Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zeki Levent Gümrükçü’nün Olağan Basın Toplantısı, 2 Ekim 2013

Evet arkadaşlar, saat tam 11.30, başlayalım isterseniz. Giderek bunu rayına oturtmaya başlıyoruz. Bir haftalık bir aradan sonra nitekim tekrardan bir olağan basın toplantısı şeklinde yapıyoruz. Bildiğiniz gibi geçen hafta BM Genel Kurul açılış toplantılarına katılmak üzere New York’taydık. Sayın Cumhurbaşkanımızla beraber, Sayın Bakanımız ve Sayın Kalkınma Bakanımız, Aile ve Sosyal Politikalardan sorumlu Bakanımızla beraber çok yoğun bir program yürütüldü. Sadece Sayın Bakanımızın programında yüzü aşkın ikili ve çoklu görüşme vardı. Daha gitmeden önce de konuşmuştuk. Hemen hemen o programda size ifade ettiğim unsurların hepsi gerçekleştirildi. Eş başkanlık yürüttüğümüz çeşitli girişimler, medeniyetler ittifakı olsun, barışçıl arabuluculuk girişimleri olsun, terörizmle mücadele küresel formu olsun ve en az gelişmiş ülkelere yönelik toplantılar olsun, bu toplantılarda Sayın Bakanımız İspanya Finlandiya, Amerika ve Belçika ile birlikte eş başkanlık yaptı. Dönem başkanlığını yürüttüğümüz Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı’nın başkanlığını yaptık. Ve önümüzdeki sene itibariyle bu başkanlığı Çin’e devrediyoruz. Belki az önce söylemeyi unuttum, New York’ta yapılan toplantı sırasında Türkiye’nin Terörizmle Mücadele Küresel Forumu’nun da iki sene daha eş başkanlığı yürütmesi kararlaştırıldı. Bütün bu toplantıların dışında, New York’tan iki güzel haber çıktı. Bir tanesi ilk defa yapılacak olan BM’nin Dünya İnsani Yardım Zirvesi. 2016’nın ilk yarısında yapılacak olan bu zirvenin ev sahipliğine birçok başka şehrin de adaylığı olmasına rağmen İstanbul seçildi. Bu zirve 2016 yılında Türkiye ve İstanbul’da yapılacak. Bu esasında gerçekten son dönemde insani konuların uluslararası alanda artan önemi de göz önünde bulundurulduğu takdirde çok önemli bir gelişme olarak göze çarpıyor. Onun dışında nispeten daha önce kararlaştırılan ancak son dönemde nihai aşamaya getirilen bir başka gelişme de UNDP’nin, BM kalkınma programının, Avrupa ve BDT bölgesel merkezinin İstanbul’a taşınması kararı oldu. Buna ilişkin olarak da Sayın Bakanımızla BM Kalkınma Programı Direktörü arasında New York’ta bir protokol imzalandı. Bunun dışında üçlü bir girişim olarak Bosna-Hersek, Sırbistan ve Türkiye arasındaki üçlü işbirliği toplantısını da yaptık. Ve önümüzdeki dönemde yapılacak olan diğer toplantılara ilişkin takvim de burada kesinleştirildi. Bunun dışında yanılmıyorsam 2011 yılında kurulan Latin Amerika ve Karayipler bölgesinin tüm ülkelerini kapsayan bir Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu (CELAC) ile ilk defa bakan düzeyinde bir toplantı yapıldı ve bu örgütle Türkiye arasında bir kurumsal diyalog mekanizması kuruldu. Bu da Türkiye’nin çok boyutlu dış politikası içerisinde esasında önemli bir gelişme oldu ve bu toplantıda da “Troyka” ülkeleri grubunun bakanları uzun ve verimli bir görüşme yaptı. Bunun dışında üyesi olduğumuz Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Güneydoğu Avrupa Ülkeleri İşbirliği Konferansı’nın yanı sıra Türk Konseyi’nin de dışişleri bakanları toplantısına Sayın Bakanımız katıldı. Ve tabi bütün görüşmelerimizde neredeyse en öncelikli gündem maddelerinden birisini oluşturan Suriye konusunda, Suriye Halkının Dostları Grubu’nun New York’ta, BM’de ilk defa Ulusal Koalisyon Başkanı Sayın Jarba’nın da katılımıyla bir toplantı oldu. Sayın Bakanımız orada da bir konuşma yaptı. New York programını bu şekilde yoğun bir çerçevede bitirdikten sonra da Türkiye’ye dönerken Cenevre’ye uğradık. Ve Cenevre’de de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin İcra Komitesi toplantısına katıldık. Burada Sayın Bakanımız ana konuşmacılardan birisi olarak diğer Suriye’ye komşu ve mülteci akınına uğrayan, bir şekilde en azından Suriye’den kaçanlara ev sahipliği yapan ülkelerle beraber, ki bunlar Lübnan, Ürdün, Türkiye, Mısır ve Irak, 5 ana konuşmacısı olan bir toplantıya katıldı. Ve burada bir kez daha Suriye konusunun insani boyutuna özellikle dikkat çektik. Türkiye’nin yaptıklarını anlattık. Ayrıca uluslararası toplumun bu konuda daha neler yapması gerektiğine dikkat çektik, BM sistemi içerisinde bu konuyla ilgilenen diğer birimlerin başkanlarıyla beraber kuvvetli bir çağrıda bulunduk.

Önümüzdeki dönemin programına ilişkin olarak da dün bazı arkadaşlarla konuştuk. Çok netleşmemişti söyleyememiştim gerçi, ama yarın akşam itibariyle Sayın Bakan Dubrovnik’e gidecek. Orada 8. Hırvatistan Forumu veya Zirvesi olarak adlandırılan ve bu yıl sekizincisi yapılan bir toplantıya katılacak. Bu yılki toplantının önemi Avrupa Enerji Güvenliği konusunda yapılacak olması. Sayın Bakanımız da ana konuşmacılardan biri olarak bu panelde yer alacak. Toplantının ev sahibi Hırvatistan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Vesna Pusiç’in davetine icabetle, kendisi ile görüşmelerde bulunmak üzere Hırvatistan’a, Dubrovnik’e gideceğiz. Dönüşte de cuma ve cumartesi günleri Karadağ ve Arnavutluk’a birer ikili ziyaret yapılması öngörülüyor. Ancak, bunların programları henüz daha oluşma aşamasında. O yüzden sadece şu aşamada bir öngörü olarak size ifade edeyim. Programlar netleştikçe sizlerle de bunları paylaşacağız. Bu kadar. Şimdilik burada durayım. Sorularınız varsa sorularınızı alayım.

SORU : Türkiye’nin uzun süredir planladığı uzun menzilli füze savunma sistemi için Çinli bir şirketle görüşmeye başlama kararı alması üzerine NATO ve ABD’den bazı tepkiler geliyor. Son olarak da Rasmussen bir açıklama yaptı. NATO üyelerinin bu karardan duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Aynı zamanda NATO’ya üye olan ülkelerin birlik altında birleşmeleri gerektiğini söyledi. Bunu sadece teknik olarak değil siyasi boyutlu olduğu için de size sormak istiyorum. Bu tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süreç içerisinde Türkiye’nin kararını NATO ve ABD’den gelen rahatsızlık etkileyecek mi? Başka bir yönde karar vermesine neden olabilir mi? Teşekkürler.

CEVAP : Bu konu son 2-3 günden beri basında evet çok yoğun bir şekilde yer alıyor. Esasında bu konu Dışişleri Bakanlığı’nı ilgilendiren bir konu değil. Malum biliyorsunuz Savunma Bakanlığı ve Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın da yer aldığı ayrı bir kuruldan çıkan bir karar bu. Ancak, anladığım kadarıyla süreç henüz sonuçlanmış değil. Henüz daha bu Çin firmasıyla görüşmeler yapılacak. O yüzden bu konunun teknik boyutu olarak tam bir şey söylemem mümkün değil. Bu konuda belki savunma Bakanlığımız veya Savunma Sanayi Müsteşarlığımız daha ayrıntılı bilgi verebilir. Ancak, süreç devam ediyor. Buna paralel olarak tabiatıyla böylesine önemli bir konuda NATO içerisindeki müttefiklerimizle görüş alışverişinde bulunulması da çok doğaldır. Bunu da doğal karşılamak lazım. Çünkü, hava savunma sistemi veya füze savunma sistemi bir ülkenin savunmasının en önemli boyutlarından bir tanesini teşkil eder. O bakımdan NATO içerisinde bu konunun ilgi çekmesi ve Türkiye ile bu konuda görüş alışverişinde bulunulması gayet doğaldır. Aslında çeşitli düzeylerde bu görüş alışverişi son 3-4 gündür devam ediyor. Ancak, bunu bir tepki gösterilmesi veya bir uyarıda bulunulması gibi algılamak yanlış. Bir bilgi alışverişi, bir görüş alışverişi yapılıyor. Ve kendilerine de zaten bu süreç hakkında detaylı yeterli bilgiler veriliyor diye biliyorum. Onun dışında az önce söylediğiniz hususlara ilişkin olaraktan tahmin ediyorum Savunma Bakanlığımızın veya Savunma Sanayi Müsteşarlığımızın daha net bilgi vermesi mümkün olabilecektir.

SORU : Levent Bey benim iki sorum olacak. Öncelikle Pazartesi günü açıklanan demokratikleşme paketi ile ilgili; her ne kadar iç konu olsa da dış boyutu da var aslında. Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasıyla ilgili bir reform göremedik. Avrupa Birliği’nin ve en son Nisan ayında Kerry’nin Türkiye’ye çağrıları vardı, bu okulun açılmasıyla ilgili. Acaba, düzenlemeler ne aşamada bunu merak ediyorum.
İkinci olarak da dün Suriye Dışişleri Bakanı’nın bir açıklaması vardı. Türkiye’nin Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte Cenevre-2 Konferansı’nı bloke ettiği şeklinde. Bununla ilgili cevabınız nedir acaba?

CEVAP : Evet ilk konuda, yani Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması; tabii bunu kimin ne söylediğinden bağımsız olarak bu Türkiye’nin kendisinin bizatihi ele aldığı ve uzun bir süredir de çalışmaları yürüttüğü bir konu. O bakımdan bunu bence kendi iç meselemiz olarak görmek ve bu çerçevede değerlendirmek lazım ki, bu konuda da demin dediğim gibi hükümet içerisinde Başbakanlığımızda bir çalışma yürütülüyor. Halen de devam ediyor. O bakımdan bu konudaki gelişmeleri önümüzdeki günlerde daha rahat görebiliriz diye tahmin ediyorum. İkinci sorunuzla ilgili olarak; Suriye Dışişleri Bakanı’nın açıklamaları, evet birçok açıklaması oldu, Genel Kurul’da yaptığı konuşmayı da izledik. Tabii Cenevre-2 sürecini, yani siyasi bir çözüm bulunması yönündeki çabaları Türkiye’nin engellediği yönündeki suçlamayı kabul etmek mümkün değil. Türkiye başından beri, zaten Cenevre 1 diye adlandırabileceğimiz Cenevre Mutabakatı’na da bizzat katkıda bulunmuştu. Türkiye o dönemde de, Cenevre’deki o anlaşmanın, o uzlaşının ortaya çıkmasında çok yoğun ve aktif bir rol almıştı. O bakımdan Cenevre-2’ye giden süreçte de, Türkiye her zaman için barışı kolaylaştıracak ve süreci hızlandıracak her türlü çabaya destek vereceğini defaatle söylüyor. O bakımdan bunu kabul etmek mümkün değil. Ancak, şurada şu enteresan, dün birçok açıklaması var dediğim gibi, yani çoğunu da dikkate almak mümkün değil belki ama; bir yandan Cenevre-2 sürecine destek verdiklerini ifade ederken, hem de önkoşulsuz bir şekilde destek verdiklerini söylerken; bir yandan da Suriye Ulusal Koalisyonu’yla hiçbir şekilde masaya oturmalarının mümkün olmadığını ifade etti Sayın Muallim. O bakımdan Cenevre-2 süreci, bildiğiniz gibi Suriye halkının meşru temsilcisi olan Suriye Ulusal Koalisyonu ve rejim temsilcilerinin bir araya gelerek ortak bir uzlaşı çerçevesinde belirlenecek kişilerden bir geçiş yönetiminin kurulmasını ve bu geçiş yönetiminin de tam icra yetkisini üstlenerek Suriye’yi seçimlere götürmesini öngörüyor. O bakımdan, Suriye Ulusal Koalisyonu’yla masaya oturmayacağını söylerken; öte yandan da Cenevre-2 sürecine destek verdiklerini ifade etmesi esasında açık bir çelişki olarak ortaya çıkıyor. Belki dikkat edilmesi gereken, üzerinde durulması gereken husus budur diye düşünüyorum. Burcu, Milliyet.

SORU : Bu hafta başında radikal gazetesinde olması lazım, Adıyaman’da çocukları El Kaide’ye giden 2 tane baba konuşmuştu. Bugün de, Emniyet’in El Kaide’ye katılan 11 gencin olduğu yönünde bir açıklaması oldu.

LEVENT BEY: Kaç gencin?

SORU : 11 ya da 13 olması lazım. Bununla ilgili aileler bir feryat içinde; hani çocuklarımız gidiyor, ne yazık ki bu konu hakkında hiçbir şey elimizden gelmiyor şeklinde. Bununla ilgili görüşünüz tepkiniz ne olur diye sormak istedim, teşekkürler.

CEVAP : Vallahi, yani Dışişleri Bakanlığı olarak bu konuda bir tepki vermek çok mümkün değil. Dediğiniz gibi bu konu esasında herhalde iç güvenlik makamlarımızı ilgilendiren bir husustur ama, bizim gerek El Kaide olsun; gerek diğer radikal gruplarla ilişkimiz tutumumuz çok açık. O bakımdan bunlara bizim herhangi bir şekilde göz yummamız veya teşvik etmemiz sözkonusu bile değil. Ancak bu bahsettiğiniz spesifik durumla ilgili olarak; aynı şekilde bizim de hep başından beri söylediğimiz bir husus, Suriye’deki hiçbir radikal grubu desteklememiz, destek vermemiz veya bunlara gidebilecek destek veya yardıma göz yummamız müsamaha göstermemiz mümkün değildir. Bugüne kadarki politikamız da bu konuda çok açıktır. Hele son günlerde ve son dönemde, bu konuda kamuya da açık bir şekilde açıklamalar üst düzeyli yetkililerimiz tarafından yapılmaktadır. Bizim Suriye’deki muhatabımız Suriye halkının meşru temsilcisi konumundaki Suriye Ulusal Koalisyonu’dur ve Suriye Ulusal Koalisyonu’na bağlı olarak çalışan siyasi ve askeri kanattaki diğer birimlerdir, kurumlardır. O bakımdan bizim bunların dışındaki herhangi bir gruba destek vermemiz veya buna giden desteğe bir şekilde aracılık etmemiz sözkonusu değildir.

SORU : Levent Bey birkaç sorum olacak. Öncelikli olarak Suriye’nin Dostları Grubu Toplantısı yapıldı. Acaba, Türkiye’nin o toplantıda somut önerileri oldu mu? New York’taki toplantıdan söz ediyorum. İkincisi Rusya, yine Suriye konusuyla ilgili Rusya’dan gelen çeşitli değerlendirmeler var. Suriye’nin kimyasal silahlarının deniz yoluyla Türkiye’den boğazlardan Rusya’ya geçilerek burada imha edilmesi yönünde. Türkiye bunu nasıl değerlendirir? Farklı bir konu yine BM’de gündeme geldi, Kıbrıs konusu. Kıbrıs’la ilgili olarak herhalde yeni bir müzakere süreci başlıyor. Türkiye’nin bir yol haritası var mıdır? Kısa vadede sonuca ulaşmak için herhangi bir adım atacak mı? Bir de son olarak New York’ta da çok sayıda temas yaptığınızı belirttiniz birçok kişiyle. Biliyorsunuz geçen toplantılarda da sormuştum ama, yaklaşık 6 ay öncesinde ABD ve İngiltere’nin Sayın Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i, ABD’nin de Vaşington Büyükelçiliğimizi dinlediğiyle ilgili iddialar vardı . Acaba, oradaki toplantılarda Sayın Bakan’a herhangi bir somut veri sunabildiler mi? Teşekkürler.

CEVAP : İlk sorudan başlayalım. Suriye Halklarının Dostları Grubu Toplantısı New York’ta yapıldı. Somut bir önerimiz oldu mu? Suriye halkının Dostları Gurubu Toplantısı’nda, Sayın Bakanımız zannediyorum toplantıya başkanlık eden Fransa Dışişleri Bakanı ve Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Jarba’dan sonra ikinci konuşmayı yaptı. Bu konuşmasında da, bugüne kadar esasında defaatle dile getirdiği hususların bir kez daha altını çizme imkanı buldu. Somut öneri bakımından ise, aklıma gelen, şu aşamada öncelikli konulardan bir tanesi olan kimyasal silahların imhası süreci. O konuda varılan uzlaşının ne şekilde hayata geçirileceğinin önemli bir gündem maddesi olduğu bir toplantıydı. Bu çerçevede Sayın Bakanımız da, bu süreçte çok dikkatli olunması ve baştan caydırıcı önlemlerin; yani bu sürecin bu anlaşmanın uygulanması konusunda oluşabilecek herhangi bir ihlali baştan caydırılabilecek önlemlerin BM Güvenlik Konseyi kararında yer alması konusunda açık bir çağrıda bulundu. Suriye tarafının bu anlaşmayı ihlal etmesi halinde ne tür yaptırımlara tabi olabileceğinin baştan açık bir şekilde bir BM Güvenlik Konseyi Kararı ile ortaya konması gerektiğini dile getirdi ki, bu esasında biliyorsunuz o toplantıdan bir veya iki gün sonra kabul edilen BM Güvenlik Konseyi kararında da gayet kuvvetli bir ifadeyle yer aldı. Yani hem sürecin nasıl işleyeceğine, bunun raporlama tekniklerinin nasıl olabileceğine, nasıl izleneceğine dair çok detaylı hususların yanı sıra; Suriye’nin herhangi bir şekilde bu anlaşmayı ihlal etmesi halinde Güvenlik Konseyi’nde veya BM Şartı’nın 7. Bölümü altında gereken tedbirlerin alınacağı açık bir şekilde ifade ediliyor. Bizim bu toplantıda dile getirdiğimiz ikinci bir husus: yine başından beri ifade ettiğimiz, Suriye krizinin sadece kimyasal silah boyutuna indirgenemeyeceği, Suriye’de kimyasal silahlar dışında da yüz binden fazla insanın öldüğü ve krizin kimyasal silahlardan bağımsız olarak da her gün can almaya devam ettiği yönündeydi. O yüzden Suriye krizine kalıcı ve etkin bir çözüm bulunması yönündeki çağrımızı bu toplantıda tekrardan dile getirdik. Bunun da kimyasal silah süreciyle, canlanan BM Güvenlik Konseyi’ndeki tartışmaların da dikkate alınması gerektiğini vurguladık. Bu da, yine bakarsanız Güvenlik Konseyi’nde kabul edilen kararda esasında yer alıyor. Yani Suriye krizinin kimyasaldan bağımsız olarak uluslararası ile bölgesel barış ve güvenliğe bir tehdit teşkil ettiği hususu çok açık bir şekilde yer alıyor kararda ve Cenevre-2 sürecine de atıfta bulunmak kaydıyla bu konuda atılması gereken adımlara hem işaret ediliyor hem de destek veriliyor. Bu bakımdan da esasında önemli bir karar olarak nitelendirilebilir.

Üçüncü dikkat çektiğimiz ve hala da dikkat çekmeye devam ettiğimiz husus: insani boyut; yani Suriye’deki bu krizin belki de en önemli yansımalarından bir tanesi, Suriye halkına ve komşu ülkelere yansıyan insan trajedisidir. Bu çerçevede Sayın Bakan bu toplantıda bu insani trajediye, bu konuda da etkin adımlar atılması gereğine önemle dikkat çekti. Maalesef bu konuda, dünkü Cenevre toplantısında Sayın Bakanın da üzerinde kuvvetle durduğu gibi, kabul edilen Güvenlik Konseyi kararında insani konulara bir atıfta bulunulmaması esasında bizim açımızdan bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Yani bu bir eksiklik teşkil etmiştir. Ancak, bunu New York’taki temaslarımızda da, Cenevre’deki temaslarımızda da sık sık dile getirdik. Bize söylenen orada, bu konunun ayrı bir şekilde ele alınacağı ve Güvenlik Konseyi’nin insani duruma ilişkin olarak bir tutum ortaya koyacağı yönünde; ki tahmin ediyorum bu önümüzdeki günlerde gerçekleşebilecek. Çünkü basına da yansıdığı şekilde, Avustralya ile Lüksemburg’un bu konuda bir çalışması olmuş. Güvenlik Konseyi’nde bu konudaki çalışmalar devam ediyor. Bu eksikliğin de giderilmesi suretiyle, Suriye konusunun belki bütün boyutlarına en azından bu aşamada bir şekilde işaret eden, bir şekilde bu konuda yapılması gerekenleri ortaya koyan bir Güvenlik Konseyi tutumu ortaya konmuş olacaktır. İkinci husus, bu konu da sürekli gündeme geliyor her basın toplantısında. Pardon siz şunu söylediniz: Rusya’nın kimyasal silah imhası süresince kimyasal silahların belki boğazlardan geçirilmek suretiyle kendi ülkesinde imhası olabilir mi? Olabilir, yani buna bir şey söylemek güç bu aşamada. Çünkü bildiğiniz gibi Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün uzmanları daha dün itibariyle Suriye’ye vardılar. Şimdi bunlar yerinde bir inceleme yapacaklar ve bu çerçevede sürecin nasıl işleyebileceğini, bu kimyasal silahların yerinde imhası veya ülke dışına çıkartılmak suretiyle imhası konusunda nasıl bir yol izleneceğine dair ayrıntılı bir rapor sunacaklar. Bu rapora göre sürecin nasıl işleyeceği ortaya çıkacaktır. Hangi tür silahların Suriye’de imha edilebileceğini, hangi tür silahların yurtdışına çıkartılmasının sürecin belirlenen takvim içerisinde sonuçlandırılması bakımından gerektiğini ve burada da nasıl bir yol izleneceğini göreceğiz. O bakımdan şu aşamada bir şey söylemek belki erken.

Kıbrıs konusu evet, New York’taki temaslarımızda da önemli bir gündem maddesiydi. Gerek BM Genel Sekreteriyle yapılan görüşmede, gerekse Sayın Bakanımızın Yunan muhatabıyla yaptığı görüşmede bu konu yoğun bir şekilde ele alındı ve esasında önemli de bir gelişme sağlandı. Zaten başından beri ortaya koyduğumuz tutum: Kıbrıs’taki görüşmelerin biran evvel başlaması ve sadece başlaması değil kararlı ve etkin bir şekilde biran evvel sonuçlandırılmasıydı. Biz 50. yılına giren bu sorunda, bugüne kadar yapılan görüşmeler çerçevesinde, esasında sorunun çözüm parametrelerinin aşağı yukarı ortaya çıktığı düşüncesindeyiz. Siyasi iradede olduğu takdirde, bunun çok kısa bir sürede sonuçlandırılabileceği, kalıcı kapsamlı bir çözümün ortaya konabileceği düşüncesindeyiz. Bu görüş çerçevesinde görüşmelerimizi yürüttük. Ama ortaya koyduğumuz, bugüne kadar hep söylediğimiz bir başka husus da, adadaki görüşmelere Türkiye ve Yunanistan gibi iki garantör devletin de yapıcı katkıda bulunması gerektiğidir. Türkiye bu konuda çok uzun bir süreden beri zaten çok istekli ve kararlı bir tutum ortaya koyuyordu. Yunan Dışişleri Bakanı’yla yaptığımız görüşmede bugüne kadar olmayan bir gelişme ortaya çıktı ve Kıbrıs’ta adadaki Türk ve Rum liderlerinin özel temsilcilerinin Atina ve Ankara’yı ziyaret etmesi, yani Rum tarafının özel temsilcisinin Ankara’yı, Türk tarafının özel temsilcisinin de Atina’yı ziyaret etmesi sözkonusu. Bu, adada krizin ortaya çıkmasından beri ilk defa olacak olan bir görüşme tarzı. Biz de bunun çözüme katkı yapabileceğini, iki garantör devlet olarak Türkiye ve Yunanistan’da çözüme yapıcı ve olumlu katkısını ortaya koyabileceği bir görüşme formatı yaratacağını düşünüyoruz. Bunun daha tabi tarihi belli olmadı. Görüşmelerin ne zaman başlayacağının tarihi belli olmadı; yani bu önümüzdeki günlerde inşallah Ekim ayı içerisinde başlamasını arzu ediyoruz, ancak bu özel temsilci ziyaretlerinin de ne zaman olacağı belli değil. Bunu da Yunanistan’la ve adadaki taraflarla koordineli bir şekilde eş zamanlı ve eş düzeyli bir şekilde yapılması öngörülüyor. Buna ilişkin de biraz daha netlik kazandıkça kamuoyuyla ve sizlerle paylaşacağız tabiatıyla. Son sorunuz dinleme iddialarıydı. Yine geçen hafta ve iki hafta önce söylediğim noktadayım. Evet, görüşmelerimizde zaman zaman bu gündeme geliyor. Bildiğiniz gibi başka ülkelerin de, bu konudaki bazı endişeleri ve rahatsızlıkları dile getiriliyor. Aynı çerçevede biz de bu konuları gündemde tutuyoruz. Halen de bu konudaki açıklama beklentimiz devam ediyor.

SORU : Levent Bey, Kıbrıs’ta bir takvim var mı acaba? Ada basınına baktığımızda; yılsonuna kadar anlaşma, Mart’ta da referandum olarak yazılıyor. Siz buna ne dersiniz? İkinci olarak da, Lübnan’daki Türk pilotlarının akıbeti hakkında verebileceğiniz bir bilgi var mı? Çünkü 50 günü geçti, Suriye’deki Lübnanlıların kurtarılması için Türkiye devrede mi? Bir pazarlık sürecine döndürmek istemediğinizi biliyorum ama, teşekkür ederim.

CEVAP: İkinci sorunun cevabı soruda belli oluyor. Dün galiba Meclis’in açılış resepsiyonunda Sayın Bakanımıza da bu soru yöneltilmiş yanılmıyorsam. Hep söylediğimiz gibi, Lübnan’da kaçırılan Türk pilotları her an her dakika gündemimizde. Özellikle Beyrut’taki Büyükelçiliğimiz; buradan da siyasi düzeyde Lübnan makamlarıyla sürekli temas içindeyiz, sürekli eşgüdüm içindeyiz ve pilotlarımızın biran evvel serbest kalması yönündeki beklentimizi büyük bir kararlılık içerisinde dile getiriyoruz. Ancak, bu aşamada henüz daha somut bir gelişme olduğunu söylemek mümkün değil ama, Lübnan’daki pilotlarımızın kaçırılmasıyla Suriye’de kaçırılan Lübnanlılar arasında bir bağlantı kurulmasını da reddediyoruz. Böyle bir bağlantı ne doğrudur ne adildir. Çünkü Suriye’de kaçırılan Lübnanlılar Suriye’de kaçırılmıştır. Suriyeli gruplar tarafından kaçırılmıştır ve Lübnanlıdırlar. Burada Türkiye’nin bu konuya hiçbir şekilde doğrudan müdahalesi sözkonusu değildir. Biz başından beri buna rağmen insani gerekçelerle, bu kaçırılan kişilerin de serbest bırakılması için Suriye’de iletişim içerisinde olduğumuz gruplar kanalıyla çaba gösterdik. Ancak, bu çabaların şu ana kadar bir sonuç vermesi mümkün olmadı. Ama Lübnan’daki pilotlarımız kaçırıldı diye bugüne kadar yapmadığımız bir şeyi yapabilecek durumda da değiliz. Biz başından itibaren insani gerekçelerle doğrudan müdahil olmadığımız bu konuda elimizden gelen çabayı sarf ettik. Ancak bir sonuç alınması mümkün olmadı. O yüzden pilotlarımızın kaçırılmasıyla bu olay arasında bir bağlantı kurulmasını kabul etmek mümkün değildir. Onu baştan beri söylüyoruz.

SORU : Son aldığınız bilgiler sağlık durumlarının yerinde olduğuna dair midir acaba?

CEVAP : Evet yani o konuda bir değişiklik yok. Yani sağlık durumlarının yerinde olduklarını anlıyoruz. Ancak dediğim gibi bizim için önemli olan, artık bir an evvel serbest kalmalarıdır. Yani sadece sağlık durumlarının yerinde olması tabi ki çok önemli çok güzel bir gelişmedir. Ancak, biran evvel serbest kalmalarını istiyoruz ve bu konuda da Lübnan makamlarına taleplerimizi sürekli olarak iletiyoruz. İkinci konu da, Kıbrıs konusunda bir takvim var mıydı? Hayır demin de dediğim gibi henüz daha oluşmuş, netleşmiş bir takvim yok. Ancak, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Downer, bildiğim kadarıyla yarın Atina’da olacak. Daha sonra adaya geçecek. Adada taraflarla görüşmelerde bulunacak. İşte bu görüşmelerin, liderler arasındaki görüşmelerin yeniden başlaması için zeminin hazırlanmasına çalışılıyor ve bu çerçevede de ümit ediyoruz ki çok yakın bir sürede bu görüşmeler başlayacaktır. Demin de dediğim gibi; bu görüşmeler başladıktan sonra gerekli siyasi irade ortaya konabildiği takdirde, yılsonuna kadar sonuçlanmaması için esasında bir sebep yok. Bizim de arzumuz, bir an evvel bunun sonuçlanması. Artık tekrardan ucu açık bir görüşme sürecine değil; kısa bir süre içerisinde sonuçlandırmaya yönelik, çerçevesi daha sarih bir şekilde ortaya konmuş bir görüşme sürecine girmek ve bu çerçevede de görüşmeleri biran evvel tamamlamak arzusundayız. Dediğim gibi bu konuda inşallah önümüzdeki günlerde daha olumlu ve net gelişmeleri sizlerle paylaşabiliriz. Reuters’tan Tülay.

SORU : Levent Bey, Uluslararası Af Örgütü bugün gezi olaylarına dair kapsamlı bir rapor açıkladı ve ciddi orantısız güç kullanımlarının olduğunu ve insan hakları ihlalleri olduğunu belirtti. Öncelikle raporun bulgularını nasıl değerlendiriyorsunuz? Önümüzdeki dönemde AB İlerleme Raporu açıklanacak. Bu rapora yansımaları olabilir mi? Özellikle yeni müzakere başlığı açılması konusunda etkisi ne olur? Bir erteleme bekliyor musunuz? Teşekkür ederim.

CEVAP : Henüz raporu inceleme imkanım olmadı. O yüzden rapor hakkında bir yorumda bulunmam mümkün değil. Ancak, bu gezi olaylarıyla ilgili olarak, başından beri ne olduğu, ne olmadığı; ne yapıldığı, ne yapılmadığı büyük bir şeffaflık içerisinde ortaya konuyor. Bu yabancı muhataplarımızla da zaten yeri geldiğinde zaman zaman görüşüldü. O bakımdan ilave ne tür bir şey yaratır, onu ben şu aşamada bilemiyorum, göremiyorum. AB ile ilişkilerimiz açısından ise ben bir etkisi olacağını zannetmiyorum. Sayın Bakanımızın en son, gerek Sayın Ashton’la gerek Sayın Füle’yle New York’ta yaptığı görüşmeler var. Bu konuda dün açıklanan demokratikleşme paketine de zaten, AB yetkililerinin gayet olumlu tepkileri var. Ümit ediyoruz ki, Ekim ayında önümüzdeki günlerde açıklanacak olan İlerleme Raporu da dengeli olur ve bu çerçevede Türkiye’de son dönemde gerçekleşen gelişmeleri de layıkıyla yansıtabilir. Müzakerelerin hangi başlıklarda açılıp açılmayacağına ilişkin gelişmeler de, önümüzdeki dönemde belli olacak şey. Biliyorsunuz işte, 22. faslın açılmasına ilişkin karar zaten alınmıştı. Bu önümüzdeki dönemde, hükümetler arası konferansın da yapılış tarihinin belirlenmesi bekleniyor. Tabii bizim beklentimiz: sadece bir faslın açılması değil, bloke edilmiş olan bütün fasılların açılması suretiyle, stratejik bir hedef olarak gördüğümüz AB üyeliğimizin hızlı ve olması gerektiği şekilde ilerletilmesidir. AB’ye de, her görüşmemizde her düzeyde bu beklentimizi ve bu kararlılığımızı dile getirmeye devam ediyoruz. Sevil.

SORU : Kıbrıs konusuyla ve bu temsilcilerin başkentleri ziyareti ile ilgili olarak, geçtiğimiz yıllarda GKRY’nin liderleri, Hristofyas döneminden beri Türk tarafıyla, Türk liderleriyle direk görüşmek için arzuda bulunulduğunu ifade ediyorlardı, ancak biz buna karşı çıkıyorduk. Muhataplarının Kıbrıslı Türkler olduğunu ve görüşmenin onlarla gerçekleşmesi gerektiğini söylüyorduk. Şimdi format farklı da olsa o yönde bir karar alındığını görüyoruz. Bunun gerekçesi nedir acaba, neden ihtiyaç duyuldu buna?

CEVAP : Hayır, yani bu yeni gelişme; demin söylediğimiz çerçevede Kıbrıslı Rumların asıl muhatabının Kıbrıslı Türkler olduğu, adadaki bu iki tarafın çözümü bulacak ana unsurlar olduğu konusundaki görüşümüzü değiştirmiyor. Esasında bu, onunla ilgili olarak çerçeveyi de değiştirmiyor. Biz aynı zamanda bunu söylerken, bir yandan da Türkiye ve Yunanistan olarak, garantör ülkeler olarak bu sürece daha aktif katkıda bulunmalıyız ve çözümü kolaylaştırmalıyız diyorduk. Bu çerçevede bir uluslararası toplantı formatında, 4 tarafın bir araya gelebileceği bir toplantıyı da defaatle önermiştik. Ancak, daha önce bu mümkün olamamıştı. O bakımdan, biz Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs konusundaki katkısını reddeden bir tutumun hiçbir zaman içinde olmamıştık. Bugün yapılan da, esasında çok eşit bir şekilde Kıbrıs Türk Özel Temsilcisinin Yunanistan’ı, Kıbrıs Rum Özel Temsilcisinin Türkiye’yi ziyareti şeklinde ortaya konmuştur. O bakımdan çerçeveyi de değiştirmiyor. Sahadaki ve adadaki eşitliği de bozan bir gelişme değil. Dediğim gibi sadece garantör ülke olarak Türkiye ve Yunanistan’ın bu sürece daha yapıcı, olumlu bir katkısını getirme imkanını sağlayan bir gelişme olarak görüyoruz.

SORU : Yakın bir zamanda Sayın Bakan’ın Yunanistan gezisi var mı?

CEVAP : Evet, bu da esasında öngörülen hususlardan bir tanesi. Yine Sayın Bakanımızın New York’ta Sayın Venizelos ile yaptığı görüşmede de, önümüzdeki dönemde 2014’ün ilk yarısında yapılması öngörülen Yüksek Düzeyde Stratejik İşbirliği Konseyi’nin hazırlıkları bağlamında; Sayın Bakanımızın Atina’yı ziyaret etmesi, hem ikili bir resmi ziyaret, hem de bu konsey toplantısının hazırlıklarını yapması öngörülüyor ama henüz daha tarih ortaya konmuş değil.

SORU : Efendim, Mısır’da gözaltına alınan ve uzun süredir de gözaltında bulunan Türk gazeteci Metin Turan kısa süre önce sosyal medya yoluyla bir akrabası aracılığıyla bazı tweetler de attı. Onun serzenişleriyle ilişkin yorumunuz ne olur? Bir de hukuki olarak bu iki noktada gelinen son durum nedir acaba?

CEVAP : Bunu da her toplantıda konuşuyoruz. Metin Turan’la ilgili olarak, gerçekten biz de gözaltı süresinin uzamasından üzüntü duyuyoruz ve en son bildiğim kadarıyla Pazartesi günü tekrar gözaltı süresi uzatıldı. Soruşturmanın devam ettiği ve soruşturma sonuçlanana kadarki gözaltı süresinin uzaması olarak takdim ediliyor. Elbette ki içerideki koşulları da anlıyoruz. Kendisinin durumunu, Büyükelçiliğimiz sık sık kendisini ziyaret etmek suretiyle de yerinde bizzat inceleme imkanı bulunuyor. Ancak, şunu bilmek, göz önünde tutmak lazım. Türkiye olarak gerçekten, gerek Metin Turan’ın gerekse; hep dile getiriyorum Süveyş’te de bir vatandaşımız biliyorsunuz gözaltına alınmıştı, onun da gözaltı süresi dün itibariyle tekrar bir 15 gün daha uzatılmış durumda. İkisinin de biran evvel serbest kalması için yapılabilecek herşey yapılıyor. Büyükelçiliğimiz Mısır makamları nezdinde sürekli bu konuyu gündemde tutuyor ve bu soruşturmanın biran evvel sonuçlandırılarak kendilerinin serbest bırakılması yönündeki çabalarımızı devam ettiriyoruz. Bu çerçevede, gerek Metin Turan için gerek diğer vatandaşımız Reşat Öztürk’ tü adı yanılmıyorsam onun için, sabırla beklemekten ve Türkiye’nin bu konudaki çabalarına güvenmekten ve izlemekten başka yapılacak fazla bir şey olduğunu düşünmüyorum. Dediğim gibi bu konuyu sürekli gündemimizde tutacağız. Ama tabii ki Mısır makamları da bir soruşturmanın devam ettiğini, bu soruşturmanın sonuçlanması gerektiğini, ondan sonra ancak nihai kararın verilebileceğini söylüyorlar. Biz elimizden geldiğince bu soruşturmanın hızlandırılması için, gerek talepte bulunuyoruz; gerekse bu konuda yardımımız olabilirse, bu yardımımızı yapmaya hazır olduğumuzu ifade ediyoruz.

SORU : İki önceki basın toplantısında, aslında Irak’la Türkiye arasındaki buzların çözülmeye başladığına ilişkin bazı sinyaller almıştık. Sayın Bakanın Irak’ı ziyaret edebileceği, Iraklı muhatabının da Ankara’ya gelebileceğine yönelik potansiyel ziyaretler olduğunu söylemiştiniz. Bunlara ilişkin herhangi bir gelişme var mı? Tarih belirlendi mi acaba? Teşekkürler.

CEVAP : Hayır henüz tarih belirlenmedi ama süreç devam ediyor. Sayın Bakanımız en son dün değil evvelsi gün Cenevre’de bu Mülteciler Yüksek Komiserlik İcra Komitesi Toplantısı sırasında, Sayın Irak Dışişleri Bakanı Hoşyer Zebari ile de bir görüşme yaptı. Bu görüşmede de, bu konudaki kararlılık ve isteklilik tekrar karşılıklı olarak teyit edildi. Bu çerçevede, önümüzdeki dönemde büyük bir ihtimalle Sayın Zebari’nin önce Ankara’yı ziyaret etmesi öngörülüyor. Henüz bir takvim bir tarih belirlenmiş değil. Ancak, bu ziyaret sırasında yapılacak görüşmeler ve alınacak kararlar çerçevesinde daha ne tür adımlar atılabileceğini de ileride ortaya koyacağız. Peki çok teşekkür ediyorum hepinize, iyi günler diliyorum.