Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu'nun Yeni Atanan Başkonsoloslarımıza Yaptığı Konuşma, 28 Haziran 2013, Ankara

Arkadaşlar bugünler Bakanlığımızda kan değişiminin yaşandığı günlerdir. Dün ve evvelsi gece, gece bir buçuğa kadar yeni atanan büyükelçilerimizin tebliğleriyle meşguldüm. Gece 11’e kadar toplantılar vardı. Hatta son derece ilginç bir olay oldu. Moğolistan da bulunan Mustafa Sarnıç’ı arayıp tebliğ ettik. Ama saat orada sabah 4.30 muş. Arayıp kendisini kaldırdık, görevini tebliğ ettik. Tabi mutlu oldu. Görevlerini tebliğ ettiğimiz bütün arkadaşlarda çok güzel bir heyecan gördüm. Yaz kararnamesinde 51 yeni büyükelçi tayini yapıldı. Şimdi de 22 yeni başkonsolosumuzu göreve gönderiyoruz. Büyük devletler büyük gelenekler üzerine oturur. Devlet geleneğine sahip olmak bir on yılın, yirmi yılın otuz yılın, bir yüzyılın iki yüzyılın değil yüzyılların ürünüdür ve öylesine güçlü devlet geleneklerini sürdüren toplumların fertleri olmakta o fertlerin omuzlarına büyük sorumluluk getirir. Bu sorumluluğu belki de en yakından, en yoğun hisseden camia Hariciye camiasıdır, sizlersiniz, bizleriz. Çünkü, gittiğimiz her bir merkezde sadece arkamızdaki Anadolu’da, Trakya’da bıraktığımız 75 milyonu değil onun öncesinde asırlarca bir birikim halinde gelen yüzmilyonlarca insanın hukukunu omuzlarımızda taşıyoruz. Geçen hafta Odesa’ya gittiğimizde birkaç saat vaktim oldu, hemen Akkervan Kalesine gittim. Tarihi Akkervan Kalesi, içinde asırlarca, en az 350 yıl bizim ecdadımızın yaşadığı bir kaledir. Her bir taşında, toprağında o kokuyu hissettim. Yani, bir hafta önce Akkervan’da olduğum için bunu söylüyorum. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin devletini, devlet geleneğine sahip köklü bir devlet olarak temsil etmek, Türk milletini bu devlete hayat boyu, asırlar boyu, tarih boyu o özelliği kazandırmış köklü ve sağlam temellere dayalı tarih tecrübesiyle kaynaşmış bir milletin temsilcisi olmak başlı başına bir ayrıcalıktır. Ben gittiğiniz yerlerde görevlerinizi yaparken mutlaka görmek istediğim birkaç hususu ve vatandaşlarımıza sizin üzerinizden iletmek istediğim bir mesajı vurgulamak istiyorum.

Birincisi; psikolojik zemin, görev yaparken sahip olacağınız psikolojidir. Görev yaparken hepinizin çok kuvvetli bir özgüven içinde davranmanızı bekliyoruz. Psikolojik zeminin, görevin psikolojik kavramı özgüvendir. Her ne olursa olsun vatandaşlarınızın hukukunu savunurken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni herhangi bir platformda temsil ederken özgüveninizden hiçbir şekilde taviz vermeyeceksiniz. Zor şartlar olabilir, zor meselelerle uğraşıyor olabilirsiniz, ama sizi gören herhangi bir yabancı yetkili veya vatandaş, sizin gözünüzde, bakışınızda, olayı ele alış tarzınızda o özgüveni hissetmelidir. Bundan hiçbir zaman taviz vermeyeceksiniz. Hangi zor şartlarda görev yaparsanız yapın, sizden birinci beklentimiz budur. Arkanızda elhamdülillah artık IMF’e borçlu, kendi iç krizleriyle uğraşan, çevresinde birçok meselede o anlamda etkisi tartışılır bir ülke söz konusu değildir. Her noktada çok güçlü bir devleti ve ülkeyi temsil etmenin inancını, güvencini içinizde taşıyacaksınız. Birinci ve hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğiniz, taviz vermeyeceğiniz konu budur. Siz eğer bu özgüven içinde olursanız, eminim sizin muhatabınız olan vatandaşlarımız da o özgüveni sizin tavırlarınızda, gözlerinizde, yüreğinizde hissettiğinde onlar da çevreye başka türlü bakacaklar.

Düşününüz, sadece şunu söylemek bile özgüveninizi pekiştirmelidir. Bu 22 arkadaş arkasında 3 tane yeni başkonsolosluğumuz var. Aktau, Haydarabat ve Miami. Üç ayrı coğrafyada üç yeni başkonsolosluk açılıyor. Bunlarla başkonsolosluk sayımız 74’e çıkıyor. Büyükelçiliğimiz 124. Biraz önce Bakan Yardımcımız söylüyordu, bu son açılanlarla, dün tebliğ ettiğim yeni büyükelçilikler; Kamboçya, Panama, Dominik Cumhuriyeti, Brunei, bu kararnameyle dört yeni büyükelçilik açtık. Bunlarla birlikte dış temsilimiz 218’e ulaşıyor. Şu anda dünyada en fazla dış temsilciliğe sahip 8. veya 9. ülke durumundayız. İnşallah 231’e çıktığımız zaman dünyanın en fazla temsil edilen 5. ya da 6. ülkesi olacağız. Başka hiçbir ülkenin bayrağı bizimki kadar yaygın bir coğrafyada dalgalanmıyor, bunu hissedeceksiniz.

İkinci beklentimiz; sosyal zemin diyeyim, sosyolojik zemindir. Güçlü bir network oluşturacaksınız. Gittiğiniz andan itibaren o topraklara bastığınız nerede temsil yapıyorsanız yapın ki, bugünkü liste içinde Musul’dan Strazburg’a veya Miami’den Haydarabat’a, Aktau’ya kadar çok geniş bir coğrafyada başkonsolosluğumuz var. Gittiğiniz andan itibaren hem vatandaşlarınız arasında ve vatandaşlarımızı temsil eden sivil toplum kuruluşları arasında güçlü bir network oluşturacaksınız, hem de oradaki o ülkenin, o dost ki hepsini dost görürüz, başkonsolosluğumuzun olduğu her ülke bizim için dost ülkedir. O ülkedeki o bölgede, sizin sorumluluk alanınızda olan bölgede sağlam bir network kuracaksınız. Beni 4 yıllık Bakanlık dönemimde ve daha öncekilerle birlikte Başdanışmanlık dönemiyle birlikte yaklaşık 10 yılı aşkın, 10,5 yıla yaklaşan görev dönemimde en fazla üzen olaylardan biri, en fazla üzen değilse bile ama üzen olaylardan biri, Almanya’da Neonazi cinayetlerine kurban giden vatandaşlarımızla yaptığım görüşmeler olmuştu. Bildiğiniz gibi bu Neonazi cinayetleri ki aranızda Almanya’da da görev yapacak arkadaşlar var, Avrupa’da görev yapacak arkadaşlar var. Uzun yıllar faili meçhul şeklinde kaldıktan ve aileler suçlandıktan sonra, biraz da tesadüfi bir şekilde bir network ortaya çıktı, cinayet networkü, terör networkü ve yine Bakanlık dönemimde en fazla kaldığım, bir sefer gidip de kaldığım ülke Almanya oldu. 7 gün neredeyse, evet 6 veya 7 gün belki bu dönemde Türkiye’de bile aralıksız 6-7 gün kalmadım, ama orada kaldım, tek tek bütün vatandaşlarımızla konuştum. Ve şunu söyleyeyim: Tabii sonra da Alman yetkilileriyle biliyorsunuz bu konuları açık bir şekilde paylaştık. Bizi üzen bu cinayetlerin sadece işleniş biçimi değil, o zaten büyük acı veriyor, ama cinayetler sonrasında Alman polisinin, emniyetinin, savcılığının şüpheli kategorisiyle hep yakın ailelere, ailelerin yakınlarına bakması, ama, kendi içinden, Alman toplumunun içinden ırkçı örgüt çıkacağı düşüncesine sahip olmamasıdır. Bunu da kendilerine ifade ettik. Bunların haklarını sonuna kadar takip edeceğiz. Ama beni onun kadar üzen hususlardan bir tanesi de, bazı yerlerde, en az birkaç örnekte vatandaşlarımızın oradaki temsilciliklerimizden yeterli ilgiyi görmedikleri ya da daha vahimi oradaki Türk toplumunun da kendilerini terk ettiği, vebalı gibi gördükleri gibi bir kanaati serdetmeleridir. Orada söylemiştim, şimdi tekrar söylüyorum teyiden; bulunduğunuz yerlerde ne surette olursa olsun herhangi bir vatandaşımızı ilgilendiren bir husus varsa veya herhangi bir vatandaşımız mağdur olmuşsa, gözünden tek damla yaş düşmüşse, bırakın kan dökülmeyi, o yaşı önce siz göreceksiniz, önce onlarla siz temas kuracaksınız. Ola ki suçlu olsalar dahi öncelikle siz o işin aslını öğrenip müdahil olacaksınız. Burada hiçbir şekilde herhangi bir vatandaşımızın sizin görmeden, sizinle muhatap olmadan oradaki başka bir otoriteyle muhatap olmasını ben kabul edemem. Göreceksiniz, gideceksiniz, onlarla ellerini tutacaksınız, dertleşeceksiniz, göz göze bakacaksınız ve onlar hissedecek ki sizin şahsınızda 75 milyonluk bir kitle yanlarında ve yalnız değiller. Onun için bu networkü iyi kurmak lazım. Bunu ancak ne zaman öğrenebilirsiniz? Herkesi bildiğinizde, tabii kolay değil, 300 binlik başkonsolosluklarımız var, Türkiye’deki bir vilayet ölçeği, orada herkesi bilemezsiniz. Ama bilinse ki Türk başkonsolosu her zaman halkın arasındadır. Bir problem olduğunda o başkonsolosa da ulaşacağını bilir o halk. Ama ayda yılda bir gördüğü zaman da zaten ilgilenemeyeceğini düşünür veya o cesareti kendinde hissetmez. O networkü kuracaksınız. Ve bizim oradaki vatandaşlar arasında da ayrı bir network, hani sivil toplum kuruluşları vatandaşları arasında da ayrı bir networkla sürekli onları kendi halklarını takip edecek şekilde hareket halinde örgütlü ve bilinçli bir düzende tutacaksınız.

Burada yine çok net bir talimat vermek istiyorum; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kim olursa olsun, hangi şehirden gitmiş olursa olsun, hangi mezhebe, hangi etnik kökene veya arka plana sahip olursa olsun, hepsi bizim için azizdir, hepsiyle temas kuracaksınız. Hiçbir ayrım gözetmeksizin hepsini bulundukları yerlerde ziyaret edeceksiniz. Herhangi bir yerden size bir tenkit gelirse cevap verecek olan biziz. Derneklerinde, camilerinde, cemevlerinde, bayramlarında, kandillerinde, nişanlarında, vefatlarında hiçbir ayrım gözetmeden hepsinin yanında olacaksınız. Birisi derse ki, biz başkonsolosu şurada gördük, doğru mu yapıyor? Eğer vatandaşlarımızın bulunduğu bir yerse orası, onun cevabını ben vereceğim, siz çekinmeyeceksiniz. Hani şuraya gidersem şöyle adlandırılırım, yok buraya gidersem böyle derler, oraya gidersem şu guruba mı, etnisiteye mi yakın diye soru sorulur diye bir şey varsa, siz değilsiniz sorumlu olan biziz. Bize gelip sorsunlar bu soruyu, ama siz gideceksiniz. O eski anlayış, vatandaşları tasnif eden, vatandaşları şu veya bu diye tanımlayan, hele hele vatandaşları fişlemeye ya da potansiyel tehdit görmeye dayalı anlayış bitti, bir daha da gelmeyecek. Hiçbir vatandaşımız bizim için tehdit odağı, kaynağı değildir. Hiçbir vatandaşı bir tür risk unsuru gibi göremezsiniz, görmeyeceksiniz. Hepsini bizim enerjimizin oradaki uzantıları olarak göreceksiniz. Yeter ki terör ya da saldırgan bir şey içinde olmamış olsunlar. Onlar tabii cezai bir durumdur, onun dışında. Ki onların bile bir şekilde şey yapmaması tavsiyeyle, nasihatle veya herhangi bir şekilde temas kurularak bazı konuların anlatılması gerekiyorsa anlatacaksınız. Hapishanelere bile düşmüş olsalar vatandaşlarımız şu veya gerekçeyle haklı veya haksız, onlara sahip çıkacaksınız hastanelerde görmek istiyoruz sizi, hapishanelerde görmek istiyoruz. Pastanelerde, düğünlerde, camilerde, derneklerde, cemevlerinde her yerde. Hiçbir şekilde ayrım olmadan bunu bekliyoruz.

Üçüncüsü, siyasal boyuttur. Sizim orada bir temsil görevi de yürütüyorsunuz. Var olan siyasi otoriteyle ilişkileriniz diplomatik nezaket içinde. Ama başta söyledim özgüvenle paralel vatandaşımızın hakkını gözetirken özgüvenle, ama temsil görevi yürütürken esneklik ve o ülkenin kurallarına, geleneklerine itibar ederek ve ona saygı göstererek. Her ülkenin kendine has geleneği vardır saygı göstereceksiniz. Bunu zaten söylemeye gerek yok kutsalları vardır saygı gösterilecek. Hindistan’da görev yapan bir büyükelçimiz Hindu gelenek içinde Hintli birine eğer şeyse özel bir durumu varsa hani kendisi istememişse et ikram edilmeyeceğini bilir. Müslüman bir ülkede ise Ramazan’da nasıl davranılacağına dikkat eder. Yahudi bir toplumsa Cumartesi günü randevu vermeyeceğini bilir. Bir başka bir gelenek içindeyse her biri için mutlaka gereğini yapacağınıza eminim ama hatırlatmak babında söylüyorum, diplomasi bu kültürel boyutuyla yürütüldüğünde başarılı olunacak bir alan.

Bu çerçeve de özellikle Avrupa’da ve Batı’da görev yapacak arkadaşlara siyasal alanda bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum, yabancı düşmanlığına karşı geniş bir gönüllüler cephesi oluşturacağız. Yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa karşı sadece bizlerden değil, böyle bir tehlikeye maruz kalan bütün topluluklardan oluşan bir iyi niyet elçileri, oluşturmak durumundayız. Bugün yabancı düşmanlığı bizim için en büyük tehlikedir. Avrupa’daki vatandaşlarımız, Türkiye’deki yakınlarıyla birlikte dünyada 8 milyonu buluyor sayısı Türkiye’deki yakınlarıyla birlikte. Onların kılına bir zarar geldiğinde hele hele yaygın bir yabancı düşmanlığına muhatap olduklarında yangınları biliyorsunuz, Solingen’i vesaireyi onları prevantif şekilde önceden engellemenin yolu bir bilinç oluşturmak yabancı düşmanlığına karşı. Ekonomik krizlerin olduğu dönemlerde yabancı düşmanlığı artar; aynen 1929 ekonomik krizi sonrasında Avrupa’da yabancı düşmanlığının, ırkçılığın artması gibi. Çünkü o krizin sebepleri onlar görülmeye başlar. Biz bunu siyasal düzeyde muhataplarımıza anlatıyoruz, ama siz de anlatacaksınız. Ve oradaki bu kaygıyı ortak kaygı taşıyan çevrelerle de, siyasi gruplarla vesaireyle birlikte hareket edip yabancı düşmanlığını ortak bir karşı çıkış geliştirmek durumundasınız.

Bir başka boyut, ekonomik boyut; vatandaşlarımızın artık nitelikleri değişti. Eskiden 1950’lerde, 60’larda olduğu gibi Avrupa’daki iş, güç açığını kapatmak üzere giden kalifiye bir özelliğe sahip olmayıp hazır işçi olarak giden vatandaş kitlesi yok. Çok daha sosyal sınıf anlamında orada kendini ispat etmiş önemli şirketler kurmuş, iş adamları toplulukları oluşturmuş çok daha geniş etki alanı oluşturmuş bir vatandaş kitlesinden bahsediyoruz. 1987 yılında 25 bin işletmemiz varmış, şu anda 80 bin. Bu işletmelerin sayısı artıyor, yapmamız gereken şey oradaki vatandaşlarımızın, toplumumuzun orada seçkin ve kimseye muhtaç olmayan bir ekonomik alt yapıya kavuşturulması. Bu tür güce sahip olanlarla, iyi ilişkiler kurmak ama aynı zamanda Almanya’da özellikle Türk mahallelerinin neredeyse en kötü şartlarda, varoşlarda ve girilmesi zor olan yerlerde yaşayan, çok sayıda ekonomik ihtiyaç içinde olan, işsiz durumda olan vatandaşlarımızın olduğu da bir vaka. Yani sizler sadece başarı hikayelerini oluşturan Türklerle salonlarda buluşmamalısınız, onlarla buluşun özellikle de son dönemde büyük bir kriz sebebi olan, geçen Yurt Dışı Türkler Danışma Toplantısında da söyledim, bu aile şirketlerinin tasfiye edilmeleri süreci var yani baba iyi niyetle güzel bir aile şirketi kurmuş ama oğlu doktor olmuş. O aile şirketi babayla birlikte tasfiye oluyor 20-30 milyar dolarlık bir kapasiteden bahsediliyor. Onlarla ilgili çözüm üretmelisiniz o şirketler, işletmeler bozulmadan onları bir araya getirir misiniz, birlikte bir şeyler yaparsınız bunları bu konuda yeni özgün fikirler üretmelisiniz. Fakat sadece onlarla değil, işsiz mahallerine gideceksiniz, oralardaki gençlerin kültürel ihtiyaçlarıyla, sosyal ihtiyaçlarıyla ilgileneceksiniz. O bir 3-4 ailenin 10-15 kişinin nüfusun küçük evlerde kaldığı yerlere gideceksiniz ve bu konuda sürekli rapor bekliyorum. Biz tahkir edilecek, kendisine parya muamelesi yapılacak bir millet değiliz. En zayıf kimse orada en fakir kimse onu önce tanıyacaksınız, onu oradan nasıl çıkartırız onu düşüneceksiniz. Onurunuzu ve temsil ettiğiniz halkın onurunu koruyamazsanız, temsil kabiliyeti yürütemezsiniz. Dolayısıyla beklediğimiz mutlaka buralara gidin. Bu söylediklerimin çoğu tabi sadece Avrupa ve Batı ülkeleri için geçerli gelebilir ama bu durum diğer yerlerdeki vatandaşlarımız için de geçerlidir, Kazakistan’da, Irak’ta. Oralarda da vatandaşlarımız dışında soydaşlarımız, gönüldaşlarımız, tarihdaşlarımız var. Onlarla da ilişkilerinizde gönlünüzün alabildiğine açık olması gereklidir. Şimdi Ahmet Bey örneğin, Musul’dan Amsterdam’a gidiyorsunuz. İki ayrı Başkonsolosluk misyonu ve birinde yaptığınız bir davranış diğerinde doğru olmayabilir. Ama doğru olan tek şey var, yüreğinizin herkes açık olması. Özellikle soydaş ve tarihdaş dediğimiz bu akraba topluluklarının olduğu başkonsolosluklarda da mutlaka oradaki her kesimle yakın temas içinde olunmalı ve mutlaka sizin nezdinizde dost bir ülkenin sıcaklığını hissetmeliler. Bu Köstence’deki Türkler için de geçerlidir, Musul’daki Türkmen’ler için de, Kerkük’teki acısını paylaştığımız, son şehidimiz Ali Haşim gibi. Oralarda acılı günlerinde onlarında yanında, burada vatandaş ile soydaş, tarihdaş ayrımı yapmayacaksınız, onların her biri bizim için hukuki olarak vatandaş olmasa da gönüldaşdır ve vatandaşlarımız gibi azizdir. Onların hepsine bu nazarda bakmak zorundasınız.

Ben çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Özetlemek gerekirse mutlaka özgüven içinde, bütün vatandaşlarımızla kaynaşmış bir bütün oluşturacak şekilde, bütün vatandaşlarımıza ilgi göstermek siyasal anlamda temsille birlikte oradaki siyasal ve diğer bütün topluluklarla ilişkileri geliştirmek, vatandaşlarımızın ekonomik şartlarının iyileştirilmesi için bize de yol gösterilecek raporlar yazmak ve gereğini orada yapmak. Bunlar bizim olmazsa olmaz şartlarımız, hepinize başarılar diliyorum. İnşallah sağ salim menzilinize ulaşırsınız ve başarılı olarak ulaşırsınız ve çok iyi bir sicille. Bizim yazacağımız sicil ayrı tabi ama esas sicili arkadaşlar tarih yazar. Ben gittiğimde hatırlanıyor kişiler, şöyle bir büyükelçi şöyle bir başkonsolos vardı, iz bıraktı gitti diyorlar. Bazılarınınsa ismi bile hatırlanmıyor ve maalesef bazıları çok kısa bir süre içinde şu veya bu nedenlerle geri dönmek zorunda kalıyor. Sizler onlardan olmayın, sizin siciliniz tarihe iyi geçerse, bizim sicilimiz de devlet olarak ülke olarak iyi geçer. Ama siz o sicile iyi bir kayır düşemezseniz, sadece siz değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti de zaaf göstermiş olur. Sizden tek beklentimiz, bir tarihin siciline, iki bulunduğunuz ülkelerdeki vatandaşlarımız, tarihdaşlarımızın siciline iyi geçmeniz. Ondan sonrası zaten önünüz açık Allah’ın izniyle. Görüyorsunuz bugünkü 51 büyükelçi kararnamesine tek tek baktığınızda genç diplomatlarımıza nasıl güvendiğimizi göreceksiniz. Çok sayıda hanım büyükelçi atadık. Çok sayıda genç büyükelçi atadık. Çünkü ben 4 yıldır görüyorum her yerde, bir kan değişimi gerekli. İnşallah hepinize birkaç sene sonra Büyükelçilik tebliği yapacağım ben bundan eminim ama nereye nasıl gideceğinize bulunduğunuz başkonsolosluklardaki tarih siciliniz karar verecek ben değil. O tarih sicili iyi geldi mi biz nasıl olsa onu fark ediyoruz merak etmeyin. Öylesine raporlar geliyor ki bize… Fakat bir vatandaş bir yerde bir başkonsolosla karşılaşıyor heyecanla dönüp arıyor. Onu ben kaydediyorum. Veya olumsuz bir şey olduğunda da geliyor maalesef. İnşallah sizden gelmeyecek.

Son olarak şunu söyleyerek bitireyim. Ben 4 yıl içinde birçok yerde güzel sözler duydum, ama beni en fazla sizler adına da gururlandıran iltifat iki sene önceydi. Konya’nın Kulu ilçesinde sokakta dolaşıyordum. Halk etrafta toplandı ve bir kişi öne çıktı ve dedi ki Sayın Bakanım size bir şey söylemek istiyorum. Ben zannettim ki bir şey talep edecek, dedi ki benim bir talebim yok teşekkür etmek için buradayım. Size, hükümetimize, Başbakanımıza teşekkür ediyorum. Ben 60 yaşlarındayım. İsveç’e ilk gittiğimde sonraki onlarca yılda girdiğim cemiyetlerde kimse bana nereli olduğumu sormasın diye titrerdim, çünkü nasıl muamele göreceğimi bilemezdim ve ülkemle ilgili gelen haberlerde hep olumsuz haberler olurdu, çatışmalar, askeri darbeler, anarşi falan… Ama son yıllarda öylesine bir güven geldi ki bize, bir cemiyete girdiğimizde hiç kimse bir şey sormasa da bize ben gözlerinin içine bakıyorum ah bir sorsalar da Türk’üm diye haykırsam diye. İşte bir Dışişleri Bakanı, bir Hükümete bir siyasi kadroya verilecek en büyük hediye bu. Bunu sarsmayın, bunu daha da güçlendirin. Vatandaşta bu güven oldu mu, ki bu nihayetinde üniversite mezunu olmayan oraya işçi olarak gitmiş ama bunu yüreğinde hisseden bir vatandaş. Onların onuruna layık olun, dediğim gibi tarih siciline iyi geçin, inşallah birkaç sene sonra hepinizi büyükelçi olarak da görmek istiyoruz. Allah yolunuzu açık etsin, Allah utandırmasın.