Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Suudi Arabistan’a Gerçekleştirdiği Çalışma Ziyareti Dönüşünde Esenboğa Havalimanında Yaptığı Basın Toplantısı, 28 Ağustos, 2013, Ankara

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Değerli basın mensupları, bildiğiniz gibi dün gece bir günlük bir çalışma ziyareti için Suudi Arabistan’a gittim. Bugün de değerli dostum, meslektaşım Sayın Suud El-Faysal’la, çok kapsamlı bir görüşme gerçekleştirdik.

Son dönemde bölgemizdeki hızlı gelişmeler ve yeni durumu Suudi Arabistan’la iştira etme ihtiyacı zaten vardı. Son olarak Suudi Arabistan Veliaht Prensi Sayın Prens Salman Bin Abdülaziz’in Türkiye seyahati Mayıs ayında gerçekleşmişti ve o seyahatte bütün bu konular ele alınmıştı. Ancak o günden bugüne Pakistan’da yeni hükümetin göreve başlaması, İran’da yeni Cumhurbaşkanı’nın göreve başlaması, Irak’taki terörün ve şiddet olaylarının tırmanması, Suriye’de son kimyasal silah saldırısıyla ortaya çıkan durum, Mısır’daki değişim, Ortadoğu Barış Süreci, Lübnan’da gittikçe kritikleşen durum gibi alanda çok önemli değişikler oldu.

Gördüğünüz gibi son derece hareketli bir bölgede Türkiye’yle Suudi Arabistan’ın ortak olarak istişare etmesi gereken çok husus vardı. Önce başbaşa, daha sonra da heyetler arasında bütün bu konuları kapsamlı bir şekilde ele aldık.

Birçok konuda, özellikle bölge istikrarın korunması ve bu istikrar içinde Körfez İşbirliği Konseyi’nin iki ekonomik gelişme sağlayan ve istikrarı destekleyen, istikrar içinde gelişen iki bölge ülkesi olarak bu kriz alanlarında çözüm bulucu nasıl bir rol oynayabiliriz, birlikte neler yapabiliriz, bunları ele aldık.

Çok faydalı, yapıcı, her konunun çok dostça görüşüldüğü ve spesifik bazı adımlar konusunda da detaylı fikir alışverişinin mümkün olduğu son derece faydalı bir ziyaret oldu.

Bundan sonra da gerektiğinde her gün istişarelere devam etme kararı aldık. Ortadoğu büyük bir değişim sürecinden geçiyor, her gün yeni gelişmelerle aslında soğuk savaş yapılarının sarsıldığını, bu soğuk savaş yapıları yerine yeni ve halk iradelerine dayalı daha istikrarlı ve meşruiyeti güçlü yapıların oluşma sancılarının yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Son 2,5 yıldır Ortadoğu’da yaşananları düşünecek olursak bu anlamda belki de son yüzyılın en büyük değişim sancılarının yaşandığı bir dönemin içinden geçiyoruz. Büyük depremler yaşanıyor, her bir ülkede siyasal yapılar yeniden şekilleniyor, birçok gerilimler yaşanıyor. Bütün bu süreçte Türkiye bölgedeki aktörlerle - ki Suudi Arabistan bu anlamda Körfez İşbirliği Konseyi içinde de, bölgedeki ağırlığı bakımından son derece önemli bir aktördür - istişarelerini derinleştirerek devam edecektir.

Buyurun, soruları alalım.

SORU- Efendim Suriye’ye olası bir müdahalenin ihtimalinin giderek arttığı günlerdeyiz ve siz de diplomasi trafiğinizi sürdürüyorsunuz, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’le görüştünüz. ABD’nin ya da diğer müttefiklerin Türkiye’den olası bir müdahalede bir üs ya da lojistik destek gibi herhangi net bir talebi oldu mu? Böyle bir talep gelmesi durumunda Türkiye’nin yanıtı ne olacak?

Bir diğer sorum da Efendim, sınırlı bir müdahaleden söz ediliyor. Eğer müdahale sınırlı olursa bunun Türkiye açısından olumsuz etikleri neler olacak? Buna ilişkin görüşünüzü öğrenebilir miyiz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi her şeyden önce şunu ifade etmek isterim: Bu tür durumlarda genellikle şöyle bir yanlış kanaat uyanıyor. Sanki birtakım ülkeler bir yerde oturuyorlar ve Türkiye’den bazı talepte bulunuyorlar, şu veya bu ülkeler, duruma göre bunlar değişiyor. Genel algı ve oluşturulmaya çalışan algı, belki de eski paradigmadan gelen algı böyle bir algıdır. Yani Türkiye’den talepte bulunulacak, Türkiye şuna veya buna evet diyecek veya hayır diyecek.

Aslında son 2,5 yıldır bölgedeki her gelişmede Türkiye o gelişmelerin merkezinde, o gelişmelerin içinde ve o gelişmelerle ilgili bütün aktörlerle temas içinde olagelmiş bir diplomasi yürütüyor. Suriye’nin Dostları Grubu Dışişleri Bakanları toplantısının biri İstanbul’da olmak üzere son 3-4 ay içinde 4 kere toplandığını düşünürseniz, aslında bunun bir ülke grubunun bir başka ülkeden talebi şeklinde değil, birlikte sürekli istişare edilerek oluşturulan ortak bir çizgi arayışı olarak değerlendirmek iktiza eder.

Zaten kimyasal silah kullanımının hepimizin yürekleri burkan ve gözümüzün önünden hiçbir zaman silinmeyecek o acı tablolar ortaya çıktığı gün, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteriyle belki ilk görüşmelerden birini bizzat ben gerçekleştirdim. Milli Güvenlik Kurulu hazırlık toplantısında Sayın Başbakanımızla bu gelişmeleri değerlendirdikten sonra ve BM’yi olağanüstü toplantıya çağıran ilk ülkelerden biri olduk. Suriye’deki Birleşmiş Milletler ekibinin yetkisinin genişletilmesi ve görev sahasının genişletilmesi yönünde talepte bulunan 37 ülke arasında yer alan, o taleplerin oluşması açısından da ön alan ülkelerden biri olduk.

Bütün bu süreçte bütün taraflarla görüştük. Bir taraftan Suriye’nin Dostları Grubu içinde zaten etkin rolü olan ABD, İngiltere, Fransa, Almanya - ki İngiltere, Almanya ve İtalya’yla yüz yüze görüşmeler yaptım - Danimarka ve diğer birçok Avrupa ülkeleriyle telefon görüşmeleri gerçekleştirdik, diğer taraftan da hem Rusya, hem İran Dışişleri Bakanlarıyla görüştük. Bütün meselemiz, delilleri karartacak gelişmeler olmadan Birleşmiş Milletler heyetinin oraya ulaşmasıydı. Bütün çabamız bu yöndeydi; ancak, bu yönde maalesef çok geç adım atıldı. Suriye rejimi uzun bir süre, 3,5-4 gün bekleyerek bir cevap verdi. Deliller üzerinde yaptığı etki hep sual uyandırdı. Hem kimyasal silah kullanıldığı, hem de bunun özellikle atım vasıtaları üzerinden ancak rejimin kapasitesiyle mümkün olabileceği yönünde çok kuvvetli istihbarat bilgileri var. Bunları hep kendi aramızda paylaştık. Yani Türkiye’nin kendi istihbari kaynakları var. Biz MİT Müsteşarlığımızın elde ettiği ve diğer bütün istihbari alanlardaki bilgileri muhataplarımızla paylaştık.

Ayrıca bu hafta içinde biliyorsunuz bir taraftan İstanbul’da 11 ülkenin katılımıyla genel direktörler toplantısı yapıldı, diğer taraftan da Amman’da askeri yetkililer bir araya geldi.

Yani kamuoyuna şöyle bir algı zerk edilmek isteniyor: Birilerinin bir planı var, Türkiye de bu planın içinde öyle veya böyle yer alacak. Hayır. Başından itibaren Suriye’yle ilgili en aktif diplomasiyi de biz yürüttük. Durumun bu hale gelmemesi için Rusya ve İran da dahil olmak üzere kimse Beşşar Esad’la konuşmazken, Beşşar Esad nezdinde en aktif diplomasiyi 10 ay biz yürüttük. Daha sonra Arap Ligi’yle birlikte yine aktif diplomasiyle, acaba bu söz dinlemeyen rejimin akıttığı kan nasıl durdurulur diye yine önce diplomasiyi biz yürüttük. O günlerde Türkiye niçin bu kadar öne çıkıyor diye eleştirenlerin, şimdi sanki Türkiye’ye bir talep gelecek, Türkiye bir savaşın içinde yer alacakmış gibi bir tavır takınmaları da anlaşılmaz.

Daha sonra Suriye Dostları Grubu içinde, Birleşmiş Milletler içinde bizi hem insani bakımdan, hem stratejik bakımdan doğrudan etkileyen konularda hep öncü bir diplomasi yaptık. Kimyasal silahlar konusunda da - çok açık söylüyorum - Türkiye hiçbir zaman hiçbir şekilde bir çatışmanın tarafı olmamak için, son 2,5 yıldır da bütün diğer çatışma alanlarında da hep buna çaba sarf etti.

Ama şu anda bizi eleştirenlerin şunu görmesi lazım: Suriye’de kimyasal silah kullanıldı. Yüzlerce, binlerce insan kimyasal silah yüzünden öldü. Sanki Türkiye’nin veya bu konudan kaygı duyan ülkelerin kararlarıyla bir savaşa girecekmiş gibi düşünen, bir intibaa vermek isteyenler, başta ana muhalefet partisi olmak üzere şunu fark etmelidirler ki; yüz bin insan öldü bu topraklarda arkadaşlar, bütün diplomasiye rağmen yüz bin insan öldü, bunun sorumlusu Suriye rejimidir. Ve hiç bunları görmeyip, hepimizin anne-baba olarak, insan olarak yüreğimizi yakan o faciaları, bir babanın iki tane kız çoğunu cansız bedenini yüreğine basışını görmeyenler, tutup sanki Türkiye’den birileri talepte bulanacak, Türkiye de savaş içinde yer alacakmış gibi bir algı oluşturmaya çalışmaları insani olarak kabul edilmez.

O bakımdan, bu kanlı rejimin insanlık dışı bu barbarca saldırıları duruncaya kadar bölgede de huzur yok, komşu olarak bizde de huzur olması mümkün değildir. O bakından, ne yapılması gerekiyorsa, sürekli bir istişare halinde, gördüğünüz gibi bütün taraflarla istişare halinde en doğru kararı, en doğru politikayı en doğru zamanda devreye sokmak için büyük bir çaba gösteriyoruz. Bu çabayı da inşallah en doğru bir yol haritasıyla bir şekilde neticeye ulaştırmaya kararlıyız.

Yürüttüğümüz istişareler - sizin sorunuza daha net cevap verebilmek açısından söylüyorum - ortak bir çaba ile bu kan nasıl durdurulur ve kimyasal silah kullanımı nasıl en etkili şekilde cezalandırılır, bir karşılık verilir - ki bir daha kimse buna cesaret edemesin - bunun çabası içindeyiz.

Keşke daha ilk gün rejim buna izin verseydi, keşke Rusya ve Çin Birleşmiş Milletler’de bu girişimleri bloke etmemiş olsalardı ve bugün böylesi ihtimaller masada olmamış olsaydı. Ama rejimin günlerce izin vermemesi, arkasından oraya giden uzmanlara açıktan saldırı yapılmış olması ve bu saldırının rejim kontrolündeki bölgeden bir Sniper’la gerçekleşmiş olması, bütün bunların getirdiği yeni durum, tabi ki hem bölgesel, hem küresel barışı tehdit eden bir sonuç doğuruyor, onun için ne gerekiyorsa yapacağız.

Bu akşam da telefon diplomasisimiz devam edecek, bugün ve yarın da sürekli temas halinde dediğim gibi en doğru kararı birlikte almaya çalışacağız, yoksa alınmış bir kararı Türkiye uygulayacak değildir.

SORU- Sınırlı bir müdahale olursa...

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bütün bu opsiyonlar değerlendiriliyor. Şu anda herhangi bir - yani şu şekilde olacak, sonuçları şöyle olacak gibi - spekülasyon doğru değil. Ama bizim için önemli olan Türkiye olarak, sonucu görülebilir, sonucunu gördüğümüz, vizyon olarak nereye doğru gittiğini gördüğümüz bir tutumun benimsenmesidir. Yani tekrar bir belirsizliğe, Suriye’yi daha fazla bir bataklığa çevirecek olan bir belirsizliğe değil, daha net bir tablonun ortaya çıkacağı bir sonuca gidebilecek bir yöntemin benimsenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Buyurun.

SORU- Efendim, ben size toplumdaki birtakım algıları sormak istiyorum. Yarın sanki operasyon yapılacakmış, Türkiye de muhalif güç olarak operasyonun içinde yer alacakmış gibi bir algı var, bunu sormak istiyorum size.

Bir de, Beyaz Saray’dan yapılan Amerika’nın rejimi değiştirmeye değil de, kimyasal silahın kullanılmasının cezalandırılmasına yönelik bir tepki olacağına dair bir açıklama var; onu sormak isterim. Bir de, bir B planı olarak olası müdahalede mülteci akını olursa Türkiye’nin buna yönelik hazırlığı var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi tabi bu husus önemli, yani şu andan itibaren ortaya konabilecek her politikanın birtakım sonuçları olacak. İstenilmeyen sonuçları da olabilir, yani mülteci akınları anlamında. Önce ona cevap vereyim. Bu konuda Türkiye tecrübesini, birikimini aslında son 2,5 yıl içinde gösterdi ve bir anlamda örnek bir mülteci, sığınmacı politika takip ederek bu sorunun aşılmasına büyük katkı sağladı. Ama daha büyük bir mülteci akınının ortaya çıkmaması için büyük çaba sarf ediyoruz. 4 Eylül’de de Cenevre’de Birleşmiş Milletler ile birlikte 4 komşu ülkeyle özel bir toplantı yapacağız - Türkiye, Lübnan, Irak ve Ürdün - ve bu mülteci akını karşısında alınacak tedbirleri birlikte değerlendireceğiz.

Kamuoyundaki algı bakımından, biraz önceki soruda da söylediğim gibi, bugünlerde bütün kamuoyumuzun çok soğukkanlı bir şekilde bu gelişmeleri değerlendirmesi lazım. Ama aynı zamanda tarihi bir sorumluluk da var üzerimizde. Ülkemizin yanı başında kendi halkına karşı kimyasal silahı barbarca kullanan bir rejimin varlığı, mevcudiyeti bizatihi bir risk unsurudur. Biz hiçbir zaman hiçbir yerde herhangi bir rejimin değişmesi ya da indirilmesi için çaba sarf etmedik. Ancak, Suriye’de kendi halkına karşı açık bir suç işleyen rejime karış da net bir tavır aldık. Burada yine benzer bir algı oluşturulduğu için söylüyorum, sanki bazı kararlar alınacak ve Türkiye bir şekilde şu veya bu planın parçası olacak gibi bir algı, bir kanaat doğru değil.

Bir hafta - 10 gün önce Türkiye’nin Suriye konusunda yalnızlaştığını iddia edenler, bu kimyasal silah saldırısı öncesinde ve Türkiye’nin tek başına bir diplomasi yürütmek zorunda kaldığını söyleyenler, şimdi Türkiye büyük bir uluslararası koalisyonla birlikte hareket ediyor, bu sefer de büyük uluslararası koalisyon bir şey yapacak, Türkiye ona alet olacakmış gibi bir kanaat uyandırıyorlar. Herkesin sorumluluk içinde davranması lazım, muhalefet partilerimizin, sivil toplumumuzun, basınımızın.

Belki de Cumhuriyet tarihimizin en önemli kritik eşiklerinden biri Ortadoğu’daki bu değişim süreci. Aynen 90’lı yıllarda Balkanlar’da, Bosna’da, Kosova’da nasıl bir Balkan depremi yaşanmışsa, şimdi Ortadoğu’da da bir deprem yaşanıyor. Hepimiz bir taraftan böylesi bir depremin ülkemizi etkilemesini engellemek için çaba sarf ederken, diğer taraftan da, aynen Balkanlar’da olduğu gibi, nasıl Boşnak ve Arnavut halklarının Kosova’da, Srebrenitsa’da karşı karşıya kaldığı trajedide Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihi sorumluluğunun gereğini yapıp her türlü desteği sağlamıştır, şimdi de Ortadoğu’da açık bir şekilde - ki Balkanlarda olmayan bir şey - kimyasal silah kullanılması karşısında da oradaki kardeşlerimizle, acı çekenlerle birlikte bunu hissetmek, buna karşı bir tavır almak durumundayız.

Tekrar vurguluyorum; tarihi bakımdan gerçekten kritik bir eşikte bulunduğumuz bu dönemde her şeyden önce kamuoyumuzun hem sükûnetle, suhûletle olayları değerlendirmesi; hem de yürütmekte olduğumuz bu kapsamlı diplomasi çerçevesinde Suriye’de etnik ve mezhebi kökeni ne olursa olsun bütün kardeşlerimizin çektiği bu acıların sona ermesi için yürüttüğümüz çabalara destek vermesi gerekir. Bugün ucuz politika yapma günü değil, herkesin Ortadoğu’nun kaderinin şekillendiği bugünlerde, bu aylarda üzerine düşen sorumluluk içinde davranması büyük bir önem taşıyor.

SORU- (Anlaşılmıyor)… muhalif güç olarak Türkiye herhangi olası bir harekâtta olacak mı, katılacak mı? Bu konuda çok fazla tartışma var. Tarihi sorumluluk var dediniz, aktif olarak Türkiye’nin bu operasyona katılma ihtimali var mı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi bu durum Libya’dan farklı bir durum oluşturuyor, yani Türkiye’nin komşusu, 910 kilometre sınırı var, yoğun bir güvenlik riski var. Aslında geçen sene uçağımıza yapılan saldırı sonrasında gerçekleştirdiğimiz angajman değişiklikleriyle Türkiye kendisine yönelebilecek her türlü güvenlik riski karşısında gerekli tedbiri almıştır. Çıkardığımız tezkereyle ve bu angajman kurallarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne muharip ve gelebilecek bütün riskler karşısında en etkin şekilde gerekli tedbirleri alma ve bu konuda ne gerekiyorsa yapma hususunda yetkilendirilmiştir. Orada da şu veya bu misyon diye bir ayrım yapılmamıştır. Mademki güneyimizde, 910 kilometrelik alanda 100 bin insanın öldüğü bir iç savaş yaşanıyor ve bunun bizi etkileme riski var, Türkiye kendi stratejik çıkarları çerçevesinde ne tedbir alması gerekiyorsa bu tedbiri alır.

Geçen sene açıkladığımız angajman kuralları çerçevesinde - ki Silahlı Kuvvetlerimiz son derece başarılı bir şekilde bu angajman kurallarını yerine getirmiştir - düşen her bir mermi, her bir top karşısında muharip unsur olarak nereden gelmişse, kimden gelmişse karşı tarafı cezalandırıcı tedbir almıştır. Burada terminoloji üzerinden tartışma yürümekte bir fayda yok. Sayın Başbakanımızın Başkanlığında yapılan birçok güvenlik toplantılarında - ki önümüzdeki günlerde tekrar bu çerçevede toplantılar yapılacaktır - Hükümetin verdiği talimat açıktır. Suriye’den veya herhangi bir yerden gelebilecek herhangi bir güvenlik riski karşısında her türlü tedbir - dediğim gibi herhangi bir sınır konmaksızın ifade edilen bir husustur bu - alma yetkisi ve angajman kurallarınca misillemede bulunma yetkisi de Silahlı Kuvvetlerimize verilmiştir.

Bu, kimyasal silahlardan önce böyleydi. Şimdi ise tabii daha müteyakkız bir durumdayız, alınabilecek tedbirleri bütün kurumlarımız gözden geçiriyor. Bu tür kritik durumlarda bütün alternatiflerin, biraz önce B planı gibi hususlardan bahsedildi, o tarz bir A-B şeklinde değil ama bütün opsiyonların ve bütün ihtimallerin, senaryoların tartışıldığı bir durum söz konusudur. Silahlı Kuvvetlerimizin her zaman olduğu gibi gerektiğinde Hükümetimizin belirlediği çerçevede ve Meclisimizden alınan tezkerenin verdiği yetki çerçevesinde her türlü görevi en başarılı şekilde üstleneceği konusunda kimsenin kaygısı ve şüphesi olmamalıdır. Bu durum Bosna’da da böyle olmuştur, Kosova’da da böyle olmuştur, yakın zamanda Libya’da da böyle olmuştur ve diğer Türkiye’nin güvenliğini gerektiren durumlarda da Silahlı Kuvvetlerimiz böyle dönemlerde güvenliğimiz neyi gerektiriyorsa hiçbir şüpheye mahal bırakmaksızın onun gereğini yapmıştır. Bundan sonra da inşallah ihtiyaç olmaz. İnşallah hiçbir zaman böyle bir durumla karşı karşıya kalmayız. İnşallah Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ortak tavır takınır, bu kez bu sınavı geçerek ortak bir tavır takınır. İngiltere’nin yeni bir müracaatı var Güvenlik Konseyi’ne bildiğiniz gibi.

Bütün bu riskler yaşanmaz ve insanlık suçu işleyen, o zavallı çocuklara, kadınlara, sivillere bu zulmü uygulayanlar, insanlık vicdanında olduğu gibi uluslararası hukuk nezdinde de mahkum olurlar. Bütün bunlara ihtiyaç kalmaz, ama ihtiyaç kaldığında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kudretinden ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kapasitesinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Peki, teşekkür ederim.