Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Afrika Stratejileri Sektörel Değerlendirme Toplantısının Açılışında Yaptıkları Konuşma, 3 Eylül 2013, Ankara

Kamu kurumlarının, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının değerli temsilcileri,

Herşeyden önce hayırlı sabahlar diliyorum ve bu çok önemli toplantıyı çok zamanlıca tertip etmeleri dolayısıyla emeği geçen bütün kurumlarımıza teşekkür ediyorum.

Afrika Stratejileri Sektörel Değerlendirme Toplantısı, Türkiye’nin son on yıldaki en önemli açılım coğrafyalarından birini ele almak üzere bir araya gelmiş bulunuyor. Aslında bütün kurumlarımız, özel sektörümüz ve sivil toplum kuruluşlarımızla birlikte, son on yılda dünyada örnek teşkil edebilecek bir açılım stratejisini başarıyla uyguladılar.

Yıllarca hatta on yıllarca Türkiye’nin Avrupalı mı, Asyalı mı olduğu tartışıldı. Birçok entelektüel, ekonomik, siyasi çevrede Türkiye’nin Avrupa vurgusu öne çıkarıldı, bazen de Asya vurgusu. 90’lı yıllardan sonra birden Türkiye’nin Avrasya kimliği ortaya çıktı. Hem Avrupalı hem Asyalı kimliği. O zaman akademik hayattaydım ve yaptığım bir çalışmada Türkiye’nin aslında Afro-Avrasyalı olduğunu ifade ettim. Dünya ana kıtasının merkezi coğrafyasında bulunması açısından Türkiye, hem Avrupalıdır hem Asyalıdır hem de Afrikalıdır tezinden hareketle Türkiye’nin coğrafyasını yeniden tanımlama ihtiyacı olduğunu vurgulamıştım.

Şimdi geriye doğru baktığımızda, aslında son 10 yıl içinde, özellikle de 2005 yılından sonra, daha yakın bir dönem 2008 Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi’nden sonra, yaşadığımız tecrübeler çok açık bir şekilde göstermiştir ki, Türkiye, Afrika’da hem tarihin derinliğine doğru mevcut olmuştur, hem de gelecek perspektifi bakımından Afrikalı dostlarımızla kardeşlerimizle ortak bir perspektifi paylaşmak bakımından da herhangi bir sıkıntı yaşamamıştır. Aslında Akdeniz kıyısında yer alan her ülke Afrika’yla bir şekilde irtibatlıdır. İspanya için durum böyledir, Portekiz için böyledir. Afrika’nın en etkin ülkelerinden biri Fransa için böyledir. İtalya için böyledir ve tabii Türkiye için kesinlikle böyledir. Hatta diğer ülkeler daha Afrika kıtasıyla temasa geçmedikleri dönemde bizim Afrika’yla yakın ilişkilerimiz ve çok ciddi ortak perspektiflerimiz ve gönül bağımız vardı.

16. yy.’da Seydi Ali Reis Mangonsa’ya ulaştığında ya da Timbuktu’ya gittiğinizde Osmanlı yazma eserleri gördüğünüzde, Sudan’da, Somali’de köylerde dahi Osmanlı eserlerini ve Osmanlı hatırasını, Türk hatırasını canlandıran, canlı bir şekilde yaşayan topluluklarla karşılaştığınızda hep yakından hissedersiniz ki Türkiye, aslında - kısa bir kesinti hariç - Afrika tarihinin, Afrika coğrafyasının, Afrika siyasetinin ve Afrika ekonomisinin bir parçası haline gelmiştir. 20. yy’da bir şekilde bir kesinti yaşadık. Bu Afrika’nın kendi içinde yaşadığı değişimler, sömürge tecrübeleri veya sömürge döneminde yaşanan kopukluklarla ilgilidir. Ama çok kısa bir sürede bunları aşarak Türkiye ile Afrika’yı tekrar ortak bir kader bilincinde ve ortak bir gelecek perspektifinde kavuşturmaya yönelik ciddi adımlar atıldı. Son on yıl içinde bakıldığında, Afrika’da en fazla bu anlamda varlığını gösteren ülkeler sıralaması yapıldığında Türkiye, Brezilya, Hindistan ve Çin ile birlikte ilk dört içinde yer almaktadır. Hatta diğer ülkelerin açılımları daha eskiye dayandığı için son 5 yıl içinde, 2008 den bu yana, Afrika’da en fazla mevcudiyet gösteren ülke Türkiye olmuştur ve bununla da gurur duymalıyız.

Şimdi baktığımızda, Afrika kıtası neden önemli? Neden biz bu kıtaya dönük olarak bu açılımları, bu yeni stratejiyi geliştirdik ve bütün kurumları bu strateji etrafında harekete geçirdik? Afrika 30 milyon kilometrekarelik alanı ile dünyanın en büyük ikinci kıtasıdır. Çok zengin doğal kaynakları var. Çok zengin insan gücü var. Emek yoğun genç ve artan bir nüfusa sahiptir. Hızlı kentleşme ihtiyaçları var. Daha kalkınmanın ilk aşamalarında oldukları için olağanüstü bir altyapı ihtiyaçları var. Son dönemlerde özellikle Afrika Birliği’nin yaptığı ciddi girişimlerle, alt ve siyasal anlamda çizdiği çerçevelerle de istikrar yönünde ciddi adımlar atan bir kıta. Eğer yine son on yılda etkinliğini gösteren ulusal örgütler sıralaması yapılsa Afrika Birliği herhalde en başta gelirdi. Dolayısıyla, Afrika kendi içinde toparlanırken siyasi istikrarını, hatta bu anlamda demokratik tecrübelerini geliştirirken, diğer yandan ekonomik kalkınma tecrübeleriyle dünya gündemine gelirken, Türkiye’nin bunu bir kenarda oturup beklemesi mümkün değildi. Aslında bakarsanız bugün gururla söylüyoruz ki; Türkiye’nin Afrika açılımı ciddi bir başarı hikayesidir ve bütün dünyada büyük bir takdirle karşılanmakta, hatta bir örnek strateji olarak ele alınmakta ve incelenmektedir.

Bu stratejinin ana esasları nedir? Biraz bunun üzerinde durmamız lazım. Üç boyuta dikkatlerinizi çekmek istiyorum, Birincisi bu açılımın felsefesi. İkincisi yöntemi. Üçüncüsü de stratejisi. Türkiye’yi diğer ülkelerle kıyasladığımızda, Afrika açılımının felsefesindeki en önemli unsur, bu açılımın sadece bir ulus devletin kendi stratejik gelecek perspektifiyle ilgili çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere geliştirmiş olduğu, ilan etmiş olduğu bir strateji olmaması. Aksine, insani boyutunun, ekonomik ve siyasi boyutu kadar önem taşıyor olması. Geçen sene Büyükelçiler Konferansı’nın başlığı İnsani Diplomasi idi. Orada bu konuyu kapsamlı bir şekilde ele aldık. Türkiye’nin 2005 yılında başlattığı Afrika açılım stratejisinde ve daha sonra Afrika stratejik belgesinde, eylem planında hep göz önünde tuttuğu yaklaşım bu açılımın dayandığı felsefi zemindir. Afrika insanı ile kaderinizi paylaşmadan onlarla birlikte bir gelecek perspektifi geliştirmeden yapacağınız her ekonomik-siyasi atılım orada çok olumsuz çağrışımları da beraberinde getirir. Bugün Afrika’da açılan her Büyükelçiliğimiz, orada iş yapan her işadamımız, sivil toplum kuruluşumuz, TİKA’mız hep bu insani diplomasi özü altında faaliyetlere başladı.

Bu yüzden, açılımımızın en öncelikli kurumlarından biri TİKA olmuştur. Afrikalı kardeşlerimize şunu demek istedik: “Biz Afrika’ya geliyoruz. Niçin geliyoruz? Sadece kendi ulusal stratejimiz açısından ekonomimizi geliştirmek, siyasi ağırlığımızı ortaya koymak için değil, sizlerin dertleriyle dertlenmek ve sizin kalkınma projelerinize her türlü teknik ve bilimsel yardımı yapmak, herhangi bir sıkıntıyla, kıtlıkla, açlıkla karşılaştığınızda sizinle bu kaderi paylaşmak üzere geliyoruz.” Onun için, 1991’de daha çok Orta Asya’ya ve Balkanlara yönelik olarak kurulmuş olan TİKA, son on yıl içinde coğrafi alanı genişleterek Afrika’da da önemli bir etkinlik göstermeye başladı. TİKA’ya bu anlamda teşekkür borçluyuz. Şimdi de dokuz TİKA koordinatörlüğü bütün Afrika sathında faaliyet gösteriyor, hangi Afrikalı Dışişleri Bakanı ile otursam ilk talep ettikleri şeylerden birisi TİKA, diğeri de Türk Hava Yolları uçuşları. TİKA’nın merkezi konumda bulunması, bir anlamda Afrika’ya insani diplomasiyle açıldığımızın göstergesi, farklı bir felsefeyle açıldığımızın göstergesi. Onun için de 750 milyon dolarlık dış yardım yaptık Afrika’ya son yıllarda. 750 milyon dolar, toplam 2,5 milyar dolar tutarındaki dış yardımımızın önemli bir kesimini oluşturuyor. Başta Somali olmak üzere birçok Afrika ülkesinde TİKA - artık bir marka halinde - insanların yardımına koşan, omuz omuza Afrikalılarla çalışan bir ülke görüntüsünün, imajının oluşmasına büyük katkı sağladı. Bir uluslararası toplantıda bir Dışişleri Bakanı dostumun Afrika’ya yaptıkları yardımlardan bahsetmesi üzerine, Somalili bir diaspora lideri kalkıp aynen şu ifadeyi kullanıyor: “Siz daha çok bulunduğunuz yerlerden yardım yapıyorsunuz, ama Türk kardeşlerimiz gelerek bizimle alanda güvenlik tehdidiyse onu paylaşıyorlar, açlıksa onu paylaşıyorlar, alanda bizimle yan yana çalışıyorlar.” Bu özü hiçbir zaman kaybetmeyeceğiz. Ekonomik çıkarlarımız, ikili ilişkilerimiz hangi seviyeye ulaşırsa ulaşsın bu özü muhafaza edeceğiz. Çünkü Afrikalının bugün her şeyden daha çok eşitler arası ilişkiler temelinde ilgiye, alakaya, şefkate ihtiyacı var. Onun için yine bir Dışişleri Bakanı dostum, Afrikalı bir Dışişleri Bakanı dostum bir toplantıda döndü: “Türkler, sizler bizim ten rengi farklı kardeşlerimizsiniz”. Onlarda ten rengi farkı, eskiden sömürgeyi ve daha olumsuz çağrışımları zihinlerde uyandırırken, şimdi Türkiye üzerinden aslında onlar da yeni bir keşfe çıktılar. O bakımdan Büyükelçiliklerimiz, TİKA koordinatörlerimiz, bütün kurumlarımız Afrika’da her şeyden önce bu felsefeyi sürdürecekler. Özü ve muhtevası insani diplomasi olan ve bu insani diplomasiden dışarı doğru gidildiğinde kültürel diplomasi, ekonomik diplomasi, özel sektör diplomasisiyle sektörel değerlendirmenin bu anlamda önem taşıdığı bütün diğer alanlarla kuşatıcı bir yaklaşım sergileyeceğiz. Ama insani özü hiçbir zaman unutmayacağız. Afrikalı bize baktığında kardeşlerini görecek. Oraya kaynak paylaşmak, birtakım kaynakları aktarmak üzere gelen fırsatçıları değil, kardeşlerini görecekler. Ve bu kardeşlik bilincini öylesine inşa edeceğiz ki bizden sonraki nesiller dahi Afrika’ya gittiklerinde sizin dedeleriniz bize zor zamanımızda şu yardımlarla gelmişti diye destansı bir şekilde bahsedecekler. Bugün Somali efsanesi, açık söylüyorum, gerçek anlamda bütün devlet kurumlarımız ve sivil toplum kuruluşlarımızla birlikte gerçekleştirilen bir başarı efsanesidir. Afrika’daki Türk imajını olağanüstü değiştirmiştir. Dünyadaki Türk imajını değiştirmiştir. Eğer milyarlarca dolarlık bir kamu diplomasisi faaliyeti ve lobisi yapmış olsaydık, emin olunuz Somali’deki insani yardımlar üzerinden elde ettiğimiz pozitif imajı, pozitif algıyı elde etmemiz mümkün olmazdı. Dolayısıyla, Afrika açılımımızın felsefi özünü muhafaza edeceğiz. Bu felsefi öz, aynı zamanda bizim kültürümüzün, medeniyetimizin insani özüdür, bunu hiçbir zaman kaybetmeyeceğiz.

İkincisi, yöntemi. Yöntem itibariyle bakıldığında Afrika stratejimizin başarısı, entegre bir strateji mahiyetinde yürümüş olmasıdır. Geçmişte Afrika’ya, Latin Amerika’ya birçok açılım projeleri yapıldı. Bu projelerin atıl kalmasının sebebi, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bu projelerin düşünülmüş, hazırlanmış olması, ama buna paralel kurumların diğer kuruluşların devreye girmemiş olmasıyla atıl kaldı. 1998 Afrika stratejisi kâğıtta kaldı. 2003’te tekrar ekonomik bağlamda, 2005’te de daha genel kapsamıyla Afrika stratejisini oluşturduğumuzda, bizim iktidarlarımız döneminde, bu eksikliği gördüğümüz için, bütün kurumlarımızın birbiriyle senkronize bir şekilde hareket etmesini sağlayacak tarzda bir strateji geliştirdik.

Bakınız 2005 yılında ilk Afrika açılımı kapsamlı bir şekilde ilan edildiğinde ve Sayın Başbakanımız Güney Afrika Cumhuriyeti’ne ilk ziyaretini gerçekleştirdiğinde, birçok kişi, kuruluş, gazeteci, aydın, bunu hayali, ütopik bir proje olarak değerlendirmişlerdi. Yine, kâğıt üzerinde kalacak bir proje. Türkiye’nin buna gücü yeter mi diye sormuşlardı. Bugünlerde de yine hep bu sorguyla, bizim haddimize mi düşmüş diye soranlar, o zaman da Afrika açılımımızı bir eksen kayması olarak değerlendirmişlerdi. Kendine güveni olmayanın geleceğe dönük olarak bir hedefi, bir amacı olamaz. Biz kendimize güveniyorduk ve bu stratejiyi adım adım öylesine ördük, işledik ki şimdi 8 sene sonra Afrika’nın her yerinde varız. 34 büyükelçiliğimiz var. 2005’te Afrika açılımını başlattığımızda sadece 12 büyükelçiliğimiz vardı. O zaman eğer bizi eksen kaymasıyla suçlayanlara dönüp - bunların çoğu da tabii 4-5 yıl içinde hazırlıklardan sonra açıldı - 4-5 yıl içinde 22 büyükelçilik açacağız demiş olsaydık, yine o zihniyet bugün bize hitaben “bizim haddemize mi” diyen zihniyet, o zaman da “nasıl açacaksınız, bizim haddimize mi” diye sorardı. “Niye başkalarını rahatsız edeceğiz Afrika’da” diye soracaklardı. İnanmayacaklardı 4-5 yıl içinde 22 Büyükelçilik açacağımıza; açtık. 2008 yılında I. Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi yapıldığında 12 Büyükelçimiz vardı arkadaşlar. Bugün Ağustos 2013, 5 yıl sonra, 34 büyükelçiliğimiz var. Kendine güvenmeyenlerin zihinlerinin dahi alamayacağı bir hedefti bu.

Bununla yetinmedik, 25 ticaret müşavirliğimiz var. Daha önce 12 Büyükelçiliğimizin çoğunda dahi ticaret müşavirliğimiz yoktu. 9 TİKA koordinatörlüğümüz var. 23 Afrika ülkesiyle karma ekonomik komisyon oluşturduk. 4 ülkeyle serbest ticaret anlaşması yaptık, inşallah bunu bütün Afrika’ya yayacağız, bütün Afrika’yı Türk girişimciler için serbest ticaret alanı yapmaya kararlıyız. 8 ülkeyle çifte vergiyi önleme anlaşması yapıldı. 10 ülkeyle yatırımları karşılıklı destekleme anlaşması, 17 ülkeyle iş konseyi kuruldu ve en önemlilerinden birini söylüyorum, 35 noktaya da Türk Hava Yolları uçuşu var şu anda. İşte entegre stratejinin çok açık göstergeleri. Dışişleri Bakanlığı planlamayı yapar, Hükümetimiz bu planlamayı onaylar, Başbakanımız talimatı verir, 34 Büyükelçiliğe çıkarız, 22 Büyükelçilik açarız. Ekonomi Bakanlığımız 25 ticaret müşavirliği açar. Hukuki altyapısında eksik neyse, bütün ülkelerle oturur bunu tamamlarız. Şimdi Afrikalı Bakanlar, muhataplarımızla oturduğumuzda buna bakıyoruz; neler eksik anlaşmalarımızda? İşadamlarımız gittiğinde hangi hukuki garantilerle oraya gidecekler? Yatırımlarımız ne durumda? TİKA Koordinatörlükleriyle insani diplomasinin altyapısını hazırlarız.

Ve Türk Hava Yolları… Türk Hava Yolları’na da teşekkür ediyorum stratejimizin paralel kurumu halinde çalıştıkları için. 2003 yılında, iktidarımızın ilk yılında, Türk Hava Yolları özelleştirildiği dönemde kendileriyle yaptığımız bir toplantıda Başbakanlık olarak şu talepte bulunmuştuk kendilerinden: Bundan sonra özel şirketsiniz, dolayısıyla bir siyasi irade yönlendirmesi değil kar maksimizasyonuyla çalışacaksınız. Bu anlaşılır, ama üç talebimiz var sizden. Bir, geçmişte bizim milletimizle 1 dakika dahi ortak aidiyet hissi yaşamış olan her ülkeye uçacaksınız. Nitekim baktık Yemen’e, Bahreyn’e, Tacikistan’a yoktu, uçuş kondu. İki, pivot ülkeler tespit edeceğiz zamanla. O pivot ülkelere bir destinasyondan daha fazla uçacaksınız mümkünse. Ukrayna gibi, Rusya gibi, İran gibi, birçok pivot ülke. Üç, önümüzdeki yıllarda açılım stratejileri uygulayacağız. Hangi bölgeye biz açılım stratejisi uygularsak, o bölgeye Türk Hava Yolları uçuşları artacak. Nereleri diye sormuşlardı, Afrika, Latin Amerika, Doğu Asya. Ve nitekim Türk Hava Yolları bu stratejiye uygun olarak 2005’ten itibaren Afrika’ya açılımına paralel olarak Afrika başkentlerine uçuşlarında olağanüstü bir artış sağladı. Hele son yıllarda nereye bir Büyükelçilik açsak, Türk Hava Yolları oraya uçuş koydu ve kar da yapıyor. Kimse de kar yapmadığı zannına kapılmasın. Türk Hava Yolları markasıyla olağanüstü bir imaj oluşturdu Afrika’da Türk Hava Yolları ve büyük karlar da yapıyor. Şu anda Afrika’nın üçüncü büyük havayolu şirketi Türk Hava Yolları’dır. Yani, Afrika içinde uçuş yapan üçüncü büyük hava yolu şirketi. Yani, devlet karar verdi, bir strateji planladı, ama kurumlar da buna tam ve senkronize bir şekilde intibak ettiler.

İş dünyamıza teşekkür ediyorum. İş konseyleri kuruldu. Bir anda yepyeni bir ufuk açıldı önümüzde ve öylesine büyük ve gerçekten etkileyici yatırımlar sağlandı ki, hepimiz gittiğimizde büyük gurur duyuyoruz. 2002 yılında 2,9 milyar dolardı dış ticaretimiz, 19,5 milyar dolar 2012 yılında, inşallah bu sene 20 milyar doları geçeriz. Yani, takriben 10 misli arttı ticaret hacmimiz. Afrika stratejisini bir grup işadamımızla Davos’ta Türkiye’nin ekonomik stratejisiyle paylaştığımda, gerçekten gurur duyduğum şöyle bir iltifat almıştım Hükümetimize dönük olarak: Eskiden işadamlarımız hükümetleri zorlarlardı şu bölgelere açılsak, şöyle yapsak diye; şimdi ise Hükümetimiz iş dünyamızı bu bölgelere yönlendirmek için girişimlerde bulunuyor, öncülük ediyor diye teşekkür ettiler. Evet, Afrika’da bu entegre stratejiyi başlattığımızda belki birçok özel sektör temsilcisi kısa sürede bu kadar mesafe alacağımızı düşünmemişti. Ama biz, özel sektörümüze öylesine güveniyorduk ki, önlerini açtığımızda onların devletten daha da hızlı bir şekilde bu hedefe yöneleceklerinin farkındaydık. Gururla hep söylediğim, verdiğim bir istatistiktir; geçen sene Kasım ayında Etiyopya’ya gittiğimde orada işadamlarımızla toplandığımızda tespit etmiştik. 2005 yılında Etiyopya’da bir tek Türk firması vardı, 50 milyon dolarlık yatırımı vardı. Şimdi 341 Türk şirketi var, 3 milyar dolarlık yatırımımız var takriben. Etiyopya Başbakanı eski Dışişleri Bakanı olarak yakın dostumdur. Addis Ababa’da istediğiniz büyüklükte bir alanı tahsis edeyim, bir Türk organize sanayi bölgesi kurun diye teklifte bulunuyordu ve inşallah onu da hayata geçireceğiz. Çünkü onlar, bizim onlara geçici heveslerle, geçici çıkar hesaplarıyla gelmediğimizi biliyorlar. Başta söylediğim insani diplomasiyle geldiğimizi biliyorlar. Biz de onların bize sadece iş imkânlarını değil gönüllerini açtığını biliyoruz. Yine uluslararası bir toplantıda bir Dışişleri Bakanı dostum çok samimi bir şekilde şu soruyu sormuştu baş başa kaldığımızda: “Niye herkes Afrika’da Büyükelçilik kapatırken siz Büyükelçilikleri açıyorsunuz?” Önemli bir ülkenin Dışişleri Bakanı… Çok açık, dedim, Avrupalı işadamları yerleşik ve durağan bir burjuvazi haline dönüştü. Dolayısıyla, bulundukları başkentlerden işlerini idare etmeyi tercih ediyorlar. Bizim girişimcilerimiz ise, dinamik, genç ve her türlü meydan okumaya hazır girişimciler. Alana gitmek, alanda keşfetmek, keşfettikten sonra o alanda etkinlik kurmak istiyorlar. Şunu biz Hükümet olarak iş adamlarımıza garanti ettik: Nerede bir Türk işadamı varsa, orada Türk Büyükelçiliği olacak ve Türk Bayrağı orada dalgalanacak. İşte devletle özel sektörün omuz omuza vermesi halinde neleri başarabileceğinin belki de en çarpıcı göstergelerinden biri bizim Afrika’ya dönük açılımımızda sergilediğimiz bu senkronizasyon, hedef ortaklığı ve yöntem beraberliği, birliği.

Afrika ülkelerine yoğun diplomasiden çoğu zaman istediğimiz ölçüde gidemiyoruz. Türk yatırımcılarının, müteahhitlerinin orada gerçekleştirdiği yatırımları övgüyle gösteriyor Afrikalı devlet adamları. Bir Türk firmamızın Afrika Zirvesi’nin yapılması için planlanan binayı birkaç ayda bitirmiş olması bir efsane gibi Afrika’da kulaktan kulağa yayılıyor. Müteahhitlik sektörümüzün yaklaşık yüzde 15’i bugün Afrika’da yatırım yapıyor. Bu oran artacak. 20 milyar dolarlık dış ticaret hacminin 2023 yılında 100 milyar dolara çıkacağına inanıyoruz. Afrika’nın 2005’te yüzde 3 civarında olan toplam dış ticaretimizdeki payı, şimdi yüzde 5’i geçti. Türkiye eğer küresel krizi atlatabilmişse, Avrupa pazarlarındaki daralmayı yakın komşularla, yakın ekonomik ilişkilere girmek suretiyle; yakın komşularımızda çıkan siyasi istikrarsızlık dolayısıyla daralmayı da Afrika’ya, Latin Amerika’ya, Doğu Asya’ya açılmak suretiyle kapatabildi. Bu 20 milyar dolar civarındaki dış ticaret hacminin büyük kısmının Türkiye’nin satışlarından, ihracatından oluştuğunu da özellikle zikretmeliyiz. Yani başka ülkelerde, başka bölgelerdeki dış ticaret açığımızı Afrika’da kapatıyoruz.

Bugün burada sektörel değerlendirme toplantısındaki programa baktığımda çok memnun oldum, çok mutlu oldum. Hemen hemen bütün sektörle ilgili özel oturumlar var. Sizden beklentimiz, bu entegre stratejinin bundan sonra alacağı seyri tayin etmek üzere bütün kurumlarımızın birlikte hareket etmesi. Enerji alanında olağanüstü bir potansiyel var. Hangi Afrikalı Dışişleri Bakanı ile konuşsak önce enerji konusunu açıyorlar ve birlikte enerji projelerine girelim diyorlar. Çünkü ortak proje yapmak bakımından başka ülkelere Türkiye’ye güvendikleri ölçüde güvenmiyorlar. Tarım alanında olağanüstü bir potansiyel var. Afrika deyince açlık, kıtlık, tarım yetersizliği akla geliyor. Eğer tarım verimli hale getirilirse Afrika’da, hem Afrika’nın bu problemleri biter hem de Afrika tarımı üzerinden Türkiye’nin tarımdaki tecrübesi orada yeni alanlara kavuşur ve dünyada örnek bir işbirliği alanı oluşur. Ticaret, yatırım, inşaat sektörü, birçok alanda olağanüstü iş imkânları var, bunları bugün burada değerlendirecek olmanızdan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Ve nihayet insani özü olan felsefesiyle, yani biz Afrika İşbirliği Zirvesi’ni yaptığımız dönemde çoğu Afrika ülkesi olan En Az Gelişmiş Ülkeler Zirvesini de Türkiye’de yaptık. Somali Konferansı yaptık iki kez 2010’da ve 2012’de. Bütün bu entegre stratejinin temelindeki felsefi yaklaşımı sürdüreceğiz. Bu yaklaşımla Afrika’ya yeni bir perspektif getireceğiz. Yeni bir yöntem, entegre bir yöntemle devlet bütün kamu kuruluşları, STK’lar, Türk Hava Yolları gibi önemli stratejik kurumlar, kuruluşlar, özel sektör düşünce kuruluşları hep beraber belli aralıklarla bugün yaptığımız gibi bu entegre stratejiyi değerlendirerek yeni yöntemin başarı alanlarını genişletmeye çalışacağız.

Ve nihayet bu felsefe ve bu yöntem üzerinde ulaşmak isteğimiz stratejik hedef şudur değerli arkadaşlar: Türkiye’yi kendi, sadece kendi yakın bölgesiyle ilgilenen değil küresel bir aktör olarak dünya coğrafyasının her yerinde mevcudiyet gösteren bir küresel güç haline dönüştürmek. Eğer Afrika’da varsanız, Afrika’nın her köşesinde, sadece tarihi olarak yoğun ilişkide olduğumuz Kuzey Afrika’da ve Doğu Afrika’da değil, Orta Afrika’da, Batı Afrika’da, Güney Afrika’da, her yerde varsanız, aynı zamanda bu ülkelerle geliştirdiğiniz ilişkiler üzerinden dünya siyasetinde de varsınız demektir. Yine gururla söylüyorum; 2008’de, 2009-2010 dönemi için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi oylaması yapıldığında 53 Afrika ülkesinin 51’i bizim lehimize oy verdi, bizi destekledi ve desteklerken de şunu söylediler: “Biliyoruz ki Türkiye’nin mevcudiyetiyle Afrika Birliği’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki temsili ve sesi daha gür olacaktır”. İnşallah şimdi de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne adayız, inşallah yine aynı desteği Afrika Birliği üyesi ülkelerden görmeye kararlıyız, bu da işin stratejik boyutu. Sadece ikili ilişkiler bağlamında değil dünyanın her platformunda Afrika ülkeleri birlikte hareket ettik, ediyoruz, edeceğiz. Böylece dünyaya şunu göstermiş olacağız: Afrika’daki her meselenin takipçisi, sözcüsü ve o meselelere olumlu anlamda katkı verecek lider ülkelerden birisi Türkiye’dir, Türkiye olacaktır. Uluslararası örgütlerde, ekonomik örgütlerde, kültürel örgütlerde ve tabii başta Birleşmiş Milletler olmak üzere bütün uluslararası yapılarda Afrika Birliği’yle birlikte hareket etmeye devam edeceğiz. Perspektifimiz bugünle, önümüzdeki 10 yılla sınırlı değil. 2023 perspektifini ortaya koyduk. Ama daha ötesinde inşallah Türk işadamları, Türk kuruluşları, Türk üniversiteleri, Afrika’da gelecek yüzyılı şekillendirecek, büyük ortak projelere imza atacaklar. Son yıllarda beni en fazla sevindiren hususlardan birisi, Afrika’dan Türkiye’ye gelen öğrenci sayısındaki artıştır. Onları yetiştireceğiz, o toplumların geleceklerine mühür vuracak olan yeni insan unsurunu, yeni kadroları Türkiye’de eğitmek, yetiştirmek de başka bir katkı sağlayacak.

Bugün bu faaliyetle aslında biz aynı zamanda ikinci Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi’nin hazırlıklarını yapmış oluyoruz. Sizlerin katkılarınızla son 10 yıl içinde büyük bir aşama kaydeden Türkiye-Afrika ilişkileri inşallah gelecek perspektifi bakımından bugünkü toplantıdan sonra yeni unsurlarla güçlenerek yoluna devam edecektir.

Tekrar bu toplantıda katkısı bulunan bütün kurumlarımızı tebrik ediyorum. Sivil toplum kuruluşlarımıza, işadamlarımıza katılımları dolayısıyla teşekkür ediyorum. Geleceğin inşallah Türkiye-Afrika ilişkilerinde parlak bir gelecek olacağı inancıyla başarılar diliyorum.