ENERJİ DİPLOMASİSİ
ENERJİ DİPLOMASİSİ

Dr. Hakan Akbulut (1)

Enerji, günümüzde insan hayatının vazgeçilmez bir parçası ve dünyadaki sürdürülebilir kalkınma çabalarının en önemli araçlarından biridir.

Ondokuzuncu yüzyılda kömür, sanayileşen dünyada temel enerji kaynağı olmuş, yüzyıl sonunda yerini yavaş yavaş petrole bırakmıştır. Petrolün kullanılmaya başlanması dünyada yeni gelişmeleri beraberinde getirmiş ve petrol yirminci yüzyılda uluslararası politikanın temel unsurlarından biri haline gelmiştir. Yirminci yüzyılın başından itibaren petrol dünya siyasetine damgasını vurmuş ve enerji diplomasinin(2) ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı içinde Irak petrollerinin önemi, İkinci Dünya Savaşında Transkafkasya enerji kaynaklarının belirleyiciliği, günümüzde Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkasya bölgelerindeki enerji kaynaklarının arzettiği önem, enerji diplomasinin mevcudiyetini ve gerekliliğini sürekli kılmıştır. Değişen sahneler, aktörler ve mekanlara karşın enerji diplomasisi oyununun sergilendiği tiyatronun kapıları yaklaşık yüzyıldır açıktır ve oyun devam etmektedir.

Enerji Diplomasisinin Ortaya Çıkışı

1859’da ABD’de de açılan ilk ticari petrol kuyusundan çıkarılan petrolün kaderi, yirminci yüzyıl başında gerçekleşen bir keşifle değişti. Ateşleme ile çalışan motorun icadı, otomobil endüstrisinin hızla gelişmesine neden oldu. Kısa sürede ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’da taşıt sayısı milyonlara ulaştı. Petrol, o dönemde kömürden daha pahalı olmasına karşın daha önemli avantajlara sahipti. Temizliği, kolay depo edilişi, fazla enerji vermesi petrolü daha ön plana çıkarıyordu. Hızlı ekonomik gelişmeler Batı’nın petrole olan bağımlılığını daha artırıyor, petrol Batı için stratejik bir hammadde olarak ortaya çıkıyordu. Yirminci yüzyılın başından itibaren petrolü kesintisiz olarak alabilme, diğer bir ifade ile enerji sağlama güvenliklerini sürdürebilme, dünya sahnesindeki ülkelerin dış politikalarının temel amaçlarından biri haline geliyordu. Bu doğrultuda başat ülkelerin enerji diplomasilerini hayata geçirerek güçlerini ve etkinliklerini sürdürme çabası içine girdiklerini görüyoruz.

Yirminci yüzyılın başına kadar enerji diplomasisinin mevcudiyetinden bahsetmek güçtür. O döneme kadar enerji diplomasisinin ayrı bir diplomasi konusu olmasını gerektirecek koşullar henüz ortaya çıkmamıştır. Geçen yüzyılın başından itibaren ortaya çıkan gelişmeler, enerji diplomasisinin ayrı bir diplomasi alanı olarak gündeme gelmesine ve uluslararası ilişkilerde belirleyici bir nitelik kazanmasına neden olmuştur. Yirminci yüzyıl başında ülkelerin kalkınma ve sanayileşmeleri enerji kaynaklarına bağımlı bir hale getirmiştir.

Artık yüzyıl boyunca enerji diplomasisi ve uluslararası ilişkilerin içiçe geçtiğini gözlemliyoruz. Enerji kaynaklarına ulaşmak ve kaynakları kontrol etmek için farklı politikalar ve araçlar gündeme gelmesine karşın, enerji diplomasisinin temel amaçlarından belki de en önemlisi, mevcut gücü sürdürebilme ve yeni güç kazanabilme arayışı olmuştur.

Enerji konuları, uluslararası ilişkileri farklı şekillerde etkilemektedir.Yüzyılın başında petrol alanlarının imtiyaz sahibi olma mücadelesi uluslararası ilişkilerin temel belirleyicisi olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında enerji kaynaklarına yakın ve sahip olma mücadelesi, bloklar arasında enerji deposu Orta Doğu üzerindeki çekişmeler, dünya politikası açısından dikkat çekicidir. 1950’lerden sonra görülen ulusçuluk akımları, petrol şirketlerinin millileştirilmesi ve Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün kurulması, yine o dönemde uluslararası politikaya damgasını vuran gelişmeler olmuştur. Günümüzde Sovyetler Birliği’nden ayrılan Orta Asya ve Kafkas ülkelerinin enerji kaynakları üzerindeki mücadelenin dünyada bloklaşmaların sona erdiği bir dönemde de sürmesi, enerji ile ilgili gelişmelerin uluslararası ilişkiler açısından ne denli önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.

Ülkelerin dışında petrol şirketleri de yirminci yüzyıl boyunca enerji diplomasisinin içinde yer almışlardır. Bağlı oldukları ülkeler tarafından yönlendirilen çokuluslu petrol şirketleri, her dönemde enerji diplomasisinin önemli aktörlerinden biri olarak işlevlerini sürdürmüşlerdir.

Yirminci yüzyılın başından itibaren savaş gemilerinin ve savaş araçlarının petrol ile çalışması yönünde önemli adımlar atılmıştır. Petrolün dünya sahnesinde gittikçe daha fazla önem kazanıyor olması, o dönemin başat güçlerinden Almanya, İngiltere ve Fransa’yı harekete geçirmiş, ülkelerinde petrole sahip olmama eksikliğini telafi yollarına yönelmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Orta Doğu bölgesinde oynanan oyunlar bir anlamda bu ülkelerin petrol kaynaklarına daha yakın ve kaynaklar üzerinde daha etkili olma mücadelesi idi.

Bilindiği üzere, 1950’lerde dünya petrolünün üretim merkezi artık Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya kaymıştı. Petrol, bu dönemin sonunda artık kömürden daha ucuz bir girdi olmaya başlamış ve ucuzlayan petrol ekonomik hayatın ve gelişimin temel itici gücünü oluşturmuştu. O dönemde piyasaya sürekli yeni petrol ürünleri çıkıyor; plastik, boya, gübre, kimya sanayileri hızla gelişiyordu.

1950’lerden sonra petrol üreticisi ülkelerde görülmeye başlayan millileştirme rüzgarları, enerji diplomasisinin yeni mücadele alanlarına yönelmesine neden olmuştu. Millileştirme ile başlayan bu yeni yönelim, daha sonra OPEC’in kurulması ve 1973-1974’de petrolün siyasi bir silah olarak da kullanılması sürecini de beraberinde getirmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya siyasetindeki en önemli gelişmeler; Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu’da ön plana çıkma girişimleri ve buna karşı ABD’nin bölgede etkinliği artırma arzusu olarak göze çarpmaktadır. Sovyetler Birliği yeni kurulan İsrail devleti aleyhine bir tutumla Arap ülkelerinin desteğini kazanmak yönünde bir strateji izlemiştir. ABD’de de Eisenhower Doktrini ile bölgeye doğrudan müdahale imkanlarını açık tutmuş ve bölgede savaş sonrası İngiltere ve Fransa’nın boşalttığı alanı doldurma çabası içine girmiştir. ABD ve Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu enerji kaynakları üzerindeki mücadelesi belki de Soğuk Savaş döneminin en çarpıcı mücadelelerinden birini oluşturmuştur.

Soğuk Savaşın bitimini müteakip ABD’nin dünyadaki başatlığı Orta Doğu bölgesinde kendini hissettirmiştir. Ancak, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Orta Asya ve Kafkasya’daki petrol-doğal gaz kaynakları üzerinde Rusya Federasyonu ile ABD arasında yeni bir rekabetin ortaya çıktığını görüyoruz.

1970’lerden sonra enerji diplomasisinin ana teması, petrol üreticisi ve petrol tüketicisi ülkeler arasında yaşanan mücadele olmuştur. Bu dönemde, üretici ülkeler tarafından kurulan Petrol Üreten Ülkeler Teşkilatı (OPEC) ve tüketici ülkeler tarafından kurulan Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) dikkat çekicidir. Enerji diplomasisi sahnesinde bu defa örgütlerle mücadele döneminin gündeme geldiğini gözlemliyoruz. Özellikle üretici ülkelerin birbirleri ile giriştikleri mücadelelerin ve aralarındaki güven bunalımının bu doğrultuda önemli olduğunu görüyoruz.

Enerji Diplomasisinin Özellikleri

Enerji diplomasisini sadece enerji güvenliğini sağlamaya yönelik uluslararası faaliyetler olarak değerlendirmek doğru değildir. Enerji diplomasisini enerji alanında sürdürülen uluslararası temaslar manzumesi olarak da sunmak doğru olmaz. Enerji diplomasisini bir ülkenin gücünden ve biriminden kaynaklanan, genelde stratejik hedeflere ulaşmayı amaçlayan ve dış politika hedeflerinin gerçekleştirilmesine katkı sağlayan çok yönlü faaliyetler ve temaslar olarak nitelendirmenin daha doğru olacağını düşünüyoruz. Enerji diplomasisi uzun soluklu bir uğraş olup bir ülkenin genel dış politika stratejisinin parçasıdır.

Burada geleneksel diplomasi ve enerji diplomasisi arasındaki dikkat çeken bazı farklılıklar ile enerji diplomasisinin önemli sayılabilecek özelliklerini sıralamanın yararlı olacağını düşünüyoruz.

-Geleneksel diplomasinin kısa dönemli amaçlara yönelmesi söz konusu iken enerji diplomasisi her zaman süreklilik arz eden uzun dönemli amaçlara yönelir.

-Enerji diplomasisinin hedefleri geleneksel diplomasinin hedeflerinden daha karmaşık bir nitelik arz etmektedir.

-Geleneksel diplomaside kısa dönemli başarı veya başarısızlıklar sözkonusu olabilirken, enerji diplomasisi bir süreç olup, bu süreçte yapılanların dış politika hedeflerine ne kadar hizmet ettiği veya hedeflerden ne kadar saptığı önem taşımaktadır.

-Enerji diplomasisi içinde yer alan bazı aktörlere geleneksel diplomaside rastlanmaz.

-Amaçlarının uzun döneme yönelik olması sebebiyle enerji diplomasisi için geleceğe yönelik senaryolar özel önem taşımaktadır. Bu itibarla, enerji diplomasisi karar vericileri geleceğe yönelik senaryolar üreten bilim çevreleri ve düşünce kuruluşları ile yakın ilişkiler içerisinde olmalıdırlar.(3)

-Enerji diplomasisini yürütenlerin devamlılık arz etmesi önem taşımaktadır.

Enerji Diplomasisi ve Türkiye

Enerji diplomasisinin yaklaşık 100 yıllık bir geçmişi olmasına karşın, Sovyetler Birliği’nin dağılması, Körfez Savaşı, yeni doğal gaz ve petrol rezervlerinin ortaya çıkması son on yılda dünya’da enerji diplomasisine verilen önemi artırmıştır. Son yıllarda bir çok ülke enerji diplomasilerini yürütecek özel birimler oluşturma çabası içerisine girmişler ve enerji alanındaki politikalarını yeniden gözden geçirmişlerdir.

Enerji diplomasisi son on yılda ülkemiz açısından da, son derece önem kazanmıştır. Enerji diplomasisinin ülkemiz açısından neden büyük önem taşıdığını aşağıdaki hususlar yeterince açıklamaktadır.

-Türkiye, dünya toplam petrol rezervlerinin ve dünya toplam doğal gaz rezervlerinin yaklaşık %70’inin bulunduğu bir bölgede yer almaktadır.

-Türkiye Doğu-Batı koridoru diye adlandırılan coğrafi alanın da ortasında yer almakta olup, bu bölge üzerinden Orta Asya ve Kafkas doğal gaz ve petrolünü Batı pazarlarına iletmek arzusundadır.

-Türkiye, bölgesinde enerji terminali olma iddiasındadır.

-Türkiye toplam enerji ihtiyacının yaklaşık %65’ini yurtdışından karşılamaktadır. Türkiye’nin dışa bağımlılığı ülkenin enerji güvenliğinin sağlanması açısından büyük önem arz etmektedir.

-Türkiye’nin enerji talebi yılda yaklaşık %5 oranında büyümektedir. Türkiye’nin yıllık elektrik tüketimi de yılda yaklaşık %7-8 oranında artmaktadır. Bunlar OECD ülkeleri arasındaki en yüksek oranlardır.(4)

Yukarıda belirtilen hususlar, enerji konularının ve enerji diplomasisinin Türkiye açısından ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye, enerji diplomasisinin gereklerini yerine getirdiği ve enerji diplomasisine verdiği değer ölçüsünde, bölgesindeki gücünü ve önemini artıracağı gerçeğini hatırdan çıkarmamalıyız.

1 Daire Başkanı, Çok Taraflı Ekonomik İşler Genel Müdürlüğü, Dışişleri Bakanlığı
2 Enerji diplomasisinin ana konusu petrol olması sebebiyle birçok bilim adamı ve yazar enerji diplomasisi yerine petrol diplomasisi terimini kullanmayı tercih etmektedirler. Günümüzde enerji diplomasisinin ilgi alanının petrolün dışında doğal gaz, nükleer güvenlik, çevre gibi çeşitlilik arzetmesi nedeniyle ve kavram bütünlüğü sağlamak amacıyla, yazımızda enerji diplomasisi terimini kullanmayı tercih ettik.
3 Akbulut, Hakan, “Energy-Decision-Making: The Turkish Case”, Perceptions, V:5-N:3, Eylül-Kasım 2000, s.170-179
4 International Energy Agency, Turkey-1997 Review, OECD Basım Merkezi, Paris, 1997.