Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun Bosna Hersek Dışişleri Bakanı Igor Crnadak ile Ortak Basın Toplantısı, 8 Kasım 2016, Ankara

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU- Çok değerli basın mensupları hoşgeldiniz. Bugün çok değerli dostum Bosna Hersek Dışişleri Bakanı İgor Crnadak’ı ağırlıyoruz. Kendisi dün akşam Ankara’ya geldi ve Sayın Başbakanımız tarafından kabul edildi. Bugün Sayın Cumhurbaşkanımız saat 17’de değerli dostum İgor’u kabul edecek ve Meclis başta olmak üzere, birçok toplantıya katılacak. Değerli dostumu Türkiye’de ağırlamaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Kendisinin Dışişleri Bakanı olarak ilk ziyareti, ama bizim ilk görüşmemiz değil. Göreve geldikten hemen sonra Saraybosna’yı ziyaret ettim ve orada ikili ziyaretimizi gerçekleştirdik. Daha sonra birçok platformda görüşme fırsatımız oldu. Hem Türkiye Bosna Hersek ilişkilerini değerlendirdik, hem de özellikle Batı Balkanlar olmak üzere bölgesel konulardaki işbirliğimizi değerlendirdik. İkili görüşmelerimizin yanında biliyorsunuz Türkiye ve Bosna Hersek’in merkezinde olduğu üçlü mekanizmalarımız var; Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan, Türkiye-Bosna Hersek-Hırvatistan mekanizmaları. Batı Balkanlarda güvenin tesis edilmesi için, istikrarın devam edebilmesi için bu mekanizmayı başarılı bir şekilde birlikte işletiyoruz. En son New York’ta üçlü formatta Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan, Türkiye-Bosna Hersek-Hırvatistan olarak toplantılarımızı gerçekleştirdik. New York’u beklemeden, başkentlerimizde ya da ülkelerimizde bu formatta toplantılar gerçekleştirme konusunda hemfikiriz. Ayrıca, yine bu üçlü mekanizmaların zirve toplantıları var. Önümüzdeki süreçte üçlü zirveleri de gerçekleştireceğiz ve tarihleri belirlemeye çalışıyoruz.

Kısa süre önce Ekonomi Bakanımız Nihat Zeybekçi Bosna Hersek ve Sırbistan’ın Ticaret Bakanlarını İstanbul’da ağırladı ve ortak iş forumu düzenlendi. Şu anda İstanbul’da Bosna Hersek, Sırbistan ortak ticaret ofisi var. Esasen bu çabalarımızla hem aramızdaki ticareti arttırmaya çalışıyoruz, hem de biraz önce söylediğim gibi bölgede ekonomik işbirliğiyle, ticaret yoluyla istikrarı ve kalkınmayı tesis etmeye çalışıyoruz. Bu anlamda İstanbul’daki ticaret ofisi iki ülke arasındaki ticari ilişkileri de güçlendirecektir. Bugün aramızdaki birçok konuyu değerlendirme fırsatı bulduk, siyasi ilişkilerimiz gerçekten mükemmel düzeyde. 15 Temmuz darbe gecesinden sonra Bosna Hersek’in bize beklendiği gibi verdiği destek takdire şayan. Ülke ve millet olarak verdikleri desteği hiçbir zaman unutmayacağız. Bosna Hersek’te de FETÖ’nün yapılanması var bu konuda da yakın işbirliğimiz var, birlikte hangi adımları atabiliriz bu anlamda çalışmalar yapıyoruz. Önümüzdeki süreçte tabii bazı tedbirlerin alınmasını da dost ve kardeş Bosna Hersek’ten bekliyoruz. Her şeyden önce bu terör örgütü sadece Türkiye’ye yönelik bir tehdit değildir, stratejilerine baktığımız zaman ve özellikle devlet kademelerine sızma stratejilerine baktığımızda her yerde aynı olduğunu görüyoruz. Bu bakımdan Bosna Hersek’te onlar için hedef ülke. Bosna Hersek’in bu anlamda da güvenliği ve istikrarı bizim güvenliğimiz ve istikrarımızdır. Biraz önce ikili ticaret hacmimizden ve ekonomik ilişkilerimizden bahsettik; 540 milyon dolar civarındaki ticaret hacmi yetersizdir. Bir milyar dolar hedefimize ulaşmak için çaba sarf ediyoruz. Bildiğiniz gibi Türkiye’de kırmızı et üretimi ve tüketimi arasında fark var, belli miktarda et ithal ediyoruz ve bu konuda Bosna Hersek’e öncelik veriyoruz. Geçen sene 15 bin ton kota ayırmıştık, önümüzdeki yıl içinde yine 15 bin ton kotayı Bosna Hersek’e ayırıyoruz. Dün akşam Sayın Başbakanımız bu konuda güzel haberi dostum İgor’la paylaştı; işadamlarımızın Bosna Hersek’te Bosnalı işadamlarıyla ortak projelere girmeleri, daha fazla yatırım yapmaları için nasıl destek olunabileceği ve bürokrasinin nasıl azaltılabileceği konularına değinildi. Türkiye olarak, kredi olarak nasıl destek verebiliriz, bunların üzerinde de duruyoruz. Bosna Hersek’i uluslararası alanda da hep destekliyoruz. Tüm toplantılarda NATO üyeliğini gündeme getiriyoruz. Aynı şekilde Bosna Hersek’in Avrupa Birliği üyelik başvurusunun kabul edilmesi bizleri memnun etti. Kolay bir süreç olmadığını, zorlu ve uzun bir süreç olduğunu zaten söylememize gerek yok, bizim için ekstra zorluklar çıkıyor, ama bunun bilincindeler. Diğer uluslararası alanda platformlarda da Bosna Hersek’i her zaman olduğu gibi desteklemeye devam edeceğiz. İki dost ve kardeş ülkenin iki dost Bakanı olarak dün akşamdan bu yana tüm bu konuları güzel bir atmosferde değerlendirme fırsatımız oldu; çok teşekkür ediyorum. İnşallah 2017’nin başında da Bosna Hersek’i ziyaret edeceğim ve bu şekilde her seviyedeki karşılıklı ziyaretlerimizi de, toplantılarımızı da sürdüreceğiz.

Tekrar çok teşekkür ediyorum ve sözü değerli dostum İgor’a bırakıyorum.

(NOT: Konuk Bakan Basın Toplantısında Boşnakça konuşmuştur. Toplantıda Boşnakçadan Türkçeye ardıl çeviri yapılmıştır. Ardıl çevirinin metnidir.)

BOSNA HERSEK DIŞİŞLERİ BAKANI IGOR CRNADAK- Konuşmaya başlamadan önce her şeyden önce Sayın Bakana bu güzel karşılamadan dolayı çok teşekkür ediyorum. Aslında biz birçok platformda görüşüyoruz ve görüşmeye devam ediyoruz, Saraybosna’da da görüşmüştük fakat Türkiye’ye ilk defa resmi ziyarette bulunuyorum. İlişkilerimizin çok iyi olduğunu bir daha söylemek istiyorum. Bosna Hersek’in en önemli stratejik hedefi Avrupa Birliği’ne girmesidir, fakat bunun dışında da dost ülke Türkiye’yle ilişkilerimizi de devam ettirmek istiyoruz. Hedeflerimize yönelik Türkiye’nin gösterdiği anlayıştan dolayı bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Bu ilişkiler çerçevesinde tabii ki 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili Bosna Hersek o gece net bir tavır koydu ve mesajını iletti. Biz tepkimizi hemen gösterdik ve resmi ziyaretim sırasında hayatını kaybedenlere buradan bir kez daha başsağlığı dilemek istiyorum. Aslında Türkiye’nin ne kadar zor bir süreçten geçtiğinin hepimiz farkındayız. Türkiye’yle bu dönemde birlikte olduğumuzu bir kez daha bu resmi ziyaret vesilesiyle tekrarlamak istiyoruz. Türkiye’yle beraberiz ve gerçekten ne kadar zor bir dönemden geçtiğini bir kez daha görmüş olduk. Tabii ki, bununla birlikte, beraber çalışmaya devam ediyoruz. Bu örgütün Bosna Hersek’teki okullarını ve eğitim merkezlerini yakinen takip ediyoruz. Tabii ki bu konuda bizim tavrımız net, herhangi bir ikilemde değiliz ve duruşumuz belli. Siyasetçilerimiz, çocukların sözkonusu okullara gönderilmemesi konusunda velileri ikna etme konusunda çalışıyorlar, fakat Bosna Hersek’teki eğitim sistemi biraz karmaşa içinde olduğundan, bu sorunları da dile getirdik.

Bugün önemli konulardan biri olan ekonomik ve dış ekonomik ve ilişkiler konularını da ele aldık. Bizim için güzel bir haber de aldık. Dün gece gelen haber doğrultusunda, 15 bin tonluk et ihracatıyla ilgili önemli gelişmeler oldu. Bu konu bizim için çok önemli ve Türkiye’deki ortaklarımızla bu konuyu konunun sürdürülebilirlik kazanması uğraş vereceğiz. Aslında et ithalatının bizim için hem siyasi ve hem de önemli bir ekonomik boyutu var. Ekonomik ilişkiler çerçevesinde, Türkiye-Bosna Hersek- Sırbistan ve Türkiye-Bosna Hersek - Hırvatistan üçlü mekanizması arasındaki ilişkileri devam ettirmek istiyoruz. Aslında bu üçlü mekanizmayı hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan seviyesinde devam ettirmek istiyoruz ve tabii ki Bakanlık ilişkileri sadece görüntü de değil sözkonusu toplantıların başkentlerde yapılmasının da çok önemli olduğunu bir kez daha belirtmek isterim. Aslında en etkili adımlardan biri geçen ay İstanbul’da gerçekleşmiştir; Ticaret Bakanlarının biraraya geldikleri toplantıyı takiben Bosna Hersek ve Sırbistan’ın kullanacağı bir ticari ofis açıldı. Tabii en büyük desteği Türkiye veriyor ve üç ülkenin katılımıyla Balkanlarda altyapı üzerine önemli bir proje gerçekleşmesi konuşulmakta dolayısıyla bu durum bölge için çok önemli olacaktır. Aslında sözkonusu üçlü mekanizma veya ikili ilişkiler çerçevesinde daha iyi ekonomik değerlerin ortaya çıkacağını umuyorum. Şimdiye kadar 500 milyon doları aştık, bu iyi bir gösterge, fakat daha da destek verip bu değerleri daha da yükseltmek istiyoruz. 2,5 senedir Bosna Hersek’te büyük bir sel felaketi yaşanıyor. Burada bir kez daha Türkiye’ye büyük bir teşekkür borçluyum, çünkü çok zor bir dönemden geçtiğimizi söylemek istiyorum. Aslında Bosna Hersek’te yaklaşık 700 proje gerçekleştirildi, o da tabii TİKA sayesinde oldu. Türkiye’nin sergilediği tavır çok önemli, burada tekrar teşekkür etmek istiyorum çünkü Bosna Hersek’te değişik şehirlerde projeler gerçekleştirildi, bu da bizim için çok önemli.

Sayın Bakanım, bir kez daha bu sıcak davetinizden dolayı sizlere teşekkür etmek istiyorum ve bir kez daha şunu belirtmek istiyorum; Sayın Bakanı önümüzdeki senenin başında Bosna Hersek’e davet ettim, inşallah orada görüşeceğiz.

SORU- Sayın Çavuşoğlu’na birkaç sorum olacak. Pazar günü Amerikan Genelkurmay Başkanı Dunford buradaydı, Sayın Hulusi Akar’la görüştü. Bu görüşmenin ardından da Rakka operasyonuyla ilgili bir uzlaşma sağlandığı haberleri yer aldı. YPG’nin sadece izolasyon görevinde yer alacağı, Türkiye’nin de kuşatma ve yönetimde rol alacağı yönünde. Bu bilgiler doğru mudur, konularda nasıl bir mutabakata varıldı ayrıntılarını verir misiniz?

Bir diğer konu Amerika’nın YPG’ye silah vermesinden duyulan rahatsızlık yine bu görüşmede gündeme geldi mi? Dunford’un açıklamaları Türkiye için tatmin edici oldu mu? Bir de üst düzey bir yetkilinin, bir irtibat subayının artık Ankara’da görev yapacağı Amerikalı bir komutanın ve başta Rakka olmak üzere Suriye ve Irak konusunda da düzenli bilgilendirme yapacağı yine haberleri yer aldı. Böyle bir mekanizmanın içinde Dışişleri de yer alacak mı, ne zaman gelecek, nasıl kurulacak? Bir diğer sorum da Başika’ya yönelik olacak. Başika’nın 7 saatte alındığı haberleri yine yer alıyor, bundan sonra nasıl bir organizasyon planlanıyor? Kampın boşaltılması veya aksine tehditlere karşı güçlendirilmesi gündeme gelir mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU- Teşekkür ediyorum. Bizim başından beri Rakka operasyonuyla ilgili ortaya koyduğumuz strateji belli. Operasyondan çok, operasyon sonrasını iyi planlamak gerekiyor. Özellikle Cerablus operasyonundan, yani Fırat Kalkanı operasyonundan sonra gördük ki; DEAŞ etkili bir stratejiyle kısa sürede birçok şehirden temizlenebilir. Hem koalisyonun içindeki ülkelere, hem de arazideki ılımlı muhalefete güven geldi. DEAŞ’ın kolayca yenilebilir bir terör örgütü olduğunu gördük. O nedenle Rakka’ya yanlış gruplarla, özellikle de başka terör örgütleriyle gitmenin yanlış olduğunu, başta ABD olmak üzere herkese anlatmaya çalışıyoruz. ABD başından beri Rakka’nın kuşatılması stratejisinde, YPG’nin ya da sözde demokratik güçlerin rol alabileceğini söyledi. En son Dunford’un ziyaretinde, YPG’nin sadece kuşatmada yer alacağını, kesinlikle Rakka’nın içine girmeyeceğini söylediler. Bunun böyle olmasını temenni ederiz. Özellikle her zaman, ortaklarımızın bize verdiği sözü tutmasını bekleriz. Biz Türkiye olarak, verdiğimiz sözü sonuna kadar tutuyoruz. Münbiç’te verilen söz henüz tutulmadı. Dolayısıyla, tüm bu anlaşmalara rağmen biz de temkinli davranıyoruz ve tedbirlerimizi alıyoruz. Esasen yerel güçlerle birlikte Amerika ve Türkiye başta olmak üzere koalisyon içindeki ülkelerin özel kuvvetleriyle Rakka’da operasyon başarılı bir şekilde sonuçlanabilir. Bu şekilde, yerel halkın da desteği kazanılabilir. Ama YPG gibi teröristlerin şehre girmesi demek, belki de halkın DEAŞ’a destek vermesi demektir. Çünkü halkı iki şeytan arasında tercih yapmak zorunda bırakmamalıyız. İkisi de şeytan, ikisi de terörist. Dolayısıyla bunu doğru stratejilerle yapmamız gerekiyor ve biz de bunu yapıyoruz.

Amerika YPG’ye silah vermediğini söylüyor. Ama biz, Kobani’den bu yana silah verildiğini biliyoruz. Bu silahların bir kısmını da Türkiye’de PKK’nın elinde yakaladık. Zaten PKK ile YPG arasında hiçbir fark yoktur. Kimse bize bunun tersini anlatmasın veya bizi ikna etmeye çalışmasın. Biz gerçekleri biliyoruz. Aynı kampı kullanıyorlar, aynı kadrolar, aynı terör örgütü. O nedenle ABD’nin böyle bir terör örgütüne silah vermesi doğru değil. En son YPG’liler, bu kuşatma operasyonunun içerisinde yer almalarını bile nasıl suiistimal ettiler? Amerika’nın da kendilerine silah verdiğini itiraf ettiler. Dolayısıyla, ABD’nin YPG’ye silah verdiğini biliyoruz. En son Dunford’un ziyaretinde, YPG’ye silah vermemeleri konusunda, Genelkurmay Başkanımız başta olmak üzere arkadaşlarımız gerekli mesajı vermiştir.

Ankara’da üst düzey subayın olması önemli ama bu subay ABD Büyükelçiliği’nde olacak. Bu öneri, bizim Genelkurmay Başkanlığımız tarafından, iki silahlı kuvvetler, genelkurmay başkanları ve askerler arasındaki diyalog ve işbirliğin daha etkili olabilmesi için getirildi. ABD tarafı da bunu kabul etti. Bizim Genelkurmayımızda değil, ABD Büyükelçiliği’nde görev yapacak.

Biz Dışişleri Bakanlığı olarak, bu tür çabaların ve mekanizmaların her zaman doğal olarak içerisindeyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanlığı’ndan arkadaşlarımız toplantılara da katılıyor. Sadece ABD’yle değil, Rusya başta olmak üzere diğer mekanizmaların içerisinde de yer alıyor. Dışişleri Bakanlığı olarak, Genelkurmayımızın, silahlı kuvvetlerimizin ve güvenlik güçlerimizin bu çabalarına, içeride ve dışarıda tam destek veriyoruz.

Irak ile Başika Kampıyla ilgili görüşmelerimiz, karşılıklı görüş alışverişimiz ve önerilerimiz devam ediyor. İsteriz ki; gereksiz yere tırmandırılan bu sorunu diplomasi yoluyla çözelim. Daha önce gereksiz bir şekilde tırmandı deyince, Başika Kampı gereksiz hale geldi gibi yansımış ama hayır öyle değil. Türkiye Cumhuriyeti olarak Irak’ı kardeş görüyoruz, Irak’a destek veriyoruz. Ama Türkiye “biz şimdi istiyoruz gelin burada kamp kurun eğitin, sonra bugün içimizde farklı problemler var, mezhepçilik de ön plana çıkmaya başladı, haydi çıkın, sonra biz sizi yine çağırırız” gibi bir muameleyi kabul etmez. Türkiye bunu hak etmiyor. Bizim yaklaşımımız son derece dostane bir biçimde. Irak’ın toprak bütünlüğünü, bağımsızlığını, istikrarını ve güvenliğini bizden daha fazla savunan bir ülke yoktur. Başından beri de böyle olmuştur. Musul operasyonuyla ilgili belirlediğimiz strateji, şu anda başarılı bir şekilde uygulanıyor. Kimler girsin veya girmesin konusundaki önerilerimiz de dikkate alınıyor. Telafer konusunda da aynı durum geçerli. Fakat biz yine de sınırda tedbirimizi aldık. Bize ve Türkmen kardeşlerimize yönelik bir tehdit oluşursa, gerekli adımları da hiç çekinmeden atarız. Nasıl Türkiye içerisindeki PKK kamplarında, dağlarda ve inlerinde vuruyorsak, oralardaki PKK kamplarını da vuracağız. Bunun başka şansı yok. Her gün terörden çekiyoruz. Dolayısıyla her gün birçok insanı kaybediyoruz. Nerede olursa olsun, bize yönelik bir tehdidi yok etmek bizim görevimiz. Başika konusunu da Irak’la diplomasi yoluyla, iyi niyetle çözeceğimize ve aşacağımıza inanıyoruz.

SORU- Başika’nın kapatılması gibi bir şey söz konusu mu?

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU- Hayır, söz konusu değil. Böyle bir şey gündemde yok. Ancak bunun koalisyon içine dâhil edilmesi ve yönetimi konusunda, hem Irak Yönetimi’ne, hem de koalisyona önerilerimiz oldu ve bu önerilerimiz halen geçerlidir. Burada önemli olan duygusal ve farklı açılardan düşünmek değil; aklıselim düşünüp, orta yolu bulmaktır.

SORU- Efendim, netleştirmek adına soruyorum. O mutabakat çerçevesinde, Türkiye’nin Rakka’daki rolü ne olacak?

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU- Rakka’daki operasyonun başlamasına daha haftalar var. Şu anda askerlerimiz, bu strateji konusunda görüşüyorlar. Ama bizim her zamanki önerimiz ve konuştuğumuz özel kuvvetlerimizin yerel güçlere destek vermesi. Önerimiz: Özel güçlerimizin Fırat Kalkanı Operasyonu’nda, Özgür Suriye Ordusu’na verdiği destek gibi, başta ABD olmak üzere koalisyonun içindeki ülkelerin özel kuvvetleriyle, yerel ılımlı güçlere aktif destek vermesidir. Ana çerçevesi bu, detaylarını askerlerimiz görüşürler.

SORU- Son haftalarda Almanya’yla yaşanan gerginlik bağlamında, sizin Alman meslektaşınız ve mevkîdaşınızı telefonda beklettiğiniz ve Türkiye ziyareti konusunda bazı haberler var. Bu haberlerin doğruluk payı var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU- Almanya’yla yaşanan gerginliğin, Steinmeier ile olan diyaloğumuzla bir ilgisi yoktur. Neden gerginlik var? Çünkü maalesef Almanya Türkiye’den yana değil. Almanya, her zaman Türkiye karşıtı inisiyatiflerden yana oluyor. Almanlara sorduk: Bugüne kadar Türkiye’nin size karşı bir düşmanlığını ya da size yönelik negatif bir tutumunu gördünüz mü? Sizin Türkiye’yle derdiniz ne? Öyle görünüyor ki Türkiye’nin gelişmesini ve kalkınmasını istemiyorlar. Türkiye’nin önemli projelerini gerçekleştirmesini istemiyorlar. Türkiye’yi niye kıskanıyorsunuz? 3 milyon insanımız sizde yaşıyor. Sizin istikrarınız ve ekonomik kalkınmanız, hem Avrupa için hem bizim için hem de oradaki vatandaşlarımız için önemli. Sizin Türkiye’yle derdiniz ne? Bugüne dek dört binden fazla PKK’lı istedik. Bir tanesini bile vermediler. PKK’lılar Almanya’nın her şehrinde, terör için para topluyorlar. Alman yönetimi de bunu çok iyi biliyor. Bu bilgileri kendileriyle de paylaştık. Çok ilginçtir; geçenlerde İsviçre’deydim ve onlardan iki DHKP-C’li, bir de PKK’lı, istemişiz. İkisi de Almanya’ya gitmiş. Yani İsviçre, bunları Almanya’ya sınırdışı etmiş. Bu da tesadüf değildir. Aynı şekilde, DHKP-C’liler Almanya’da faaliyetlerini sürdürüyorlar. Hatta bazı olumsuz şeyler olduğu zaman, Alman şehirlerini nasıl yıkıp yaktığını da görüyoruz. Ama Türkiye düşmanlığı ve Türkiye karşıtlığı ön planda olduğu için bunları tolere edebiliyorlar.

Şu da var: FETÖ’cüler neden Almanya’ya gitti? Bu da tesadüf değil. Tüm teröristlerin Almanya’yı tercih etmesi bir tesadüf değildir. Şimdi FETÖ’cülere de kucak açan bir Almanya var. Türkiye’de terör faaliyetlerini gerçekleştiren tüm teröristlere bu anlamda en çok desteği veren, kucak açan ülke Almanya’dır. Dolayısıyla, biz de Almanya’ya tepkimizi gösteriyoruz. Yaptıkları açıklamalara baktığınızda, bu art niyeti görüyorsunuz. Ama biz en zor şartlarda, örneğin Alman Parlamentosu’nda sözde soykırımla ilgili bir karar kabul edildiği dönemde bile, Dışişleri Bakanları olarak diyaloğumuzu sürdürüyoruz. Sürdürmemiz de gerekiyor. Diplomasi özellikle bu dönemlerde gereklidir. Defalarca söylediğimiz üzere, Almanya Hükümeti’nin, Parlamentoda sözde soykırımla ilgili kabul edilen karara ilişkin açıklaması, herkese örnek olmalı ve ders olmalı. Soykırım hukukî bir tabirdir. Siyasi jenerik bir tabir değildir. Bir olayın soykırım olarak tanımlanabilmesi için mahkeme kararı gerekir. Bunu daha önce de söyledik ve bu önemlidir.

Dolayısıyla biz bu diyaloğu Steinmeier’le sürekli sürdürüyoruz. Kendisinin Türkiye’ye ziyareti için bir tarih belirlemeye çalışıyoruz. Ama biz de Türkiye’de gerçekten çok yoğunuz, çok işimiz var. Diplomaside karşılıklılık esası önemlidir. Bir Dışişleri Bakanı, ikili görüşme talebinde bulunduğu zaman, görüşme talebinde bulunduğu bakanın olduğu yere gider. Nezaket kuralı bunu gerektirir. Aynı şekilde, telefonla görüşmek istediğiniz zaman da, karşı tarafın uygun olduğu bir zamanı kabul etmek doğaldır. Ama bizim bazı Batılı arkadaşların şöyle bir anlayışı var: Biz büyük bir ülkeyiz, biz koskoca Almanya’yız, biz koskoca şuyuz, buyuz, dolayısıyla Türkiye’nin Bakanı ben ne zaman istersem, o zaman benimle görüşmek zorunda. Kusura bakmayın; böyle bir şey yok. Biz de yoğunuz ve burada boş gezmiyoruz. Yan gelip yatmıyoruz. Dolayısıyla, benimle görüşmek istiyorsan, sen uygun olduğum şartı gözetmelisin ki orta yolu bulalım. Öncelikle Avrupalı arkadaşlarımızın bu anlayışının değişmesi gerekiyor. Kendilerinin birinci sınıf, Türkiye, Balkan ülkeleri ve diğer ülkeler ikinci sınıf anlayışından kurtulmaları gerekiyor. Ben tüm Dışişleri Bakanlarıyla her zaman her şartta görüşmeye hazırım. Ama bizi eşit bir ortak olarak görmeleri, bize saygı duymaları gerekiyor. Çünkü bizim anlaşamadığımız konularda dahi muhataplarımıza saygımız ve nezaketimiz her zaman vardır. Başka soru var mı?

Çok teşekkürler.