İnsan hakları, kişinin sırf insan olduğu için, doğuştan sahip olduğu, devredilemez ve vazgeçilemez nitelikte haklardır. İnsanı insan yapan unsurlardır. Onları reddetmek, kişinin insan olma niteliğini reddetmektir. Toplumdan ve devletten önce vardır. Toplumsal ya da siyasal düzenin eseri değildir. Tersine, toplumsal-siyasal yapıya meşruluk kazandırır. Evrenseldir. Zamana ve yere bağlı değildir.
Günümüzde bir devlet düzeninin veya bir rejimin değerlendirilmesinde, insan hakları karşısında takınılan tavır belirleyici rol oynar. İnsan haklarına saygı göstermeyen bir rejim, insanın değerini, dolayısıyla, kişinin insan olma niteliğini reddetmiş olur. Bunun toplumun genel çıkarları adına yapılmış olması, o rejime ahlaki meşruluk kazandırmaz.
İnsan hakları tarih boyunca çeşitli evreler geçirmiştir:
17. ve 18. yüzyıllarda gelişmiştir. Amerikan ve Fransız devrimlerinin etkisi vardır. İtici güç burjuvazidir. Kişilere devletin karışamayacağı bir alan yaratır. Örneğin, düşünce ve ifade özgürlüğü, devleti, düşüncelerinden ötürü kişileri suçlamama ve düşüncelerin ifade edilmesine engel olmama yükümlülüğü altına sokar.
19. ve 20. yüzyıllarda gelişmiştir. İtici güç işçi sınıfının ortaya çıkışıdır. İnsan haklarından yararlanabilmek için yalnız özgür olmanın yeterli olmadığının anlaşılmasının sonucudur. Yalnızca özgürlük değil, aynı zamanda devletten bir hizmet isteme yetkisi veren haklar olarak düşünülmeye başlanmıştır. Devletin örneğin parasız eğitim hizmeti verme yükümlülüğü olması gerektiği düşünülmüştür.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişmiştir. Bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin yarattığı sorunların sonucudur. Çevre koruma, nükleer silahların yasaklanması gibi alanlara genişlemiştir. Birinci ve ikinci kuşak haklardan farklı niteliktedir. Kişilerin, kurumların ve devletin ortak çabası gerekir.
Bilimin kötüye kullanılması olasılığına karşı insanın temel özelliğini oluşturan, insan onurunun korunması ile ilgili haklardır. İnsan kopyalamayı yasaklayan Avrupa Konseyi hukuki belgeleri bu haklara örnek olarak verilebilir.