Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Şükrü Sina Gürel'in; TRT-I Panaroma Programında Yaptığı Açıklamalar-25 Ağustos 2002

SORU (TRT-I): Hoşgeldiniz. Şimdi belki bir tespit yapmak gerekiyor. Seçime gidiyoruz. Ortalık toz duman. Bu arada Amerika’nın Irak’a müdahalesi çok sıcak bir konu olarak gündemde. KDP lideri Barzani’nin yaptığı açıklamalar var. Bu açıklamalara Milli Savunma Bakanımızın ve dün de Sayın Bahçeli’nin yanıtları oldu. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Sayın Uğur Ziyal Amerika’ya gidecek. Savunma Bakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakan Yardımcısı ile görüşmek üzere. Ciddi bir hareketlilik var. Şimdi bize anlatır mısınız, örneğin Barzani bu açıklamaları yaparken nerden güç alıyor, nasıl bu kadar rahat konuşabiliyor ve neler oluyor gerçekten orada?

SAYIN BAKAN:: Kuzey Irak’ta biliyorsunuz Körfez bunalımından bu yana ciddi bir otorite boşluğu oldu. Ve bu otorite boşluğu hem Türkiye’deki terör örgütünün 1990’ların başından itibaren orada bir zemin bulmasına yol açtı, hem de Türkiye ile Irak arasındaki bağlantıyı kopartarak ve Türkiye’nin bölge ticaretiyle bir anlamda bağını keserek Türkiye açısından çok olumsuz sonuçlar verdi. Ama bir yandan da bakıyorsunuz yine bu Körfez Savaşı sırasında Türkiye’nin kapılarına 500 bin mülteci dayandı. Çünkü onlar da büyük çaresizlik içerisindeler. Yani bir bölgeyi düşünürken, biz yalnızca bir stratejik unsur olarak, bir coğrafi bölge olarak ele alamayız. Öyle düşünemeyiz. Orada yaşayanlar var, insanlar var. Dolayısıyla insan için bir çözüm üretilirken aynı zamanda o insan grubunun birlikte yaşadığı hem o ülke içerisindeki öteki insan grupları, hem de bütün bölge açısından doğru sonuçlar almak gerekiyor. Kuzey Irak’a öyle bakmak gerekiyor. Dolayısıyla şimdi Kuzey Irak’ta tabii ki bu insan ihtiyaçlarından doğan bir toplumsal örgütlenme ister istemez gelişti. Çünkü orada bir otorite boşluğu, bir devletsizlik olunca, ya da devlet otoritesinin oraya yansıması gerçekleşmeyince, ister istemez bazı toplumsal işlevleri orada o insanlar kendi aralarında örgütlenerek yerine getirmek zorunda kaldılar. Ama tabii biz Türkiye olarak Kuzey Irak’ta ayrı, güneyinde ayrı bir rejim kurulmasını, ya da Irak’ın toprak bütünlüğüne zarar verecek, bunu ortadan kaldıracak herhangi bir gelişmeyi hiçbir zaman hoşgörüyle karşılamadık. Ve bu toplumsal örgütlenme de, evet insan ihtiyaçları içindir ama, bunun da bir devlet örgütlenmesi düzeyine çıkmasına hiçbir zaman biz hoşgörüyle bakamayız. Dolayısıyla bizim Irak politikamız değişmedi. Irak’ta toprak bütünlüğü bozulmadan ve Irak halkının bütününün kendi kaderi için, geleceği için, kendi yönetim biçimi için karar vermesi gerektiğini söyleyerek Irak’a yaklaşıyoruz. Bu politikamız değişmedi. Fakat Kuzey Irak’tan bazen çıkan aykırı sesler oluyor tabii ki. Bu aykırı sesleri bakıyorsunuz, daha sonra da resmi ağızlar yine yalanlıyorlar, hatta tercüme hatası diyorlar. Dolayısıyla burada bir karşıtlığa, sertleşmeye gerek yok. Biz tabii ki insan unsurunun sorunlarını çözmek için uluslararası toplumun elinden gelen çabayı göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca bir sorun varsa bunun mutlaka barışçı yollarla çözülmesi gerektiğini de düşünüyoruz. Ama Irak’ın toprak bütünlüğüne zarar verecek herhangi bir gelişmeyi doğrusu Türkiye Cumhuriyeti olarak hoşgörüyle karşılayacak değiliz.

SORU: Sanki Barzani’nin açıklamaları dikkat çekiyor. Yani hem zamanlama açısından, hem üslup açışından, her ne kadar resmi kanallardan yalanlanıyor olsa bile, bir anlamı var mıdır? Biraz önce sordum ya, ne güçtür bu kadar rahat konuşmaya sevkeden?

SAYIN BAKAN:: Herhalde ortada bir boşluk görünce onu doldurma hevesleri olabiliyor birtakım yerel liderlerde. Ama ben sonunda akıl yoluna geldiklerini de görüyorum. Türkiye çünkü şimdiye kadar hep Kuzey Irak’taki insan gruplarının, toplumun yaşamını kolaylaştırmak için ve onlara esenlik, güvenlik sağlamak için elinden gelen çabayı da göstermiştir. Bütün karşıt işaretlere rağmen. Karşıdan gelen olumsuzluklara rağmen. Dolayısıyla bir kere bunu akılda tutmalı Kuzey Irak’taki toplum önderleri deyim. Onun yanısıra şunu da akılda tutmalılar ki, Türkiye’nin Irak politikası değişmemiştir. Hem komşularıyla iyi ilişkiler, hem de toprak bütünlüğüne saygı çerçevesinde bunu yürütecektir Türkiye. Bir de tabii şunu da hesaba katmalılar ki, Irak’ta şu ya da bu siyasal partinin bir rejim biçimi benimsemesi ve bunu uluslar arası alandan gelebilecek desteklerle gerçekleştirmeye çalışması, Türkiye açısından kabul edilebilir bir davranış değildir. Çünkü biz hep şunu söylüyoruz. Irak’ta eğer bundan sonra gelecekle ilgili birtakım yenilikler ortaya konulacaksa, rejim açısından olabilir, yönetim açısından olabilir, kimin kendilerini yönetmesi konusundaki düşünceler bakımından olabilir, bütün bunları Irak halkının bir bütün olarak yapacaktır. Bir bütün olarak karar verecektir. Öyle parçalı, bölük pörçük, şu bölgede başka, bu bölgede başka kararlar oluşturulamaz.

SORU: Sanıyorum Amerika’nın muhtemel Irak operasyonu bu kararın böyle bir operasyon sonucu zorla alınması anlamına da gelecek. Yani Saddam’ın devrilmesi yolunda ciddi açıklamalar var. Ve bu operasyon çok da destek görmüyor aslında, değil mi?

SAYIN BAKAN:: ABD’nde de bir karar oluştuğunu zannetmiyorum. Hatta kendi içlerinden de ciddi bir muhalefet başladı. Çünkü ABD de yalnızca bir kişinin ya da bir grup insanın düşünüp taşınıp politika ürettikleri bir yer değil. Çok merkezli bir politikaları var. Çok sesli bir politikaları var. Ve bu siyasal yapı içerisinden de böyle kritik kararlar çok kolay çıkmıyor tabii. Ve bakarsanız ABD, Irak konusunda şimdi 1990’ların başında olduğu gibi bir uluslararası destek de sağlayabilmiş değil, öyle bir koalisyon da oluşmuş değil. Hatta örneğin AB içerisindeki en yakın yandaşı İngiltere’de bile örneğin, İngiliz Başbakanı Sayın Blair bu konuda biraz zor durumda gözüküyor.

SORU: Peki, bunlara rağmen göze alabilir mi Amerikan yönetimi, herşeye rağmen bir operasyonu göze alabilir mi tek başına?

SAYIN BAKAN:: Onu bilemiyorum. Tabii bu oldukça riskli bir karar. Yalnız ABD için değil riskler tabii ki, bütün bölge açısından sözkonusu. Ve biz doğrusu ABD’nin böyle bir tek yanlı müdahalesini doğru bulmuyoruz. Bunu da belirtiyoruz.

SORU: Peki bizim için bölgedeki en kötü senaryo nedir Sayın Bakan? Yani herhangi bir operasyon sırasında bizi zora sokacak durum ne olabilir? Ya da biz bu konuda hangi hazırlıkları yapıyoruz?

SAYIN BAKAN:: Tabii en kötüsü, insanların yerlerinden, yurtlarından edilmeleri ve bu çerçevede Türkiye’nin ağır bir göç baskısı altında kalması. Bunu biz yaşadık. 1990’da biz yaşadık. Ve Türkiye bu açılardan hem deneyimli, hem de uluslararası alanda da örnek. Çünkü bakın, ben Avustralya’daydım geçen sonbaharda. Orda Avustralya 400 mülteciyi taşıyan bir gemiyi kıyılarına yaklaştırmamak için neredeyse bütün donanmasını seferber etti. Ve o sırada Avustralya Sayın Dışişleri Bakanıyla görüşürken ben kendisine bizim bu insan sorunlarıyla ve ne kadar büyük boyutta bir insan sorunuyla başetmek zorunda kaldığımızı hatırlattım. Tabii bizim davranışlarımız, bizim çabamız gerçekten uluslararası alanda örnek bir çaba. Ama tabii bu hem bölgede kalıcı huzursuzluklar yaratabilecek bir gelişme olur. Hem de Türkiye açısından büyük bir yük olur. En kötü senaryonun en kötü unsuru bu olabilir. Bunun dışında tabii bölgede kalıcı huzursuzluklar, kalıcı düşmanlıklar, kalıcı karşıtlıklar hiçbir zaman bölgede bir iktisadi ve toplumsal işbirliği ortamının yeniden doğmasına yardımcı olmaz.

SORU: Teşekkürler Sayın Bakan.