Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun NTV’ye Verdiği Özel Röportaj, 3 Mayıs 2023 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun TV 100'e Verdiği Mülakat, 24 Nisan 2023 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun A Haber’e Verdiği Özel Röportaj, 10 Nisan 2023 Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Yeni Şafak gazetesine Türkiye Yüzyılı Vizyon Eki kapsamında Verdiği Mülakat, 02 Ocak 2023 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun TV Net’e Verdiği Özel Röportaj, 11 Ekim 2022 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun Haber Global’e Verdiği Özel Röportaj, 23 Ağustos 2022 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun TV 100’e Verdiği Özel Röportaj, 27 Temmuz 2022 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun TRT Haber'e Verdiği Özel Röportaj, 21 Temmuz 2022 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun NTV'ye Verdiği Özel Röportaj, 4 Temmuz 2022 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun Anadolu Ajansı Editör Masası'na Verdiği Özel Röportaj, 31 Mayıs 2022 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun CNN Türk Tarafsız Bölge’de Verdiği Özel Röportaj, 20 Nisan 2022 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun NTV'ye Verdiği Özel Röportaj, 14 Nisan 2022 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun A Haber'e Verdiği Özel Röportaj, 31 Mart 2022 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun TRT Haber'e Verdiği Özel Röportaj, 10 Şubat 2022 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun NTV’ye Verdiği Özel Röportaj, 7 Eylül 2021, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun Frankfurter Allgemeine Zeitung Gazetesi‘ne Verdiği Özel Mülakat, 6 Mayıs 2021 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun Oslobodenje Günlük Gazetesi‘ne Verdiği Özel Mülakat, 4 Mayıs 2021 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun Nezavisne Novine Günlük Gazetesi‘ne Verdiği Özel Mülakat, 4 Mayıs 2021 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun KANAL 24 ‘e Verdiği Özel Mülakat, 17 Aralık 2020 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun Anadolu Ajansı Editör Masası’na Verdiği Mülakat, 30 Eylül 2020, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun CNN Türk “Tarafsız Bölge” Programına Verdiği Mülakat, 16 Eylül 2020, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun TRT Haber’e Verdiği Özel Röportaj, 13 Temmuz 2020, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun CNN Türk “Gece Görüşü” Programına Verdiği Mülakat, 18 Haziran 2020, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun NTV’ye Verdiği Özel Röportaj, 11 Haziran 2020, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun KANAL 24’e Verdiği Özel Röportaj, 3 Haziran 2020, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun DİM TV “İğneli Fıçı Özel” Programına Verdiği Mülakat, 23 Mayıs 2020 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun Kanal V Yüksek Tansiyon Programına Verdiği Mülakat, 18 Mayıs 2020 Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun Akit TV Kanalına Verdiği Özel Röportaj, 12 Mayıs 2020, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun TV 100 Kanalına Verdiği Özel Röportaj, 6 Mayıs 2020, Ankara Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun NTV’de Yaptığı Açıklama, 18 Nisan 2020
Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun YeniBirlik Gazetesine Verdiği Mülakat, 3 Aralık 2016, Beyrut

Lavrov’la Suriye’nin geleceğiyle ilgili neler görüştünüz?

Suriye’de bir an önce ateşkesin sağlanması konusunu öncelikli olarak ele aldık. Biz bildiğiniz üzere Suriye konusunda diğer aktörlerle de bir araya geliyoruz. Örneğin İran ile görüşmelerimiz var, Suriye muhalefeti ile temaslarımız sürüyor. Türkiye ve Rusya kararlı olursa ve görüşmeler şu an geldiğimiz noktada olduğu gibi samimi bir şekilde devam ederse, gerçekten biz ateşkesi de sağlarız ve sonrasında siyasi süreci de konuşmaya başlayabiliriz. Suriye’de bir çözümün olması için uluslararası platformlarda da çok çaba sarf ettik ama maalesef bu toplantılar ne yazık ki karşılıklı suçlamalara dönüşünce bir sonuç çıkmadı. Şu anda geldiğimiz aşamada, Rusya ile birlikte Suriye’de ateşkesi tesis etmek için ortak irade ve kararlılığa sahibiz. Bazı adımlar atıyoruz ve adımları en kısa sürede neticelendirmeyi arzu ediyoruz.

Suriye’de kalıcı bir çözümün sağlanması için bir yol haritası önerdiniz mi?

Bu yol haritası üzerinde birlikte çalışıyoruz. Bu yol haritası yeni bir süreçten daha çok ateşkesin nasıl sağlanacağı, insani yardımların nasıl ulaştırılacağı, ateşkesin sağlanmasının ardından atılacak adımlar ve sonrasında siyasi çözümün sağlanması aşamasına nasıl geçileceği konularını kapsıyor.

Bu siyasi çözüm, Esed’i kapsıyor mu?

Şu ana kadar Esed kalsın mı gitsin mi konusunu hiç konuşmadık. Görüşmemizde ana çerçeve ateşkesin sağlanması ve Halep’te El Nusra ile ılımlı muhalefetin nasıl ayrılacağı konularına odaklanmış durumda. Siyasi çözümün nasıl olacağı konusunda, ilk başta bir koşul olarak öne sürsek diğer konularda ilerleme sağlayamayacağımız için konuşmuyoruz. Fakat Esed’in kalması ya da gitmesi konusunda Rusya’ya ile görüş ayrılığımız devam ediyor. Türkiye’nin Esed konusunda bir pozisyon değişikliği kesinlikle yok. Fakat Rusya ile müzakereler, şu noktada Esed'in geleceği konusunda birbirimizi ikna aşamasına gelmedi.

Suriye’de ateşkesin sağlanmasına yönelik müzakerelere diğer ülkeler de dâhil oluyor mu?

Bu konuda ikili düzeyde İran ile de görüşmelerimiz oldu, çoklu görüşmeler de gerçekleştiriyoruz ve bu sürece dahil olan bir çok ülke var. Fakat bu görüşmelerimiz şu ana kadar sonuç üretemedi. Rusya ile şu anda ikili bir süreç yürütüyoruz.

Lavrov ile görüşmenizde geçtiğimiz hafta El Bâb bölgesinde, 3 Türk askerinin şehit olmasına yol açan hava saldırısının faili konusu da gündeme geldi mi?

Bu konuda da farklı görüşler var ve bir çeşit ‘blame game’ devam ediyor ama Ruslar net bir şekilde bu saldırıyı kendilerinin yapmadığını ifade ediyorlar. Fakat bölgede başka unsurlar da var. Bu sorunun cevabını, titizlikle inceledikten sonra söyleyebiliriz. Şu aşamada herhangi bir ülkeyi itham etmek doğru olmaz.

Ruslar, Suriye rejiminin de bu saldırıyı gerçekleştirmediğini mi söylüyorlar?

Ruslar, doğrudan ‘Suriye rejimi yapmadı’ demiyorlar ama rejimin o uçaklarının saldırı gücünün olmadığını ve rejimin İHA’sının olmadığını söylüyor.

Fırat Kalkanı operasyonu El-Bâb’a yaklaşınca yavaşladı. Bu yavaşlama neden kaynaklanıyor?

Bu yavaşlama aslında bir stratejinin parçası. El-Bab çevresinde DAEŞ’in direnişinin artmış olduğunu görüyoruz. El-Bab merkezinde de bu direnişin daha da artacağı tahmin ediliyor. Şu an izlenen strateji, El-Bab çevresinin kuşatılıp, şehre başka unsurların da gelmesinin engellenmesini amaçlıyor.

El-Bâb’ın ele geçirilmesinden sonra operasyon nereye yönelecek?

El-Bab’ın DAEŞ’den temizlenmesinin ardından Fırat Kalkanı, Menbiç’e doğru devam edecek. Menbiç’in de kontrol altına alınması ve bölgenin normalleşmesinin ardından diğer bölgelerdeki yerel güçler ile birlikte Rakka’ya yönelinecek. Fırat Kalkanı operasyonunun amacı önce El-Bab’a kadar, sonra Fırat Nehri’ne kadar bölgeyi DAEŞ’den ve YPG dahil terör örgütlerinden temizleyip bu alanı bir güvenli bölge haline getirmektir.

En son Menbiç bölgesinde 200 civarında YPG’li kaldığını söylemiştiniz. Son durum nedir?

Menbiç’teki 200 kişilik gruptan bir kısmı daha çekildi. YPG’nin çekilmesinin koordine edilmesi için ABD ile bir ortak komisyon kurulmasını önermiştik, bunun yanında biz de kendi tespitlerimizi yaptırıyoruz.

Fırat Kalkanı operasyonun amacının güvenli bölge oluşturulması olduğunu söylediniz. Peki bu güvenli bölge, uçuşa yasak bölge haline getirilecek mi?

Uçuşa yasak bölge olabilmesi için BM Güvenlik Konseyi kararı gerekir. Bizim başından beri istediğimiz ve arzu ettiğimiz bu. Karadaki güvenliği yerel unsurlar sağlayabiliyorlar ama bu bölgelerin havadan da korunması, uçuşa yasak bölge ilan edilmesi lazım. Son zamanda Türkiye’nin bu tezine, Fırat Kalkanı operasyonu ile birlikte DAEŞ’ten kurtarılan bölgelere yerel halkın geri dönmeye başladığı görüldükten sonra daha güçlü destek vermeye başlandığını görüyoruz. Uçuşa yasak bölgenin nasıl sağlanacağı konusunda soru işaretleri var.

Fırat Kalkanı operasyonu Menbiç’e yöneldiği zaman orada bulunan ABD veya başka ülke güçleriyle bir çatışma yaşanma olasılığı var mı?

Bizim amacımız diğer ülkelerin güçleriyle, özellikle müttefik ülkelerle çatışmak değil, bu bölgeyi terörden temizleyip güvenli hale getirmek. Biz başından ABD’ye ‘bizim özel kuvvetlerimiz ile sizin özel kuvvetlerimiz operasyonu beraber yürütsün’ teklifinde bulunduk. “Cerablus’tan başlayarak güneye doğru temizleyerek gidelim” dedik. ABD’liler bu stratejinin doğru bir strateji olmadığını ve aylar süreceğini iddia ettiler ama operasyon başladıktan sonra 48 saat içinde yerel güçler bizim desteğimizle Menbiç sınırına ulaştılar. O yüzden biz ABD’ye sürekli olarak, ‘gelin YPG’ye ihtiyaç yok özel kuvvetlerimizle yerel güçleri destekleyip hızlı bir şekilde netice alalım’ dedik. Sonrası için de yerel güçlere inisiyatif veren bu yaklaşımın doğru bir yaklaşım olduğunu söyledik.

Musul’da ve Telafer’de Türkiye kırmızı çizgilerini net olarak belirtti. Son durum nedir? Türkiye’nin hassasiyetleri dikkate alınıyor mu?

Esasen şu ana kadar Musul operasyonunda, varılan mutabakat çerçevesinde hareket edildiğini görüyoruz. Bir plan yapıldı, Peşmerge nereye kadar girecek, Musul'a kimler girecek, Irak ordusu ve yerel güçler ki bunun içinde bizim de eğitip donattığımız unsurlar var, Haşdi Şabi ne yapacak, ne taraftan kuşatma yapacak? Bunların hepsi önceden planlandı ve şu anda bu plana göre hareket ediliyor.

Haşdi Şabi ile ilgiler endişeler var.

Herkesin kafasındaki soru işareti, Irak içinde de bu soru işareti var, Haşdi Şabi acaba bu plana uyar mı, uymaz mı? Çünkü ara ara, intikam duygularıyla yaptıkları bazı açıklamalar herkesin kafasını karıştırıyor. Gerek Bağdat yönetimi, İbadi'nin bizzat kendisi, gerekse başta ABD olmak üzere koalisyon ülkeleri, İran ile de görüştük bu konuyu, onlar da aynı şeyi söylüyor. Haşdi Şabi Telafer'e girmeyecek. Havaalanının Haşdi Şabi tarafından kontrol altına alınması anlaşmanın içinde var. Şu ana kadar anlaşmayı ihlal eden bir durum yok. Birkaç kilometre ötede bekliyor. Amaç, Musul'dan batıya doğru kaçan teröristleri durdurmak ama tabii tedbirli olmak lazım. Burada tabii, herkes birbirini kolluyor. Farklı gruplar, farklı dengeler var. Mesela niye hem Haşdi Şabi hem de Peşmerge girmiyor? Burada bir denge var. Biri girse, diğeri de girer. O yüzden ikisinin de girmemesi gerekiyor. Bunu herkes biliyor. Biz de biliyoruz. Çünkü Musul aynı zamanda bir güç merkezi olur. Biz de diyoruz ki, hiç kimsenin elinde olmasın, yerel güçlere, yerel yöneticilere teslim edilsin. Şu anda o anlayış herkeste var. Umarım değişmez.

Suriye meselesi ile ilgili İran'ı ikna edebiliyor musunuz?

Tüm Suriye genelinde bir an evvel ateşkesin sağlanması konusunda aynı düşünüyoruz. İranlılar da ‘ateşkesi her yerde bir an evvel sağlayalım’ diyorlar. Son konuştuğumuzda da bunu bir kere daha dile getirdiler. Esasen, ikili görüşmelerde bakıyorsunuz, görüş ayrılığı yok ama maalesef anlaşmalar, planlar, uygulamada suya düşüyor. En büyük sorunumuz da bu zaten. Birçok karar alındı, Amerika ile Rusya kendi aralarında aldı, biz hemen destek verdik. Sonra Uluslararası Suriye Destek Grubu'nda alındı. Sonra bakıyorsunuz, biri ‘sen yapamadın’, öteki ‘sen sözünde durmadın’ diyor, vesaire vesaire… İran ile de oturup konuştuğumuz zaman, “Esed gitsin mi, kalsın mı” konusuna girmiyoruz çünkü o konuda birbirimizin düşüncesini biliyoruz, onun dışında diğer konuları konuştuğumuz zaman, görüşlerimiz yüzde 90 örtüşüyor.

PKK’nın Sincar’a yönelmesi ile ilgili kaygıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sincar bölgesinde PKK var, ‘Yezidileri koruyoruz’ bahanesiyle orayı da bir üs haline getirmeye çalışıyor. Nerede, hangi konteynırda ne yapıyorlar, hepsini takip ediyoruz. Bu konuyu da yine hem Iraklılarla hem Kuzey Iraklılarla hem uluslararası koalisyonla da görüşüyoruz. Eğer doğuya doğru yönelip, Sincar'a doğru bir hareketlilik içinde olurlarsa biz de gerekli tedbirleri alacağız. O tarafın da önünün kesildiğini, yani Telafer'in kuzey batısının da kontrol altında olduğunu ve oradan PKK'nın Telafer'e gelemeyeceğini söylüyor, bunu taahhüt ediyorlar. Ama biz yine de kendi tedbirlerimizi alıyoruz.

İran’ın Kandil’e desteğine ilişkin haberler çıktı, bu konuda bir görüşmeniz oldu mu?

Biz özellikle Suriye marjında konuları değerlendirdik ama terör başlığında, PKK, PEJAK, PYD, bunlar aynı şey. İran da böyle düşünüyor ve onlar da rahatsız. Bir kere o bölgede PKK'nın güçlenmesi demek, İran'a yönelik tehdidin de artması demektir. Bizim Kandil ile ilgili İran'dan bir şey istememize gerek yok. Biz Kandil'i zaten vuruyoruz. Ama PKK, PEJAK, PYD'ye karşı ortak hareket etme konusunda hemfikiriz.

ABD’de (Donald) Trump’ın başkan seçilmesi, ABD – Türkiye ilişkilerine nasıl yansır?

Ben başından beri Trump'ın kazanmasını bekliyordum. Pragmatik insan olduğunu biliyorum. Kadrosundaki insanları da tanıyoruz, özelliklerini de biliyoruz. Yani neye karşı, neye değil… İş birliği yapabileceğimiz insanlar olduğunu da düşünüyoruz. Birçok konudaki görüşlerimiz de örtüşüyor. Seçim öncesi bazı retoriklerle seçim sonrası gerçekleri iyi ayırt etmemiz lazım. Dışişleri Bakanlığı için değişik isimler ön plana çıkıyor ama önemli olan şu: Biz bir kere, yine iki müttefik olarak, ortak bir vizyonla hareket edebiliriz. Terörle mücadelede, yeni ABD yönetiminin aynı bizim gibi, hiç ayırım yapmadan terörle mücadele edilmesi gerektiğine inandığını biliyorum. Diğer birçok konuda da görüşlerimiz örtüşüyor. Oturup ortak bir vizyon belirleyip, bu vizyon çerçevesinde birlikte hareket edebiliriz. Bu vizyonu belirledikten sonra, yeni yönetimin, ortak alınan bu kararlarda üzerine düşeni sonuna kadar uygulayacağından şüphem yok.

İç politikanın gündeminde Anayasa değişikliği var. Yeni cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesinin, Türkiye'nin dış politikasına etkileri nasıl olur?

Bence Türkiye'ye uygun yönetim biçimi başkanlık sistemidir. Adı partili cumhurbaşkanlığı veya başka, sonuçta başkanlık sistemidir. Esasen, gerçek anlamda demokrasiyi güçlendirmek için de uygun bir yöntemdir. Mesela güçler ayrılığının iyi tesis edilmesi… Mesela şu anda Meclis yasama yapamıyor hiç. Yasamayı esasen yürütme yapıyor. Yeni sistemde tamamen Meclis hazırlayacak. Bakanlar, yani yürütme gönderemeyecek. Denetim işi de daha iyi yapılacak. Şu anda iktidar partisi Meclis'te çoğunluğu sağladığı için, Meclis'in hükümet üzerinde, bakanlar üzerinde denetimi de o kadar etkin değil. Türkiye'de, özellikle istikrar olacak. Koalisyon mu oldu, o mu oldu, bu mu oldu türünden tartışmalar artık son bulacak. Meclis'e tabii ki halkın tercihi yansıyacak ama yönetimde istikrar olacak. Türkiye ne kadar istikrarlı olursa, dış politikası da o kadar istikrarlı, o kadar güçlü olur. Bürokrasi konusunda da çok önemli bir dönüm noktası olacak. Bürokrasi deyince aklınıza ne geliyor? İşlerin yavaşlaması, gecikmesi, bürokrasiye takılması… Bundan esasen en çok muzdarip olan da bürokrasinin içinde çalışan arkadaşlarımız. Aynı şekilde biz de şikayetçiyiz. Bürokrasinin azalması demek, Türkiye'nin gerçekten hızlı kararlar alması, ekonominin daha hızlı büyümesi demektir. Bugün ekonomide ne kadar güçlüyseniz, dış politikada da o kadar etkinsiniz. Bizim dış politikamızın unsurlarına baktığınız zaman, ekonomi çok önemli. Paranız olmazsa, insani dış politikanızı başarılı şekilde uygulayamazsınız. Paranız yoksa, kalkınma projelerini hiçbir yerde hayata geçiremezsiniz. Uluslararası örgütler dahil her alanda, gerek temsil gerekse etkinlik bakımından ekonomik gücünüz önemli bir kriter. O yüzden, her alanda olduğu gibi dış politika konusunda da önemli bir dinamizm olacak. Elbette daha güçlü bir politika olur ama tek başına bu sistem değişikliği de yetmez, dış politikanın ilkelerini de iyi belirleyip çok başarılı bir şekilde bunları uygulamak gerekiyor. Diplomasi anlayışının da güçlü olması lazım. Yani, çok yönlü, proaktif dış politika gibi, ekonomi ağırlıklı, insan odaklı dış politika gibi…

Şanghay Beşlisi tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok yönlü dış politika. Alternatifinizin her zaman fazla olması lazım. Hepsi birbirini tamamlayıcı olur. Bir tarafa muhtaç olmazsınız. Tek taraflı olduğu zaman, işte AB örneği… Oyalıyor oyalıyor… Bir de öyle muamele ediyor ki, ‘Sen bana muhtaçsın’ diyor. ‘Bak kardeşim, sende de bu yasa aynen böyle var’ diyorsun, ama ‘Ben üyeyim, sen üye olmak istiyorsun. Böyle yapmanı istiyorum’ diyor. Zaten bir tarafta çok güçlü olursan, diğer tarafta da güçlü olursun. Bizim Asya ile Ortadoğu ile ilişkilerimiz ne kadar güçlü olursa, AB nezdinde de gücümüz o kadar artar. Aynı şekilde, Avrupa’da biz ne kadar güçlü olursak, Şanghay olsun diğer alanlarda da, her yerde, Ortadoğu’da da elimiz daha güçlü olur. O yüzden çok yönlü dış politika.

AB ile yaşanan gerginlikte Türkiye ‘AB projesi’ ana fikrinden de mi vazgeçiyor?

Yok, ana fikirden vazgeçilmez. Biz, Avrupa’da hepimizin inandığı, ortak değerlere karşı değiliz. Demokrasiden vazgeçemeyiz. Demokrasiyi daha da güçlendirmemiz lazım. Hukuk, adalet hepimize lazım. Maalesef, şu anda allak bullak oldu, toparlamaya çalışıyorsunuz. Başbakanımız TÜSİAD konuşmasında tarif ediyordu. Hâkim ve savcıların, anayasa ya da yasalar çerçevesinde değil, Pensilvanya’dan gelen talimatlar çerçevesinde karar verdiğini. Hukuk hepimize lazım. Bizim Avrupa ile ilgili değerlendirmemiz şu: AB’nin bize karşı yaklaşımından rahatsızız. İster istemez çifte standardından rahatsız olduğumuzu söylüyoruz. Bunu görüyoruz. Darbe girişiminden sonra da gördük. Kendileri de bunu çok iyi gördüler ve mahcup oldular, gerçekten sağduyulu olanları kastediyorum. Avrupa’da yaşanan, sürekli artan tehdit ve sorunları da tespit ediyoruz. Bunu kendileri ile de paylaşıyoruz. Bu sürecin Avrupa’yı felakete götürebileceğini söylüyoruz veya objektif bir şekilde AB’nin bazı politikalarının başarısız olduğunu da söylüyoruz.

AB üyelik sürecindeki yavaşlamanın esas sebebi olarak neyi görüyorsunuz?

Türkiye – AB ilişkilerine bakıldığında bugüne kadarki gecikmenin, yavaşlamanın esasen AB tarafından kaynaklandığını açıkça söylüyoruz. Bizim şikâyetimiz bu. Başka bir şikâyetimiz, AB’nin tepeden bakma, kendilerini birinci sınıf, herkesi ikinci sınıf görme anlayışıdır. Bu anlayışın sağlıklı olmadığını samimi bir şekilde Avrupalı dostlarımıza, resmi görüşmelerin dışında da gayri resmi bir şekilde anlatıyoruz ve de daha etkili oluyor. Örnekleriyle anlatıyoruz. Standartlarda ileri olur, geri olur. Bazı AB üyesi ülkelerin standartlarına bakın, diğer ülkelere bakın, kıyaslanmaz ama üye oldu. Öteki ikinci sınıf ülke, diğeri birinci sınıf ülke değil ki. Rusya’ya davranış biçimi. Şu anda Rusya ile ilişkilerimizi normalleştirdiğimiz için söylemiyorum, o uçak düşürme hadisesinden sonraki 8 ay içinde de ben bunu çok söyledim. Mesela Ukrayna konusunda da hep Rusya’ya suç buluyoruz, tamam yaptıklarını da kabul etmiyoruz ama AB’nin hatalarını söylüyoruz. Soçi Olimpiyatları oldu, tek kriter var, gey – lezbiyen hakkı. Herkes o olabilir bu olabilir, ben ona girmiyorum ama koskoca bir ülke ile ilişkilerinizi bir konu üzerinde yürütmek ne kadar gerçekçi? Bunu mesele ettiler. Bu tür yaklaşımlarla, Türkiye, Rusya gibi ülkelerden netice alamayacaklarını da anlatıyoruz.

AB nasıl bir yaklaşım sergilerse netice alınabilir?

Bir kere bizi eşit ülke olarak görmeliler. Biz millet olarak, devlet olarak ikinci sınıf muameleyi hiçbir zaman kabullenmedik, kabullenemeyiz de. En zayıf zamanımızda da biz bunu kabullenmedik. Sorun var mı? Var. Eksiklik mi? Eksiklik. Niye biz bu kadar reform yapıyoruz? Bu eksiklikleri görüyoruz da ondan yapıyoruz. Avrupa’nın bu hatalarından vazgeçmesini söylüyoruz. Demokrasi, insan hakları, diğer konular… Biz bunları değersiz bulduğumuzu hiçbir zaman söylemiyoruz. AB’den vazgeçme konusunu sürekli onlar söylüyor. “Türkiye’yi durduralım, şöyle yapalım, böyle yapalım”, siyasetçilerin ırkçılık saikiyle, İslâm karşıtlığıyla böyle popülizmden etkilenerek bu şeye girmesi de AB değerleri ile ne kadar bağdaşıyor? Bunların hepsi esasen biraz önce söylediğimiz değerlerle tamamen, kökten çelişiyor ve bir insanlık suçudur. Antisemitizm de bir insanlık suçu, Hristiyan karşıtlığı da insanlık suçu, İslâm karşıtlığı da insanlık suçu.

Sorunlar aşılabilir mi?

Sonuçta, AB ile Türkiye arasında, Türk halkı arasında bir güven bunalımı var, Türk milleti AB’ye artık güvenmiyor. Bu güven bunalımını nasıl aşacağız? Bu güveni nasıl tesis edeceğiz? Karşılıklı hangi adımları atacağız? Retoriği bir kenara bırakıp bunları konuşmamız lazım. Biz bunları konuşmaya hazırız. AB’deki dostlarımıza söylüyorum. Ben ‘AB’deki dostlarımız’ dediğim zaman, vatandaş tepki gösteriyor, ‘Bunlardan dost mu olur?’ diyor. Bizim milletimiz ırkçı bir millet değil, neden bu noktaya geldi? Güveni tekrar nasıl kazanabiliriz? AB ülkelerinde de Türkiye karşıtlığı artıyor. Bunu beraber nasıl aşabiliriz? AB ile bunları oturup rasyonel şekilde konuşmuyoruz. Esas bu güven bunalımını aşmamız lazım.

Kıbrıs ile ilgili Mont Pelerin’den sonuç çıkmadı, yeni bir müzakere süreci başlar mı?

Artık olacaksa da olmayacaksa da bu işin sürüncemede bırakılmaması lazım, net olmak lazım. Bunun için de artık beşli konferansın tarihinin, yerinin belirlenmesi lazım. New York’a giderken iki lider, (BM) Genel Sekreter Ban Ki-moon’a ‘Artık beşli konferans için herkese davetiyeyi gönder, çağrıda bulun’ demek için anlaşmışlardı. Mont Pelerin’e giderken de orada bazı konular görüşülüp, beşli konferansın, tarihi, yeri belli olacaktı. İlkinde Rum tarafı izin istedi, ikincisinde de bazı konulardaki katı tutumları, talepleri karşılık bulmayınca masadan kalktı. Rum tarafı da önceden her şeyi cebine koyup, kendi istediklerini cebine koyup ama Türk tarafına vermesi gerekenleri de cebinde tutarak, son aşamaya gitmek istiyor. Bu, müzakere anlayışına, 11 Şubat 2014 ortak açıklamasına aykırı. Ada’ya gittim, Türk tarafı da aynı şeyi söylüyor, Cumhurbaşkanı Akıncı, hükümetteki parti, muhalefetteki parti, hepsi bu konuda hemfikir, bir konsensüs var. Artık beşli konferansın tarihi belli olsun, o zamana kadar görüşmelere devam edelim, açıkta kalan konularda yakınlaşma sağlamaya çalışalım, olur olur, olmazsa artık yine beşli konferansa gidelim, orada tüm bu açıkta kalan konuları yine birlikte çalışalım, bir sonuca varalım ve bu işi refaranduma götürelim. Çözüm isteyen bir tarafın, Türk tarafının yaklaşımı bu. Çözüm isteyen tarafın yaklaşımı da böyle olmalı. 2015’ten beri bu sürekli görüşülüyor. Yoğun bir şekilde görüşüldü. Tekrar görüşüldü, tekrar yoğunlaştırıldı ama bu 10 sene daha böyle gitmez.

AB ile ilişkiler açısından da Kıbrıs kilit.

Çok samimi bir şey söyleyeyim, biz Kıbrıs’ta çözüm sürecini değerlendirirken de, destek verirken de inanın bir anlık bile olsa, ‘Bunun AB ile ilişkilerimize katkısı ne olacak? Acaba bir fasıl daha açılır mı’ diye bugüne kadar hiç hesap yapmadık. Bu sorun masada sürekli karşımıza geldiği halde, gerçekten öyle. Bu ne demek? Çözümün kendisini samimi bir şekilde istiyoruz demek. Kıbrıs’ta bir çözüm olduğu zaman ortaya çıkaracağı fırsatlar, bunun faydaları, Türkiye’nin çözüm olduktan sonra yapabileceği katkılar, sadece su ile sınırlı değil, enerji var, birçok şey var. Bu potansiyelin aslında Rum tarafı da farkında. O yüzden, bu kadar mesafe kat edilmişken Ada’da tarafların artık güçlü irade koymayı başarması lazım.