Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Altıncı Büyükelçiler Konferansı’nın Mersin Bölümünde Yaptıkları Konuşma, 18 Ocak 2014, Mersin

Sayın Vali,

Sayın Mersinli hemşehrilerim,

Sayın Büyükelçiler,


Son iki gün içinde gerçekten derin kültürümüzün, irfanımızın ve medeniyet birikimimizin yansıması olan 3 güzel şehirde bir kez daha bu havayı teneffüs etmekten ben büyük onur duydum.

Dün Urfa’daydık. Akşam Adana’ya intikal ettik, sabah Adana’daydık. Öğleden sonra da Mersin’deyiz. Büyükelçilerimiz ise doğrudan Ankara’dan Adana’ya geldiler.

Bildiğiniz gibi Altıncı Büyükelçiler Konferansını gerçekleştiriyoruz. Çok güzel bir gelenek oluştu. Altı sene önce başlattığımızda bu öncelikle Büyükelçilerimizin arasında bir istişare platformu olarak planlanmıştı. Ama daha sonra kendi dinamik gelişim seyri içerisinde kendi mantığını da oluşturdu. İkinci sene bir kararla Ankara dışında da toplantılara devam edelim, hem Büyükelçilerimiz Anadolu’nun değişik yörelerinde, Trakya’da, oradaki önemli kanaat önderleriyle, yerel yöneticilerle kaynaşsın hem de oradaki halkımızla yaptığımız temaslarla bir anlamda dış politikamızın kamuoyu algısını da olumlu yönde değiştirelim arzu etmiştik. Şimdi 6 sene sonra geriye dönüp baktığımız da bu konuda olağanüstü bir başarı sağlandığını ifade etmekten büyük onur duyuyorum.

Önce Mardin’de başlamıştık, daha sonra Erzurum sonra Edirne, İzmir ve nihayet Adana ve Mersin. Bu sene ki temamızı da güçlü demokrasi, dinamik ekonomi, etkin diplomasi olarak koymuştuk. Bütün bu 6 yıllık serüvenimizde her gittiğim şehirde hem o şehrin - bir tanımlamayla - gerek tarihi, gerek coğrafi ve siyasi olarak bizim açımızdan taşıdığı önemi ifade etmeye çalıştım hem de o şehrimizin Türk diplomasisi içindeki yeri, yükselen bir ülkenin yeni stratejik eksenindeki konumunu izah etmeye çalıştım.

Öncelikle bunu sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum. Mardin’i özellikle Anadolu’nun fethinden hemen önceden başlayan ve kadim kültürlerin bütün birikimini yansıtan bu güzel şehri biblo şehir olarak tanımlamış, Mezopotamya’ya bakan bu şehre o çerçevede bir anlam katmaya çalışmıştık ve ülkemizin stratejisinde Mardin üzerinden Ortadoğu’yu ele almıştık. Daha sonra Erzurum’a gittiğimiz de orayı kale şehir, Anadolu’nun kale şehri olarak tanımlamış ve Erzurum’un bir kale gibi Anadolu yaylası olarak Erzurum yaylası Anadolu platosunu koruyan bir kale gibi her zaman dimdik ayakta kaldığını zikretmiş ve Kafkasya politikası üzerinde konuşmuştuk.


Sonra Edirne’ye gittiğimiz de, bir serhat şehir, bir kapı şehir, ülkemizin Avrupa’ya açılan kapısı sadece şimdi değil, İstanbul’un fethinden önce büyük medeniyet yürüyüşümüzün Avrupa’daki ilk başkenti olarak o çerçeve içinde almış ve o sene de 2012 senesi Balkan Savaşı’nın 100. yılı olduğu için konferansı da 100. yılda savaştan kalıcı barışa, Balkan barışına temalı bir çerçeveyle tanımlamıştık. 2012 yılı içinde de çok sayıda toplantıyla Balkanlar’da Balkan barışı üzerinde durmuştuk. Daha sonra İzmir’e gittiğimizde, İzmir’i bir ufuk şehir olarak modernleşmemizin ve Anadolu’da kökleşmemizin ve nihayet İstiklal Harbimizle “ya istiklal ya ölüm” temel ilkesinin, hedefinin istiklal olarak gerçekleştiği bir mücadelenin nihai noktası olarak bir ufuk şehri olarak tanımlamış, Akdeniz’le irtibatlandırmıştık.

Bu sene Akdeniz’in Ankara’daki bizler için güneyine, tabii Akdeniz için kuzeydoğusuna, Adana’ya Mersin’e geldik. Adana’yı sabah anlatırken öncü şehir dedim, alfabedeki yerinden ve birçok konuda yaptığı, geçmişte yaptığı geçmişte yaptığı öncelikten hareketle. İki sene önce bir başka vesileyle Mersin’e geldiğimde ise Mersin’e ayna şehir demiştim. Gerçekten bugün Mersinimizin son 200 yıl içindeki gelişmesini, Mersin’in Tarsus’la irtibatı bağlamında kadim geleneklerle modern gelişimini ve Türk boylarının Toroslara - ki ben de o boylardan birine mensubum - yerleşmesi esnasında oluşan o geleneksel kültürün hepsini neredeyse bir ayna gibi, bizim tarihimizi yansıtan bir ayna gibi, bugünkü demografik yapımızı yansıtan bir ayna gibi, kadim ile Akdeniz’i buluşturan bir şehir, bir vilayet, bütün bir vilayet olarak ele alıyoruz. Bu ayna şehri okuduğunuzda aslında oraya yansıyan görüntüyü tanımladığınızda kendimizi de daha iyi anlayabileceğimizi düşünüyorum. Bugün dahi Mersinimizin kompozisyonuna bakıldığında Türk’üyle, Kürdü’yle, Sünni’siyle, Alevi’siyle bütün o kompozisyonun Mersin’e yansıdığını ve Mersin’i toplumumuzun bir yansıması olarak bu yükü sosyokültürel çerçeveye aks ettirdiğini görürsünüz.

Mersin’in içinde yürürken bazı sokaklarda Karacaoğlan’dan beri gelen Türkmen değişlerini veya Toroslara doğru gittiğinde bazı sokaklarda son yıllarda Mersin’in çekim alanı olması dolayısıyla gerçekleşen göçlerle gittikçe artan Kürtçe ağıtları, bazı sokaklarda daha değişik kültürel yansımaları bir arada görebilirsiniz. Onun için bu şehirde bulunanlar aslında her gün yaşadıkları günlük hayat içinde gördükleriyle Türkiye’yi doğru okuyabilirler.

Sabah Çukurova’dan bahsettim Adana’yı anlatırken. Toroslar’ın görkeminin Seyhan ve Ceyhan üzerinde Akdeniz’le bir ovayla buluşmasından bahsettim ve o çerçevede Çukurova’yı anlattım. Mersin’i anlatmak için ise doğrudan denizi anlatmak lazım. Çünkü Adana’dakinin aksine daha doğru inen - Mut’tan ve Toroslar’dan inen - o Toroslar’ın Akdeniz’le buluşmasıyla birlikte oluşan bir çerçeve. Tabii Tarsus’u unutmadan da anlatmak lazım, çünkü Tarsus, kadim kültürün kendisine atıfta bulunmadan, dinler tarihinin - özellikle Hristiyan tarihinini ama ondan öncesinde Hazreti Danyal’la ve diğer Ashab-ı Kehf ile dinler tarihinin - kendisine atıfta bulunmadan anlatılamayacak olan belki dünyadaki 3-5 şehirden biridir. Ashab-ı Kehf ile Kur’an-ı Kerim’de de yeralan önemli bir manevi tecrübe. Saint Paul’le Hristiyanlığının en önemli mekanı. Hazreti Danyal’la daha önceki dönemlerde peygamberler tarihi bütün bu Ortadoğu’nun erdemi, irfanı, hikmeti Mezopotamya ve Levant’ın hikmeti Doğu’ya doğru, Batı’ya doğru yürürken bir anlamda Tarsus’ta bir durak yapmış, Antakya’dan sonra ve orada bir büyük kültürel birikime zemin oluşturmuş. Onun için dün akşam Kültür ve Turizm Bakanımızla birlikte Tarsus ile Harran’ı konuşurken bir tarafta Urfa’da Harran’ı, diğer tarafta İskenderiye’yi ve Tarsus’u düşündük; öyle bir üçgen ki bu, tarihte ilk üniversitenin insanlıkla kurulduğu yer olarak kabul edilen Harran’ın irfanını, İskenderiye’deki o büyük medeniyet birikimi ve Tarsus’u bu şekilde eklemlemek lazım diye düşündük.

Mersin’e şehir olarak geldiğimiz de ise bu sefer daha modern tarihimizin izlerini görürsünüz. 1834’te ilk iskele yapılır ama ondan önce Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Mersin’i anlatırken 1670’te Mersinoğlu denilen bir Türkmen boyunun 70 kadar haneden oluştuğunu söyler. Yani Tarsus tarihi kadimi temsil ederken, Mersin’in gelişmesi moderniteyi geçişimizi temsil etti. 1834’te ilk iskele, 1859’da Süveyş Kanalı’nın açılması o geçiş sürecinde Mersin’in çevre olaylardan nasıl etkilendiğini gösteren önemli bir seyirdir, buna bugünkü tarihi de yansıtmak lazım. O geçiş sürecinde Mersin’e 1838 Ticaret Anlaşması ve 1839 Tanzimat Fermanıyla birçok şehre tanınan ticaret kolaylıklarıyla, Mersin’i temerküz etmeye başlar. Süveyş’in açılması birçok açılardan Mersin’i etkiler. Süveyş Kanalı’nın yapıldığı tomruklar Mersin’den, Toroslardan gider. Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Mersin bir anlamda Kafkasya’dan Asya içlerinden gelip, Kızıldeniz üzerinden Afrika’ya inecek ticaret güzergahının ana ekseni olur. Eskiden Doğu, Batı eksenindeki İpek Yolu güzergahı üzerinde bulunan Adana, Mersin bu sefer Mersin’den İpek Yolu üzerinden değil, Hint Okyanusuna doğru açılacak yeni bir kanal halini oluşturur ve Mersin’in yükselişi böyle başlar.

Modernite tarihi dedim, hemen arkasından 1863’te çırçır fabrikası kurulur - ve bir anlamda Mersin’de ilk fabrika, Osmanlı’daki ilk fabrikalardan biri - tabii arka arkaya gelen gelişmelerle limanın sağladığı avantajlarla önemli bir mesafe kaydedilir. Bu sebepledir ki o kadar hızlı bir seyirdir ki, 1886’da aralarında Almanya, İngiltere, Fransa’nın Konsolosluklarının da bulunduğu 12 yabancı konsolosluk kurulur. O 100 yıllık tarih Mersin’in 20. yüzyıldaki tarihini de şekillendirecek alt yapının kurulmasını sağlar.

O zaman bizim için nedir Mersin’i bugüne taşıyan bu çerçeve? Bir Akdeniz’e Anadolu’nun, Levant’ın, Mezopotamya’nın, Kafkasya’nın açıldığı bir alan. İkincisi, şu anda da Akdeniz’deki en önemli 10 limandan biri olarak önemli bir liman ve ticaret merkezi. 1987’de bence ekonomik tarihimiz bakımından en doğru o alınan kararlardan biridir Serbest Ticaret Bölgesinin Mersin’de kurulması. Aslında 17 Mart 1923’de Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi’nden sonra Mersin’e ve Adana’ya geldiğinde “Burası bizim geleceğimizin en mühim merkezlerinden biri olacaktır” diye işaret etmesi de bu geçmişe bağlı, modernitenin bu geçmişine. Şimdi de İzmir ve Mersin Limanları aynen 19. yüzyılda olduğu gibi yeni bir önem kazanıyor küresel ilişki bağlamında ve Mersin Limanı için geçen sene Singapur Dışişleri Bakanı Shanmugam - çok değerli bir dostumdur - Türkiye’ye geldiğinde en önemli yatırımlarımızın başında “Singapur Limanı ile Mersin Limanına yaptığımız yatırım gelir” diye zikretme ihtiyacı duyar. Singapur’un limancılık tecrübesiyle Mersin’in değerlendirilmesi bu bakımdan özel bir önem taşır. Şimdi baktığımızda Akdeniz stratejimizin belki de en önemli ayaklarından biri Mersin’in bu özelliğinden kaynaklanıyor.

Sabah zikrettim; Türk ekonomisinin en önemli atar damarları nerede dünya ekonomisiyle buluşur derseniz, Akdeniz sahilleri derim. Akdeniz, Türk ulusal ekonomisinin uluslararası ekonomiye kesiştiği yerdir. Antalya turizm üzerinden kesişir, bütün Antalya’ya gelen turistler ülkemizin dünyaya açılan bir penceresi olur ve 32 milyona ulaşan turistimizin önemli bir kısmı Antalya’yı bir marka olarak görür. Bu turist sayısında Antalya’nın çok önemli bir payı var. İstanbul’dan sonra dışarıda Antalya turizm markası olarak kendini kabul etmiştir. İki, Mersin Limanı ticaret üssü, lojistik üssü olarak planlandığında eminim - Antalya turizmde nasıl bir marka haline gelmişse - Mersin de ticarette ve liman işletmeciliğinde küresel ekonomiye Türk mamullerinin aktarılması bakımından aynı ölçüde marka haline gelme potansiyeline sahiptir, gelmeye de başlamıştır. Üçüncüsü de Adana’da Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Kerkük-Yumurtalık’la, yani bir taraftan Kafkasya bir taraftan da Irak enerji hatlarının dünya enerji akışıyla buluştuğu alan. Şimdi zihninizde şöyle tasavvur edin Çukurova’daki tarım potansiyelini göz önüne aldığınızda öyle bir Akdeniz havzasında bu üç vilayetimiz ve Hatay’ın, İskenderun’un hem sanayi hem ticaret potansiyelini göz önüne aldığınızda başlı başına bir entegre bölge oluşturur ve bu bölgenin en önemli özelliği dediğim gibi Anadolu içlerine ve oradan daha öteye Mezopotamya, Kafkasya hatta Mısır’a uzanır. Mısır’la ilişkilerimizin iyi seyrettiği, Mısır’da demokratik yönetimin olduğu günlerde yaptığımız Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi çalışmalarında üzerinde durduğumuz bir proje vardı. İnşallah Mısır’la ilişkilerimiz, Mısır halkının iradesine dayalı bir siyasi süreç sonrası normalleştiğinde, rüya demeyeyim ama, önemli bir vizyon projelerinden biridir. Bunu Ukrayna’yla da görüşmüştük. Ukrayna, Türkiye, Mısır üzerinden Avrasya steplerini ulaştırma koridorlarıyla Afrika ve Nil havzasına, Nil’in doğduğu bölgeye birleştirmek. Yani Baltık Denizi’nden gemilerle, nehir gemileriyle Karadeniz’i ineceksiniz Kırım’a, oradan Sinop-Yalta hattıyla Türkiye’ye, Türkiye’den de Mersin üzerinden Mısır’a, Süveyş’e bir taraftan, bir taraftan da Mısır üzerinden Orta Afrika’ya kadar üç ülkenin oluşturabileceği, Kuzey-Güney hattında oluşturabileceği, en derinlikli ekonomi koridorudur.

Mersin’i bizim bu anlamda Avrasya’yı Afrika’ya, Karadeniz’i, Akdeniz’e ve Süveyş’e bağlayan bir büyük liman olarak hayal etmemiz lazım. İktisat tarihi bağlamında da bunun bir zaruret olduğunu düşünüyorum ama, Singapur gibi, Hong Kong gibi limanların gelişmesine bakıldığında - ki dünya merkezinin epey uzağındaki limanlardır - Mersin’in gelişme potansiyeli bunun çok daha ötesindedir. Kırım’da da aynı potansiyel vardır, Kırım’ın Avrasya için ifade ettiği o liman olma konumu Türkiye için Mersin’de tecelli eder.

Bunu paylaşma sebebim şu; Türkiye yükselen bir güç olarak kendisini dünyanın ekonomisinde, ekonomi politiğinde ağırlığını hissettirdiğinde bunun her şehre bir yansıması oluyor. Her şehrin kendi iç değerlendirmesini, iç düzenlemesini, Valimizle, Büyükşehir Belediyesiyle varsa Milletvekillerimizle bütün bir siyasi kadroyla da - tabii siyasi görüş ayrılıkları olabilir ama bir şehrin ortak aklını oluşturması lazım – yapması gerekir. Bu ortak aklı oluşturduğunda her bir şehrin her bir Büyükelçiliğimizle de o şehirle ilgili yansıması olan faaliyet alanları doğar. Tanıtım faaliyetleri anlamında da o şehrimizin dünyaya, dünya ekonomisine entegre olması anlamında da. O bakımdan dünyaya en açık şehirlerimizden biri olan Mersin’in önemli bir sıçramanın eşiğinde olduğunu biz görüyoruz ve bu anlamda da her bir politikamız da her bir şehrimizle ilgili olduğu gibi Mersin’le ilgili de bu planlamayı yapmak gerektiğine inanıyoruz.

Mesela Afrika Açılımı gerçekleştirdik. Bazılarının hayal gibi gördüğü, hayalcilik olarak gördüğü 2005 yılında ilan ettiğimiz de gerçekleşmesi zor görülen ama son 5 yıl içinde başka hiçbir ülkenin herhangi bir döneminde ve bizim tarihimizin herhangi bir döneminde son 5 yıl içinde açtığımız Büyükelçilik, yaptığımız hamle kadar bir Büyükelçilik hamlesi yapılmamıştır, hiçbir dönemde. 90’lı yıllarda da - Sovyetler Birliği’nin bölünmesinin doğal sonucu olarak - birçok Büyükelçilik açmak durumunda kaldık ama o bir zaruretti. Yani Sovyetler Birliği dağıldığı için yeni devletler doğduğu için açtık ama yine de bu sayıya hiçbir zaman ulaşmadı. Cumhuriyetimizin kurulmasından sonra birçok yeni Büyükelçilik açtık ama bunlar on yıllara sirayete edecek şekilde yavaş yavaş seyretti. Son 5 yıl içinde biz 23 Büyükelçilik Afrika’da açtık, 6 Büyükelçilik Latin Amerika’da açtık, bir Büyükelçilik Malta, Akdeniz’de açtık, 4 Büyükelçilik de Asya’da açtık. Aslında bütün bu açılımlarda en fazla gündemi bir anlamda kendi şehir gündemini etkileyebilecek karşılığı olan şehirlerden biri de Mersin’dir. Eğer ticaret limanıysa bir şehir, böyle bir ticaret limanına sahipse bu açılımların hepsine büyük bir potansiyel olarak bakması lazım.
Mersin, Türkiye’nin Afrika’ya açılan kapısı olmak durumunda. 23 Büyükelçiliğimizi Afrika’da - Büyükelçilerimizi tenzih ederek söylüyorum - safari yapmak için açmadık, bir nostalji olsun diye açmadık. Tarihi bağlarımız var ama, bir nostalji olsun diye açmadık. Tanzanya’yla görüşürken, Kenya’yla görüşürken Doğu Akdeniz hattını ele alarak görüşüyoruz.

Bir çarpıcı misal olarak müsaade ederseniz - biliyorum acıktınız belki ama - Kenya’ya ilk 2008’de gittiğimizde sonra da Tanzanya’da Zanzibar’la 2009’da görüştüğümüzde Mombasa Limanın işletmesini Türkiye’nin alması için çaba sarf ettik, onlar da teklif ettiler. Somali’de bir taraftan insani yardım faaliyeti yaparken, diğer taraftan da Mogadişu Limanını bir Türk firması aldı. 16. yüzyılda Seydi Ali Reis bu limanlara gitmişti. Mesele o gittiği için biz de şimdi gidiyor değiliz, tarihi olarak nasıl Mersin önemli bir merkez ise, Mogadişu, şimdi böyle geri kalmışlıkla özdeşleştirilen Mogadişu 13. yüzyılda büyük bir limandı. Mombasa Limanı, Doğu Afrika’nın en büyük limanıydı. Mombasa’nın arkasında Kenya üzerinden Batı Afrika’ya kadar giden yani Atlantik’e ulaşan bir koridor var. Mombasa Limanını alan Doğu Afrika ticaretini, Doğu Afrika’yla, Batı Afrika’yı birleştiren ticareti kontrol eder. Şimdi biz isteriz ki, Mersin Limanı’na öyle bir perspektifle bakılsın ki, Akdeniz’deki gemiler Mersin’de dolup bütün Doğu Afrika’ya ticaret Mersin üzerinden yapılsın. Benim kabul etmediğim bir itham var, en azından Barbaros Hayrettin’i tanıyanların bunu kabul etmemesi ve isyan etmesi lazım: “Türkler kara ağırlıklı bir millettir, hiç denizcilik yapmamışlardı, denizden de hoşlanmazlar.” 1597 yılında yazılmış bir hatıratı akademik hayatta okuduğumda böyle bir algının nasıl bizim kimliğimize nüfuz ettirildiğini, yanlış bir şekilde nüfuz ettirildiğini bir kez daha gördüm. Cakarta’ya, Endonezya’ya giden bir gezginin hatıratında o dönemde, Hollandalı, ilk gidişlerinde şunu söylüyor: İlk gittiğimiz de bizi bir yerel heyet karşıladı Endonezya’da. Bu Cava’da bu yerel heyetin başında Türkiye’den gitmiş iri birisi vardı, bir Türk vardı diyor. Yani o zaman Türkiye ifadesi, bir Türk vardı diyor. Ceneviz’den aldığı malları bu bölgeye getiriyordu. Bu hani ikincil bir kaynakla değil benim bizzat okuduğum bir eser nasıl oluyor? Şöyle oluyor: 16. yüzyılda ticaretiyle, ekonomisiyle ve egemenliğiyle Akdeniz bir Türk denizi halindeydi ve her bir limandan gidenler içinde Türkler de etkin bir rol oynuyorlardı. Yani bir ülkenin Barbaros Hayrettin Paşası olacak ama ona muadil ticaret erbabı olmayacak. Öyle mi? Yani Dubrovnik’de - Dubrovnik’e özel statü belki de ilk defa tarihte serbest liman hüviyeti kazandıracak şekilde, istese Osmanlı Dubrovnik’i alabilirdi kuşatmıştı fakat Dubrovnik’i bağımsız bir şehir olarak tuttu, niye tuttu? Hırvatistan’a Dubrovnik’e gidenler orada müzeyi gezsinler - Burak Bey’le son gittiğimizde de görmüştük orada - Osmanlı fermanlarını görürler, bütün Sultanlar tarafından verilen fermanlar. Der ki, Dubrovnik’den gelen tüccarlar bütün Osmanlı beldelerinde güven içinde seyahat edeler, kimse onlara dokunmaya. Bu nasıl bir mantık yani Türkler askerdir ticaret bilmez, asker olsa gider Dubrovnik’i alırdı, almadı. Çünkü biliyor ki karşısında Venedik var. Venedik de önemli bir ticaret merkezi bütün İtalya. Dubrovnik bir kapı olarak bağımsız yapısını korusun ki, bütün ticaret benim üzerimden aksın diye yapmadı bunu, bunu bütün Akdeniz sathına yayabilirsiniz.

Amerika Birleşik Devletleri’nin tarihindeki ilk anlaşma Osmanlı’yla yapılmıştır; Cezayir Dayılarıyla. Bir doktora öğrencime özellikle bu konuda bir tez yazmasını istemiştim. Amerika Birleşik Devletleri ünvanlı ilk anlaşmanın orijinali Osmanlı arşivindedir ve ticaret ayrıcalıkları için Akdeniz’de Osmanlı’yı temsilen, Cezayir’deki Dayılarla yapılan anlaşmadır. Şimdi bunlar bizim tarihimizin nasıl tarihimizle ilgili realitelerse bugünkü realiteler de aynı şekilde. Yani Anadolu’da olacaksınız üç kenarınız denizlerle kuşatılmış olacak ve siz deniz ticareti düşünmeyeceksiniz. Yakınınızdaki küçük bir ada ülkesi - Güney Kıbrıs’ı kast ederek söylüyorum, Yunanistan’ı herhangi bir hafife almak anlamında değil - dünyanın en büyük ticaret bağlantılarına sahip olacak siz bizim alanımız değil diyeceksiniz. Hayır. Son dönemde gemi üretimine verilen, inşaatına verilen yeni perspektiflerin arkasında böyle bir bakış açısı var. Ukrayna’yla Dinyeste, Dinyeper üzerinde nasıl bir deniz seferi yapılır onların planlamalarını yapıyoruz. Mesele hangi stratejik perspektifle baktığınız ve her bir şehre bu stratejik perspektifle nasıl bir anlam yüklediğiniz. Mersin’e ilk iskele yapılırken 1834’te bakış neyse, çok belki basit gibi gelebilir aslında, bugünlere, 2034’lere doğru giderken aynı perspektifi bu kez modern ekonomiyle, küresel ekonomik politikle bakarak yapmak durumundayız.

Şu hususu da gittiğim bütün şehirlerde paylaşmaya çalışıyorum: Ankara, Adana, Mersin diye üçlü bir program yaptığımızda bu sene, Büyükelçiler Konferansı itibariyle açıkçası bunu düşündüm. Birçok şehir yan yana olan şehirler bir rekabet içine girerler, bazı yerlerde görülür. Adana ile Mersin arasında o kadar olmadığını biliyorum ama diyelim Gaziantep, Urfa birçok şehirlerde bu vardır. Halbuki bu şehirler tamamlayıcılık ilişkisiyle bakıldığında birlikte yükselirler. Biri düşerken diğeri yükselmez, birinin üstünden diğer hiç yükselmez. İki yan yana şehir biri körleşecek diğer yükselecek diye dün Urfa’da Urfa-Antep ilişkisi, Urfa-Mardin ilişkisi üzerinde durduk, düşündüğünüzde her ikisini de aşağıya çekersiniz. Halbuki dünyada çok az şehir ekonomisi vardır ki, Adana ile Mersin kadar birbirine entegredir.

Ben şuna inanıyorum: 20 sene sonra bu bölgeye gelenler Adana ve Mersin’in tam anlamıyla entegre olduğunu, neredeyse tek bir şehre dönüştüğünü görürler. Şimdi Mersin gibi bir liman varken, Adana’nın Karataş’ta başka bir liman üzerinde düşünmesi muhaldir. Bu proje olmayacak anlamında demiyorum ama Mersin, Adana’nın limana açılan kapısıdır. Adana da Çukurova’nın bütün o birikiminden Seyhan’ın, Ceyhan’ın hinterlandından beslenen bir yer olacak. Konya için de böyle. Konya, Karaman ki, Karaman Valimizin eski Karaman Valimizin şimdi Mersin Valisi olması önemlidir. Konya, Karaman, Mersin arasında üçlü lojistik toplantıları yaptık Mersin’de. Çünkü İç Anadolu’daki yükselen şehirlerin hinterlandından yani Konya’dan, Kayseri’den, Denizli’den beslenmeyen bir Mersin güdük kalır. Mersin’den mahrum İç Anadolu şehirleri de denize kapalı ülkelerin yaşadığı travmayı yaşar. Etkin dinamik ekonomiyle, etkin diplomasi arasındaki ilişki bu. Dinamik ekonomi, dinamik şehirler üretir, o şehirler oturup kendi iç planlamalarını sonra da çevre şehirlerle olan ilişkilerini tamamladıkları zaman bunu da diplomasiyle bütünleştirdiklerin de, her biri dış dünyaya açılan bir kapı haline dönüşürler ve ülke yükselirken onlar yükselirken, onlar yükselirler, o ülke yükselir.

O bakımdan bugün sabah Adana’da zikrettiğim gibi büyük medeniyetler de o iki nehrin yan yana akmasının etkisine Maveraünnehir, Amuderya, Siri Derya, Seyhun, Ceyhun, Seyhan, Ceyhan’a benzeyen şekilde. Fırat-Dicle Mezopotamya, Seyhan-Ceyhan bereketli Çukurova. Eğer bir yerde böylesine dünyanın en bereketli üç ovasından biri varsa bir şehirde ona o kadar yakınsa Mersin gibi, Mersin’in o potansiyeli büyük bir imkan olarak değerlendirmesi, öne alması lazım.

Antalya, Mersin, Adana, Hatay arasında bu büyük perspektifi geliştirmek lazım. Şimdi buradan baktığınızda değerli Büyükelçiler, değerli Mersinli hemşerilerim işte o zaman bizim Ortadoğu siyasetimiz, Akdeniz siyasetimiz, Kafkas siyasetimiz yeni bir anlam taşımaya başlar. Yerelden ulusala, ulusaldan bölgesele, bölgeselden küresele gidişin her kademesini bizim planlamamız lazım. Küresel stratejiyi geliştirip Türkiye’nin küresel ekonomi politikte etkin bir aktör olma stratejisi benimsemişseniz geri adım atmayacaksınız. Şunu çok iddialı bir şekilde söylüyorum: Bugün Türkiye’yle ilgili algı sapması oluşturmaya çalışanlar, algı operasyonu yapmaya çalışanlar aslında Türkiye’nin ortaya koyduğu küresel vizyondan rahatsız olanlardır. İsterler ki bizim 15 sene önce olduğu gibi dış politikamız Kıbrıs’ta Yunanlıları takipten, hani onlar ne yapıyor, biz ne yapalım diye, ibaret olsun. Ermenilere karşı söyleyebileceğimiz sözleri genelgeler olarak yayalım. İşte Kürt sorunundan kaynaklanan terör tehdidiyle ilgili kampanya yapalım. Hayır, bu çok defansif bir anlayıştır, biz 12 yıl içinde bu defansif anlayışı yıktık ve bir daha bu defansif anlayışa bizi kimse geri götüremez. Daha büyük bir perspektifle bizim Türkiye’nin küresel vizyon itibariyle ne düşündüğünü ortaya koyması lazım. Büyükelçilerimize ilk verdiğim talimatlardan biri hiçbir uluslararası toplantı olmayacak ki Türk Büyükelçisinin veya Türkiye’nin orada bir sözü olmamış olsun. Çevre konferansı, ulaşım kongreleri mi bütün bu platformlarda sadece geçen bir yıl içinde 20’yi aşkın uluslararası örgütte biz üyelik kazandık, seçimlerle kazandık hepsini daha önce hiç adı duyulmamış örgütler bunlar.

Uluslararası bütün büyük bölgesel kuruluşlara üye olduk, gözlemci olduk ASEAN gibi, Türk Konseyi gibi stratejik ortaklıklar kurduk, KİK gibi, Afrika Birliği gibi. Bunlar bizim dışa açılan küresel stratejimizin bir parçası. Onun alt ayakları olarak bölgesel stratejimizde de, bizim tasavvur ettiğimiz Akdeniz, malın, ticaretin, kültürün, dilin serbestçe seyyaliyet içinde hareket ettiği bir Akdeniz’dir. Çok kültürlü, çok dilli insanlığın buluştuğu bir Akdeniz rüyası. Kuzey Akdeniz gelişmiş olacak Avrupa Birliği içinde, Akdeniz’in güneyi, Kuzey Afrika ve Akdeniz’in doğusu krizler içinde olacak. Bu iki dünya yan yana yaşayamaz. Biz o iki dünyanın da içindeyiz, bizim sözümüz dinlenmeden de konuşulmadan da biz bir fikir üretmeden de Akdeniz’de kalıcı barış sağlanamaz. Biz bunun bir parçasıyız, onun için bir taraftan Akdeniz’de, Akdeniz’in kuzeyinde, Avrupa’da ekonomik krizlerle Yunanistan’dan İzlanda’ya kadar bir kuşak kriz yaşarken, Akdeniz’in güneyinde büyük devinimler, iç krizler, siyasi bunalımlar yaşanırken, Türkiye’nin ortaya koyacağı siyasi perspektif başlı başına önem taşımaktadır. - İşte konuşmanın en heyecanlı anında notlar gelir. Bir telefon görüşmesi için biraz sonra belki müsaadenizi isteyeceğim. - Nihayetinde barış havzasına dönüşürse Akdeniz, bundan en fazla istifade edecek olan da biziz. Onun için biz isteriz ki Avrupa’da ekonomik kriz çözülsün, Avrupa’da ırkçılığı, ayrımcılığı teşvik eden, tahrik eden ekonomik kriz ve işsizliğe bir çözüm bulunsun. Biz isteriz ki Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da kalıcı istikrarı temin eden, halkın irade ve taleplerini karşılayan siyasi yapılar oluşsun. Soğuk Savaş yapıları bu anlamda bitsin, modern ve küresel dünyayla ilişki kurmakta olan ve bu yüzden devinim içine giren Arap halklarının, Kuzey Afrika halklarının taleplerine uygun demokratik süreçler yaşansın. Bu kalıcı barışı temin edecek her türlü çabanın yanında olacağız, içinde olacağız çünkü biliyoruz ki eğer Akdeniz’de kalıcı barış olursa hele hele Doğu Akdeniz’de kalıcı barış olursa Mersin’de, Adana’da, Antalya’da bundan nasibini alır.

Bu bağlamda Kıbrıs davamızın da etkin bir şekilde, en kısa sürede kalıcı bir barışla çözümlenmesi için elimizden gelen her türlü gayreti gösteriyoruz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Eroğlu biliyorsunuz Çarşamba günü Ankara’daydı, detaylı görüşmeler yaptık. Şu anda Birleşmiş Milletler zeminleri dahil olmak üzere, Kıbrıs konusunda Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin gösterdiği iyi niyetli çabalardan şüphe eden kimse yoktur. Herkes bu konuda ne kadar iyi niyetli çaba gösterdiğimizin farkında. Ama artık kalıcı bir barışı temin etmek ve bu zarar veren statükonun sonunu getirmek lazım. Ya da var olan, eğer Rum tarafında bir irade eksikliği varsa alternatif yolları da hep beraber düşünmemiz, konuşmamız lazım. Kıbrıs Adasına gelecek barış Doğu Akdeniz’e de gelecek daha kapsamlı bir barışın ilk adımı olur. Ama bunun için şunu da zikredeyim: 10 sene önceki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yok bugün. 10 sene önce Rumların neredeyse 5’te 1’ne denk gelen kişi başına düşen gelire sahip, 6’ta 1’ne sahip bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vardı 4 bin dolar civarında. Şimdi 17 bin dolardır Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kişi başına düşen geliri. Ekonominiz iyiyse başınız dik olur, müzakereyi daha sağlam yaparsınız. 20 temsilciliği vardır Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yurt dışında, çoğu son 10 yılda açılmış olan. En önemlisi inşallah kalıcı bir şekilde Anadolu ile Kıbrıs’ı birleştirecek olan su projesi de hayata geçecek ve o projeyle birlikte Doğu Akdeniz’in bir barış havzası haline gelmesi için biz elimizdeki bütün kaynakları kullanabileceğimizi göstermiş olacağız. Ve oradan da Sayın Başbakanımızın da ifade ettiği gibi isterlerse - su bizim için azizdir. Bizi onlar ne kadar dışlarlarsa dışlasınlar - biz suyu Rumlar da dahil Ada’da ihtiyacı olan herkesle de paylaşırız. İşte bizim barış perspektifimiz bu.

Suriye sorunu da öyle veya böyle çözülecek. Dün Urfa’da yaşadıklarımızı, gördüklerimizi isterdim ki Suriye konusunda 3 yıldır karar alamayan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi temsilcileri de gelsinler ve görsünler. Mülteci kampında yeni doğan bir bebeği, yanından geçtiğimiz bir konteynır da bir gün önce doğan Nur’u kucağımıza aldık. Nur gibi bir küçük kız ama bir mülteci kampında evini, yurdunu tanımadan doğdu. Ne zaman kendi evine, yurduna dönecek belli değil. Biz Türkiye olarak her zaman Suriye meselesinde ilkesel bir şekilde insani diplomasinin yanında olduk ve takip ettiğimiz mülteci politikasıyla da aslında dünyaya bir insanlık dersi veren bu uygulamayla tarihte ki yerimizi, konumumuzu aldık.

İnşallah bir gün Ortadoğu’ya kalıcı barış gelecek, Kıbrıs’a gelecek, Doğu Akdeniz’de ve bütün Akdeniz’de barışın, huzurun, hakim olduğu günler gelecek. Mersin’in ve bütün Akdeniz kıyısındaki şehirlerimizin böyle bir geleceğe kendilerini hazırlaması lazım. Mersin ve üzerinden ülke ticaretimiz ne kadar artarsa, benzer limanlarla Akdeniz’de ülkeler, toplumlar, halklar ne kadar iç içe geçen ilişkiler kurarlarsa, barışta o kadar kalıcı olur. Nihayetinde halk iradesine dayalı güçlü demokrasimiz, halkımızın dinamizminden güç alan, ondan kaynaklanan, beslenen dinamik ekonomimiz ve bunlara dayalı olarak etkin diplomasimizi inşallah Türkiye önümüzdeki on yıllarda sadece Akdeniz’de değil doğu Afrika’da, Hint Okyanusunda sadece Asya’da ve Avrupa değil Afrika’da, Latin Amerika’da dünyanın her yerinde hem al bayrağımızı onurla dalgalandıran hem de bütün insanlığa en insani diplomasi örneklerini sunan ve onlarla bir barış vizyonu içinde geleceğe yürüyen diplomasimizi devam ettirecektir.

Biz bugün Büyükelçilerimizle Mersin’e gelirken Mersinlilere bu mesajı getirdik. Biz Mersin’den güç almaya geldik ve size de Mersin’in bir gün inşallah küresel ekonomi politiğin en önemli 10 şehrinden biri haline geleceği müjdesini getirdik. Bunun için el ele, omuz omuza, yürek yüreğe çalışma azmimizi getirdik. Siz de bunu kabul buyurun, gösterdiğiniz misafirperverlik dolayısıyla size de tekrar teşekkür ederiz.

Saygılar sunuyorum.