Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Basın Açıklaması, 30.08.2013, Ankara

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Aziz milletimizin her şeyin bitti tükendi dendiği anda ne kadar büyük bir gayretle, tarihi bir şuur ile harekete geçtiğini Zafer Bayramıyla her sene bir kez daha idrak ediyoruz.

 

Bu sabah büyük bir coşkuyla kutladık, akşam da Cumhurbaşkanımızın resepsiyonunda birlikte olacağız. Böyle günler milli birliğin, beraberliğin, millet olma bilincinin, şuurun, tarih idrakinin yaşatıldığı, geleceğe aktarıldığı günlerdir. Başta Başkomutanlık Meydan Muhaberesinin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün şehitlerimize, bu vatanı bize emanet eden bütün büyüklerimize rahmet diliyorum. Onların bıraktığı emaneti en iyi ölçülere, en iyi zirvelere, geleceğe taşıyacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.

 

Zafer Bayramı olmakla birlikte çalışmaya devam ediyoruz. Bugün Afganistan Dışişleri Bakanı bir nezaket ziyareti dolayısıyla Ankara’daydı. Kendisiyle Afganistan’daki ve bölgedeki son gelişmeleri istişare etme imkanı bulduk. Afganistan’da özellikle 2014 seçimleri ve onunla birlikte söz konusu olacak NATO’nun bölgeden çekilmesi takvimi çok kritik bir aşamada. Hem bu siyasi konuları ele aldık, hem de bölgenin diğer Pakistan ve Afganistan arasında son dönemde büyük takdirle takip ettiğimiz ziyaretlerde kat edilen mesafeyi gözden geçirdik. Bildiğiniz gibi Sayın Karzai, Sayın Navaz Şerif’in davetlisi olarak geçtiğimiz günlerde Pakistan’daydı. Üçlü toplantının da bu vesileyle hazırlıklarını yapma imkanı bulduk. Zafer Bayramı çerçevesinde burada olduğu için de milletimizin Zafer Bayramını kutladılar. Bundan sonra da inşallah temaslarımız sürecek.

 

Buyurun sorularınız varsa onları alabiliriz.

 

SORU- Efendim, Anadolu Ajansı’nın son dakika geçtiği abonelerine bir haber var. Suriye’deki kimyasal saldırının detaylarıyla ilgili. Saldırının Suriye’deki iki bölgeden, Kuteyfe ve Kasyun’dan yapıldığı ve 155. Füze Tugayının bu saldırılara dahil olduğu ve birliklerin ayrıntılı isimlerine kadar bütün bilgiler yer alıyor haberde. Bu konuyla ilgili görüşünüz nedir? Bu tür net bilgilerden sonra artık rejimin saldırıyı yaptığı kesinleşti diyebilir miyiz?

 

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi 21 Ağustos sabaha karşı saldırı gerçekleştiğinde - hepiniz biliyorsunuz o gün Milli Güvenlik Kurulu toplantısı vardı - önce hazırlık toplantısında Başbakanımız başkanlığında konuyu değerlendirdik. Daha sonra Cumhurbaşkanımızın başkanlığında Milli Güvenlik Kurulu’nda konu ele alındı. O günden itibaren bir taraftan Birleşmiş Milletler nezdinde alanda bulunan teftiş heyetinin yetkilerinin ve görev alanın genişletilmesi için ciddi bir girişim başlattık. 37 ülkeyle birlikte müracaat ettik. Diğer taraftan, istihbarat birimlerimiz ve uzmanlarımız eldeki bilgileri değerlendirmek üzere yoğun bir çaba sarf ettiler. Ayrıca, birçok istihbarat birimleriyle de temas halinde bu bilgileri senkronize bir şekilde değerlendirdiler, halen değerlendiriyorlar.

 

Bütün bu bilgilerden yola çıkarak  - bir kere hiç kimsenin şüphesi yok ki - kimyasal bir saldırı söz konusu. Gerek görgü şahitleri, gerek alandan gelen görüntüler ve gerekse oradaki sağlık kurumlarının temsilcilerinden aldığımız bilgiler, çok açık bir şekilde semptomların vefat edenlerin hiçbir yara ve kan izi olmadan doğrudan boğulma ya da gaz etkisiyle vefat ettiklerini, yaralı olanlardaki semptomların açık bir kimyasal saldırıya işaret ettiğini ortaya koyuyor.

 

O zaman ikinci bir soru tabii gündeme geliyor. Nihayetinde Birleşmiş Milletler Teftiş Heyetinin de değerlendirmelerini takip edeceğiz. Bu çerçevede Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü Genel Direktörüyle de, biliyorsunuz Ahmet Üzümcü’yle Londra’da bir görüşme gerçekleştirmiştim. O zaman ikinci bir soru, bunun kimin tarafından yapıldığı sorusu. Rejim dahi kimyasal silah kullanıldığını başta reddetti ama daha sonra kabullenmek durumunda kaldı. Daha sonra muhalefete ve diğer bilinmez unsurlara bunu atfetti. Fakat milli istihbari kaynaklarımızdan elde edindiğimiz sağlıklı bilgiler, diğer kaynaklardaki değerlendirmelerimiz iki açıdan bunun sorumlusunun rejim olduğunu açık bir şekilde gösteriyor.

 

Birincisi; bulunan mekanda kayıpların hemen hemen tümünün muhalefet kontrolündeki bir bölgede, Doğu Gota’da meydana gelmiş olması. Zaten kendi insanlarını öldürecek değiller, kendi taraftarlarını. Ama bu mekanla atım yerleri arasındaki ilişkiler, atım açıları, füzelerin düşmüş olma istikametleri vesaire bunlar değerlendirildiğinde, çok açık bir şekilde bu saldırının rejim kontrolündeki Kasyun Tepesinden yapılmış olma ihtimalini güçlendiriyor, hatta ispat ediyor.

 

İkincisi de; atım vasıtaları. Yani, elinizde kimyasal silah primitif bir şekilde olsa bile, eğer onu başka bir bölgeye atacak atım vasıtası yoksa bunu kullanma imkanınız yok. Eldeki bütün istihbari bilgiler de muhalefetin elinde böyle bir sofistike imkanın olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Bu sofistike imkana alanda bir tek rejim sahip. Yine birçok kaynaklardan, görgü şahitlerinden, birinci derece insani, istihbari kaynaklardan, atım vasıtalarından gelen bazı füze parçalarının izleri de söz konusu. Dolayısıyla, bizim açımızdan - ki bu tamamıyla milli istihbari bilgilerimiz ve kendi milli uzmanlarımızın değerlendirmeleridir - bu konuda atım vasıtaları ve atım mekanları ile bölgeler arasındaki açılar, izler açısından bakıldığında şüphe bırakmayacak şekilde rejimin sorumluluğu ortaya çıkıyor Rejim, bizzat düzenli ordu birlikleri mi, yoksa rejim kontrolündeki Şebbihalar mı, ayrı bir tartışma konusu. Nihayetinde böyle bir bulgu söz konusu. Tabii bu bizim tamamıyla, dediğim gibi, milli istihbari değerlendirmelerimizdir. Diğer istihbarat birimleriyle yapılan temaslarda da genel olarak bu konuda bir mutabakat olduğu görülüyor.

 

Tabii bundan sonra uluslararası toplum üzerine büyük bir sorumluluk düşüyor. Biz en başından çok açık bir şekilde bunu ifade etmek isterim; Türkiye’yi sanki bir savaş çağrısında bulunuyormuş gibi takdim etmek isteyenler var. Bu son derece haksız bir suçlama. Daha hiç kimse bulunduğu yerden, başkentinden hareket etmemişken 2011 Ocak ve Ekim’i arasında 10 ay rejim nezdinde doğrudan angajmanla bu olayların yaşanmaması ve barışın bozulmaması için, Suriye’deki kardeşlerimizin, hangi etnik ve mezhebi kökenden olursa olsun, zarar görmemesi için ne kadar yoğun çaba sarf ettiğimizi hepiniz biliyorsunuz, bütün dünya da biliyor.

 

Şu anda şu veya bu tarafı destekleyen kesimler harekete geçmemişken, Türkiye harekete geçti. Diplomasinin bütün imkanlarını kullandık. Ama maalesef bu kardeşçe uyarılarımız, kardeşçe tavsiyelerimiz, Türkiye’nin güvenliğini de ilgilendiren kardeşçe tavsiyeler dinlenmedi. Önce keskin nişancılarla, daha sonra top ve tank atışlarıyla şehirlere, yerleşim merkezlerine, daha sonra açık bir şekilde hava bombardımanıyla şehirlere - bu senenin başından itibaren Scud füzeleriyle biliyorsunuz 300-350 kilometre öteden hedeflere - sivil hedeflere saldırılar yapıldı.

 

Bu savaşlarda bile, sivil alanlara yapılan son zamanlardaki en kapsamlı saldırılarıydı. Devletin kendi halkına dönük yaptığı en ciddi katliamdı. Son olarak da kimyasal silah kullanımı, yine savaşlarda bile 1925 yılından bu yana yasaklanmış bir uygulamadır. Yani, iki devlet arasındaki savaşta dahi kimyasal silah kullanımı devletlerin ortak konvansiyonuyla 1925’te yasaklandı ve şimdiye kadar da bu bir savaş suçu olarak ilan edildi. Bir devletin kendi halkına karşı bunu kullanmasını sanki savaş değilmiş, bunu bir barbarlık değilmiş, tepki verilmesi gereken bir şey değilmiş gibi görüp, sanki savaş şimdi başlayacakmış gibi, Türkiye de bu savaşa çağrıda bulunuyormuş gibi takdim edenler, gerçekten insanlık vicdanı açısından nasibini almamışlardır.

 

Bu görüntüler, 2,5 yıl yanımızda cereyan eden savaş, 100 bin kardeşimizin öldürülmesi, şehit edilmesi, bunlar zaten yürüyen bir savaşın, yürüyen büyük bir katliamın işaretleri. Bizim şu anda uluslararası topluma yaptığımız çağrı ve kimyasal silah kullanımdan sonra da yaptığımız çağrı, bu savaşın durdurulması için, bu katliamın, bu barbarlığın durdurulması için. Yoksa Türkiye’nin veya herhangi bir tarafın böyle bir savaşın parçası olması hedefine dönük değil. Bu elimizdeki bulgular tabii uluslararası toplumla da paylaşılmıştır bizdeki bulgular. Başkalarının elindeki bulgular da bize ulaşanlar oldu. Birçok tabii yeni unsurlar keşfediliyor, bulunuyor. Muhalefet unsurlarının verdiği bilgiler var, onun dışındaki insani, istihbari kaynaklar var. Hepsi değerlendirilip Suriye’de süregiden bu savaşa artık bir son verecek uluslararası bir inisiyatifin başlatılması lazım.

 

SORU- Sayın Bakan… (anlaşılmıyor) … askeri operasyon olacak gibi mi, eğer olmazsa da bunun sonuçları?

 

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Şimdi bir kere uluslararası toplum saldırının olduğu andan itibaren - ki o günlerde biliyorsunuz ben de bir Avrupa turunda idim - herkesin ortak mutabakatı; böyle bir saldırı karşısında uluslararası toplumun uluslararası hukukun gerektirdiği bütün müeyyideleri, karşılıkları, tepkileri vermesi gerektiği yönündeydi. Şu anda da bu yönde değişen bir tutum yok. Mesele, bunun öncelikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından verilecek olmasıydı, hepimiz bunu tercih ederdik; hala bunu tercih ediyoruz. Birleşmiş Milletler normlarının bu kadar açık bir şekilde ihlal edildiği ikinci bir olay neredeyse yok. Bosna, birçok örnekler veriliyor, burada da insan hakları ihlali ve büyük katliamlar yaşandı. Ancak kitle imha silahları bağlamında bu derece açık bir norm ihlalini, uluslararası hukuk ihlalinin yaşandığı nadir örnekler var.

 

O zaman hepimizin birinci beklentisi, hiçbir şüphe bırakmadan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin buna el atması, çok kararlı bir tutum sergilemesiydi. Maalesef aradan 1 hafta geçti, 10 gün oldu, şimdiye kadar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyelerin tutum farklılıkları sebebiyle bir sonucu ulaşamadı. Biz bu süre içinde bütün üyelerle yoğun bir telefon diplomasisi yaptık. Bu telefon diplomasisinin amacı da, uluslararası toplumun tek bir vücut halinde tepki vermesini temin etmekti. Bu çerçevede tabii her ülkenin kendi içinde de tartışmalar yaşanıyor, bu doğaldır. Herkes kendi perspektifinden olayı değerlendirme çabası içinde, özellikle demokratik toplumlarda farklı seslerin çıkmasından daha doğal bir durum yok. Önemli olan, bir an önce bu eldeki bulguların, Birleşmiş Milletler heyetince de tespit edilecek bulguların bütününün değerlendirilip bir şekilde bu tepkinin en güçlü tarzda verilmesi lazım. Bazı olaylar vardır ki, küçük depremlere benzer. Eğer o küçük depremlerde binanızı sağlamlaştırmazsanız - küçük derken, bu küçük bir deprem değil, o anlamda söylemiyorum - göreceli olarak küçük depremlerde binalarınızı sağlamlaştırmaz, sütunlarını takviye etmezseniz, bir sonraki depremde çok daha büyük hasarlar yaşanır. Maalesef 2,5 yıl içinde küçük küçük yaşanan – şimdi bakıldığında kimyasal saldırıya göre küçük gibi görünün - ilk aşamalarda Bab-ı Amr’da, Humus’ta ya da Banyas’ta, Halep’te, Dara’da yaşanan katliamlara, Kuseyr’de yaşanan katliamlara bir cevap vermiş olsaydı uluslararası toplum, bugün o zavallı çocuklar, bebekler ölmemiş olurdu. Eğer şimdi bu tepki verilmezse, açık bir uluslararası hukuk ihlali karşısında bu tepki verilmezse, bundan sonra dünyanın herhangi bir köşesinde böylesine insanlık dışı silahlara sahip olan kesimler, ülkeler, bu silahları kullanmak konusunda kendilerini daha serbest addederler.

 

Bu mesele Türkiye ile Suriye arasında bir mesele değil. Türkiye’nin güvenlik kaygıları var ve bunun için her türlü çalışmayı yapıyoruz. Dün akşam Başbakanımızın başkanlığındaki güvenlik zirvesinde de bunlar ele alındı. Bu konularda taviz veremeyiz. Ama esas mesele, bütün dünyayı etkileyebilecek olan kitle imha silahlarının serbest kullanımı ve müeyyidesinin olmaması gibi bir algının doğması ve yaygınlaşması. O zaman çok daha büyük facialara sebebiyet verilir. Bu bakımdan gelen tepkiler, iç kamuoylarının tepkileri ne olursa olsun, insanlık vicdanının ve uluslararası toplumun iradesinin bu saldırı karşısında en doğru tepkiyi, en doğru zamanda vererek bir daha kimsenin böyle bir saldırı yapmaya, böyle bir kitle imha silahı kullanmaya cesaret etmemesi yönünde güçlü bir sinyal vermesi olacaktır. Bu yönde de işaretler görüyoruz, gelişmeleri yakından takip edeceğiz.

 

SORU- Sayın Bakanım, dünkü güvenlik zirvesinden bahsettiniz. Bizimle paylaşabileceğiniz bir şey var mı, ne tür sonuçlar çıktı?

 

Bir de, Amerika Birleşik Devletleri’nden bazı açıklamalar geldi; İsrail, Türkiye gibi müttefiklerimizi gerekirse koruruz mealinde, taahhüdümüz var. Ne diyeceksiniz?

 

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Dünkü güvenlik zirvesi ilk kez gerçekleşen bir zirve değil. Biliyorsunuz kritik dönemlerde ve belli aralıklarla Sayın Başbakanımız başkanlığında ilgili bütün kurumlarımız, özellikle Genelkurmay Başkanlığımız, MİT Müsteşarlığımız, Dışişleri Bakanlığımız, ilgisi olduğunda AFAD ve diğer bütün kurumların katıldığı güvenlik toplantıları yapılıyor en üst düzeyde. Dün buna yoğun bir ihtiyaç vardı, çünkü burada iki boyut var. Birincisi, biraz önce zikrettiğim boyut, yani insan hakları ihlalleri bağlamında ve insanlık suçu sayılan bir kitle imha silahının kullanılmasına tepkisiz kalınması durumunda doğabilecek çok geniş bütün insanlığı ilgilendiren riskler var. İkincisi ise, doğrudan Türkiye’nin güvenliğiyle ilgili riskler. Yani, güneyimizde ne olursa olsun bizi ilgilendirir; artan katliamlar, etnik çatışmalar, mezhep çatışmaları, terör tehdidi, bütün bunlar Türkiye’yi doğrudan birinci derecede ilgilendirir.

 

Biz bunları gördüğümüz için, bugünlere gelebileceğimizden korktuğumuz için Beşşar Esad’ı ve etrafındaki bu maalesef katliamcı güruhu ikna etmek için aylarca uğraştık. Yine bundan korktuğumuz için, bugünler gelir diye yüreğimiz titrediği için, uluslararası toplumun birlikte hareket etmesi için iki yıldır çalıştık. Suriye’nin Dostları Grubunu oluşturduk, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde girişimlerde bulunduk. Sadece NATO içinde Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya gibi müttefiklerle değil, Rusya ve İran’la yoğun temaslar yürüttük. Birçok formül ürettik geçiş süreci işleyebilsin diye. Her bir dönemde bazen krizin ilk yılı içinde karma hükümet kurulması gibi, bazen geçiş süreciyle ilgili 3 Aralık 2012’de - Sayın Putin’in vaktinde söylediği “yaratıcı teklifler yaptı Türkiye” dedi –  tekliflerde bulunduk. Hep öylesine diplomatik bir yoğunlukta çalıştık, bunları engellemeye çalıştık. Çünkü bir insanlık vicdanı olarak yüreğimiz yanıyordu.

 

Öte yandan, Türkiye’ye güvenlik riski gelmesin diye çaba sarf ettik. Türkiye’ye dönük riskler minimize edilsin, yok edilsin diye çaba sarf ettik. Ama maalesef şu geldiğimiz noktada hem Suriyeli kardeşlerimize dönük dramın, trajedinin, zulmün boyutları tahammül edilemez ölçülere ulaştı insanlık toplumu açısından, hem de Türkiye’ye dönük güvenlik riskleri arttı. Dün olabilecek bütün senaryoları, opsiyonları, gelişmeleri ele alan uzun bir - 4 saate varan - bir toplantı gerçekleştirdik. Diplomatik gelişmeleri değerlendirdik ve olabilecek bazı güvenlik risklerini tek tek ele aldık, alınacak tedbirleri gözden geçirdik. Türkiye’nin hem uluslararası toplum içinde birlikte hareket edeceği ülkeleri ve ittifak sistemi içindeki durumunu ele aldık, hem de Türkiye’nin kendi ulusal güvenliği bağlamında alması gereken - bütün diğerlerinden çok daha önemli olan, bizim için en asli olan husus Türkiye’nin ve halkımızın güvenliğidir -  tedbirleri gözden geçirdik. Bazı temel konularda belli görevler ??umdeler diyelim belirledik. Bu çerçevede, olabilecek durumlara süratle intibak edebilmek için kurumlarımız arasında kriz yönetimi şeklinde bir mekanizmanın kurulması bakımından da bazı adımlar atıyoruz. Biliyorsunuz Libya tahliyesinde, birçok benzer olayda son derece sağlıklı işleyen bir kriz yönetimimiz olmuştu. Biz olabilecek gelişmelere hazırlıklı olabilmek için bütün kurumlarımız dün Başbakanımızın talimatıyla talimatlandırıldılar. Gerekli tedbirleri almak konusunda da detaylara inecek kadar çalışma yapıldı.

 

SORU- Komite dediniz…

 

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Komite demedim.

 

SORU- Ben komite anladım.

 

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Yok yok. Kurumlarımız arasında koordinasyon yapılacak ve kriz yönetimi şeklinde de gerektiğinde devreye girecek bir çalışma ekibi oluşturulacak, ama komiteler diye bir ifade kullanmadım.

 

SORU- Açıklayabileceğiniz ayrıntılar var mıdır?

 

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Hayır, bunların çoğu tabii güvenlikle ilgili hususlardır. Milli Güvenlik Kurulu’nda zaten Sayın Cumhurbaşkanımız başkanlığında, saldırı o gün olduğu için, olay değerlendirilmişti. Bir de Sayın Başbakanımız başkanlığında detaylara varacak kadar konu ele alındı. Nerede aksaklıklar olabilir? Bir mülteci akımı olursa nasıl karşılanabilir? Bu konuda atılacak adımlar nedir? Türkiye’nin güvenliği bağlamında, sınır güvenliği bağlamında, halkımızın güvenliği bağlamında gerek Silahlı Kuvvetlerimiz, gerekse diğer kurumlar tarafından alınacak tedbirler neler? Bu hususlar bütün detayıyla gözden geçirildi. Ama milletimiz ve bu anlamda kamuoyumuz soğukkanlı olmalıdır. Daha önce birçok zorlukları nasıl aşmışsak,  bunu da inşallah aşarız. Önemli olan, dost ve kardeş Suriye halkının huzura bir an önce ulaşması ve Türkiye’ye dönük bu güvenlik risklerinin tamamıyla ortadan kalkacağı bir bölgesel konjonktürün oluşması. Bunun için gece gündüz çalışıyoruz ve bundan sonra da çalışmaya devam edeceğiz.

 

Peki, teşekkür ederiz arkadaşlar.

 

SORU- Sayın Bakanım, olası operasyonda mevcut tezkere?

 

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU- Bu çok gündemde olduğu için, şu anda acil bir tezkere ihtiyacı görünmüyor. Tabii şunu vurgulamak isterim; birçok spekülasyon yapılıyor, Türkiye bir hukuk devletidir ve bir hukuk devleti içinde kararların nasıl alınacağı da bellidir. Geçen sene 3 veya 4 Ekim’e kadar süresi olan tezkereyle Hükümetimiz yetkilendirildi. Hükümetimiz de net talimatlarla Silahlı Kuvvetlerimizi yetkilendirdi. Yani, ortada bir boşluk söz konusu değil hukuki anlamda da, yetkilendirme anlamında da. Ama bu yetkiyi aşacak veya bu yetki dışında yetkilendirme gerekirse de, o zaman da tabii yine hukuk sistemimiz içinde ne gerekiyorsa gerektiği zaman adımlar atılır. Ama şu anda bu anlamda acil bir ihtiyaç söz konusu değil.

 

Teşekkürler.