Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun, Uluslararası Kudüs Toplantısı’nın Açılışında Yaptıkları Konuşma, 12 Mayıs 2014, Ankara

İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri değerli kardeşim Sayın Iyad El-Medeni, Filistin Devleti’nin değerli Bakanları,
Evkaf ve Din İşleri Bakanı Sayın Mahmud El-Habbash,
Kudüs İşleri Bakanı Sayın Adnan Hüseyni,
Birleşmiş Milletler Filistin Halkının Vazgeçilmez Haklarının Kullanılması Komitesi Başkanı Büyükelçi Sayın Diallo,
Çok değerli Diyanet İşleri Başkanımız,
Kudüs Müftümüz,
Birleşmiş Milletler Özel Koordinatörü çok değerli Sayın Richard Serry,

Her şeyden önce bütün misafirlerimize Ankara’ya, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkentine hoşgeldiniz diyorum.

Bu son derece önemli tarihi bir toplantı. Bu sene Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen Filistin halkıyla dayanışma yılı. Ve bu dayanışma yılında biz Türkiye olarak Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı’yla birlikte Kudüs Toplantısına ev sahipliği yapmaktan büyük bir onur duyuyoruz. Ben de Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanı olarak ve aynı zamanda bir Kudüs aşığı olarak, bir Kudüs sevdalısı olarak bu toplantıya ev sahipliği yapmaktan ve sizlere hitap etmekten çok büyük bir onur duyuyorum.

Tarihte öyle şehirler vardır ki, o şehirleri anladığınızda insanlığın vicdanını, insanlığın tarih boyunca süren serüvenini derinlemesine anlarsınız. Eğer böyle bir şehirler sıralaması yapılsa Kudüs-ü Şerif en başta yer alırdı. Bir makalemde Kudüs için tarih ile metafiziğin birleştiği büyük şehir demiştim. Gerçekten Kudüs’te birçok kez bulundum ama iki ziyaretimde bunu derinlemesine hissettim.

Birincisi, 1983 yılında Sabra ve Şatilla katliamlarının o hüzünlü atmosferinin yaşandığı günlerde Kudüs’teydim. Sokağa çıkma yasağı vardı ama o güne kadar Kudüs’le ilgili büyük bir hasretle beklemiş biri olarak, Kudüs’ü doyasıya yaşamak isteyen birisi olarak, sıradan bir insan olarak, bir Müslüman olarak kimse bana sokağa çıkma yasağını izah edemezdi. Nitekim neredeyse gece boyu Kudüs sokaklarında, Zeyindağı’nda ve sabah namazını da Mescidi Aksa’da ifa ederek Mescidi Aksa’da ve daha sonra Kıyamet Kilisesi'nde bulundum. O genç yaşta o zaman Kudüs’ü sokak sokak gezmenin nasıl büyük bir irfan dersi olduğunu hissetmiştim.

Daha sonra, seneler sonra 2008 yılında bu kez Başbakan Başdanışmanı olarak görüşmelerde bulunmak üzere Kudüs’te bulunduğumda bütün bir Kadir Gecesini Kudüslü kardeşlerimle birlikte Mescidi Aksa’da ifa ettim. O zaman hissettim ki, Kudüs’ü anlayan, insanlığı anlar, Kudüs’ü buram buram yüreğine çeken insanlık yüreğini keşfeder. Kudüs’ü anlamayan, Kudüs’ü bir zulüm diyarı haline getirmek isteyenler ise en başta insanlık vicdanına zulmederler. O iki gece, diğer başka geceler gibi ama hayatımda hiçbir zaman unutmadığım büyük bir irfan dersini, tecrübesini yaşama imkanı sunmuştu bana.

Kudüs, insanlık tarihinin hulasasıdır. Hazreti İbrahim’in imanı, Hazreti Musa’nın sabrı, Hazreti Süleyman’ın azameti, Hazreti İsa’nın şefkati, Hazreti Muhammet Aleyhissalatü Vesselamın rahmeti, Selahaddin Eyyubi’nin dirayeti, Sultan İkinci Abdülhamid’in feraseti, Hazreti Ömer’in adaleti, hepsi Kudüs’te bulunmuştur. Bunlar bizim için birbirinden ayrılamaz ulu önderlerdir. Biz Hazreti İbrahim’i andığımızda Kudüs’ü hatırlarız, Hazreti Musa’yı andığımızda Kudüs’ü hatırlarız, Hazreti İsa’yı andığımızda Kudüs’ü hatırlarız. Ve onlar bugün başka dinlerin peygamberleri gibi görülse de başkaları tarafından, bizim için İbrahimi geleneğin peygamberleridir. Onların geleneğine yapılacak, onların mirasına yapılacak en ufak tecavüz, bizim için insanlığa yapılan tecavüzdür.

Tarih ile metafizik orda buluştu dedim, Hazreti İsa’nın, o şefkat Peygamberinin Rabbimiz tarafından ref edilmesi, bir anlamda tarihle metafizik arasında bir serüven, bir büyük yolculuk yaşaması, Hazreti Peygamber’in Miraç ile bu yolculuğu yaşaması hep Kudüs’e özel bir anlam yüklemiştir. Onun için, bizim için Kudüs sadece siyasi bir mesele değildir. Bizim için Kudüs’ün korunması, Kudüs’ün muhafazası, Kudüs’ün haklarının adalet içinde yerine getirilmesi sadece bir siyasi sorumluluk alanı değildir, Kudüs’ün korunması insanlık vicdanına ve insanlığın tarihi serüvenine karşı bir borçtur. Kudüs’ü bugün bütün bu mirastan arındırmak isteyenler, aslında sadece Filistin halkına zulmetmekle kalmıyorlar, aynı zamanda insanlık tarihine karşı da büyük bir cürüm işlemektedirler. Kudüs bu güzelliğiyle, estetiğiyle, bu derin irfanıyla korunmadıkça, insanlığın huzura kavuşması da mümkün değildir. Kudüs’ü anlamayan insanlığın var oluşunu, var oluş arayışını, insanlığın özgürlüğünü, onurunu anlayamaz. Kudüs’ü hakkıyla anlayanlar da bütün bunların Kudüs’te buluştuğunu görürler.

O zaman değerli misafirler, buradan, Ankara’dan temsil ettiğimiz bütün bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak, bütün Türk milleti olarak, temsil ettiğimiz İslam dünyası olarak, İslam Konferansı Teşkilatı bağlamında ve insanlık anlamında temsil ettiğimiz Birleşmiş Milletler olarak hepimiz tek ve gür bir sesle haykırmak durumundayız: Kudüs her ne surette olursa olsun insanlık vicdanı olan bu karakteriyle ilelebet yaşayacaktır. Kudüs’ün bu mahiyetini değiştirmek isteyenlere karşı bütün bir insanlık tek bir yürek halinde mücadele edecektir.

Bu bakımdan 3 sorumluluk alanıyla karşı karşıya bulunuyoruz.

Birincisi; ahlaki ve ontolojik sorumluluk alanı. Burada en önemli husus, Kudüs’ün bir çatışma alanı değil, insanlığın ortak vicdanını temsil eden bir barış alanına dönüştürülmesidir. Bizler Kudüs’e nüfus etmiş olan o tarihi bilinci korumakla yükümlüyüz. Nasıl geçmiş nesiller Kudüs’ün bu bilincini bize aktardılar, biz de Kudüs-ü Şerif’in bu bilincini gelecek nesillere aktarmakla ahlaki bir sorumluluk üstlenmiş durumdayız. Hiçbir şekilde hiçbir konu bir mazeret teşkil edemez ki Kudüs bu insanlık vicdanından koparılan bir alan haline dönüşsün.

Şimdi bu insanlık vicdanı itibarıyla bakıldığında, hangi hukuk ya da siyaset Kudüs ile Batı Şeria arasında örülen duvarı izah edebilir? İnsanlık vicdanı itibarıyla bakıldığında, hangi güç insanların fevç fevç Kudüs’e akmasına engel olabilir? Bu ahlaki ve ontolojik var oluş itibarıyla bakıldığında, hangi güç hangi gerekçeyle Kudüs’ü insanlara kapayabilir, Mescid-i Aksa’nın kapısına belli saatlerde, belli günlerde kilit vurabilir? Sadece Müslümanlar olarak değil, bütün bir insanlık olarak Mescid-i Aksa’ya vurulmak istenen bu kilide karşı ahlaki ve ontolojik tarih bilincimizle isyan etmek zorundayız. Bunun için siyasetçi olmaya gerek yok, bunun için diplomat olmaya gerek yok, bunun için bu konuyla doğrudan ilgili bir uzman olmaya da gerek yok, bunun için insan olmak yeterli. İnsanlığa kendini borçlu hisseden herkes ahlaki ve varoluşsal bilinç anlamında da ontolojik bağlamda Kudüs’e sahip çıkmak zorundadır. Kudüs’e sahip çıkamadığımız zaman kendi büyük mirasımıza ve insanlığın o büyük değerlerine de sahip çıkamayız, Hazreti İsa’nın şefkatine sahip çıkamayız, Hazreti Musa’nın sabrına sahip çıkamayız, Hazreti İbrahim’in imanına sahip çıkamayız, Hazreti Peygamber’in rahmetine sahip çıkamayız, Hazreti Ömer’in adaletine sahip çıkamayız. Biz bu değerlere ancak ve ancak Kudüs’ü yaşatarak sahip çıkabiliriz. Bu bizim üzerimizde ahlaki bir sorumluluktur. Bu ahlaki sorumluluğu yerine getirmek için, hangi dinden, hangi etnisiteden, hangi kıtadan olursak olalım hepimiz Mescid-i Aksa’da Filistinli kardeşlerimize getirilen ibadet yasağına, belli günlerde, belli yaştaki Filistinli kardeşlerimize getirilen ibadet yasağına isyan etmemiz lazım. Kudüs bir ibadet diyarıdır. Mescid-i Aksa da Müslümanların ezeli ve ebedi ibadet mekanıdır. Her yaştan Müslüman için, herkes için her saat açık olmak durumundadır.

Yine bu vicdan adına Ramallah’daki Müslümanların, Gazze’deki Müslümanların Kudüs’e ulaşmasına engel olmak, aslında o duvarları örmek insanlık tarihiyle vicdanlar arasına duvar örmek demektir.

Şu tablo, bugün burada, bu salonda gördüğüm tablo benim için başlı başlına bir göstergedir. Çünkü bu salonda her kıtadan, her dinden, her inançtan diplomatlarımız, temsilcilerimiz var. Hep beraber Kudüs’e sahip çıkmak bizim için ahlaki bir sorumluluktur.

İkincisi; kültürel sorumluluk alanı. Kudüs, büyük bir kültür mirasının ürünüdür ve bu kültür mirası tek bir dine, tek bir etnisiteye indirgenemeyecek kadar derin ve köklü bir mirastır. Bu mirasa sahip çıkmak hepimiz için bir vecibedir.

Kudüs sokaklarında gezerken kadim kültürün bütün unsurlarını bugün görebiliyorsak, bu işgale rağmen direnen Filistinliler sayesindedir. Birileri Kudüs’ü tek bir dinin merkezi haline getirmek istiyor, birileri Kudüs’ü tek bir devletin hegemonya alanı haline getirmek istiyor. Bu İsrail ya da bugünkü anlamda Yahudi dominasyonu şeklinde, egemenliği şeklinde görülebilir, başka bir dönemde başka bir şekilde olabilir, ama bizim hiçbir zaman bu tür iddialara izin vermememiz icap eder. Kudüs tarih boyunca ve özellikle de gururla ve iftiharla söylüyorum ki, bizlerin orada tarihi sorumluluk üstlendiği Osmanlı asırları boyunca her dine, her inanca açık olmuştur ve her din ve inançtan herkes özgürce ibadetini yapagelmiştir. Biraz önce yukarıda değerli misafirlerimizle sohbet ederken Diyanet İşleri Başkanımızın da vurguladığı gibi, Hazreti Ömer’in ahitnamesine bakanlar, Selahaddin Eyyubi’nin ahitnamesine bakanlar, Yavuz Sultan Selim’in nişanı hümayununa bakanlar göreceklerdir ki, Müslümanların egemenliğinde Kudüs her zaman herkese açık olmuştur, çünkü bizim tarihimizde getto olmadı, bizim tarihimizde başka dinlerin ibadethaneleri kapatmak diye bir uygulama olmadı. Nasıl kendi dinimize saygı gösterilmesini istiyorsak, hep başka dinlere de saygı gösterdik.

Bugün Filistinlilere bir borcumuz var, onlar bu kadim kültürü hala orada savunabilmek için her gün baskıya ve zulme karşı direniyorlar. Bizim için dünyanın her bir köşesinden gelen Birleşmiş Milletler temsilcileri için, hepimiz için de Filistinlilerin bu kültürel mirasa sahip çıkma çabalarına destek vermemiz bir zarurettir. Kimse Kudüs’ün kadim kimliğini ve İslam kimliğini yok edecek tasarruflarda bulunamaz, bulunursa karşısında bütün bir insanlığı bulacaktır. Bu kültürel mirası korumak bizim için başlı başına bir zarurettir.

Bunlar, dikkat ediniz, gerek ahlaki sorumluluk, gerek kültürel sorumluluk, siyasal konuların ötesinde ortak parametrelerimizdir. Hangi düşüncede, hangi inançta olursak olalım bu parametrelere sahip çıkmak bizim tarihe ve geleceğe borcumuzdur. Hem geçmiş nesillerde aldığımız bir emanettir, hem de gelecek nesillere aktaracağımız bir mirastır, o bakımdan bunlara sahip çıkmak durumundayız.

Şimdi bu ahlaki ve kültürel sorumluluk alanı üzerinde bir de siyasi sorumluluk alanımız var. Kudüs uluslararası hukuka göre işgal altında bir topraktır. Kudüs’te yaşayanlar işgalin maalesef bütün ıstırabını, bütün çilesini çekmektedirler. 1948’den bu yana Filistin topraklarında yaşananlara hepimiz şahit olduk, oluyoruz. 1967’den bu yana Doğu Kudüs’te ve özellikle Mescid-i Aksa’da yapılan uygulamalara da şahit oluyoruz. Şimdi Birleşmiş Milletler olarak, İslam İşbirliği Teşkilatı olarak, özellikle de bu yıl içinde İslam İşbirliği Teşkilatı ve Birleşmiş Milletler’in birlikte, bütün üye devletlerin ayrı ayrı platformlarda ayrı ayrı da yapabilecekleri şekilde Filistin halkıyla dayanışmamızı göstermemiz gerekir. Burada da korunması gereken şey, adalet ve hukuktur, maalesef bugün bütün Filistin’de, ama özellikle de Kudüs’te adalet ayaklar altına alınmıştır. 1948’den bu yana çok sayıda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararı Filistin halkının haklarını ve Kudüs’ün kimliğinin korunması yönündeki uluslararası sorumluluğu teyit etmişlerdir. Ben o detaylara girmek istemiyorum, çünkü hepimiz bunları biliriz. Hepimiz ne kadar çok sayıda karar alındığını biliriz, ama niçin bu kararlar uygulanamıyor; esas soru bu. Birleşmiş Milletler’in kararları uygulanmayacaksa niçin alınıyor?

Bu dönemsel değişimlere baktığımızda şunu görürüz ki; 1948’de Batı Kudüs işgal edildiğinde bütün Kudüs’ün yüzde 85’i Filistin toprağıydı, Filistinlilerin elinde mülktü. Şimdi ise neredeyse yüzde 85’i Filistin’in elinden alınarak İsraillilere ve Yahudilere verildi. Şu anda Kudüs’te yaşayanların yüzde 38,5’u illegal yerleşimcilerden oluşuyor Doğu Kudüs’te. Bizim bu tabloya karşı gözümüzü kapatma gibi bir lüksümüz yok. Aksine, eğer bir gün adalet olacak, eğer bir gün Ortadoğu’da barış gerçekleşecekse ve uluslararası topluma Ortadoğu barışı bir ışık saçacaksa, her şeyden önce Kudüs meselesi çözülmek zorundadır. Nihai kertede Filistin meselesi uluslararası hukuk anlamında son yarım yüzyılın en önemli meselesidir. Ama Filistin meselesini bir meseleye irca edeceksiniz, bu Kudüs meselesidir, Kudüs meselesi de Mescid-i Aksa meselesidir. Mescid-i Aksa meselesi çözülmeden ve o anlamda Mescid-i Aksa’nın İslam medeniyetinin ve kültürünün ayrılmaz ve asli bir unsuru olduğu tescil ve garanti altına alınmadan ne Kudüs meselesi çözülebilir, ne de Filistin meselesi çözülebilir. Kudüs meselesi çözülmeden de diğer bütün meseleler çözülse dahi Ortadoğu barışı gerçekleşemez. Öyle alanlar var ki Ortadoğu barış sürecinde, Filistinli ve İsrailli taraflar bu alanları oturarak kendi aralarında çözebilirler, nitekim ekonomik kaynakların paylaşımı, iki devletin sınırları gibi konular bunun içine girer. Ama iki konu var ki Filistinli kardeşlerimizin ötesinde sorumluluk alanları oluşturur, o anlamda Filistinli kardeşlerimizin yanında durma sorumluluğumuz ve siyasal anlamda destekleme sorumluluğumuz var. Birisi mülteciler konusudur. Çünkü Filistin toprakları dışında da Lübnan’da, Suriye’de, Ürdün’de mülteciler vardır ve o ülkelerin de buna katkıda bulunması, doğrudan bu meselelerin parçası olması gerekir. Diğeri de Kudüs meselesidir.

Buradan, Ankara’dan bir kez daha söylüyoruz; Kudüs bütün bir insanlığın, bütün Müslümanların ve bütün Hıristiyanların meselesidir, kimse Kudüs’te tek taraflı karar alarak bu kararları hayata geçiremez, geçirirse Ortadoğu barışına en büyük dinamiti vurmuş olurlar. İslam İşbirliği Teşkilatı anlamında söylüyorum, Kudüs meselesiyle ilgili yüreği yanmayan Endonezyalı, yüreği yanmayan Senegalli, yüreği yanmayan Boşnak, yüreği yanmayan Mısırlı, Suudi Arabistanlı, Cezayirli, Faslı yoktur. Hepimiz için Kudüs ilk kıblemizdir ve Kudüs özgür olana kadar da Ortadoğu barışı gerçekleşemez. Ortadoğu barışına hep beraber katkıda bulunacaksak hep beraber bu çabayı göstermek zorundayız.

Yine birçok Hıristiyan için de Kudüs Ortadoğu barışının en önemli kültürel ve siyasi parametrelerinden biridir. O bakımdan bugün Kudüs’ü siyasal anlamda kültürel mirasın korunduğu, ama aynı zamanda da insanlık onurunun adaletinin ve uluslararası hukukun korunduğu bir çerçevede çözüme kavuşturma zarureti vardır. Biz Türkiye olarak her zaman Kudüs meselesine olan ilgimizi gösterdik, bu sadece bugünle ilgili değil, geçmişle de ilgilidir. 1948’de ilk defa Kudüs’le ilgili komisyon oluşturulduğunda 3 üyesi vardı; Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa. Kudüs’ün kültürel mirasının korunması ve Kudüs’teki gelişmeleri takip etmek ve Birleşmiş Milletler’e rapor sunmak üzere oluşturulan bir komite. Daha sonra maalesef 1970’den sonra raporlarına ara verdi, ama hala bu komite vardır.

Ben buradan Birleşmiş Milletler mekanizmalarına, değişik vesilelerle Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine ve Filistin Devlet Başkanı Sayın Mahmud Abbas’a da ifade ettiğim çağrıda bulunmak istiyorum. Bu komite derhal toplanmalıdır ve Kudüs’teki yapılan insan hakları ihlallerini, yapılan kültür mirası tahribatını kayda geçirmelidir ve Kudüs’ün korunması için de gerekli her türlü sorumluluğu üstlenmek durumundadır. Sadece bu komite değil, diğer başka komitelerin de Birleşmiş Milletlerin de gündeminde Kudüs sürekli olarak bulunmak durumundadır.

Geçmişte Kudüs üzerinde büyük savaşlar yapıldı. Eğer gelecek dönemde Kudüs bir barış diyarı olacaksa Birleşmiş Milletler gündeminin en baş konularından birisi olmaya devam edecektir. 1967 savaşında gururla ifade ediyorum ve bugünkü politikamızın bu olduğunu da Ankara’dan bir kez daha teyit ediyorum. İsrail askerleri Mescid-i Aksa’yı işgal edip Kubbet-üs Sahra’nın üzerine İsrail bayrağı çektiğinde dönemin orada Başkonsolosu bulunan Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosu Mescid-i Aksa’ya giderek bu bayrak buradan inmezse bu mesele artık Türkiye ile İsrail arasında da bir büyük problemin başlangıcı demiş ve bayrağın inmesini temin etmiştir. Mescid-i Aksa, Hazreti Peygamberin miracına şahit olmuş olan o kutsal mekan ebediyete kadar İslam medeniyetinin ve inancının bir parçası olarak, bir sembolü olarak kalacaktır. Oraya uzanan el, İslam dünyasının her bir santimetrekaresine uzanan bir eldir. Oraya uzanan el, bütün Müslümanların onuruna uzanan bir eldir. O ele karşı biz en güçlü sesle dururuz. Nitekim 1980’de Doğu Kudüs ilhak kararı alındığında da aynı yıl içinde 30 Kasım 1980’de Türkiye Cumhuriyeti Devleti İsrail’den Büyükelçisini çekmiştir. Bizim için Kudüs, Filistin Devleti’nin başkentidir ve böyle korunmaya, böyle anılmaya devam edecektir. Kudüs, bütün insanlığın kültürel başkentidir, siyasi başkent olarak da Filistin Devleti’nin başkentidir.

Dışişleri Bakanı olarak milletimi ve insanlık değerlerini savunmaktan büyük onur duydum. Ama en büyük onurlardan biri 2012 Kasım’ında Filistin’in Birleşmiş Milletler’e üye olmayan devlet statüsüyle devlet kimliğini ve hakkını kazandığı gün o salonda Filistin Devlet Başkanı Sayın Mahmut Abbas’la birlikte olmaktan duyduğum gurur ve onurdur. O salonda Filistin Devleti’nin tanınması yönünde konuşma yapan bir Dışişleri Bakanı olarak bunu sadece kendi adıma yapmadım, 75 milyon Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı adına yaptım. Bütün vatandaşlarımız ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti için Kudüs ilelebet Filistin’in başşehridir ve inşallah Filistin bir gün sadece üye olmayan devlet statüsüyle değil üye olan devlet statüsüyle Birleşmiş Milletler’in parçası olacaktır. Bu Birleşmiş Milletler’in Filistin halkına bir borcudur, bir lütfu değildir. 1948’de deklare edilen bir borcudur. Onlarca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Birleşmiş Milletler Genel Kurul kararıyla uluslararası toplumun Filistin halkına bir borcudur, bir lütuf değildir. Filistin bayrağı inşallah diğer halkların bayraklarıyla birlikte onur içinde Filistin’de, bütün Ortadoğu’da, bütün dünyada bundan sonra dalgalanacaktır. Ancak o zaman iki devletli barışın önü açılır.

Bir taraf, devlet olmanın bütün haklarını istismar edercesine kullanırken ve işgal ettiği topraklarda Cenevre Sözleşmesi de dahil hiçbir uluslararası hukuk kararına uymazken, diğer tarafın devlet statüsünü elde etmeden müzakere etmesi başlı başına bir eşitsizliktir. Yine 2007 yılında Mağribi Kapısı etrafında Mescid-i Aksa’nın tarihi karakteristiğini bozacak inşaat faaliyetleri yapıldığında, o zaman Sayın Başbakanımızın girişimiyle belki de Filistin ve Kudüs tarihinde işgalden sonra ilk defa bir heyet Kudüs’e gitmiş ve Kudüs’te Mescid-i Aksa’da incelemelerde bulunmuş – o zaman Başbakan Başdanışmanı olarak benim de içinde olduğum bir çalışma grubu – ve bu grubun hazırladığı rapor bütün Birleşmiş Milletler üyesi ülkelere ve Birleşmiş Milletler kurumlarına gönderilmişti.

Şimdi buradan uluslararası topluma tekrar tekrar çağrıda bulunmak istiyorum. Filistin halkının neredeyse 60 yıllık geçmişi olan bu büyük acılarına son verilmelidir. Filistin halkı hak ettiği devletine kavuşmalıdır. Filistin halkının her bireyi hiçbir engel ve bariyerle, kontrol noktasıyla, duvarla karşılaşmadan Kudüs’e gidebilmelidir, Mescid-i Aksa’da ibadet edebilmelidir. Artık Kudüs’ün tarihi ve kültürel kimliğini yok etmeye, tasfiye etmeye dönük faaliyetlere son verilmelidir. Tarihte çok az şehir son 60 yıl içinde Kudüs’te yaşandığı ölçüde kimlik ve kültürel miras tahribatına uğramıştır. Bu bütün insanlığa, insanlık birikimine yapılan bir saldırıdır. Kudüs’ün her bir sokağından çekilen bir taş, yıkılan bir bina, bir kutsal mabetten - ister kilise olsun, ister cami olsun, ister sinagog - bir tek kutsal mekandan, tarih boyu gelen mekandan alınan bir çakıl taşı dahi bir insanlık suçudur. Biz bu kültürel mirasın korunması yönünde Birleşmiş Milletler’in çok daha aktif bir rol oynamasını istiyoruz.

Uluslararası topluma çağrımız, Kudüs meselesini unutturmak isteyenlere karşı Kudüs meselesini sürekli gündemde tutmak, Kudüs’te her türlü insanlık haklarından mahrum şekilde yaşayan Filistinli kardeşlerimizin, seyahat belgesi dışında bir kimlik sahibi olmayan ve neredeyse bir getto şartlarında yaşamak zorunda bırakılan Filistinli kardeşlerimizin haklarına sahip çıkmaktır. Nasıl Berlin Duvarı soğuk savaşın sembolü ise, Batı Şeria ile Kudüs arasına çekilen o duvar da, o utanç duvarı da Ortadoğu’da özgürlüklere, insanlık onuruna yapılan saldırıların bir sembolüdür. Bir gün o duvar kalkacak, o duvarın kalkması ve Müslümanların, Hristiyanların, Yahudilerin ve hangi dinden olursa olsun herkesin barış ve huzur içinde Filistin’de ve o topraklarda ve Kudüs’te yaşayabilmesini teminen Ortadoğu Barış Sürecine hız verilmelidir. Ama bu barış süreci, adil ve kalıcı bir barış süreci olmak durumundadır. İki devletli çözüm, ancak ve ancak Filistin Devleti’nin devlet olma hakkı bütünüyle tanındığı zaman başarı sağlayabilir.

Burada Filistinli kardeşlerimize çağrımız şudur: Hiç ümitsiz olmayın, karamsarlığa kapılmayın. Sizler sadece Kudüs’ün ve Filistin’in değil, bütün bir insanlığın onuru için çok çileli yıllarda büyük mücadelelerle sabrettiniz, direniş gösterdiniz. Size borçluyuz. Bu borcumuzu ödemek için ne yapmak gerekiyorsa yanınızdayız, arkanızdayız, omuz omuzayız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Filistin davası için, Kudüs için bize gelecek her türlü talebi olumlu değerlendirecektir, her türlü talebi yerine getirmeye sarf edecektir, ta ki asırlarca, bin yıllarca çok kültürlü, çok mezhepli, çok etnisiteli, çok dinli olan bu Ortadoğu coğrafyasına tekrar barış gelsin.

Filistinli kardeşlerimizin de bize bir borcu var. Biz onlara destek verirken onların ödemesi gereken borç da Filistin’in birliği ve beraberliğidir, kardeşliğidir. Filistinliler eğer bizden daha fazla şey isteyeceklerse, onlardan talep ettiğimiz tek şey, birliklerini korumalarıdır. Geçtiğimiz haftalarda Sayın Mahmud Abbas, Sayın İsmail Haniye ve Sayın Halid Meşal ile yaptığımız görüşmelerde de kendilerini ulusal uzlaşı dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti adına, Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız adına tebrik ettim. Filistinliler tek bir vücut olduklarında Kudüs meselesi de dahil her konuya hakim olabilirler, o çerçevede mesafe alabilirler, ama bölünmüş bir Filistin, haklı davasını savunma kapasitesini kaybeden bir Filistin’dir.

Ve nihayet bütün İslam ülkelerindeki kardeşlerimize, dostlarımıza hitap etmek istiyorum. Kudüs sadece salonlarda dayanışma mesajıyla ele alınacak bir konu değildir. Bugün her zamankinden fazla pratikte de Kudüs’ün yanında olmak zorundayız. Bunu nasıl yapabiliriz? Kudüs’ün Müslümanlar için bir kutsal mekan olduğunu göstermek bakımından, Mescid-i Aksa’nın bizim için Kabe gibi, Medine-i Münevvere gibi kutsal bir mekan olduğunu göstermek bakımından fevç fevç Kudüs’e gitmeliyiz. Biraz önceki toplantıda da bu konuyu ele aldık. Bu konudaki farklı görüşleri bir kenara bırakarak Kudüs’teki kardeşlerimizle dayanışma içinde olmak bakımından İslam İşbirliği Teşkilatı’nın önümüzdeki günlerde gerçekleştireceği Kudüs ziyareti önemlidir. Kudüs’e Müslümanların ilgisini göstermesi bağlamında hepimiz bu ziyaretlerimizi yerine getirmeliyiz. Sayın Papa’nın da Kudüs’e ziyareti olacak. Müslümanlar da Kudüs’te bulunacaklar ki, Kudüs tek bir dine, tek bir devlete ait olamaz, tek bir etnisiteye ait olamaz. Kudüs önümüzdeki dönemde de Filistin’in başşehri olarak bütün dinlere, bütün inançlara açık bir şehir olma niteliğini muhafaza etmelidir.

Yine bütün İslam dünyasına bir çağrıda bulunmak istiyorum; Kudüs ve Kudüs’te kültürel mirasın korunması için İslam dünyasında çok geniş bir kampanya başlatılmalıdır. Diyanet İşleri Başkanımızla, Kudüs Müftümüzle de bu konuları konuştuk.

Ve Kudüs Müftümüzü burada görmekten de büyük onur duyuyoruz. Mescid-i Aksa’ya her gittiğimizde bizi misafir etmişlerdir, inşallah tekrar oralarda görüşmek nasip olur.

Buradan çağrımız, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın ve kültürel mirasın korunması için çok geniş kapsamlı bir yardım kampanyasının başlatılmasıdır. Bizim bütün o büyük nebilere, büyük devlet adamlarına borcumuz, bu kutsal mirasın korunması için çaba sarf etmektir.

Özetle değerli misafirler, sizleri burada ağırlamaktan büyük bir memnuniyet duyuyoruz. İnşallah yine biraz önce konuştuğumuz gibi önümüzdeki dönemde bu konferansları, Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı işbirliğiyle yapılan bu konferansları düzenli bir şekilde her sene yapmak istiyoruz.

Bizden ne talep edilirse, Filistin için, Kudüs için, elimizden gelen bütün imkanlarla Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak yanınızdayız. Birleşmiş Milletler’den gelen her talebe - ki Sayın Serry’in gayretlerini gayet yakından biliyoruz, çok yakın temas halindeyiz - Birleşmiş Milletler’den Kudüs’e ve Filistin’e yönelik insani yardımlar konusunda gelecek taleplere her türlü katkıyı verme taahhüdünde bir kez daha buluyoruz.

İslam İşbirliği Teşkilatı’na, değerli dostum İyad Medeni’ye defaatlerce zikrettiğim gibi, Türkiye İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Filistin ve Kudüs konusunda alacağı her inisiyatifi destekleyecektir ve bu inisiyatife gerektiğinde öncülük yapacaktır.

İnşallah bir gün asırlarca barışın, istikrarın, insanlık vicdanının merkezi, sembolü olmuş olan bu bölgede, Filistin’de ve Kudüs’te barış olacak. İnşallah o günler geldiğinde çok farklı inançlara, düşüncelere sahip de olsalar insanlar Kudüs’te gerçek anlamda barışı hissedecekler, yaşayacaklar, duyacaklar. O günlerin gerçekleşmesi için bugünlerden başlamak üzere üzerimize büyük ahlaki, kültürel ve siyasi sorumluluklar düşüyor.

Bu sorumlulukların dile getirilmesi bağlamında ve bu sorumluluklarla ilgili adım atılması yönündeki çabalar konusunda bu konferansın hayırlara vesile olmasını diliyorum, hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.

Allah’a emanet olunuz, fi emanillah.