Sayın Bakanımızın Esenboğa Havalimanında Düzenlediği Basın Toplantısı, 8 Şubat 2012, Ankara

SAYIN BAKAN: Değerli basın mensupları, ikili bir ziyaret çerçevesinde görüşmelerde bulunmak üzere biraz sonra Vaşington’a hareket edeceğiz. Bildiğiniz gibi Türk-Amerikan ilişkileri hem ikili bağlamda, hem bölgesel gelişmeler, hem de küresel gelişmeler bağlamında son derece kapsamlı bir gündeme sahiptir. Bu çerçevede, biz son iki üç senedir karşılıklı aldığımız mutabakat çerçevesinde en azından yılda bir kez karşılıklı ziyaretlerle bütün bu gündemleri gözden geçiriyoruz. Bu kurumsallaşmış bir yapıdır. Son olarak bildiğiniz gibi Sayın Clinton geçtiğimiz Temmuz ayında ülkemizi ziyaret etmişti. O zaman 2012’nin ilk aylarında benim Vaşington ziyaretim konusunda mutabakata varmıştık. Bu arada tabii birçok vesilelerle defaatlerce yüz yüze ve telefonla görüşme imkanı olmuştu. Sayın Başbakanımızın, Sayın Obama ile görüşmeleri oldu. Sayın Biden’ın Türkiye ziyareti oldu. Bu çerçevede tabii ki geçtiğimiz dönemde uluslararası alanda da çok büyük gelişmeler yaşandı. Yeni kurumlar söz konusu oldu. Bütün bu konuları ele almak üzere Vashington’da temaslarda bulunacağım. Yarın daha çok Kongre temasları olacak. Kongrenin bütün kanadından temsilcilerle görüşmelerim olacak. Kongre ve Senatodan, daha sonra yine ertesi gün Cuma günü bu görüşmeler dışında Think-tank’lerde konuşmalarım var. George Washington üniversitesinde de bir konferans vereceğim. Ayrıca, oradaki vatandaşlarımızla, Türk dernekleriyle, kuruluşlarıyla ve değişik sivil toplum kuruluşlarıyla temaslarımız olacak bölgemizden. Son olarak da, Pazartesi günü, Sayın Clinton’la ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Sayın Thomas Donilon’la resmi görüşmeleri tamamlayıp, Salı günü ülkemize döneceğim.

SORU: Teşekkür ederiz efendim. Öncelikle dün Başbakan Erdoğan’ın grup toplantısında Suriye için yeni bir inisiyatif başlatmasına yönelik düşüncesi vardı. Bu düşünceden söz edebilir misiniz? Ve ikinci soruda Kilis’te on bin kişilik bir konteynır kent kurulması öngörülüyor galiba. Ve efendim en son olarak bir özel kanalda konuşmuştunuz, 11 İranlının kurtarılması hakkında bilgilerinizi paylaşabilir misiniz?

SAYIN BAKAN: Üç soru oldu, dolayısıyla arkadaşlarınızın da belki soracağı soruları dile getirmiş oldunuz. Öncelikle Sayın Başbakanımızın dün grup konuşmasında vurguladığı yeni diplomatik girişimler çerçevesinde zaten bir dönemdir, birkaç gündür özellikle BM Güvenlik Konseyi’ndeki son gelişme sonrasında yoğun temaslarımız olmuştu. Bir takım ön hazırlıklarımız oldu. Bildiğiniz gibi çok yakın komşuluk ilişkilerimiz bağlamında Suriye’deki gelişmelerle hep yakından ilgilendik.

Önce geçen sene Ocak ayından Ağustos ayına kadar ikili çerçevede bu sorunun kanlı bir şekil halini almaması, dost ve kardeş Suriye’nin barışçı bir değişim süreci yaşaması için ikili temaslarımızı yoğun bir şekilde devam ettirdik; bütün kamuoyu, dünya kamuoyu da bunu takip etti. Son olarak benim ziyaretimle bir yol haritasında anlaşılmıştı, ancak maalesef bütün bu tavsiyelerimize, uyarılarımıza, kardeşçe yaklaşımımıza rağmen Suriye yönetimi kendi halkıyla çatışma yolunu tercih etti.

Daha sonra Arap Ligi’yle birlikte yaklaşık 4-5 ay yoğun temaslar yaptık, birçok Arap Ligi toplantısına ben bizzat katıldım. Arap Ligi gözlemciler misyonu ve diğer çalışmalarla istedik ki, ikili olarak gerçekleşemeyen bu çabalar bölgesel bir inisiyatifle gerçekleşsin, ve herhangi bir bölge dışı müdahaleye hiçbir zaman taraftar olmadık, yine buna ihtiyaç kalmasın diye çaba gösterdik. Arap Ligi bu temaslarında istenilen neticeye ulaşamayınca konuyu Birleşmiş Milletler’e getirdi. Birleşmiş Milletler uluslararası toplumun vicdanını temsil eder. Orada, Türkiye’nin de desteklediği bir karar tasarısı ki, içinde hiçbir yabancı müdahale ihtimali dahi zikredilmeyen, bir yaptırım zikredilmeyen, bu anlamda son derece esnek ve bir çağrı içeren karar tasarısı uluslararası toplumun büyük kesiminin desteğini almasına rağmen, bazı üye ülkelerin, iki ülkenin vetosuna takılması sebebiyle, Birleşmiş Milletler’de de bir tıkanma yaşandı. Ama Suriye’de kan akmaya devam etti, özellikle Birleşmiş Milletler’de oylama yapıldığı gün ve sonrasında Humus’ta yaşananlar herhalde herkesin uykularını kaçırması gereken gelişmeler.

Biz, Birleşmiş Milletler süreci tıkandı diye yerimizde oturup bu akan kanı seyredemezdik. O andan itibaren gerek bölgemizden, gerekse diğer küresel aktörlerle temaslarımızı yoğun şekilde sürdürdük. Bugün Sayın Başbakanımız Sayın Medmedev’le bir görüşme gerçekleştirdi bildiğiniz gibi. Dün ve bugün, Katar Başbakanı ve Arap Ligi Dönem Başkanıyla iki görüşme gerçekleştirdim, İran Dışişleri Bakanıyla dün bir görüşmem oldu, yine Avrupa’dan İtalyan ve Fransız Dışişleri Bakanları arayarak görüşme talebinde bulundular, onlarla da görüştük, daha önce İngiliz Dışişleri Bakanıyla temaslarımız olmuştu, bölge içinde diğer temaslarımız da sürüyor, bundan sonra da sürecek. İstiyoruz ki, artık insani bir trajedi haline dönüşen bu sorun çerçevesinde ortak bir mutabakat zemini oluşturalım, bu mutabakat zemininde bu konuya Birleşmiş Milletler dışında kapsayıcı bir platform içinde çözüm arayalım. Esas çabamız budur, bunun için biz girişimlerimizi önümüzdeki günlerde de sürdüreceğiz.

Amerika ziyareti sırf Suriye bağlamında yapılan bir ziyaret değil sadece, bütün ikili konuları kapsıyor, ama Amerika’da da bu konuya eğileceğiz, oradan da telefon diplomasisini devam ettireceğiz. Önümüzdeki günlerde, Cumartesi günü Arap Ligi toplanacak, mutabık kaldığımız şekilde Arap Ligi Dönem Başkanıyla Cumartesi günkü toplantıdan sonra tekrar bir görüşme gerçekleştirip Arap Ligi’yle birlikte tekrar yeni bir girişim, uluslararası mahiyette bir girişimi devreye sokacağız; bu konuda kararlıyız. Hiçbir şekilde bu akan kana seyirci kalmayız, bunu hem kamuoyumuzun, hem Suriye’deki kardeşlerimizin, hem de dünya kamuoyunun bilmesi önem taşıyor.

Suriye’den gelen, baskılar karşısında kaçarak ülkemize sığınan kardeşlerimiz için bildiğiniz gibi şu ana kadar Hatay’da değişik kamplarda çadır kentlerde ağırlamıştık onları. Şimdi Kilis’te böyle bir çalışma yürütülüyor Sayın Başbakanımızın talimatıyla, daha iyi şartlarda onların ağırlanması için her türlü çabayı göstereceğiz.
Türkiye, güçlü devlet geleneğine sahip bir ülkedir. Ve bu devlet geleneğinin belki de en asli unsurlarından birisi bize sığınanlara etnik, mezheb kimliklerine bakmaksızın her zaman kucak açmış olmamızdır. Bu bizim devlet olmamızın, bu tarihe, bu coğrafyaya ait olmamızın doğal bir sonucudur. Eğer birileri kendileri için bizi, Türkiye’yi, ülkemizi bir ana kucağı gibi güvenilir bir yer olarak görüyorsa, onlara bizim yardım elini uzatmamızdan daha başka bir şey düşünülemez. Daha önce bu Irak’tan kaçan Saddam’dan kaçan Kürt kardeşlerimiz için, Miloseviç’ten kaçan Boşnak kardeşlerimiz için, Jirkov’dan kaçan soydaşlarımız, Türk kardeşlerimiz için, hepsi için geçerli olan bir durum, tabii ki Suriyeli kardeşlerimiz için de geçerlidir. Çalışmalarımız bu yöndedir.

Son husus ise, evet, 11 İranlı Suriye’de kaybolduğu veya kaçırıldığı diyelim, Suriye’de böyle bir durum söz konusu idi. İran Dışişleri Bakanı değerli dostum Sayın Salihi hem telefonla, hem de yazılı bir mesajla bu konuda yardımımızı talep etmişlerdi. Biz de elimizdeki bütün imkânları kullanarak, Suriye içindeki kanalları da kullanarak bu İranlı komşularımızın ülkemize intikalini sağladık. Şu anda Hatay’dalar, Türkiye’ye geldiler. İnşallah yakın zamanda da onları sağlık kontrolü ve diğer çalışmalar sonrasında İran’a, ülkelerine, ailelerine kavuşturacağız.

Bu da bizim için bir gelenektir biliyorsunuz. Geçtiğimiz sene de Libya’da benzer durumlar yaşandığında değişik milletlerden, Amerikalı, İngiliz, birçok milletlerden bu durumda olanların ailelerine kavuşturulmasına katkıda bulunmuştuk. Tahliye esnasında da insanlık adına 65 farklı ülkeden 10 bine aşkın kardeşimizi ülkelerine kavuşturmuştuk. Biz bütün bunları bir insani konu olarak görüyoruz, bundan sonra da bu tür çalışmaları sürdüreceğiz.

SORU- Bu soruya ek olarak soruyorum aslında.
Dışişleri Bakanı olarak askeri müdahale olabileceği endişesini taşıyor musunuz? İlk sorum bu.

İkinci soru da, önemli gündem maddesi, bugün biz de yakından takip ettik, kuşkusuz sizin de bazı değerlendirmeleriniz oldu ama, biraz daha detaylı bilgiye sahip olduysanız bizimle paylaşır mısınız diye soruyorum. Özellikle MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve eski dönem müsteşar ve yardımcısının KCK operasyonları çerçevesinde çağırılması noktasında, ifadelerinin istenmesi noktasında. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

SAYIN BAKAN: Bir Dışişleri Bakanı olarak sordunuz, şimdi ben de öyle cevaplayayım. Dışişleri Bakanlığının misyonu, ülkelerinin çıkarlarını korumak, uluslararası alanda ülkelerini temsil etmektir. Ama onun kadar da önemli bir misyon; küresel, bölgesel, uluslararası sorunlar konusunda diplomasiyi sonuna kadar kullanmak için her türlü çabayı sarf etmektir.

Son 1 sene içerisinde her halde içeride ve dışarıda herkes ne kadar yoğun bir şekilde, önce Tunus’ta, sonra Mısır’da, daha sonra Libya’da, şimdi Suriye’de, arada Yemen ve Bahreyn’de olanlara, gelişmelere en barışçıl, doğrudan katkı yapan ülkelerin başında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni geldiğini görüyordur. Biz bölgede bir tek kardeşimizin dahi burunun akmasına, hele hele bölgeye dışarıdan müdahaleler olmasına, ilkesel olarak karşıyız. Bunun olmaması için hep büyük çaba sarf ettik.

Şunu da vurgulamak gerekir: Suriye’de bir zulüm söz konusu olduğunda da, bir baskı söz konusu olduğunda da, orada işte hepinizin televizyonlarda seyrettiği kadınların, çığlık çığlığa kaçan çocukların hukukunu korumak da bizim görevimizdir. Bu insani bir görevimizdir, komşuluk hukukunun bir gereğidir. Bunun için çok çaba sarf ettik, diplomasinin her türlü imkânlarını kullandık, kullanmaya devam edeceğiz, bıkmadan, usanmadan. Gerekirse 24 saat bu konu üzerinde çalışarak bu zulmü durdurmak için ne gerekiyorsa onu yapacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. İnşallah başka herhangi bir seçeneğe gerek kalmadan diplomatik imkânlarla bu sonuca ulaşabiliriz.

İkinci konu da, sabahleyin zaten bir televizyon programında gerekli açıklamalarda bulunmuştum, ayrıca bir açıklamaya gerek olduğunu zannetmiyorum. Kapsamlı bir açıklamada bulundum zaten, o bakımdan bu çerçevede kalalım.

SORU- Efendim, 49 Türk istihbarat subayının Suriye topraklarında yakalandığı ve serbest bırakılmaları için bazı görüşmelerin sürmekte olduğu iddia ediliyor. Doğruluk payı var mı acaba?

SAYIN BAKAN: Şimdi bu süreçte bir de psikolojik tabiri caizse harp yürütülüyor; açık söyleyeyim. Yani asılsız haberler çıkartılıyor, asılsız haberler üzerinden Türkiye ve hükümetimizin uyguladığı politika bir vehim, bir itham altında bırakılmaya çalışılıyor. Böyle bir haber söz konusu değil. Böyle bir haber elinde olan varsa açıklasın, Türkiye’den giden bu 49 kişi kimler bunlar? Böyle bir şey söz konusu değil. Bunu şunun için söylüyorum, iyi ki sordunuz: Böyle bir haber çıkıyor veya benzer haberler çıkıyor, sonra bu haberlerin doğruluğu üzerine yorumlar yapılıyor. O bakımdan bu tür kritik dönemlerde, birçok psikolojik operasyonun yürütüldüğü dönemlerde kamuoyumuzu son derece hassas olmaya davet ediyorum. Libya’da da biz bunlarla, böyle gelişmelerle karşılaştık ve bu sebeple galeyana getirilen halkla karşılaştık, Libya’da yaşadıklarımızı biliyorsunuz.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hangi yöntemi nasıl, ne zaman kullanacağını bilecek kadar tecrübeli bir geleneğe sahiptir ve ne yaparsa bunun hangi usul çerçevesinde ve ne yönde, ne istikamette olacağını tayin edecek güce de, kudrete de sahiptir. Bu haberin aslı astarı da yoktur, kimseyle de böyle bir konuyu görüşmeyiz.

SORU- Efendim, bu Suriye çözümü için yeni diplomatik girişim kapsamında İstanbul’da Suriye’nin dostlarını kapsayan bir uluslararası konferans öngörüldüğünü, öyle bir çalışmanın üzerinde olduğunuzu söylediniz. Peki, akan kanın acilen durmasını söyleyen de yine Türkiye. Bir timeline var mıdır, yani ne zaman toplanabilir? Çok yoğun bir diplomasi trafiği içinde olduğunuzu siz söylediniz, Sayın Başbakan da yürütüyor. En yakın tarih nedir? Bu konferans ne zaman gerçekleşir?

SAYIN BAKAN: Bu tür konularda bizim geliştirdiğimiz açıkçası yöntem var. O da, istişarelerle belli bir aşamaya gelene kadar, bu çalışmanın detayı hakkında çok fazla spekülasyon yapılmasına izin vermemek. Şimdi bu istişareleri sürdürüyoruz, bu istişarelerde belli bir neticeye ulaştığımızda kamuoyuyla paylaşırız. Ama şunu söyleyebilirim: Eğer Birleşmiş Milletler üzerine düşeni yapmıyorsa, son derece yanlış kullanılan veto hakkı dolayısıyla ki bunu açık söyledim, tekrar söylüyorum, Suriye’nin kaderi önce Suriyelileri ilgilendirir ve sadece Suriyelileri, Suriye halkının iradesidir.

İkinci olarak, Suriye’nin komşuları olan Arap ülkelerini ve Arap olmayan tek komşusu olan Türkiye’yi ilgilendirir, çünkü bütün bu gelişmelerin bedelini biz ödüyoruz. Daha önce Irak’ta yaşanan gerilimlerin de bedelini ödedik.
Üçüncüsü; bütün bölgeyi ilgilendirir, sonra diğer küresel aktörleri, bütün küresel aktörleri ilgilendirir.

Ancak, maalesef Birleşmiş Milletler’de bence bundan sonra daha da açık sorgulanması gereken, daimi üyelerin içinde yürütülen müzakereler, bütün bu ilgili tarafları, birinci derecede ilgilendiren tarafları biraz da göz ardı edecek şekilde veto kullanımları Birleşmiş Milletler sistemini tıkadı. O tasarıyı sunan Arap Ligi’dir, içinde bütün Arap ülkelerinin olduğu, Türkiye’dir, doğrudan bu meseleye ilgili. Dolayısıyla, bizim kaygılarımız gözetilmiyorsa, Suriye’de akan kan durdurulacak şekilde en esnek bir Birleşmiş Milletler kararı bile Birleşmiş Milletler’den sırf karşılıklı güç dengeleri dolayısıyla çıkarılamıyorsa, o zaman bu insanlık vicdanını temsil edecek başka platformlar oluşturma ihtiyacı doğar. Bu çerçevede böyle bir platform, böyle bir görüşme zemini oluşturmak için çabalarımızı sürdüreceğiz. Ha bu Türkiye’de mi olur, başka bir ülkede mi olur, o ikincil bir konu. Esas olan, biz hiçbir zaman, bazılarının yapmaya çalıştığı gibi hiçbir zaman bu meseleleri bir prestij ve şov meselesi olarak görmedik. Şu anda bizi ilgilendiren tek şey, gece ve gündüz ilgilendiren tek şey, Suriye’de akan kardeşlerimizin kanlarının durmasıdır. Nerede olur, nasıl olursa olsun bunun durması gerekir. Kim olursa olsun buna müdahil olması gerekir. Bu, gözümüzü kapatıp rahat bir şekilde istirahate çekilebileceğimiz veya izleyeceğimiz bir durum değildir.

Dolayısıyla, toplantı Türkiye’de olur, başka bir ülkede olur; bugün tekrar vurguladım, bir daha söyleyeyim, bizim tek ilkemiz var bu konuda, toplantı bölgemizde olacak, eğer böyle bir platform oluşursa bölgede olacak. Bu Türkiye olabilir, istenirse tabii ki biz ev sahipliği yaparız, başka bir bölge ülkesi, Türkiye olmayınca bir Arap Ligi üyesi ülke olacak, Arap Ligi’yle de bunu konuşuyoruz, en doğru mekânda bu yapılır. Bir kerede yapılacak bir toplantı değil, belki tekrar edilmesi gereken süreçler olur. Ama öncelikle bu uluslararası vicdanın sesini duyuracağı bir zemin oluşturmak lazım. Birleşmiş Milletler bu mahiyeti maalesef kaybetmiştir. Ya Birleşmiş Milletler‘de tekrar bu konu ele alınır ve hepimizi rahatsız eden bu durum konusunda gerçek bir karar tasarısı kabul edilir, o olmuyorsa biz başka zemin oluşturur, o zeminlerde de bunları konuşuruz, ama sessiz kalmayız.
Peki, teşekkür ederim arkadaşlar.