostum Westerwelle’ye kapsamlı bilgi verdim, görüşlerimizi paylaştık. Ortadoğu konularını ele aldık. Orta Asya’yı konuştuk. Çünkü benim Kırgızistan ziyaretim sonrasında Sayın Westerwelle de Sayın Kuschner’le birlikte Kırgızistan’a gittiler. Orta Asya konularında da bundan sonra daha yoğun görüşme kararı aldık.

Yine bu çerçevede, tabii en fazla ele aldığımız en yoğun şekilde üzerinde durduğumuz konu Türkiye-AB ilişkileri. Dün yemekte, akşam yemekte, bütün kapsamıyla Türkiye-AB ilişkilerini gözden geçirdik. Biz kendisine şahsen Türkiye-AB ilişkilerine verdiği destek dolayısıyla teşekkürlerimizi ifade ettik. Almanya’nın bu desteğinin artarak devamına verdiğimiz önemi vurguladık. Kendisi de bu konuda tutumlarını teyit ettiler. Türkiye’nin üyeliğine dönük olarak tutumlarını ve Türkiye’de Ocak ayında verdikleri temel mesajları tekrar teyiden söylediler.

Almanya ile Türkiye-AB ilişkileri dışında Kıbrıs konusunu kapsamlı şekilde ele aldık. Çünkü Westerwelle Türkiye’ye gelmeden önce biliyorsunuz Kıbrıs’a bir ziyaret gerçekleştirmişti. Biz de Kıbrıs’ta bir an öne çözümün gerçekleşebilmesi için iki tarafa da eşit yaklaşılması gerektiğini ve Kıbrıs Rum Kesimi ile kurulan temaslar dışında Türk tarafıyla da mutlaka temas kurulmasının faydalı olacağını bir kez daha paylaştık. Ayrıca Kıbrıs konusunda, bu sene sonuna kadar, Sayın Alexander Downer’ın tespit ettiği takvim çerçevesinde müşahhas ilerleme sağlanması için, genelde AB’nin özelde Almanya’nın desteğine ihtiyaç hissettiğimizi kendilerine ifade ettik ve Kıbrıs konusunu da kapsamlı şekilde ele aldık. Ayrıca diğer bazı küresel konuları ve tabii o arada İstanbul’un güzelliğini de paylaştık. İstanbul güzelliği üzerine uzun uzun sohbet ettik. İstanbul her zaman Guido’nun sevdiği bir şehir, her zaman da kapısı Alman dostlarımıza ve özellikle de Guido’ya açık olacak. Tekrar tekrar burada bir araya geleceğiz.

Tekrar hoş geldin.

KONUK BAKAN: Çok teşekkür ediyorum. Öncelikle elbette Türkiye’ye bu olağanüstü konukseverliği için teşekkür etmek istiyorum. Türk mevkidaşım Sayın Ahmet Davutoğlu’yla beni sadece iyi bir iş ilişkisi değil aynı zamanda bir dostluk birleştiriyor bizi. Gerçekten çok iyi bir işbirliğimiz var. Bu da karşılaşmalarımızın sayısında da kendisini gösteriyor. Bu Türkiye’ye kısa süre içerisinde benim ikinci ziyaretim oluyor. Aynı zamanda Türk mevkidaşım son olarak Dresten’de önemli bir kültür etkinliğine katıldı konuk olarak. Biz sık sık uluslararası konferanslar nezdinde bir araya geliyoruz. Son olarak Kabil’de ve Almatı’da AGİT toplantısında bir araya geldik. Bütün bunlar bizim Türkiye ile Almanya arasında yakın stratejik diyaloga ne kadar büyük bir önem verdiğimizi gösteriyor. Çok yoğun, güvene dayalı ilişkilerimizde ve görüşmelerimizde bu kendini gösteriyor.

Almanya karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesine çok büyük önem atfediyor ve Türkiye’nin AB’ye yaklaşmasına, bağlanmasına önem veriyor. Bu bizim koalisyonda üzerinde anlaştığımız tutum. Stratejik olarak bu kadar büyük önem taşıyan bir ülke olan Türkiye’nin, Avrupa’ya yönelmesinin ne kadar önemli olduğu konusunda hemfikiriz. Tabii ki her konuda hemfikir değiliz, bu mümkün değil, fakat bu yakın dostane ilişkilerimizi büyük bir değer olarak görüyoruz, sadece kendi ülkelerimiz için değil, aynı zamanda küresel düzeyde de çözülmesi gereken sorunlar açısından. Biz Türkiye’nin son yıllarda elde ettiği başarıyı takdirle, büyük bir saygıyla karşılıyoruz. Sadece ekonomide değil, çok büyük Alman şirketleri Türkiye’de faal. Bu sadece Türkiye’nin ekonomik önemini değil, siyasi önemini de gösteren bir gerçek.

Elbette ittifaktaki ortak çıkarlarımız var fakat aynı zamanda kişisel, şahsi ilişkilerimiz, insani ilişkilerimiz de çok önemli. Türk kökenli 3.5 milyon insan yaşıyor Almanya’da. Yaşamlarının büyük bir kısmını Almanya’da geçirmişler. Bu yıl da örneğin 4 milyondan fazla Alman turist Türkiye’ye ziyarete geliyor. Bu insani ilişki, ülkelerimiz arasındaki sağlam temelin bir göstergesi ve daha geliştirilmeli bu temel. Bu insani temeli daha da geliştirmek amacıyla son ziyaretim sırasında da bir Türk-Alman Üniversitesi konusunu ele aldık, görüştük. Senenin başında projeyi nerede başlatabileceğimiz konusu üzerinde konuştuk. Sayın meslektaşım da eğitiminin büyük bir kısmını bir Alman okulunda gerçekleştirmiş. Bu da tabii ki onun bizi o kadar büyük şevkle savunmasını sağlıyor. Alman dilinin güzelliğini, kültürün güzelliğini bilen birisiniz. Bu sene bu projeyi en azından bir temel atma töreniyle başlatmak istiyoruz. Mekan konusunda bir karar verildi son aylarda. Artık somut bir sonuç elde edildiğini görüyoruz ve bu durum genç kuşağımız için güvene dayalı işbirliğimizin çok güzel somut bir sonucu.

Uluslararası konuları da ele aldık. Bunların arasında İran konusu var. Tekrar vurgulamak istediğim bir husus var. Biz Türkiye’nin bu konudaki çabalarını ve Brezilya’nın da çabalarını olumlu karşılıyoruz. İran’ı diyalog zeminine getirmek için bu önemli bir katkıdır. Zira biz ikimiz de şu konuda hemfikiriz: İran’ın nükleer silahlanma opsiyonu hiçbirimiz için kabul edilebilir bir çözüm değil. Hem bölgesel bir tehlike aynı zamanda da güvenlik statiğini, bölgenin ötesinde de önemli ölçüde tehdit edecektir. Bu nedenle AB Dışişleri Bakanları’nın son kararları açısından da ve aynı zamanda Türkiye’nin de bu konudaki sorumlu adımları açısından ön koşulsuz bir görüşmeye oturma yönünde bir irade beyan etmesinin çok önemli olduğunu düşüyorum. İran’la Lady Ashton arasında bir görüşmenin olabileceği, olması gerektiğini düşünüyoruz. Zira Avrupa’da kararlaştırdığımız hususlar, yani yaptırımların hedefi İran halkına zarar vermek değil, daha ziyade İran hükümetini diyaloga geri getirmek, şeffaf olmaya sevketmek ve atom programı konusunda uluslararası toplumla işbirliğine sevketmek. Bu açıdan, Türkiye’nin Brezilya ile ortaya çıkardığı atom programının sadece bir kısmını ilgilendiren üçlü beyan önemli değil sadece, burada önemli olan kapsamlı bir şeffaflık.

Başka küresel konulara da değindik. Örneğin Gazze’deki o olayların uluslararası düzeyde açıklığa kavuşturulması, soruşturma açılması. Bu AB’nin de tutumu. İkili konulara değindik, yine uluslararası konularla bağlantılı olarak. Örneğin bizim temel çıkarlarımızdan olan terörle ve suçla mücadele konusundaki kararlılığımız. Biz terör saldırılarını destekleyen, terör örgütlerini destekleyen hiçbir örgütü hoşgörüyle karşılamak istemiyoruz. Terörle mücadele konusunda elbirliğiyle çalışıyoruz ve bu konuda başarılı olmak istiyoruz. Bu konuda hiçbir şüphe yoktur ve bu bizim ortak çalışmalarımızın sürekli bir konusu.

Batı Balkanlar konusunu da ele aldık. Şu konuda sizi tekrar temin etmek istiyorum. Biz Türkiye’deki gelişmelerden dolayı çok memnuniyet duymaktayız. Türkiye’nin Almanya ile olan ilişkilerindeki bu gelişmeleri memnuniyetle karşılıyoruz. Türkiye’nin AB’ye bağlanmaya ve yakınlaşmaya büyük ilgi duyduğunu biliyoruz. Türkiye’nin sadece ekonomik değil aynı zamanda stratejik ve siyasi açıdan rolü büyüyor dünyada. Bu da bizim ortaklığımızı ve dostluğumuzu elbette şekillendirmekte.

SORU: İki sorum olacaktı. Sayın Westerwelle, küresel ilişkilerde size mevkidaşınız Sayın Davutoğlu tarafından İran’ın diyalog konusunda hazır olup olmadığı konusunda hangi bilgiler verildi? Sadece nükleer program konusunda mı? Mavi Marmara olaylarıyla ilgili ve İHH’nın Almanya’da yasaklanmasıyla ilgili konuları ele aldınız mı Sayın Westerwelle? Hamas’ın nasıl değerlendirileceği konusunu ele aldınız mı yoksa eski tutumlar hala kullanılıyor mu?

KONUK BAKAN: İran’ın görüşmelere hazır olup olmadığı konusunda, bizim açımızdan, kesin bir yanıt verebiliriz. Görüşmeler, sadece bir kısım konular ele alındığında işe yaramaz. Biz atom programında kapsamlı bir şeffaflık istiyoruz. Çünkü Milletler Topluluğu ve Türkiye ile Almanya bu konuda hemfikir. İran’ın bir nükleer silahlanma opsiyonu kabul edilemez. Bu AB nezdinde de bizim hedefimiz. Biz İran’ın görüşmelere hazır olmasını teşvik etmek istiyoruz ve İran hükümetinin son sinyalleri bugün medyadan da aldığımız kadarıyla bunu gösteriyor. Türkiye’nin ve aynı zamanda AB’nin de üzerinde durdukları ve kararlaştırdıkları husus, aslında İran’ın bu konuda görüşmelere hazır olmasını teşvik ettiğini görüyoruz. Bunun da gerçekleşeceğine inanıyoruz Eylül ayında. Elbette bu göstergelerin değerlendirilmesi gerekiyor. Bunu siz de biliyorsunuz. Fakat kapsamlı bir işbirliğinin olacağına inanıyoruz ve İran’ın Viyana’ya yönelttiği pazartesi öğleden sonra Viyana’ya ulaşan mektubunu da bu şekilde değerlendiriyoruz ve bu gereklidir.

Tekrarlamak istiyorum, Avrupa Birliği’nde bizim pazartesi günü Brüksel’de kararlaştırdığımız husus, konunun hedefi, amacı bir ülkeyi hedef almak değil, amacımız İran hükümetini müzakere masasına geri getirmek ve işbirliğine ve şeffaflığa geri getirmek. İran’ın elbette atom nükleer gücünü sivil amaçlarla kullanmaya hakkı var. Fakat aynı zamanda uluslararası yasal yükümlülüklerini de yerine getirmeli, şeffaflık ve işbirliği konusunda atom enerjisi kurumuyla ki bu konu da bir nükleer silahlanmayı engellemek için. Bu husus Türkiye’nin de, aynı zamanda Avrupa’nın da güvenlik çıkarları açısından, küresel güvenlik açısından çok önemli bir husus. New York’ta da bu konuda, nükleer silahların yayılmaması konusunda da önemli bir konferans gerçekleşti.

İHH konusunda, aynı isimle, iki farklı örgütün olabileceği bir gerçek. Almanya’da Federal İçişleri Bakanlığı tarafından yasaklanan örgüt, Almanya’daki örgüte, derneğe yönelik bir yasak. Siz de biliyorsunuz ki biz Hamas’ı siyasi olarak kabul etmiyoruz. Çünkü bizim açımızdan şiddetle arasına bir mesafe koymuyor. Bu hem Almanya’nın hem AB’nin bir görüşü.

SAYIN BAKAN: İran konusunda değerli dostumuzun da vurguladığı hususlara katılıyorum. Türkiye’nin çabası çok açıktır. Gerek ikili olarak yürüttüğü çabalar, gerek Brezilya’nın da katılımıyla yürüttüğü çabalar. Biz nükleer silahların yaygınlaştırılmasını engellemek istiyoruz. Bu ortak hedefimiz, uluslararası toplumunda ortak hedefi, Türkiye’nin de en temel hedefi. Bunu yaparken de bölgesel barışın ve bölgedeki ekonomik ilişkilerin etkilenmesi ve yeni gerilim alanlarının ortaya çıkmamasına özen gösteriyoruz. Bu konuda son yaptığımız toplantılarda İran tarafı üç önemli mesaj vermiştir. Bu mesajı da Sayın Muttaki İstanbul’dan ilan etmişti. Birincisi, İran, Viyana grubuyla Tahran anlaşması çerçevesinde müzakerelere hazır olduğunu deklare etmiştir. Bu olumlu bir gelişmedir ve ertesi gün, pazartesi günü AB İran’la ilgili yeni kararlar alırken, İran da Viyana grubunda, Viyana’da Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na bu mektubu sunmuştur. Bu olumlu bir başlangıçtır. Şimdi bir an önce burada niyet tartışmalarını bırakıp, bu teknik müzakereleri Viyana grubuyla İran arasında başlatmak lazım. O teknik müzakerelerde ilerleme sağlandıkça, bir karşılıklı güven ortamı oluşacaktır ve yine İran’ın, İran Dışişleri Bakanı Sayın Muttaki’nin Türkiye’de verdiği ikinci önemli mesaj “ İran’ın eğer Tahran anlaşması olursa ve Tahran araştırma reaktörüne ihtiyaç hissettikleri yakıt temin edilirse yüzde 20 zenginleştirmeye devam etmeye gerek kalmadığı” konusundaki ifadeleridir. Böylece, eğer Viyana grubuyla İran arasında bir anlaşma, Tahran anlaşması çerçevesinde bir teknik sonuç ortaya çıkarsa, zenginleştirme konusunda da bir önemli aşama kaydedilecektir.

Üçüncüsü, Sayın Celili ile Sayın Ashton arasındaki görüşmenin Eylül ayında yapılabileceği konusunu bir kere daha teyit etmişlerdi. Eğer bu üç unsur harekete geçirilirse ben bundan sonra yeni bir gerilime, yeni bir askeri ya da güvenlik gerilimine ya da ekonomik yaptırıma gerek kalmaksızın sorunun diplomatik yollardan çözümü için uygun ortamın doğacağı kanaatimizi Sayın Westerwelle’ye de aktardım ve bu kanaati teyit eden açıklamalar da İran’dan geldi, Sayın Westerwelle’nin de söylediği gibi. Şimdi artık aklıselimin devreye girmesi vakti. Şimdi artık diyalogun, karşılıklı olarak rasyonel müzakere ortamının devreye girmesi vakti. 

Biz her türlü gelişmeden en fazla etkilenecek ülkeyiz. Yani bölgede herhangi bir nükleer silah olursa da en fazla etkilenecek olan biziz ve buna şiddetle karşıyız. Bunun altını çiziyorum.  Bölgedeki her türlü nükleer faaliyete, silahlanma faaliyetine en şiddetle karşı olan ülke Türkiye’dir. Bu a ülkesi ya da b ülkesi olsun fark etmez.  İkincisi bölgede yaptırımların yaygınlaştırılmasından en fazla etkilenecek ülke de biziz. Herhangi başka bir ülke İran’a komşu değil. Bu yaptırımların ekonomik sonuçlarından etkilenecek olan bizim halkımızdır. Dolayısıyla mademki gerginlikten ve yaptırımlardan en çok biz etkileniyoruz, Türkiye’nin devreye girerek bu sorunların yeni yaptırımlara ve yeni gerginliklere mahal bırakmaksızın çözümü konusunda çaba sarf etmesinden daha doğal bir şey yok ve bu çabalarımızı sürdüreceğiz. Bu konuda AB ile perspektifimiz anlamında bir çelişki sözkonusu değil. Birlikte diplomasiyi işler hale getirmeye çalışıyoruz.

Mavi Marmara konusunda ise ben İsrail’in doğu Akdeniz’de açık sularda bir sivil konvoya yaptığı saldırı, uluslararası hukuka aykırı olarak yaptığı saldırı ve bunun sonucunda dokuz kişinin, sekiz vatandaşımızın bir de Amerikan vatandaşının hayatını kaybetmesiyle ilgili gelişmeleri Sayın Westerwelle’ye bütün detayıyla anlattım. Taleplerimizi, beklentilerimizi de anlattım ve dayanışma beklentimizi de anlattım. Bir müttefik ülkenin vatandaşları, başka bir ülke tarafından açık denizlerde öldürülmüştür ve bu müttefik ülkenin dayanışma beklemesi en tabii hakkıdır. Hele hele NATO üyesi bir ülkeden. İlk defa Cumhuriyet tarihimizde vatandaşlarımız bilinçli bir saldırı ile öldürülmüşlerdir. Bu konuda herhangi bir başka gerekçe gösterilmeksizin dayanışma bekliyoruz. Bu beklentimizi ben diğer müttefik ülkelerden ve uluslararası toplumdan nasıl bekliyorsak, dostça bunu Almanya’dan da beklediğimizi kendilerine ifade ettim.

İHH konusu; tabii Almanya’nın kendi hukuk sistemi var, buna saygılıyız. Fakat bu tür konularda zamanlama da önemlidir. İHH Almanya ile İHH Türkiye’nin iki farklı örgüt ve iki farklı kuruluş olduğunu Sayın Westerwelle çok açık bir şekilde de teyit ettiler. Ancak bu günlerde herhangi bir şekilde İsrail’in açık sularda yaptığı ve sivil ölümlere yol açan bu saldırı meşru gösterebilecek herhangi bir faaliyeti bizim mazur görmemiz mümkün değildir. Bunun çok açık bir şekilde uluslararası mesaj olarak bilinmesini isteriz. Hiçbir gerekçe İsrail’in açık sularda dokuz sivili katletmesini mazur gösteremez. Bugünlerde Cenevre’de BM İnsan Hakları Komisyonu bir komite oluşturdu. O çalışmaları destekliyoruz. BM’de yapılacak diğer çalışmaları destekliyoruz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 31 Mayıs tarihli Başkanlık açıklamasında vurguladığı bütün hususların gerçekleşmesi konusundaki talebimizi her zeminde tekrar ettiğimiz gibi, değerli dostumla yaptığım görüşmelerde de bunu dile getirdim. O da kendilerinin bu konudaki geçmişte yaptıkları kınamaları hatırlattılar, İsrail’in saldırısı karşısında ve bu konuda Türkiye ile dayanışma içinde olduklarını bir kez daha vurguladılar ve ben de kendilerine teşekkür ettim.

SORU: Efendim müsaadenizle konuk Bakana soracağım ben.

SAYIN BAKAN: Müsaade değil, memnun olurum.

SORU: Öncelikle Bild’e verdiğiniz röportajda, Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki açıklamalarınız Türkiye’de çok dikkatle izlendi. Çünkü Türk kamuoyu imtiyazlı ortaklık gibi, tam üyelikten geriye düşecek her türlü ima konusunda oldukça hassas. Bu konuda bir açıklama rica edelim sizden. Böyle bir imanız var mı? Türkiye tam olarak hazır değil derken ne demek istiyorsunuz?

İkinci olarak da PKK konusunda bir şey soracağım. Sayın Başbakan Erdoğan, PKK şüphelilerinin iadesi konusundaki beklentilerini çok net biçimde dile getirdi. Bu konuda ona söyleyeceğiniz bir mesaj var mı? İkinci olarak da İHH ile ilgili kararınızın gerekçesinde terör bir bütündür şeklinde açıklamalar var. Terör alt yapısını destekleyen her türlü unsuru hedef almak gibi bir iddia var, PKK perspektifinden de bakabilir miyiz buna? PKK’yı destekleyen alt yapı olarak görülebilecek kurumları hedef almayı düşünüyor musunuz? Eylül ayına kadar yürüteceğiniz teknik çalışmalar içinde bu da var mı acaba? Teşekkür ederim.

KONUK BAKAN: Çok teşekkür ediyorum. İkinci sorunuzla başlamak istiyorum. Bizim açımızdan bu husus son derece açık. Biz terör faaliyetlerinin hiçbir şeklini kabul edemeyiz ve Türkiye’de son yıllarda birçok insan terör faaliyetleri nedeniyle hayatlarını kaybetti. Biz Türkiye’nin üzüntüsünü paylaşıyoruz ve aynı zamanda bu terör aktivitelerine karşı birlikte mücadele etmek konusunda da kararlıyız. Bu, tabii ki ceza makamlarının bir görevi. Ve kolluk makamlarının, Yürütme’nin. Fakat kimse bu konuda terör aktivitelerinin desteklenmesini kabul edeceğimizi zannetmesin. Bunu kesinlikle kabul edemeyiz. Bu konuda son derece kararlıyız.

Türkiye’nin AB’ye yönelmesi konusuyla ilgili olarak bu senenin başında, Ankara’da ziyaretim sırasındaki ortak basın toplantısında söylediklerimi tekrarlamak istiyorum. Bu sadece federal hükümetin değil benim de aynı zamanda kişisel görüşüm. Çok büyük önem atfettiğim bir görüş. Bizim için bu konu stratejik bir öneme sahip. Sadece Almanya için değil AB içinde Türkiye’nin AB’ye yönelmesi büyük bir öneme sahip. Sizin dilinizde söylemek istiyorum. Türkiye’nin yönü Avrupa’dır. Bu şekilde, bundan sonra hiçbir yanlış yorum olmayacağını ümit ediyorum. Çünkü benim açıklamalarımın büyük bir çoğunluğu doğru yansıtıldı. Sadece bazıları yanlış yorumlayabildi. Çok büyük önem atfediyorum ben buna. Bizim söylediklerimiz, şimdi tekrarlayabileceğimiz hususlar. Biz karşılıklı ilişkilerin derinleştirilmesine ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne bağlanmasına büyük önem atfetmekteyiz ve bu bizim çıkarımıza. Biz bu konuda bir süreç üzerinde anlaşmaya vardık. Sonucu açık olan bir süreç üzerinde anlaştık. Otomatik bir süreç değil bu. Elbette bu konuda kriterlerin objektif bir şekilde yerine getirilmesi gerekir. Fakat ahde vefa ilkesi bizim için asıldır ve bu anlaşmaların, yükümlülüklerin yerine getirilmesi gerekiyor. Bu hem Almanya dış politikasının hem Avrupa dış politikasının önemli bir ilkesi.

Benim iki başlığın açılması konusuna katkım oldu. Aralık ayında Çevre Faslı’nın Brüksel’de açılması ve bu sefer de gıda güvenliği Faslı. Zannediyorum ki 30 Haziran tarihinde bu konuda verilen karar konusunda benim Federal Hükümet adına katkım oldu. Şu anda yapmamız gereken karşılıklı olarak yükümlülüklerimizi yerine getirmektir ve kriterlerin yerine getirilmesidir. Şu anda sözkonusu olan bu. Daha sonra şunu söyledim ve bu halen geçerli: Bu konuda bugün karar verilmeyecek. Zira bugün karar vermek zorunda olsaydık, tespit edeceğimiz husus şu olurdu. Birçok fasıl henüz açılmadı. Fakat bu konuda bugün karar vermeyeceğiz. Şu anda önemli olan adil, objektif ve herhangi bir art niyet olmadan yani herhangi bir saklı gündem olmadan, bütün konuları madde madde ele almamız gerekiyor.